Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Dini ekonomiye alet etmek

Ruşen Çakır, Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu çalkantılı dönemde, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, ekonomi yönetimiyle ilgili konularda dini hükümlere referans vermesinin siyasi anlamının ne olduğunu değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Tuğbanur Toprak

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Bu haftaya yine Türk lirasının değer kaybıyla başladık ve burada şöyle bir husus var: Artık hiç kimse hiçbir şekilde önünü göremiyor, nelerin olacağını kestiremiyor. İşin içerisinde tartışmanın da çok fazla bir anlamı kalmadı, çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan zaten bu yaptıklarının inancı gereği olduğunu ve geriye dönüş olmadığını açıkça söyledi. Şimdi ekonomiyi bir kenara bırakalım; yani ekonomiyi bir kenara bırakalım derken, bırakmamız mümkün değil, zaten o bizi bırakmıyor, ama işin bu din boyutuna bakalım. Bu yayının başlığını, “Dini ekonomiye alet etmek” diye verdim. Aslında “dini ekonomiyi yönetememeye alet etmek” olabilirdi ya da “ekonomiyi yönetememeye dini kılıf aramak” da olabilirdi; çünkü Erdoğan’ın bu söylediğinin hiçbir anlamı yok. Hiçbir anlamı olmadığını özellikle de Türkiye’de dindarlar, dindar Müslümanlar bilirler; çünkü Türkiye, nüfusunun önemli bir bölümünün Müslüman olduğu, o Müslümanların içerisinde de önemli bir bölümünün Sünni Müslüman olduğu bir yer ve burada da nas olarak bakıldığı zaman tabii ki fâiz haram — birçok şey gibi. Ama bu haram olarak söylenen şeylerin hemen hemen büyük bir çoğunluğu serbest. Mesela kumar, devlet eliyle yapılan Milli Piyango’su vs.’si ya da içki, şu bu… Birçok şey bir şekilde devlet denetiminde, devletin çizdiği kurallar içerisinde serbest. Aynı şekilde fâiz de Türkiye’nin ve dünyanın bir gerçeği. Bu gerçeklerle yaşamayı insanlar zaten çoktan öğrendiler. Böyle bir meselenin arada sırada bir lafız olarak, bir söylem olarak belki biraz anlamı olabilir. İslâmcı iddialı birisi fâizi sonlandırmak, şu bu gibi şeyler söyleyebilir ve dinleyenler, olmasının mümkün olmadığını bilseler de çok fazla üzerinden gitmeyebilirler. Bu mesele çoktan aşılmış bir meseleydi. Böyle bir mesele zaten insanların gündeminde yok. Birazcık gündeminde olanlar için de, o fâizsiz finans kuruluşları vs. gibi aldatıcı yerler üzerinden onları bir şekilde tatmin edici imkânlar da sağlandı — ki onların da ne kadar fâizsiz olduğu öteden beri hep tartışılan bir husus. Dolayısıyla dindarların gündeminde fâiz, haram vs. gibi şeyler yok. Çok dert edinenler belki bir şekilde bunun yöntemlerini kendileri bulmaya çalışıyor olabilirler. Ama onlar da ekonominin realiteleri karşısında herhalde pes ediyorlardır.

Erdoğan bunu niye gündeme sokuyor? 20 yıldır ülkeyi yöneten birisinden bahsediyoruz. O 20 yıl boyunca aklına gelmeyen şey, şimdi niye aklına geldi? Şöyle bir şey söylenebilir: İlk başlarda işleri rayına koyarken bu konuları reel politika adı altında erteleyebilir, daha sonra zamanı geldiğini düşündüğü anda gerçek gündemini hayata sokabilir, onun meşhur “demokrasiyi tramvaya benzetmesi”nde olduğu gibi. Ama burada çok ciddi bir mesele var; ekonominin iyi olduğu zamanlarda fâiz diye bir derdi olmayan Erdoğan, ekonominin tam batmak üzere olduğu, bayağı bir batış içerisinde olduğu dönemde hatırlıyor fâizin haram olduğunu ve nas gereği buna karşı olması gerektiğini, fâizleri düşürmesi gerektiğini, asla fâiz yükseltmesine gitmeyeceğini, 20 yıl sonra ekonominin tam dibe doğru gittiği bir anda hatırlıyor. İşte bunun sorgulanması gerekiyor. Buradaki mesele Erdoğan’ın inancı ya da toplumdan böyle gelen bir talep ya da uluslararası dengelerin Türkiye’yi taşıdığı bir yer falan değil. Tamamıyla yaşanan –ki bütün uzmanlar bunu söylüyor–, bunun uluslararası konjonktürle, şununla bununla, koronavirüsle vs.’yle doğrudan bir ilgisi yok; bu yaşananlar esas olarak ekonomide bir başarısızlığın sonucu. En basit kuralların bile hayata geçirilmemesi, göz göre göre zıddının hayata geçirilmesi sonucu yaşanan olaylar bunlar. Yani Erdoğan bu ekonomik anlamdaki başarısızlığı kabullenmemek için ve bu başarısızlıkta ısrar edebilmek için din meselesini ortaya atıyor, bununla insanların oyalanmasını umuyor.

Şimdi, normal şartlarda Türkiye laik bir cumhuriyet ve ülkeyi yöneten birisinin insanların hayatını bu kadar ilgilendiren bir konuda referansını din üzerinden vermesi –ki o referansının ne kadar dinî olduğu ayrı bir tartışma konusu–, ama sanki normali buymuş gibi bizim “nas gereği” böyle yapmamız gerekiyor diyebilmesinin zaten mümkün olmaması lâzım. Eskiden –eski dediğim, AKP öncesi zamanlarda–, bunu muhalefette birilerinin söylemesi bile yadırganırdı, şimdi çok fazla ses çıkarılmıyor; çünkü insanlar, özellikle muhalefetteki partiler bunun üzerine bir laiklik tartışması yaparlarsa Erdoğan’ın ekmeğine yağ süreceklerini düşünüyorlar. Bunda bir ölçüde haklı olabilirler; Erdoğan işi dinî alana taşıyıp, orada yeni bir kutuplaştırma yaratıp, olayı bir din savunusu, yani ülkenin ekonomisini batırmak değil de hedefinin dini ayağa kaldırmakmış gibi olduğunu söyleyerek insanları aldatmak, kandırmak ve gündemi değiştirmek isteyebilir. Tamam, bu anlamda belirli ölçülerde temkinli davranmaya eyvallah; ancak birinci olarak Türkiye’yi yönetenlerin böyle bir argümanı dile getirmesinin mümkün olmadığını söylemek, ikincisi de argümanın kendisinin hiçbir karşılığı olmadığını söylemek gerekir. Siyasetçiler bunu yapıyor, yapacağa da benzemiyorlar oyuna gelmemek adına, tamam. Ama bizlerin bunu söylemesinde bir mahzur yok. Erdoğan’ın söylediği olayın, birincisi “Nas böyle emreder, dinimiz gereği böyle yapmak gerekir” önermesi iki anlamda da yanlış ve aldatıcı. İlkin, nas böyle emreder mi? Bu çok tartışmalı bir konu. Dünyada Müslümanlar belki onlarca yıldır, belki de daha fazla süredir bu meseleyi zaten tartışıyorlar ve genellikle de bunu aşmış durumdalar. Yani böyle bir dogmayı, yüzyıllar öncesinin dogmasını olduğu gibi bugüne taşıma konusunda ısrar edenlerin sayısı çok çok az. Bir kere, kurumsal yapıların büyük bir kısmı da bunu aşmış durumda. Ama diğer aldatıcı yön de Erdoğan’ın bunu dinin gereğini yerine getirmek için yaptığı iddiası, bunun böyle olmadığını biliyoruz. Erdoğan dönemindeki 20 yıl boyunca yine ülkeyi dindarlıkları tartışmalı olmayan, tartışılmayan insanlar yönetmişti. Hiçbir zaman akıllarına böyle bir argüman gelmemişti. Fâizi düşük tutmanın, yüksek tutmanın ekonomik koşullar gereği olarak tartışılmasına eyvallah. Değişen dünya konjonktürüne bağlı olarak para politikalarını belirlemekte, Türkiye gerçeklerinden hareketle dönem dönem fâizin aşağı çekilmesi gerektiğini savunanlar olmuştur, bundan sonra da olacaktır. Ama bunun referansını din olarak vermek, dinin gereği olarak vermek, hiçbir zaman kimseyi iknâ edecek bir şey değil. Ama Erdoğan şunu çok iyi biliyor — bugün Kemal Can da bu konuyu başka bir açıdan ele aldı: Burada batan bir ekonomi var ve bundan herkes etkileniyor. Herkesin gündemi ekonomi. Erdoğan burada yanlışta ısrar ederek, kendi yaptığının doğru olduğunda ısrar ederek gündemi belirleyebiliyor. Bu acayip bir şey aslında, negatif anlamda gündem belirleyen birisi oluyor. Başkalarının konuşmasına imkân kalmıyor böyle bir durumda. Örneğin TÜSİAD çok utangaç bir açıklama yaptı, “İktisadın bilimsel verilerine göre hareket etmek lâzım” vs. diye, iktidara yönelik bir eleştiri yaptı. Çok utangaç bir eleştiriydi, belli ki çok korkarak yapılmış bir şeydi ve Erdoğan’dan o eleştirinin yumuşaklığının tam zıddı acayip sert bir cevap geldi. Erdoğan sanki TÜSİAD’a meydan okudu, “Gelin benimle mücadele edebiliyorsanız edin” dedi. İstiyor ki uğraşsınlar, TÜSİAD Erdoğan ile uğraşsın; ama şunu da biliyoruz ki Erdoğan TÜSİAD’ın düşmanı değil. Aslında TÜSİAD da Erdoğan’ın düşmanı değil. Yıllarca Erdoğan iktidarı döneminde TÜSİAD’ın önde gelen isimleri çok mutlu bir hayat yaşadılar. En son Berat Albayrak’ın bakanlığı döneminde, iş çevreleriyle yaptığı ilk toplantının ardından Güler Sabancı ve diğerlerinin düzdüğü övgüler hâlâ aklımızda. Şu anda yaşanılanın Berat Albayrak döneminden çok da farkı yok, zaten Nurettin Nebati de Berat Albayrak’ın bir anlamda gölgesi gibi ve bütün bunlar Erdoğan döneminde yapılan şeyler. Ama TÜSİAD, işin renginin değişmekte olduğunu ve artık kendi kazançlarının da sona gelip kaybetmeye başladıklarını görünce davrandılar, bir tepki verdiler. Erdoğan bu tepkiyi çok memnuniyetle karşıladı ve haddinden fazla abartarak TÜSİAD üzerinden bir iç düşman yaratmaya gitti ve önümüzdeki dönem de hep bunu göreceğiz. Erdoğan ekonomide kendisinin doğru yolda olduğunu, Türkiye Ekonomi Modeli denen olayın –ki ne olduğu hâlâ çok belli değil– fâizi indirmek dışındaki diğer yönleri hâlâ çok belirsiz, ama sonuç alacaklarını söylüyorlar. Bu konuda işin ilginç tarafı, sıkıntıyı kendisi de kabul ediyor, Numan Kurtulmuş da kabul ediyor, bakan da kabul ediyor, Nebati de kabul ediyor. Eskiden, yakın bir zamana kadar, kriz mriz yoktu. Şimdi kriz denmiyor ama birtakım sıkıntıların olduğu söyleniyor. Ama bunların aşılacağı söyleniyor. “Aşılabilmesi için bize güvenin, dokunmayın, bize güvenin, biz zaten dinin gereklerini yerine getiriyoruz” diyerek de bir dindar destek almaya çalışıyorlar. Ama bütün bunların yapılabilmesi için o hedefin bir yerlerde dağıtılması gerekiyor. İşte bu anlamda TÜSİAD ya da başka iş çevreleri ya da Erdoğan, burada atılan din yemini kapanlarla girişilecek olan bir dindarlık, din karşıtlığı meselesi gibi ülkenin bir müddet daha zamanını, enerjisini, direncini tüketmeye devam edeceğe benziyor.

Bu olayın dinle alâkası yok. Bu olay tamamen işini beceremeyen siyasetçilerin, dini siyasete, burada da ekonomi siyasetine alet etmelerinden başka bir şey yok. Bunu da normal şartlarda kendilerine dindar diyen insanların söyleyebilmesi gerekir. Tek tük sesler çıkar gibi oldu bu yüzden. Mesela Cübbeli şöyle bir lâf etmiş galiba: “İnsanlar ekonomi kötü gidince bunu Allah’tan bilecekler, dinden bilecekler” demiş — ki öyle. Bu aslında, “Ekonomik krizi çözme çalışmalarında bizim rehberimiz nastır, yani İslâm’dır, İslâm dinidir” diyen Erdoğan aslında çok ciddi bir şekilde İslâm dinine zarar veriyor. Bu, İslâm dinine verdiği ilk zarar değil bence. Ama burada da kazanma şansı hiç olmayan bir politikayı, İslâm adına meşrulaştırmaya çalışıyor. Sonunda gerçekten onun bu argümanına inanan insanlar varsa, yaşanan ve yaşanacak olan ekonomik hezîmetten Erdoğan kadar İslâmiyet’i de, İslâm dinini de sorumlu tutacaklardır. “Gerçek dindarlar bu konuda sesini çıkartsın” diyecek hâlim yok, ne halleri varsa görsünler, açıkçası onu söyleyeyim. Çünkü burada büyük bir aldatmaca var ve bu aldatmacaya ses çıkarmama politikası sürdüğü müddetçe, hem Türkiye, ama özel olarak Türkiye’de dindarlar ve din çok ciddi bir şekilde kaybetmeye devam edecek. Bunu da bir şekilde vurgulamak lâzım. Evet, rahatsızlığım nedeniyle çok toparlayamadığım bir yayın oldu, kusura bakmayın, çok özür diliyorum. Biraz dinlenip daha güçlü bir şekilde karşınıza çıkma niyetim var, belki bir-iki gün izninizi isteyebilirim. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.