Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

AKP’den neden büyük kopuşlar olmuyor?

Ruşen Çakır, “AKP’den neden büyük kopuşlar olmuyor?” sorusuna yanıt aradı.

Yayına hazırlayan : Emine Bıçakcı

Merhaba, iyi günler. Geçenlerde bir kere daha oldu, ama bugünkü tam bu nedenle oluyor: Bu yayını dün gece gördüğüm bir rüyâya borçluyum — komik gelebilir ama öyle. Ben aslında çok fazla rüyâ hatırlayan birisi değilim, bizim evde bu konuda Müge çok iyidir; ama arada sırada benim de hatırladıklarım oluyor. Ve bunlar da genellikle, tabii bu profesyonel deformasyon kapsamında siyasî rüyâlar oluyor. 

Dünkü çok ilginç bir rüyâydı: Kalabalık bir grup gazeteci –ve bunların hepsi de iktidar yanlısı tanıdığım isimler; çoğu, “Suratını görmesem daha iyi olur” dediğim isimler– ilginç bir şekilde Recep Tayyip Erdoğan’a cephe alıyorlar. Konu da böyle Filistin falan gibi bir konu — iç politikayla ilgili değil. Çok sert bir şekilde Erdoğan’a cephe alıyorlar, yazılar yazıyorlar, televizyonlarda konuşuyorlar, eleştiriyorlar ve Erdoğan da onlara daha sert bir şekilde cevap verip hepsini tasfiye ediyor; yani onlara zulmediyor diyelim, öyle diyelim. Ve içlerinden bir tanesi –ki kendisi gazeteciliğe aynı zamanlarda ve aynı yerde başladığımız bir arkadaşım ve uzun zamandır Türkiye’nin en önde gelen iktidar yanlısı kalemlerinden birisi oldu, pek de görüşmüyoruz artık tabii ki doğal olarak– o geliyor, beni buluyor ve benden ricâ ederek diyor ki: “Ya, başımıza onca şey geliyor, hiç kimse yazmıyor, siz yapsanıza bunu, Medyascope’ta bizi haber yapsanıza” falan diyor ve tabii böyle bir çağrı üzerine bu kâbus gibi rüyam orada bitti — uyanmadım ama. Ve buradan hareketle şu soruyu sorabiliriz — aslında her zaman sorulabilecek bir soru, ama bugün çok da uygun bir zaman, rüyadan da hareketle diyelim: “Ne oluyor da, AKP’den, Erdoğan’ın etrafından çok büyük kopuşlara tanık olmuyoruz?” Şimdi kamuoyu araştırmaları bize, Erdoğan’ın ve ortağı Bahçeli’nin oylarının azaldığını söylüyorlar; ama büyük ölçüde de başka partilere gitmek yerine “kararsız”, “tereddütlü”, “protesto oyu” vs. olarak söylüyorlar. Bunlar, daha çok olayın tabanıyla ilgili bir şey; ama ben esas olarak daha orta ve üst düzeye gelmek istiyorum, kadrolar düzeyine gelmek istiyorum. Tabii burada bir noktayı özellikle şerh düşmek lâzım: AKP garip bir partiye dönüştü; tabanla tavan birbirine girmiş durumda. Şimdi, bugün açıklanan rakamlara göre AKP’nin 11 milyon üyesi var — dile kolay 11 milyon üye. İkinci sıradaki CHP’nin üye sayısı: 1 milyon 312 bin. Üyelerini en çok artıran ve üçüncü sırada olan İYİ Parti’nin üye sayısı 512 bin. AKP’nin 11 milyon üyesi, gerçekten çok abartılı bir sayı –yani bu herhalde doğrudur, çünkü resmî kayıt–, ama bu da bize zaten olayı açıklıyor: İktidar partisinin oyuyla ana muhalefet partisinin oylarını karşılaştırdığınız zamanki puan farkıyla üye farkına baktığınız zaman, burada şunu görüyoruz: İşlerini yapmak için güç, yerel anlamda özellikle devletle iyi geçinmek için çok sayıda insan AKP’ye üye oluyor ve AKP iktidarda kaldığı müddetçe de devlet imkânlarından, nimetlerinden yararlanmak için burada kalmaya çalışacaklar. Bu anlaşılıyor, bunu görüyoruz, bunu bir not olarak düşmek lâzım.

Ama bir diğer husus, bunu birazcık detaylandırdığımız zaman, bana göre bazı önemli meseleler var. Öncelikle şunu söyleyeyim; yakın zamanda öğrendiğim, “Estonya feribotu sendromu” diye bir olay. Bu yayının tanıtımını yaptığımızda da bazı takipçilerim bana bunu hatırlattı, ona tekrar baktım, ilginç bir olay. Bilmeyenler için anlatayım: 28 Eylül 1994’te Baltık Denizi’nde kötü hava şartları nedeniyle Estonya adlı feribot bayağı bir kötü duruma düşüyor, su alıyor. 989 yolcu var; ama Estonya feribotu o tarihte dünya çapında en güçlü, en iddialı feribotlardan birisi, Almanya’da üretilmiş ve kaptan da zaten anonsunda diyor ki: “Hiç merak etmeyin, bizim feribotumuz çok iyidir, bir şey olmaz”. Bunu diye diye feribot batıyor. 137 kişi kurtuluyor, geri kalanların hepsi hayatını kaybediyor — 137 kişi de ilk feribot su almaya başladığı anda can havliyle kendilerini atanlar. Diğerleri, kaptanın uyarısıyla –kaptanın uyarısı diyorum, ama aslında kaptanın teskin etmesiyle diyelim– son âna kadar “Gemi nasıl olsa batmaz”, “Bu feribot çok güçlü” diye kalanlar. Şimdi bu, davranış bilimlerinde, psikolojide önemli bir vaka olarak kayıtlara geçmiş bir olaymış. Bizde yaşanan olayı bir ölçüde buna benzetmek gerçekten mümkün. Hâlâ son âna kadar Erdoğan’a inanan, onun hâlâ… İşte, en son ne dedi? “Biz size âşığız” dedi ve zamlardan bahsetmedi; ama memura ve emekliye yapılan zamlardan bahsetti — ki bu zamların da enflasyonun altında olduğunu biliyoruz. Emekli maaşlarına ve memur maaşlarına yapılan zamlardan, ihracat patlamasından bahsetti –patlama dediğimiz de, yüzde 36’lık bir artış, her neyse– Erdoğan’ın son ânına kadar, Erdoğan gemiden inene kadar o gemiden inmeyecek çok insan var, bunu kabul etmek lâzım. Bir, Erdoğan’ı severek bunu yapanlar var, bir de onunla –sevip sevmemesi fark etmez, seviyor da olabilir–, ama onunla bir şekilde kader birliği etmiş olan insanlar var. Ve Erdoğan çıktıkça çıkan, Erdoğan batarsa da batacak olan insanlar. Açıkçası kendilerine başka bir seçenek göremiyorlar. Böyle bir olguyu özellikle vurgulamak lâzım.

Bir diğer husus –“endîşeli muhâfazakârlar” bahsinde çoklukla geçen–, Erdoğan sonrası dönemde başlarına neler geleceğinden emin olamayanlar var. Şimdi, “endîşeli muhâfazakârlar” kısmı esas olarak yaşam tarzıyla ilgili bir endîşe ve bunun çok da gerçekçi olduğunu açıkçası sanmıyorum. İktidara gelmesi söz konusu olan hiçbir partinin böyle bir stratejileri, programları vs. yok. Zaten muhalefetin içerisinde, İYİ Parti de, –eğer ittifaka dâhil olurlarsa– Gelecek, DEVA ve Saadet Partisi de zaten dindarlık konusunda, muhâfazakârlık konusunda AKP’nin pek de gerisinde kalacak partiler değil. Esas endîşe tabii ki hesap sorulması. AKP iktidârı döneminde edindikleri birtakım haksız kazançların hesâbının sorulması, geri alınması gibi endîşeler taşıyanlar var. Yani hak etmedikleri birtakım şeyleri sırf iktidar yandaşı oldukları için kazanmış olan insanlarda, iktidârın değişmesi durumunda hem bu kazanımları kaybetmek, yani aynı statüye sahip olamamak; ama daha ötesinde geçmişteki kazanımlarının da geri alınması endîşesi var — onu özel olarak vurgulamak lâzım.  

Bir diğer husus — gözden kaçıyor ama bence önemli bir husus: Özellikle böyle kriz dönemlerinde, böyle batma dönemlerinde –iktidârın batışı, diyelim ki geminin batışı dönemlerinde– bazı vurgunlar daha kolay ve daha güçlü bir şekilde –güçlü derken, yani maddî çıkar söz konusuysa ki esas olarak bu– çok daha geniş kapsamlı vurgunlar böyle dönemlerde daha kolay yapılabiliyor. Hele düşünsenize: Şu son kurların zıplayıp durması, enflasyonun bu kadar yüksek olması, zamlar vs.’ler… İddiaya göre iktidar birtakım vurgunculara nefes aldırmamaya çalışıyor; ama “vurguncu” deyince ilk akla gelenler, genellikle iktidârın yakınında olanlar oluyor ve dolayısıyla böyle kriz dönemlerinde vurgun çok daha güçlü. Son âna kadar –çok kaba kaçacak ama, kusura bakmayın– “götürebildikleri kadarını götürmeye” çalışan insanlar var. Bunlar niye gemiyi terk etsin ki? Yani sonuçta son âna kadar götürecekler; “Ondan sonrası Allah kerim” diye düşünüyor olabilirler.

Bir başka seçenek, kimsenin kendilerini kabul etmeyeceğini düşünenler de var. Bunlar büyük ölçüde kabul edilmeyi hak etmeyen insanlar; ama bunların büyük bir kısmı “her devrin insanı” olduğu için, şu anda kabul edilebilecekleri yerleri zorladıklarını varsaymalıyız. Ama kabul edilmeme ihtimâlini çok yüksek görüp onun için en azından şu anda iktidârın yanında, hâlâ o gemide durmak isteyenler var. 

Bir diğeri de tabii ki gidecek yer. Kime gidecek, nereye gidecek? Normal şartlarda ilk akla gelen: Gelecek, DEVA ve Saadet partileri. Ama bu partiler, şu âna kadar çok büyük çıkışlar yapamadılar. Gidecek olanlar, buralara gidip ne elde edecekler? Çok fazla bir şey elde edemeyeceklerini düşünüyorlar bence. Ve bu partilerin güçlenmesini bekliyorlar; gidip onların güçlenmesine katkıda bulunmayı pek düşünmüyorlar anlaşıldığı kadarıyla. Ama diyelim ki DEVA ilk yakaladığı tempoyu sürdürebilseydi ve kamuoyu yoklamalarında şu anda yüzde 10 civarında olsaydı, herhalde çok sayıda milletvekili, bürokrat, şu bu, DEVA’nın kapısını aşındıracaktı. Geride, CHP ve İYİ Parti kalıyor — CHP’yi en sona saklayalım. İYİ Parti meselesinde ilginç bir durum var: Aslında şu anda AKP’yi terk etmeye niyetli olan ve gelecekte yine siyâset yapmak, iktidârın çeperinde bulunmak, belli bir güç sâhibi olmak isteyenlerin en fazla rağbet edebilecekleri parti bana göre İYİ Parti. Çünkü İYİ Parti yükselişte; demin de söyledik: En çok üye artışı olan parti. Aynı zamanda kamuoyu araştırmalarında sistemli bir şekilde oyunu artırdığı görülen bir parti ve bir yandan da hâlâ partileşme sürecini sürdüren bir parti. Yani şu anda mesela CHP’de bu çok zor; CHP yılların partisi; durmuş, oturmuş bir parti, sonuçta kadrolar belli vs.. Belki birtakım kongrelerde Kemal Kılıçdaroğlu, Ali’yi yollayıp Ayşe’yi alıyor; Veli’yi yollayıp Fatma’yı alıyor falan, ama sonuçta oralar büyük ölçüde tutulu; ama İYİ Parti’de bir yer tutma imkânı hâlâ var. Fakat İYİ Parti’de de öne çıkan figürler arasında – Meral Akşener’in ilk kuruluş sürecinde kurucular arasında olacakken vazgeçmesini saymazsak– AKP geçmişli çok kişi yok. Ve AKP’ye yönelik bir dâvet de –seçmenine yönelik bir dâvet tabii ki var ama–, kadrolarına yönelik bir dâveti açıktan yapmıyorlar ve aslında şunu da söylemek lâzım: Sadece İYİ Parti değil, sadece CHP değil, Gelecek ve DEVA ve Saadet partileri de bugün AKP’den birilerinin kopup kendilerine gelmelerini çok da fazla istemiyor olabilirler — bunu da özellikle vurgulamak lâzım. Yani bunların kendilerini kötü duruma sokacağını, o isimlerin bagajlarını taşımak istemeyeceklerini de düşünebiliriz. Dolayısıyla şu anda ayrılmak isteyenlerin büyük bir kısmının sahipsiz olduğu da kesinlikle söylenebilir.

Bunların hepsi notlarımda, işin başka birtakım yönleri de vardır ama, bir diğer husus da şu: Henüz o an tam gelmedi. Baştaki rüyâma dönecek olursam, orada şunu hissetmiştim rüyâda: Yani bu yandaş bilinen isimler kopmak için bahâne arıyorlardı ve bir bahâneyle kopuyorlardı. Böyle bir olayın bahânesi ekonomiyle olmadı, bence büyük bir kopuş için siyasî bir bahâne bekliyorlar. O an henüz gelmedi, bir an gelecek ve o anda çok büyük bir çöküşün aynı anda, hızlı bir şekilde yaşandığını görebileceğiz. O nasıl olur? Çok popüler bir-iki ismin birden ayrılması söz konusu olabilir, istifâ etmesi vs.. Şu âna kadarki istifâların hepsi tekil oldu ve hiçbirisi bir meydan okuyuşla yapmadı. Yani utangaç şekilde, İnstagram’da vs. falan. Ama çıkıp birileri –adı sanı olan birileri– çıkıp bir şeyler söyleyip AKP’den ayrılırsa o zaman işin rengi değişecektir. 

Şöyle bir not düşmek istiyorum: İmamoğlu’na yönelik saldırıda iki eğilim var  —buna başkaları da dikkat çekiyorlar, çok ciddi iki eğilim var: Bir taraf İmamoğlu’na saldırırken, “Ya, yapmayın! Ne yapıyoruz? İmamoğlu’nu fazladan güçlendiriyoruz” diyen bir diğer taraf, meselâ Numan Kurtulmuş gibi isimler var. Şimdi bunlar, bir olayda kendini gösteren küçük fikir ayrılıkları gibi gözüküyor; ama buna benzer olaylar birikip çok büyük kopuşlar yaşayabiliriz. İşte o zaman şöyle bir şey olacak herhalde: Kimse kabul etmese bile, kendileri bir yerlere gidecek. Bu arada unutmadan şunu söyleyelim: Gelecek ve DEVA partilerinden yaşanan kopuşlar, AKP’den kopuşlar, gerçekten çok büyük. yani ikisinin de başındaki isimlerden tutun, parti yönetiminde yer alan isimlere kadar çok sayıda isim zaten AKP’den koptu, ama bunlar değişik dönemlerde, kademe kademe olduğu için hâlâ çok büyük bir kopuş yaşanmamış gibi gelebiliyor bize. Şu hâliyle baktığımız zaman: AKP’de ve Erdoğan’ın etrafında kalanların büyük bir kısmı, özellikle köşeleri tutmuş olanların büyük bir kısmı, AKP’nin ilk yıllarına çok fazla katkıda bulunmamış, İslâmî hareketle çok fazla ilişkisi olmayan, devşirme isimler — onu da özellikle vurgulamak lâzım.

Bitirmeden bir teşekkürüm var: Evet, şöyle bir şey yolladı bana Tayfun Erul. Evet, kendisi daha önce benim taktığım broşlardan bazılarını üretmiş, tesadüfen benim, özellikle Müge’nin bana hediye ettiği şeyleri üretmiş olan arkadaş. Şimdi artık üretmiyormuş ve bana böyle bir şey yolladı, ofiste hemen arkama bunu astım; ama şu anda size göstermek için de getirdim. Kendisine çok teşekkür ediyorum. Biz gazeteciler, bizim gibi gazeteciler, böyle küçük ama anlamlı hediyelerle mutlu olmayı bilen insanlarız. Tayfun’a çok teşekkür ediyorum. Evet onun da yazdığı gibi…Tabii bu arada bir not düşeyim, kravat var buradaki kedide, ben Medyascope tarihinde herhalde bir-iki kere kravatlı çıktım, onlar da Ankara’da Meclis’te yaptığım yayınlardı, Meclis’te kravat zorunluluğu olduğu için. Normal şartlarda Medyascope’ta kravat takmıyorum, belki ileride takmam yine gerekir, düşünürüm; ama şu hâliyle böylesi daha iyi. Evet, burada da yazdığı gibi: “Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.”

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.