Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır sordu, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu yanıtladı

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu Medyascope yayınında Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı. Millet İttifakı’nın adayının 13. Cumhurbaşkanı seçileceğini söyleyen Kaftancıoğlu ” 23 Haziran akşamı İstanbul nefes aldı. Seçimin olduğu günün akşamı Türkiye nefes alacak. İnsanlar unuttukları gülümsemeyi hatırlayacak” dedi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal  

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu stüdyoda konuğumuz. Hoşgeldiniz.

Canan Kaftancıoğlu: Hoşbulduk Ruşen Bey.

Ruşen Çakır: Nasıl gidiyor?

Canan Kaftancıoğlu: Oldukça yoğun gidiyor.

Ruşen Çakır: Kemal Bey bugün CHP grup toplantısında, “Hiç meraklanmayın, az kaldı” diye seslendi. “Geliyor gelmekte olan” diyorsunuz. Ne geliyor?

Canan Kaftancıoğlu: Gelmesi gereken geliyor. Gelmesi gereken ne? Hakikaten bu kadar zor bir süreçten geçtiğimiz dönemde, geleceğe dâir hep umut bağladığımız aydınlık bir Türkiye geliyor.

Ruşen Çakır: Son yerel seçimler Türkiye için çok önemli, kritik bir aşamaydı. Bu anlamda, özellikle sizin de doğrudan kıta sahanlığınız olan İstanbul’da iki kere yapılan seçimler de öyle. CHP, sadece İstanbul’u değil, Ankara, Antalya ve Adana gibi büyükşehirleri de aldı ve oralarda çok büyük bir heyecan, beklenti oldu. Ama aradan geçen zaman içerisinde, yaşanan salgın, ekonomik kriz ve başka problemler nedeniyle, sanki o dinamizm azaldı gibi. Ben mi abartıyorum?

Canan Kaftancıoğlu: Bence azalmadı. Bu, yorumu nasıl yaptığınız veya konuyu nasıl değerlendirdiğinizle ilgili. Hatırlarsanız, yerel seçimlere giderken, insanlarda genel bir umutsuzluk hâli vardı. Genel bir toplumsal “iyi olmama” hâli vardı. Ve vatandaşın, yerel yönetimlerle ilgili iktidardan beklentilerinin karşılanmadığı yoğun süreçler vardı. Yerel seçimlerle birlikte ne oldu? Artık gerçekten, vatandaşın oy verdiği partiden, ya da oy vermeyen vatandaşın kazanan belediyeden hizmet alma dönemi başladı. Bununla birlikte vatandaş, yavaş yavaş bu merkezî kötü yönetime ve savrulan bir Türkiye’ye rağmen, yerel yönetimlerdeki vatandaşa hizmet eden anlayışla birlikte, aslında olabileceği kadar nefes almaya çalışıyor. 

Ancak şöyle bir şey yok — belki o nedenle böyle düşünüyor olabilirsiniz: Evet, yerel seçimlerde, Millet İttifakı ve elbette Cumhuriyet Halk Partisi olarak büyük bir başarı yakalandı. Ama biz siyaseti, bu yakaladığımız başarı üzerinden, sadece kendimizi var etmek üzerine yapmıyoruz. Vatandaşa davul zurnayla değil, işle hizmet etmek için çaba gösterdiğimiz ve ana çıkış ilkemiz bu olduğu için, böyle davulla zurnayla yapılan iş görmüyorsunuzdur. Belki o yüzden ivme azalmış gibi düşünüyor olabilirsiniz. İvmenin azalmadığını nerede göreceksiniz? Ben size çok iddialı bir şekilde söyleyeyim: Yapılacak olan seçimde, o ivmenin, alttan alta düzenli bir şekilde artarak sandıkta da artmış olduğunu hepimiz göreceğiz. 

Ruşen Çakır: Bir erken seçim beklentisi ve talebi var. Bir de iktidarın baskın seçim yapabileceği söylentileri var. Canan Kaftancıoğlu olarak sizin kişisel düşünceniz nedir? Mesela ben ne zamandır erken seçim olacağını söylüyorum, rezil oldum.

Canan Kaftancıoğlu: Hiç rezil olacak bir durum yok. Elbette ben Canan Kaftancıoğlu olarak düşüncemi söyleyeceğim; ama siyasetin ve siyasetçinin görevi, kendi düşüncesinden ziyade, toplumsal olarak doğru olanı talep etmesidir. Benim kişisel düşüncem, bu iktidarın artık bu ülkeyi yönetemediği ve her geçen gün daha bir açmaza soktuğu, devletin bütün kurumlarının yok edildiği ve bunun bir iktidar değişikliği olmadan düzelmeyeceğini düşündüğüm için, adına ister “baskın” deyin, ister “erken” deyin, bir erken seçim olması gerektiğini söylüyorum ve bir zorunluluk olarak görüyorum. Bu benim kişisel düşüncem. Bu düşünce ne zaman kıymetli oluyor? Biliyorsunuz hep sahada, sokakta toplumun farklı kesimleriyle bir araya geliyoruz. Benim görmemden ziyade, toplumun çok büyük oranı da bunu istiyor. Ben kamuoyu araştırmalarını incelemeyi seviyorum. Bir de olabildiğince geçmişe dönük okumalar yapmaya çalışıyorum. Geçmişte, örneğin ülkede ekonomik kriz yaşandığı dönemde yapılan araştırmalar var. Hangi iktidar döneminde olursa olsun, ekonomik kriz dönemlerinde yapılan araştırmalarda şu sorular soruluyormuş: “Şu dönemde böyle bir ekonomik kriz var, bunun ne kadar süre sonra düzeleceğini düşünüyorsunuz? Kriz döneminde şu anda iktidarda olan partiler bunları düzeltebilir mi?” diye sorduğunuzda, geçmiş dönemlerdeki araştırmalarda, vatandaş büyük oranda, “Evet, kriz var, ama bir yıl sonra”, kimi araştırmalarda, “18 ay sonra, yine mevcut iktidar tarafından çözüleceğine inanıyorum” cevabını veriyormuş.

Bu dönemin farklılığı ne? Vatandaş şu dönemde belki de Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşıyor. Sokakta sorulduğunda da, araştırmalarda çok net olarak şunu söylüyorlar: “Artık benim gelecekte ekonominin düzeleceğine dâir bir inancım yok. Bu iktidar bu ekonomiyi düzeltemez, o yüzden bir an önce seçim olsun, bir iktidar değişikliği olsun. Ekonomi ancak ondan sonra düzelebilir” diyorlar.

Ruşen Çakır: Muhalefet olarak siz iktidara gelince düzeleceğini düşünüyor musunuz? 

Canan Kaftancıoğlu: Tabii ki. 

Ruşen Çakır: Nasıl yapacaksınız? 

Canan Kaftancıoğlu: O kadar kolay ki. Bakın, ben bunu söyleyince insanlar kimi zaman haklı olarak anlamakta zorlanıyor. Bu ülkedeki bütün büyük sorunların aslında ana kaynağı, iktidarın ekonomiye, kadına, eğitime ve hukuka bakışa gibi konulardan kaynaklanıyor. Kolay olmasının sebebi şu: Siyasî anlayışı, iktidarı değiştirip, sorunlara bakış açınızı değiştirdiğinizde, sorunların çözümüne dâir bütün araç ve argümanlarımız elimizde hazır. Birkaç cümleyle şöyle izah edeyim: Şu anda bu ülkenin en önemli sorunlarından biri, yoksulluk sorunu. AKP iktidarı ve Cumhur İttifakı, son 20 yıldır yoksulluğu yok etmek üzerine değil, yoksulluğu yönetmek üzerine siyaset yapıyor. Bu bir tercih. Bilmediklerinden dolayı yaptıkları bir şey değil. Çünkü o yoksulluk ilişkisi üzerinden oy ilişkisini yönlendiriyor. Ama siz siyasî iktidar olduğunuzda yoksulluğu yönetmek yerine yoksulluğu yok etmeyi tercih ederseniz… Nedir bu ülkenin sorunları? Ekonomi dedik, eğitim dedik, toplumsal barış dedik, dış politika dedik, Kürt sorunu dedik. Bunları nasıl çözeceğimiz o kadar net ki… Bu ülkeye yeniden demokrasiyi, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”i getirdiğinizde, bu ülkeyi yeniden üreten Türkiye hâline dönüştürdüğünüzde, sadece tarımda üreten değil, üniversitede bilgi üreten, ekonomide üreten bir Türkiye’ye dönüştürdüğünüzde, yeniden güçlü bir sosyal devleti inşâ ettiğinizde… Bu anlattığım şeyler hiç zor değil. Bakışınızı değiştirdiğinizde bunu yapabilecek kaynaklarımız var. Ama bu yapılanlar da yetmez. Bunları yaptıktan sonra, sürdürülebilirliği sağladığınızda, yani her gelen yapıya veya kişiye göre yeniden bir sistem tarif etmediğinizde, bunların tamamını yapmak çok kolay. Çünkü bu ülkenin kaynakları, toprakları, her geçen güç yurtdışına gitmek zorunda kalan eğitimli gençleri –“Niye gidiyorlar?” diye kızamıyoruz– bir araya getirilip sorunlar planlı, programlı ve bütüncül bir şekilde ele alındığında, çok kısa bir sürede sihirli değnek varmışçasına bu sorunlar çözülecek.

Ruşen Çakır: Kurumların çok ciddi bir şekilde tahrip olduğu bir dönem yaşıyoruz.

Canan Kaftancıoğlu: Çok doğru.

Ruşen Çakır: Liyâkatin olmadığı en son öğretmen atamalarında da ortaya çıktı. Hukuk, yargı ayrı bir tahribatta… Bunlar, var olan ve özerk olduğu varsayılan kurumlar. Bu kurumlarda yeniden bir restorasyon mu gerekecek? Ya da ne gerekecek? Bu bayağı zaman alacak bir şey. 

Canan Kaftancıoğlu: Birtakım şeyler elbette zaman alacak. Ama günlük yaşantımızda konuştuğumuz, “sorun”olarak karşımıza çıkacak birçok konu, ana birkaç şeyi değiştirdiğinizde, kendiliğinden sorun olmaktan kalkacak. Mesela, hukuk dediniz. Devlette şeffaflık kalmadı. “Öğretmen atamaları” dediniz, devlette liyâkat kalmadı. Geçen gün Genel Başkanımız ile birlikte mülâkat mağduru öğretmenlerle görüştük. Bir tanesi şöyle anlattı: Sınavdan 96 almış. Üç kişilik heyette mülâkata girmiş. Ses kaydı yok, görüntü kaydı yok, sonrasında neler sorulduğuna dâir bir şey yok. Ne diyor, biliyor musunuz? “Bana eğitimimle ilgili en ufak bir şey sorulmadı. Yapabilirliğimle ilgili en ufak bir şey sorulmadı. Birkaç cümle öylesine soruldu. Biz cevap vermeye kalktığımızda ‘Tamam, onu da geçin’ denildi. Ben sabah 5’te uçaktan indim, Ankara’ya gittim, akşam 4’e kadar aç biilaç ayakta bekledim, oturacak yer bile yoktu. O halde sözlüye alındım. Hiçbir şey sorulmadan çıktım, birçok kişi gibi 55’le elendim” diyor. İşte devletteki çürüme bu hikâyede yatıyor. Şeffaflığı, saydamlığı, liyâkati getirdiğinizde, yeniden hukukun üstünlüğünü tesis ettiğinizde ve toplumun yeniden devlete olan güveni geldiğinde, dış yatırımcı geldiğinde, üretimin doğru ekonomik politikalarla doğru şekilde ilerlediğini gördüğünüzde, eğitimdeki sorun da, adaletteki sorun da takvimlendirilmiş bir şekilde, hızlıca çözülecek.

Ruşen Çakır: “Yaptıklarınız yapacaklarınızın teminatıdır” anlamında bakarsak, herhalde büyükşehirler bir örnek temsil edebilirler. 25 yıl sonra alınmış bir İstanbul ve Ankara var. Sırf bu istihdam konusunda İçişleri Bakanlığı’nın özel talebiyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik “özel teftiş” başlatılacağı kararı çıkartılıyor. Birileri işten çıkartıldı, birileri işe alındı. Buradaki kriterler neydi? İktidar nereden bir şey yakaladığını düşünüyor? Burada ne olduğunu anlatabilir misiniz? 

Canan Kaftancıoğlu: “İktidar nereden bir şey yakaladığını düşündü?” sorusunun cevabı aslında iktidarın kendisinde. Ama ben dışarıdan gördüğümü sizinle paylaşabilirim. Hatırlarsanız, Ekrem İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunda, bir türbenin bahçesinde elleri arkada gezdi diye soruşturma açılmıştı. Ekrem İmamoğlu’nun, pandemi koşullarına rağmen, hukuksuzluklara rağmen, bütün engellemelere rağmen, 16 milyon İstanbulluya hakkaniyetli, eşit hizmet götürüp, bununla kalmayıp, pandemi döneminde Cumhuriyet tarihinin en büyük sosyal desteklerini yapıp, üstüne üstlük AKP iktidarının yıllardır yapamadığı metro inşaatlarını başlattığında, ne yapsınlar? Çâresizler. O nedenle, Ekrem İmamoğlu’na saldıracak bir yer bulacaklar. Bunun onlarca örneğini gördük. “Ellerini niye arkadan bağladın?” örneğinde olduğu gibi… Son olarak da “Ekrem İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde teröristleri işe başlatmış” dediler. İktidarın argümanı bu. 

Ekrem İmamoğlu kimdir? 86 bin çalışanın olduğu bir belediyenin başkanıdır. 86 bin çalışanın olduğu yerde, velev ki teröristlerin işe girdiğini varsayalım. Velev kiBunların sâbıka kaydını kim veriyor? Sicillerini kim araştırıyor? Ekrem İmamoğlu’nun istihbarat teşkilâtı mı var? Bu, Ekrem İmamoğlu’nun işi mi? Velev ki, bu kişiler her kimse, dediğimiz aşamalardan geçip İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne herkes gibi sınavıyla girmişse, burada sorumluluk kimdedir? Ekrem İmamoğlu’nu suçlayanlarındır. Bu ülkeyi yönetenler, kendi uydurdukları iddialarla kendilerinin ne kadar âciz olduğunu gösteriyorlar. 

Benim, adına “İçişleri Bakanı” derken bile bu ülkeye ayıp saydığım kişi, bir Pazar günü çıkıp, “İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde teröristler çalışıyor, gereğini yapacağız” dedi. Cümle belki tam böyle değil, meâlen söyledim. Allah aşkınıza, İçişleri Bakanı bunu söyleme makamı mıdır? Böyle bir şey varsa, gereğini şimdiye kadar niye yapmamıştır? Bunu söylemek yerine, gereğini yapma makamı mıdır? O yüzden, bunlar sadece ve sadece Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere, Cumhuriyet Halk Partisi’ni, hatta Millet İttifakı’nı –bir adım daha ileri götürüyorum–, birkaç kişiye değil, 16 milyona, 84 milyona hizmet etmek isteyen herkesi bir yere sıkıştırmak, terörize etmek veya bunun üzerinden vatandaşta algı oluşturmak için söylenen şeylerdir. İnanın, ben bunların hiçbirine takılmıyorum. Hiç umurumda da değil. Her şeyi yapabilirler. 

Niye bunu söylüyorum? Bu ülkede, sırf muhalefet etti diye cezaevine konulan siyasetçiler var. Sırf, iktidardakiler gibi düşünmüyor diye cezaevinde olan gazeteciler var. Sırf, mikrofon uzattığı için gözaltına alınan sokak röportajcılarının, kendileri gibi düşünmüyor diye gözaltına alınan öğrencilerin olduğu bir yerde, iktidar her şeyi yapabilir. Ama yaptığı şeyin hiçbir anlamı ve mânâsı olmaz. Biz kendimize bakacağız. Biz ne yapacağımızı bileceğiz ve bu kötülüğe karşı, planlı, programlı bir şekilde sistematik olarak çalışıp, bu kötülüğü, yapılacak olan ilk seçimde nasıl göndereceğimizi gündemimize alacağız. Bunu da gündemimize niye alacağız? Partilerde siyaset, partinizi iktidar yapmak için yapılır, değil mi? Biz bunun daha ötesinde bir gerekçeyle ve sorumlulukla yapacağız. Sadece partiyi iktidar yapmak için değil, bu toplumu bu kötülükten kurtarmak için ve sokakta yaşayan vatandaşların bu yoksulluğuna ve yaşanmışlıklarına hizmet etmeye çalışacağız. 

Ben bugün buraya Kadıköy’den geliyorum. Kadıköy Belediyemizde bir toplantımız vardı. Kadıköy gibi İstanbul’un “varlıklı” diye tabir edilen ilçelerinde bile, pandemi döneminde Covid olan herkese 3 öğün yemek servisi yapılıyor. Bu, o bölgedeki insanların parası olmadığından değil; elbette yoksul olanlar da var. Yoksulluk, gıdaya erişimi engelliyor. Ama pandemiyle birlikte biz bir şeyi daha gördük: Pandemiyle birlikte, paranız olsa bile erişiminiz olamıyor. Belediyeler tam da bunun için var aslında. Bizler, bütün vatandaşlarımız bu yoksulluk ve yoksunluklarından kurtulsunlar diye işimizi yapacağız, çalışacağız ve emin olun başaracağız.

Ruşen Çakır: Erdoğan’ın yıllar önce söylediği ve gerçekleşen o meşhur “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır” sözünü biliyorsunuz.

Canan Kaftancıoğlu: Doğru söylediği nadir birkaç cümleden biri.

Ruşen Çakır: Siz yerel seçimde İstanbul’u aldınız. Büyük ölçüde Türkiye’yi de almış oldunuz. Erken veya baskın ya da adı her ne ise yapılacak olan seçim, her halükârda en geç 1,5 yıl içinde olacak. Bir zaman kalmadı yani. Yerel seçimden bu yana, İstanbul’u güçlü bir şekilde alacağınıza emin misiniz? 

Canan Kaftancıoğlu: Kesinlikle. İzin verirseniz burada bir kavram düzeltmesi yapayım: Ben yerel seçimden önce hiçbir yerde “İstanbul’u alacağız” dememiştim. Gittiğim her yerde ve katıldığım bütün televizyon programlarında “İstanbul’u yeniden halka vereceğiz” demiştim. Bu seçimlerde de İstanbul, hakikaten Ekrem İmamoğlu’nun yönetim anlayışı sayesinde, 16 milyon İstanbullu’nun oldu. Yapılacak olan ilk seçimde de Türkiye nefes alacak ve Türkiye’deki siyasî iktidar, siyasî kişiler ve kurumlar, 84 milyona hizmet edecek. Çünkü siyaset, ne yazık ki özellikle AKP iktidarı döneminde ve bu kadar sığlaşan süreçte, hep “almak”üzerine oldu. Belki siz o kavramı oanlamda kullanmıyorsunuz.

Ruşen Çakır: “Kazanmak”diyelim…

Canan Kaftancıoğlu: Hayır, bu sizin değil, iktidarın yaptığı ve gösterdiği bir şey. “İktidarı bizaldık, artık iktidar bizim. İstediğimizi yaparız, istediğimizi söyleriz.” Siyaset böyle bir şey değil Ruşen Bey. Siyaset, gerçekten topluma hizmet etmek için aracı olma hâli. O yüzden ben, yapılacak olan ilk seçimde “Türkiye nefes alacak ve Türkiye artık 84 milyonun olacak” diyorum.

Ruşen Çakır: Şu anda Millet İttifakı bileşenlerinde sizin partiniz var, İYİ Parti var, Demokrat Parti de var. Ama onun dışındakiler hâlâ belirsiz. Siz İstanbul’da da, başka yerlerde de görüşüyorsunuzdur. İlk akla gelenler Saadet, Gelecek, DEVA partileri — HDP’nin durumu biraz daha farklı. Size de her gittiğiniz yerde bunu soruyorlardır herhalde. Bunun karar mercii siz değilsiniz biliyorum ama, tabanda gördüğünüz kadarıyla, muhalefette bu blok hakikaten hazır mı?

Canan Kaftancıoğlu: Ben İstanbul özelinde söylüyorum, ama sanıyorum Türkiye genelinde de durum farklı değildir: Bu toplumun, apartmanda, sokakta, mahallede oluşturduğu toplumsal bir ittifak var. Aslında geçmişten bu yana, belki de yüzyıllık geçmişinde de bu vardı. Geçmişte daha fazla geriye de gidebiliriz. Özellikle son 20-25 yıldır, bu iktidarın ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı mekanizması ve o kutuplaşmadan kendini var eden siyaseti nedeniyle, insanlar birbiriyle ayrıştırılmıştı. Çünkü vatandaşın ihtiyacı üzerinden değil, değerler üzerinden kutuplaştıran ve ayrıştıran bir iktidar karşısında toplum, aslında ayrıştığını zannetmişti. Siyasî partileri nedeniyle ayrışanlar oldu, inançları nedeniyle ayrışanlar oldu, yaşam tarzları nedeniyle ayrışanlar oldu. Hatta daha geçen gün, insanları, evlerinde besledikleri canlılar üzerinden ayrıştırmaya çalışan bir anlayış gördük. Şundan dolayı söylüyorum: Aslında toplumda bir ittifak var. Bu toplum, kavgayı izlemeyi sevse de, kavga edenden de hoşlanmıyor, kavga siyasetinden de hoşlanmıyor. 

Ben Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanı olarak sahada topluma hizmet etmek için, toplumun sorunlarını çözmek için çaba sarf eden herkesle yan yana geliyorum; zaten doğal zeminde de, ister istemez hep yan yana oluyoruz. Bu, toplumsal bir sürecin doğal sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Seçimlerde de, resmî olarak ittifakların belirlenmesi, hangi partilerin olup olamayacağı, elbette genel merkezlerimizin, genel başkanlarımızın vereceği kararlar veya liderlerin vereceği bir karardır. Ama zaten toplumsal olarak sokakta, benim “komşuluk ittifakı” dediğim şey oluşmuş durumda ve onun önüne hiç kimse geçemeyecek.

Ruşen Çakır: Millet İttifakı deyince benim aklıma hep, İstanbul’da sizin Ekrem Bey’le, Buğra Kavuncu’yla (İYİ Parti İstanbul İl Başkanı) birlikte fotoğraflarınız geliyor. Bir de tabii ki Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener’in fotoğrafları var; ama o daha çok, sahayı yansıtan bir şey. Sizin özellikle İstanbul’da bayağı bir uyumunuz var, ya da dışarıdan mı öyle görünüyor? 

Canan Kaftancıoğlu: En azından, beni biraz tanıdığınızı düşünüyorum. Öyle değilse, öyle göstermem zaten; eğer sorun olsaydı, sorun olduğunu hissederdiniz. Neden öyle görünüyor biliyor musunuz? Millet İttifakı, Cumhur İttifakı gibi çıkarlar üzerine, ittifakın parçalarını ya da herhangi bir parçasını var etmek üzerine ya da Cumhur İttifakı’nda olduğu gibi, bir siyasî partinin söylediğini, diğer siyasî partinin koşulsuz kabul etmesi üzerine kurulmuş bir ittifak değil. Millet İttifakı, ilkeler üzerine kurulmuş bir ittifak.  Bu, il başkanları için de geçerli, liderler için de geçerli, belediye başkanları için de geçerli. Millet İttifakı içinde çıkar çatışması, çıkar kavgası olmadığı için, biz Buğra Başkan’la da veya ittifak genişlerse diğer il başkanlarıyla da anlaşıyoruz. Siyasette kavga, rant ya da çıkar çatışmanız olduğunda olur. Bizim, Millet İttifakı’nda mevkidaşımızla ya da diğer il başkanlarımızla bir çıkar ya da rant çatışmamız yok. İlkeler ışığında bir araya gelmişiz, vatandaşa hizmet yarışımız var. Niye kavga edelim ki? Hepimizin, vatandaşa hizmet yarışında, o yarışı nasıl büyüteceğimizi, nasıl ortaklaştıracağımızı konuştuğumuz yerde, anlaşmamamız için hiçbir neden yok.

Ruşen Çakır: Gerek sizinle, gerek Buğra Kavuncu’yla ayrı ayrı uğraşmaları da, benim gözüme çarpan bu örnekliği de parçalama girişimi gibi herhalde.

Canan Kaftancıoğlu: Etkisi vardır diye tahmin ediyorum. Biraz önce de söylediğim gibi, siyaset, bir yandan topluma kendinizi anlatmak, bir yandan seçim sath-ı mâiline giderken arkada görünmeyen, ama bir o kadar da çok olan işleri yapmak, bir yandan da süreçleri takip etmek. Birçok konu varken 7/24 uğraştığımız bir alan. Benim ne zaman kamuoyuna yansıyan bir işim olsa –ben derken İstanbul örgütünü kastediyorum–, ertesi hafta bana bir soruşturma geliyor, savcılığa ifade veriyoruz; başka bir şey oluyor, başka bir soruşturma geliyor. Bunu şundan dolayı söylüyorum: Buğra Bey için ya da toplum için hizmet ederken bu işleri görünür kılan herkes için aynı şey oluyordur sanıyorum. Bunu yapanlar ve “kraldan çok kralcılar” herhalde şöyle düşünüyorlar: “Bu kadın ya da Buğra Bey –veya başkaları– yine çalışıyorlar, yine seçime gidiyoruz. Biz bunları nasıl korkutabiliriz? Nasıl durdurabiliriz? Nasıl susturabiliriz?” Ben de hep diyorum ki: “Beni her hafta ifadeye de çağırsanız, ben her hafta avukatlarımla 7/24 toplanmak zorunda da kalsam, ne yaparsanız yapın, günde iki saat uyuyacağım, ama yine buradaki işimi yapacağım.” O nedenle, bu saldırıların altında da bu söylediğim unsurlar yatıyor. 

Ruşen Çakır: Şunu gözlemliyorum: Özellikle sosyal medyada, iktidar yanlısı çevreler, sizi CHP’nin ve Millet İttifakı’nın, kimi zaman en sert, kimi zaman en yumuşak karnı gibi görüyorlar. Ayrı ayrı stratejiler dönüyor, değil mi? Bazen sizin üzerinizden bir şeyler bozmaya çalışıyorlar, kolay yapacaklarını sanıyorlar. Bazen de, sizden çok çekindikleri için sizin kredibilitenizi azaltmaya çalışıyorlar. Bir de Ekrem İmamoğlu’na periyodik saldırılar var. Bunlara alıştınız mı? 

Canan Kaftancıoğlu: Hiç ilgilenmiyorum. Takip bile etmiyorum. Çünkü sosyal medyada, troller veya trolleşmiş siyasetçiler aracılığıyla yapılan şeyler, aslında toplumun gerçekliğiyle hiç ilgisi olmayan şeyler. Tamamı yalan üzerine ve algı oluşturmaya dönük olduğu için, ben gündemi ya da mesaimi ona versem asıl işimi yapamam. Sokaktaki vatandaşın işini, kendi partimdeki sorumluluğumu yapamam. Bunların niye yapıldığını biliyorum: Bizim belediye başkanımızın güzel bir sözü vardı, ben de öyle tarif ediyorum. Kişilerle ilgili şöyle diyorlar, böyle diyorlar, her gün yalan söylüyorlar. Bir gün başkanımız, başka bir konuyla ilgili şöyle demişti: “Kim ne anlatırsa anlatsın, yeter ki gerçek olmasın.” Ben sosyal medyada yapılan o saldırıların ne kadar yalan olduğunu, amacın ne olduğunu o kadar net görüyorum ki. Allah’tan toplum da bunu görüyor. O yüzden, bu bizim gündemimiz değil. Vatandaşın gündemiyle ilgilenmek istemeyen iktidarın özellikle oluşturduğu sanal gündemler. Biz bu sanal gündemlere takılırsak, kaybetmiş oluruz. Hatta belki dikkatinizden kaçmış olabilir, buradan da söyleyeyim: Benim, Cumhuriyet Halk Partisi örgütlerine, İstanbul örgütüne bir talimatım var. Sosyal medyada o kadar karalamalar yapılıyor, iftiralar atılıyor vs.. Hiçbir şey yapmıyoruz, farkında mısınız? Kurumsal olarak cevap bile vermiyoruz.

Ruşen Çakır: Mahkemeye de mi vermiyorsunuz?

Canan Kaftancıoğlu: Mahkemeye veriyorum. Onu da, hâlâ olmayan hukuka rağmen, yani araçsallaştırılmış hukuka rağmen, geleceğe not düşme adına veriyorum.

Ruşen Çakır: Kayda geçsin diye…

Canan Kaftancıoğlu: Evet, kayda geçsin diye veriyorum. Cumhuriyet Halk Partisi örgütlerine hep şunu söylüyorum: “Biz işimizi yapacağız, çalışacağız. Onlar, o yankı odasında kendilerini ‘tatmin edip’ iş yaptıklarını zannetsinler. Bizim işimizi kolaylaştırıyorlar. Siz sokakta, sahada, vatandaşla kurduğunuz o kurduğumuz gönül bağını seçime kadar sürdüreceksiniz ve vatandaşla bir arada olacaksınız. 

Ben ifade vermeye gittiğim mahkemelerde örgütten bir kişiyi bile çağırmıyorum. Hatta bazen duyuyorlar, “Başkanım biz de gelelim, destek olalım” diyorlar. “Bana vereceğiniz en büyük destek mahkemeye gelmek değil” diyorum. Örgütlerin haftalık iş takvimi vardır, “Bu işleri yapın, bana vereceğiniz en büyük destek odur” diyorum. Biz işimize bakıyoruz, sosyal medya bizi ilgilendirmiyor.

Ruşen Çakır: Son seçimde il başkanlığını bırakmadınız. İnsanlar sizin milletvekili olmanızı beklediler. Bir sonraki seçim hakkında kararınız belli mi?

Canan Kaftancıoğlu: Kişisel kararımı soruyorsunuz herhalde?

Ruşen Çakır: Evet.

Canan Kaftancıoğlu: Ben, Türkiye’deki siyaset anlayışının biraz değişmesi gerektiğini düşünüyorum ve buna dâir katkı sunmaya çalışıyorum. Bundan kastım şu: Türkiye’de siyaset ne yazık ki bir meslek gibi algılanmaya başladı. Bunu hiç parti ayrımı yapmadan söylüyorum. Ya da kişileri kastetmiyorum. Siyaset bir meslek, siyasetçilikten emekli olunur ve insanlar siyasete girince, sanki bir kariyer planlaması yapar gibi, “Bugün şu olayım, yarın bu olayım, öbür gün de bu olayım” diye düşünüyorlar. Benim kendi politik ve mücadele alanımda kişisel kariyer planı yapmak yok. Hakikaten yok. Benim mücadele alanımda bir hedef koyma, o hedefe ulaşmak için örgütlü bir mücadele, o örgütlü mücadeleyle birlikte bir sonuç alma var. O mücadelenin, örgütlü yapıyı ve mücadeleyi getireceği yer kıymetli. Dolayısıyla ben siyaseti, kariyer planı yapar gibi, “Gelecekte de bunu olayım” üzerine değil, hep birlikte Türkiye’nin nefes alması üzerine planlıyorum. Benim, kişisel olarak ne olacağımı ve ne yapacağımı düşünecek zamanım bile yok. O kadar çok işim var ki… Biz Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Örgütü’yle birlikte “Adım adım iktidara” dedik, “Türkiye’ye nefes aldıracağız” dedik. Türkiye’ye nefes aldırma ânında, benim, arkadaşlarımın ne olduğunun hiçbir önemi yok. O nefes alma ânı, benim siyasetteki en büyük hedefim. 

Ruşen Çakır: Ben CHP’li olmadım, ama bütün ailem CHP’lidir. Bir gazeteci olarak CHP’yi biliyorum tabii ki.

Canan Kaftancıoğlu: Siz de yakında olacaksınız o zaman. Yapalım. Bir gün özel olarak görüşelim sizinle. 

Ruşen Çakır: Herhalde siz de biliyorsunuzdur, CHP içinde her zaman bir kaynama vardır 

Canan Kaftancıoğlu: Öyle miymiş? Allah Allah, hiç bilmiyordum doğrusu. 

Ruşen Çakır: İstanbul da bunun en önemli yerlerinden birisi. Bunu aşabildiniz mi? Biraz önce “yankı odası” dediğiniz zaman bu soru oluştu kafamda. Partinizdeki insanların kendi yankı odaları, kendi içinde iktidar savaşları vardı, bunları biliyoruz; hâlâ olduğu söyleniyor. Siz bunları aşabildiniz mi?

Canan Kaftancıoğlu: 21. yüzyılda artık siyaset yapma şekli değişiyor. Bu, ister istemez bütün partilere de sirayet ediyor. Parti içinde bir güç savaşı olabilir; bütün siyasî partilerin kendi gerçeğidir o. Bunlar anlaşılabilir şeyler; yanlış şeyler de değil. Parti içinde güç savaşları ne zaman ortaya çıkar? Demokrasiyi kendi içinizde yaşayan ve yaşatan bir partiyseniz, kurultaylarınızda ortaya çıkar; karşılıklı rekabetleriniz olur. Kurultay süreçleri biter, partinin seçimleri olur. CHP köklü, derinliği olan bir partidir. Bütün bu süreçler bittikten sonra, o yarışları yaşamış insanlar bile tek bir hedefe kilitlenir. Geçmişte nasıldı çok yorum yapmayayım, okuduğum kadarıyla biliyorum. Ama şu dönem, en azından benim deneyimlediğim, CHP’nin, kendi içinde en huzurlu olduğu, genel başkanımızdan, daha dün üye olmuş üyesine kadar, belediye başkanımızdan il başkanımıza, milletvekillerimize kadar, bütün yöneticiler ve üyelerin hep birlikte ve tek hedefe kilitlenerek, uyumlu ve beraber çalıştığı bir süreç ve bu çok kıymetli bir süreç.

Ruşen Çakır: Cumhurbaşkanlığı için aday konusunu ve Ekrem İmamoğlu’nun adaylığını size soruyorlardır muhakkak. Bu konuda Kemal Bey çok açık bir şekilde belediye başkanlarının aday gösterilmesinin sakıncalı olacağını açıklamıştı. CHP’nin belediye meclislerinde çoğunluğa sahip olmadığı için kaybetme ihtimaline referans vererek söylemişti bunu. Bu gerçekten çok belirleyici bir mesele mi?

Canan Kaftancıoğlu: Elbette. Bu süreçteki her adım belirleyici olacaktır. Genel başkanımız daha önce cumhurbaşkanı adayının Millet İttifakı tarafından belirleneceğini söyledi — ki bu çok kıymetli bir cümle elbette. Şu âna kadar Millet İttifakı liderleri olarak bir araya gelip bu konuyu hiç konuşmadıklarını söyledi. Dolayısıyla, aday elbette belirleyici. Ama adaya gelinceye kadar, asıl yapılması gereken işler var.

Ben şunu gözlemliyorum: Bazı televizyon kanallarında ve bazı basın organlarında, özellikle Millet İttifakı’nın adayı üzerinden bir gündem yaratılıyor. 7/24 Millet İttifakı’nın adayı konuşuluyor ve tartışılıyor. Daha acı olan, bu adaylık tartışmaları üzerinden, “Nasıl yaparız da CHP içinde bir kavga çıkarır ve sonuç alırız” diye, bu kadar yıpranmışlıklarına rağmen yapabileceklerini zannedip, bundan medet ummaları.  Bunların hiçbir anlamı yok. Çok emin ve iddialı söylüyorum: Millet İttifakı’nın belirleyeceği aday, bu ülkenin 13. Cumhurbaşkanı olacak. O gün geldiğinde hep birlikte göreceğiz. Adayın kim olacağı önemli elbette. Ama adayın kim olacağına gelinceye kadar, hangi ilkeler ışığında aday oraya oturacak, aday seçildikten sonra neler yapılacak, Demokratik Parlamenter, Güçlendirilmiş Parlamenter ya da İyileştirilmiş Parlamenter Sistem nasıl hayata geçecek, o kişi oraya oturduktan sonra, bir haftada, altı ayda, bir yılda neler yapacak? Biz, bugünden, seçim günü sandıklar kapandıktan sonrasına kadar sandık güvenliğini korumak için neler yapacağız? Bütün bu konular en az aday kadar, hatta adayın kim olduğundan daha önemli konular. 

Takdir edersiniz ki ben, partinin saha organıyım. Yani sahadaki işi yapma, topluma aktarma ve oradaki bilgiyi toplayıp yukarı aktarma organıyım. Benim şu andaki en önemli ve öncelikli gündemim bu. O yüzden, adayın kim olacağı, herkes kadar beni ilgilendiriyor. Ama ben, adayın kim olacağından daha çok, olacak adayın seçilmesiyle ilgiliyim ve o kişi seçilecek.   

Ruşen Çakır: Seçim güvenliği, özellikle muhalefette yer alan insanların en büyük endişelerinden birisi. Siz yerel seçimlerde çok ciddi bir sınav verdiniz ve bu sınavdan alnınızın akıyla çıktınız diye düşünüyorum. Çünkü çok hassas bir seçimdi. Önce ilk tur, sonra ilk turun iptali, daha sonra ikinci tur. Zaten ikinci turda elde edilen sonuç da, yaptığınızın karşılığı oldu. Şimdi çok daha kritik bir seçim olacak. Herhalde bu konuda epeydir çalışıyorsunuz. Nasıl görüyorsunuz? Endişeli misiniz? Yoksa “Biz bunun altından kalkarız” diyor musunuz?

Canan Kaftancıoğlu: Hiç endişeli değilim. Niye endişeli olmadığımı anlatayım izninizle. Sandık güvenliği konusunda İstanbul’da ve genel merkezdeki ilgili arkadaşlarımız, Türkiye genelinde iki yıldır çalışıyorlar. Endişeli olmamam, sadece iki yıl öncesinden çalışmalara başladığımız için değil. Başka bir nedeni daha var. Önce buradan İstanbul örgütüne, CHP Örgütü’ne, İttifak örgütüne ve katkı sunan herkese, bir kez daha hak edilmiş teşekkürü edeyim. 31 Mart’ta sandık güvenliği konusunda ciddi bir sınav verdik. 23 Haziran’da o sınava çok da gerek olmadı aslında. Aradaki farkı söyleyip bugüne bağlayacağım. 31 Mart akşamı, yaklaşık 10 bin farkla seçimi aldık. İstanbul’da 31 bin 129 sandık vardı. İstanbul’da olan sandıkların yarısında bir oy yok edilseydi, 23 Haziran olmayacaktı. 15 bin fazla geliyor da, her sandıktan bir oy yok edilseydi, o seçimi konuşmayacaktık. Oradaki sandık güvenliğimiz sayesinde, biz o bir oylara sahip çıktık. 

23 Haziran’da niye kaygılı değildik? Çünkü 800 bin küsur fark vardı ve artık o oyları yok etmeleri mümkün değildi. Şimdi niye endişeli olmadığımı söylemek için bugüne bağlayacağım: 31 Mart’tan öğrendiklerimizle, İstanbul’da ve umuyorum ki Türkiye’de de, sandık güvenliği konusunda üzerimize düşeni fazlasıyla yapıyoruz. Ama vatandaşlarımıza da çok büyük bir sorumluluk düşüyor. “Biz oy vereceğiz, ama siz koruyabilir misiniz?” sorusunu anlayabiliyorum. Kaygılarında haklılar. Biz koruyacağız, ama onlar da oylarını ne kadar çok verirlerse, bizim işimiz o kadar kolaylaşacak. 31 Mart ve 23 Haziran örneklerini o nedenle verdim. Biz 31 Mart’ta çok hassas olmasaydık, 14 bin oyu yok etmek daha kolaydı. Çok hassastık ve yok ettirmedik. O yüzden vatandaşlarımız, “Ben oy kullanmayacağım”, “Ben Ruşen Bey’i protesto edeceğim”, “Ben Canan Hanım’ın saçını beğenmiyorum, sandığa gitmeyeceğim” gibi gibi nedenlerle sandıktan uzaklaşmasınlar. Böyle bir şey yok. Vatandaşlarımız da burada üzerine düşen sorumluluklarını yerine getirmeli. Yüzde 0,1’lik farkı kötülükle yok edebilirsiniz. Yüzde 0,2’yi, biraz daha çaba gösterir, yok edersiniz. Yüzde 10’luk bir farkı nasıl yok edeceksiniz? O zaman bizim işimiz de daha kolay olacak. O yüzden vatandaşlarımız sandık güvenliği konusunda rahat olsunlar. 

Ruşen Çakır: Buna benzer bir şeyi, Ali Babacan da stüdyomuzda kendisiyle yaptığımız söyleşide açıklamıştı. Eski partisi olduğu için de biliyor herhalde. “Seçimi açık farkla kazanmak şart” demişti. Sizin buna hazırlıklı olduğunuzu görüyorum. Seçime katılım oranıyla ilgili söylediklerinizden hareketle şunu sormak istiyorum: Seçime katılmayanlarının sayısının artması sizin aleyhinize, değil mi?

Canan Kaftancıoğlu: O, kimlerin katılmadığıyla ilgili. Ben çok veri paylaşmıyorum genelde, ama bunu paylaşabilirim: 23 Haziran’da, AKP’ye oy vermek istemeyip, “Başka partiye oy vermem” diyenler sandığa gitmedi. Doğal olarak bu bizim lehimize oluyor. Örneğin, seçim tatil zamanına gelirse, AB sosyo-ekonomik düzeyinde bir birey, “Ben tatildeydim, o yüzden oy kullanmadım” derse, bu, bizim aleyhimize olacak. Ama ben CHP’nin lehine mi aleyhine mi olmasının ötesinde bir cümle söyleyeyim: Bu ülkede bugün yaşanan karanlıklara karşı, demokrasinin karşısında olan yapıya karşı demokrasinin yanında tutum takınıp oy kullanmak, her şeyden önce bir sorumluluktur. O yüzden, vatandaş kendi hakkını aramak için, “Ben de tarihi dönüştüren o sürecin parçasıydım” demek için, oy kullanmak durumunda. İsterse CHP’ye oy vermesin, hiç önemli değil. O sandığa gidip oy atmak, bizim vatandaşlık bilincinin ve hak arama bilincinin gelişmesi için de önemli bir adım. 

Ruşen Çakır: Kamuoyu araştırmalarını siz de görüyorsunuzdur. Ciddi oranda kararsız seçmen ya da protesto oyu var. 

Canan Kaftancıoğlu: Çok anlaşılır.

Ruşen Çakır: Kamuoyu araştırmacıları, bunların büyük bir kısmının Cumhur İttifakı seçmeni olduğunu söylüyor. Bu kararsızları kazanmanız mı gerekiyor, yoksa “Kararsız kalsınlar. Sandığa gitmeseler bile…” mi?

Canan Kaftancıoğlu: Değil. 

Ruşen Çakır: Peki, onları nasıl kazanacaksınız?

Canan Kaftancıoğlu: Kazanacağız. Kazanıyoruz da. Seçim günü göreceksiniz.  

Ruşen Çakır: Nasıl yapacaksınız?

Canan Kaftancıoğlu: Siyasette, bir, görünen ya da gösterilen çalışmalar, bir de, göstermeden, işi bütüncül bir şekilde yürütmek için yapılan işler olur. Sahada yapılan işler olur, farklı şekilde yapılan işler olur. Örneğin, ben sandık güvenliğine dâir avukat örgütlenmemizden, sandık görevlilerimizden söz ediyorum; ama hak verirsiniz ki söz etmediğim şeyler de var. “Nasıl yapacaksınız?” sorunuza geleyim: Toplumun tüm kesimlerine dönük İstanbul’da ve tüm Türkiye’de hedef odaklı çalışmalarımız var. Bir kısmını kamuoyuyla paylaştığımız, bir kısmını kapalı yürüttüğümüz, bir kısmını da farklı şekilde, stratejiye uygun hâle getirdiğimiz çalışmalar var. Biz burada toplumun farklı kesimlerine, farklı kimliklerine, farklı şekilde ulaşmanın stratejik olarak çalışmalarını yapıyoruz. O kararsız seçmenlerin de demokrasiden yana tutum alacağını düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Ne tür deneyimleriniz oldu? Anladığım kadarıyla somutlaştırmak istemiyorsunuz, ama zor bir şeyden bahsediyorsunuz. Mesela, demin bahsettiğim gibi, sizin yaratılan bir imajınız var. O yaratmak istenilen imaj, belki de o kesimlere ulaşmanızı kolaylaştırıyordur.

Canan Kaftancıoğlu: Açıkçası, beni şaşırtacak şekilde kolaylaştırdığını görüyorum. Örneğin, benimle ilgili yaratılan imajın o kesimlerde bir etkisi olsaydı, benim o kesimlerle hiçbir şekilde iletişime geçememem gerekirdi. Tam tersine, iletişime geçerek bunu sürekli kılabildiğimizi görüyoruz.  Bu arada, “o kesim” denilen kesim de, benim kendi gerçekliğim. Benim de yetiştiğim, büyüdüğüm, var olduğum kesim. Mesela, İstanbul’da yapılan bir araştırmada, kendisini muhafazakâr olarak tanımlayan, inançlarını yaşamak üzere hayatını konumlamak isteyen, başörtülü –bunu bir dip not olarak koyuyorum, bir ayrıştırma değil; toplumda kadınların her türlü ayrıştırılmasına karşıyım, bunu özellikle vurgulayayım– ve uzun yıllar AKP’ye oy vermiş bir kadın odak grubu üzerinde yapılan bir araştırmada, mesela rol model olarak aldıkları kadın Canan Kaftancıoğlu. Bunu bir marifet ya da övünç kaynağı olarak söylemiyorum. O kadınlarla duygu ve anlayış bağımız anlaşılsın diye örnek veriyorum. Bu da niye oluyor? Biz, hangi siyasî partiden olursa olsun, nasıl yaşarsa yaşasın, insanların kimliğine, yaşam tarzına ya da inancına göre onlarla iletişime geçmiyoruz. Sahici, samimi ve onların sorunlarının çözümü üzerinden iletişime geçtiğimiz için, o kararsızların sandıklarda nereye oy vereceğini görüyorum. 

Ruşen Çakır: Son olarak gençleri sormak istiyorum. “Z Kuşağı” bayağı gündem oluyor. Birkaç gün önce Bekir Ağırdır’la yaptığım yayında gençlerin umutsuzluklarından, siyasete olan ilgisizliğinden ve muhalefetin, genç kuşak seçmenin önüne bir umut koyamazsa, seçime katılmayabileceklerinden söz etti. Türkiye genç bir toplum, ilk kez oy kullanacak çok sayıda genç var. Geçen seçimde, genç olup oy kullanmayan gençlerin oranı da yüksek. Bunlara yönelik özel çalışmalarınız vardır eminim. Gözlemleriniz nedir? Gençler, “Onlar gidecek siz geleceksiniz, her şey güzel olacak” diye mi düşünüyorlar?

Canan Kaftancıoğlu: Hayır. Bunu söylersek gerçekçi olmaz. Bugünün gençliğini, gençlerden anladığım ve okuduğum kadarıyla yorumlamaya çalışayım. Bir ara pek moda oldu, herkes “Z Kuşağı”nı taklit etmeye kalktı. “Z kuşağı” denilen gençlik, kendisinin taklit edilmesinden hiç hoşlanmıyor. “Z kuşağı siyasete ilgisiz” deniliyor. Hayır, ilgisiz değiller. Siyaseti de bizden daha iyi ve doğru yorumluyorlar. Sadece, bugünün siyasetçisini sevmiyorlar. Çok haklılar. Çünkü o kuşak, parmak sallayanlardan, akıl verenlerden, mikrofonlarda boş boş bağıranlardan hoşlanmıyor. O nedenle bugünün siyasetçilerini sevmiyorlar. 

Gençler kendisini nasıl hissediyor açıklayayım: Fikrinin alındığını gördüklerinde, değer verildiğini gördüklerinde, siyasete ilgisiz değiller. Gençlerin geleceğe karşı da güvensizlikleri var. Aldıkları eğitim sınıf atlamalarını sağlamıyor. Torpili de görüyorlar. Kendi birincil ve öznel sorunları üzerinden onları etkilemeye çalışan değil, onların sorunlarını görüp “Senin sorununu gördüm, gerekçesini de görüyorum ve şu şu şu şekilde çözeceğiz” diyen siyasete açıyorlar kulaklarını. Kendilerini görebilecekleri partilere şu şekilde bakıyorlar: Örneğin, bir hak teslimi yapmak lâzım; kurulduğu ilk yıllarda, AKP’nin kendince bir hikâyesi vardı. Genç siyasetçiler var edebiliyordu. Artık AKP’nin hikâyesi bitti. Gençlerin CHP’ye bir yönelişi var. Ama bu yönelim, “Seçim gelsin oy vereceğiz” şeklinde değil. İlk kez oy kullanacak 6 milyon 350 bin seçmen, CHP’nin, kendisini gören, anlayan, Ekrem İmamoğlu gibi, 28 yaşında MYK’da olan Gökçe Gökçen gibi ve –bizler artık gençlik sınırını geçiyoruz ama– bizler gibi aktörlerin olabileceğini görünce, kendisinin de siyasette dönüştürücü olabileceğini görüyor. Gençleri etkileyen şeyler bunlar. Bunun üzerine çalışmalar yapıyoruz.

Ruşen Çakır: İstanbul teşkilâtınızda genç oranı ve dinamizmi nasıl?

Canan Kaftancıoğlu: Türkiye’nin en genç il sekreteri, İstanbul İl Sekreteri. Sadece çok iyi il sekreterliği yapacağı için değil. Elbette çok iyi il sekreterliği yapıyor, ama gençlere, “Siz de 27 yaşında İstanbul İl Sekreteri olabilirsiniz” mesajını vermesi önemli. Geçen gün Gençlik Kolları başkanımızla da bir toplantı yaptık. Biz gençlere, “Sizi çağıralım. Söylemek istediklerinizi ya da bizim duymak istediklerimizi söyleyin” diye değil, onların dönüştürücü fikirleri üzerinden iş yaptığımız için gençler kendilerini oraya ait hissediyorlar. 

Ruşen Çakır: O zaman, yarın seçim olacakmış gibi hazırsınız. 

Canan Kaftancıoğlu: Ben, “Hazırız” dediğim anda kaybettiğimizi düşünürüm. Ben hiç hazır olmam. İstanbul Örgütü de hazır olmaz. Daha çok işimiz var. Ama ne kadar işimiz olursa olsun, en iyisini yapmak için çalışacağız. Seçim olduğu gün de hazır olacağız.

Ruşen Çakır: Ve seçimi kazanacağınızdan eminsiniz.

Canan Kaftancıoğlu: 84 milyon kazanacak. 

Ruşen Çakır: Peki, Türkiye’nin normalleşmesi için bir tarih verebiliyor musunuz?

Canan Kaftancıoğlu: 23 Haziran akşamı, İstanbul nefes aldı. Normalleşme o gün başlamıştı. Seçimin olduğu günün akşamı, Türkiye, ilk önce nefes alacak, göreceksiniz. İnsanlar, unuttukları gülümsemeyi hatırlayacaklar. Bu, o anda hissedecekleri bir şey. Türkiye’de bir rahatlama olacak. Genel başkanımız zaten ifade ediyor; zaman kalmadığı için uzun uzun saymayayım. Sonrasında da, ilk bir haftada yapılacaklarla, üç ayda yapılacaklarla, altı ayda yapılacaklarla birlikte, tahmin ediyorum bir yıl içerisinde, Türkiye, hepimiz, toplumun birçok sorununun, birdenbire değil, yavaş yavaş çözüldüğünü görecek.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Canan Kaftancıoğlu. Stüdyomuza konuk oldunuz, sağolun. Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ile keyifli bir sohbet yaptık. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de, bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.