Ruşen Çakır sordu, eski büyükelçi ve CHP Milletvekili Murat Özçelik yanıtladı: Muhalefetin dış politikası var mı?

Ruşen Çakır, konuğu eski büyükelçi ve CHP Milletvekili Murat Özçelik ile “muhalefetin dış politikası var mı?” sorusuna yanıt aradı.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz 

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Emekli büyükelçi ve eski CHP milletvekili Murat Özçelik ile “Muhâlefetin bir dış politikası var mı?” sorusuna cevap arayacağız. Murat Bey, hoş geldiniz yayınımıza. 

Murat Özçelik: Hoş bulduk, hoş bulduk Ruşen! 

Ruşen Çakır: Şimdi biz sizinle bu yayını kararlaştırdığımızda, ki sizin Gazete Pencere’deki yazılarınızdan hareketle bu fikir ortaya çıktı. Bu başlığı da saptadık. Bugün için sözleştik ve bu arada Kazakistan’da yaşananlar üzerine, AKP, MHP, İYİ Parti ve CHP grup başkanvekillerinin ortak bir açıklaması çıktı. Burada tabii ki ölenlere rahmet dileniyor, hayatlarını kaybedenlere; ancak rejimin reform vaadine destek veriliyor ve Kazakistan’ın yanında olduğu söyleniyor. Aslında Kazakistan’daki otoriter rejime destek verildi. Halbuki biliyoruz ki Kazakistan’daki sokak gösterileri Türkiye’deki iktidar tarafından da bir şekilde kullanılmıştı — “sokak”, Erdoğan tarafından ve diğerleri tarafından. Şimdi bu olay bir kere daha gösterdi ki, HDP dışındaki muhâlefet, Meclis’te grubu olan partiler, dış politika konularında genellikle iktidarla, yani Cumhur İttifakı partileriyle aynı çizgide olmaya aşırı bir hassâsiyet gösteriyorlar. Bu da çok çarpıcı bir örnek olarak bence karşımıza çıktı. Ne diyorsunuz, bu neden böyle oluyor? Burada, meselâ diyelim ki Kazakistan meselesinde, CHP bu bildiriye imzâ atmak zorunda mı? Yani Kazakistan’da rejimden yana olmak zorunda mıydı? 

Murat Özçelik: Bence hiç değildi Ruşen Bey, hiç değildi. Bir de benim, muhâlefettekilerin bilgileri nereden aldıklarına dâir ciddî şüphelerim var. Ciddî şüphelerim var. Yani Nursultan Nazarbayev’in zamanına bakalım. Hakîkaten o zamandan beri Kazakistan’da öyle bir otoriter rejim var ki, halk illallah demiş vaziyette. Yani Tokayev (Kasım Cömert Tokayev) başa geçtikten sonra farklı mı? Değil. İnsanlar gerçekten eziliyorlar bu rejimin altında. Şimdi bu gerçekler ortadayken, yani eğer bilmiyorsanız lütfen orada büyükelçilik yapmış insanı çağırın da onunla konuşun. Ben yaptıklarını birazcık neye benzetiyorum biliyor musunuz? Aman kardeşim, orası bizim Türk Dünyası’nın bir parçası, bu Türk Dünyası ile ilgili olarak, ters bir mesaj vermeyelim. Dolayısıyla bunun tabii öncülüğünü yapan MHP’dir netice îtibâriyle açıkçası. Onun ardından da İYİ Parti, “Haa! Bak madem o öyle dedi, aman ha! Bizim alt tabanı şey yapmayalım, üzmeyelim, onlar da böyle düşünüyorlardır herhalde” diye bir şey çıkartıyorlar. Ondan sonra Millet İttifakı’nın öbür ortağı olarak da CHP, “Hadi peki, biz de katılalım” diyor. Niye? Herhalde Türkiye’de Kazakistan olaylarına pek fazla önem vermeyebilirler düşüncesiyle belki. Ama burada ben çok aslî bir yanlışa değinmek istiyorum Ruşen Bey. O da şu: Bir defâ, genellikle CHP veyahut İYİ Parti, alınan bu kararları, “Ya, eğer Türkiye Devleti’nin dış politika kararı buysa, o hâlükârda devlet politikasına destek olalım” diye aldıklarını düşünüyorlar. Şimdi devletin devlet olabilmesi için, hükûmetin yanı sıra bağımsız kurumlarının olması lâzım. Ondan sonra, doğru dürüst o anayasasında kuvvetler ayrımının çok ciddî konulması lâzım ve bunun neticesinde, o devlet halkın tamâmına ulaşabilecek hâle geldiğinde, öyle sâdece bir partinin değil o halükârda, “Haa! Bu devlette oluşan mutâbakat, yani kurumların, Dışişleri Bakanlığı’nın, yok efendim İçişleri Bakanlığı’nın, ondan sonra aklımıza gelebilecek sivil toplum örgütlerinin şunun bunun ciddî bir tartışması neticesinde ortaya çıkmış olan bir politika Dışişleri Bakanlığı tarafından yürütülüyorsa ve bunu da insanlar benimsemişse, gerçekçi olarak o zaman bir devlet politikasına yaklaşılmıştır” denir. Ama şu anda hükûmet, bu bahsettiğim kurumsal yapının tamamına sâhip. Dolayısıyla kendi işine, “Aman Tokayev’e destek verelim, çünkü vermezsek maazallah, bak kendi içimizde de belki böyle şeyler çıkar” korkusuyla oraya destek veriyor. Eh peki orada istikrar isteyen Avrupa ülkelerinden, Amerika’dan neden pek ses çıkmadı. Geçen gün sizi dinlediğimde, “Transatlantik”te bunu sormuştunuz karşı tarafa. Çıkmaz tabii, Ömer’in söylediği gibi, çok büyük dev petrol şirketleri orada. “Aman kardeşim bir otorite kurulsun da orada, karmaşa çıkmasın, bizim de elimizden birtakım şeyler gitmesin.” Bunun ne Amerika’nın demokrasi yaklaşımıyla, ne halkların daha huzuru için birtakım politikaları gözetmesiyle filan hiçbir alâkası yok. Bizim zaten hükûmetten böyle bir şey beklentimiz olamaz. Ben açıkçası CHP’nin de bu tür konuları doğru dürüst değerlendirmeden birtakım adımlar attığını söylüyorum. Bunu üzülerek söylüyorum Ruşen Bey. Yani şu dönemde ben de biliyorum, CHP’yi veyahut da İYİ Parti’yi veyahut da diğer muhâlefet partilerini eleştirmek istemiyorum. Ama ortada, yani lütfen, MHP ve AKP’nin öne sürdüğü inisiyatiflerde, “Yahu bu bizi nereye götürüyor? Bizim ana ilkelerimizden ciddî sapma yaptırıyor mu?” diye karar versinler. Çünkü bakın, eski çok iyi bir siyâsetçinin bir lâfını çok iyi hatırlıyorum, o da şu: Lider dediğimiz, siyâsî lider dediğimiz, halkın sözüne göre, belki düşüncesine göre veyahut da manipüle edildiği şekilde öyle düşünüyorsa, onun peşinden gitmesi değil, kendi ilkeleri doğrultusunda ülkenin çıkarı için halkı arkasına almasıdır” demişti. Gerçekten muhâlefet artık halka en doğruları hiç çekinmeksizin söylemeli. Çünkü ondan sonra habire, bakın, cemaatler tartışmasında ve bir sürü tartışmada gördük bunu. Kemal Bey veyahut da CHP, o yüzde 10’luk kilit cemaat kitlesini kendi tarafına çekecek durumda değil. Veyahut da MHP’nin içinde, “Ne olursa olsun, Kazaklar bizim kardeşimiz. Aman orada bir kaosa gidilmesin” diyecek olan MHP’lilerin oylarını çekebilir diye bir şey yok. Yok böyle bir şey ya. Yani böyle bir şey olmadan niçin bunu yapıyorlar? Hakîkaten anlamakta güçlük çekiyorum. 

Ruşen Çakır: Şimdi şunu sormak istiyorum: Aslında muhâlefetin bir yığın sorunu var. Öncelikle bir araya gelememe sorunu var — ki bu konuda çok ciddî tartışmalar var. En son Ahmet Davutoğlu yeni bir ittifak önerisiyle çıktı biliyorsunuz, ona ayrıca geliriz. Bir diğer husus da tabii Türkiye’nin en öncelikli sorunu: Ekonomi. Ve ekonomide gözler muhâlefete çevrilmiş durumda. Orada çok net, sorun saptayıcı, sorunu işaret edici açıklamalar var; ama çözüme yönelik açıklamalar konusunda çok ciddî eleştiriler, şikâyetler ve beklentiler var. Bu anlamda bakıldığında, sanki dış politika öncelikli değilmiş gibi geliyor, bunu bir not etmemiz lâzım. Bir diğer husus da, muhâlefetin bir araya getirilmek istenen çok parçalı yapısındaki ideolojik farklılıklar, ya da gelenek farklılıkları vs., iç politikada olduğu gibi dış politikada da çok ciddî sorunları aslında beraberinde getirmeye aday herhalde. Yani sonuçta, demin verdiğimiz örnekte Kazakistan meselesinde, yarın öbür gün İslâm Dünyası ile ilgili herhangi bir meselede vs., CHP’nin, İYİ Parti’nin, eğer katılacaksa Gelecek’in, DEVA’nın, Saadet Partisi’nin hep birlikte dış politikada mutâbık kalması da başlı başına bir sorun olacak herhalde. Şimdi böyle de bir sorun var. 

Murat Özçelik. Şimdi bu doğru, bu doğru. Yani dış politika bağlamında, “Şöyle bir şey yapılmalı” diyebilmek için ya da demem için, açıkçası iki şıktan birisine bakıyorum ben daha ziyâde. Yani benim gönlüm –belki de sizin bile, bilmiyorum– şu taraftan yana. Benim gönlüm diyor ki: Artık seçim sath-ı mâiline bir şekilde girilmiş vaziyette Türkiye’de. Efendim Erdoğan habire şunu soruyor: “Kimmiş ortak aday? Hadi çıksın bakalım” diyor. Biz de, “Siz seçim tarihini açıklayın, onu söyleyeceğiz” falan. Yani bu bir siyâsetse, eğer siyâsî oyuna karşı bir siyâsî oyun ile cevap vermekse, Türk halkının gönlünü böyle alamazsınız. Yani Türk halkı şuna bakıyor: Bu insan, bu lider Türkiye’nin sorunlarını çözmek için ne yapacak? Bu grup, bu Millet İttifakı bu sorunları çözmek için ne yapacak? Şimdi dış politikada bir sürü alan var; bunların hepsine zâten şu anda girmemiz mümkün değil, ama en azından muhâlefet dese ki — kendi içerisinde Gelecek Partisi’yle, DEVA’sıyla şusuyla busuyla, Cumhuriyet Halk Partisi ve İYİ Parti ile, dese ki: Ya kardeşim, bize bir defâ içeriye, yani yurt içine yatırım yapacak birtakım fonların ve yatırımcıların gelmesi lâzım, değil mi? Şimdi, bunların gelmesi için bizim iktidar olmayı bekleyip ondan sonra birtakım atılımlar yapmamız olası, mümkün; fakat bu, şimdiden seçimlere kadar geçecek olan zamanı, içeride Tayyip Bey’in söylediği, yani Sayın Cumhurbaşkanı’nın söylediği birtakım argümanlara karşı, “O onu dedi, ben bunu yapacağım. Yok bak, sorun şu; ben geldiğimde o sorunu çözeceğim” filan… bunlar hiç kimsenin kılını kıpırdatmaz. Şimdi bakın, ortada dış dünyaya karşı Türkiye’nin çok önemli bir güvenilirlik, çok önemli bir inandırıcılık sorunu var. Şimdi bizim yüzde 50’den fazla ticâretimiz ve ekonomik işbirliğimiz Avrupa Birliği’yle değil mi? Biz şu anda Amerika Birleşik Devletleri’yle Rusya’yı sıraya koyalım, Avrupa Birliği’nden başlayalım dilerseniz. Bugün bir şey çıksa, söyleyin bu grup muhalefet bir araya otursa ve dese ki: “Yahu değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanı Türkiye’yi öyle bir hâle soktu ki, bizim mevcut durumda, seçimlerden sonra Avrupa Birliği’ne dönüp, ‘Ya, ben tam üyelik için müzâkerelere yeniden başlayacağım’ demek abesle iştigalden başka bir şey değil. Yani şu anda bizim Avrupa Birliği’ndeki şeyimiz çok kötü durumda, o zaman ne yapmalıyız? Biz Avrupa Birliği’nin bizim için ekonomik, ticârî, siyâsî, hukuk bakımından –değil mi? – önemini biliyoruz. Bunların sıralaması da var; ama biz diyelim ki: “Gelin kardeşim, biz Avrupa Birliği’ni sizinle birlikte gerçekten –önümüzde zâten dünyada bir sürü karmaşa devam edecek, şu devam edecek, bu devam edecek– ama ben Atatürk’ün ilkeleriyle bakın bugüne kadar bir şekilde gelmişim ve bir demokrasimiz var; hattâ bu demokraside şunu da söylüyorum kardeşim: Eskiden yapılan yanlışları ben demokrasiyle taçlandıracağım diyorum. Dolayısıyla ben o yolda çalışırken, sizinle birlikteliğimizi –hukuk alanında olsun, gümrük birliği alanında olsun– gerçekten öyle bir oturup bir müzâkere etmeye başlayayım ki, bizim iktidâra geldiğimiz zaman fazla uğraşmadan, siz, ‘Yahu bakın bunlar eğer şöyle giderlerse, biz Türkiye’yi tekrar bir partner seviyesine çıkartırız’ diyebilesiniz”. Bunu çıkıp da eğer bütün bu partilerin ortak adayı, hele Avrupa Birliği’ne gidip, “Beyler bakın, yani İYİ Parti olarak benim kazanacağımı ben varsayıyorum, ama sizi bilmiyorum”. Veyahut Gelecek, “Ben eski şuyum ama…” bunu söylemek yerine… veya CHP ile ilgili olarak, “Acaba Kemal Bey bunu alır mı almaz mı?” gibi şeylerle uğraşmak yerine, onun için söylüyorum: Bir tane ortak aday çıkardınız, önünüzde bir sene var, bir buçuk sene var. Yahu o bir buçuk sene zarfında –eğer zamanında yapılacaksa, o da ayrı bir konu–, o zamana kadar sizin hâlâ arkanıza birilerini aldığınızı da gösterebilmeniz lâzım. Ve siz bir ortak aday olarak giderseniz eğer Avrupa Birliği’ne, Avrupa Birliği der ki: “Bence şimdi hem matematiksel olarak hem de rasyonel, realist bir muhâlefet olarak Türkiye’nin önünü açacak bir siyâsî oluşumu ben önümde görüyorum”. Ve bakın tabii ki ülkeler iktidarlarla işbirliği yaparlar. Avrupa Birliği olarak ben de bunu böyle sürdüreceğim; ama bunu sürdürdüğüm zaman, şimdi yapacağım şey, buraya göçmen gelmesin diye ben Sayın Cumhurbaşkanı’na para vermeye devam edeceğim, ama onun ötesindeki hiçbir şeyi ben açmam kardeşim. Fakat sizinle, gelin isterseniz uzmanlar bazında küçük çalışma birimi de kurabiliriz.” Belki kurmaz, belki kurabilir. Yani bu tür şeyleri yaptığınızda Avrupa Birliği’nde, Avrupa Birliği’nden iki tane mesaj gelsin, “Türkiye’de olumlu gelişmeler oluyor” diye. Halkımıza bakın, Allah aşkına o zaman bakın. Acaba AK Parti’ye mi verir, bilmem neye mi verir? Ne düşünüyor diye düşündükleriniz, o ortak aday parti şeyini çıkartıp, “Kardeşim, ben geldiğimde bu geçiş döneminde dahi ortak adayım, halkımın adayıyım, hepinizin adayıyım, hepiniz çünkü bu sınıfsal kutuplaşmanın içerisindesiniz, artık kimliklerden ziyâde oraya doğru gidiyorsunuz. Burada az gelirlilerle üstteki gelirliler var. Gelin biz bu az gelirlileri yukarıya doğru götürecek çabaya girelim” diyerek bunu Avrupa Birliği ile yaptınız diyelim… 

Ruşen Çakır: Anladığım kadarıyla yazılarınızda da çok net olarak var bu. Bir kere adayın çok geciktirilmemesini söylüyorsunuz; ikinci olarak, yazılarınızda özellikle vurguladığınız bir husus var o da şu: Anayasa’yı değiştirecek çoğunluk. Yani muhâlefet cumhurbaşkanlığı seçimini kazanabilir; ama yapılacak ilk seçimde Anayasa’yı değiştirebilecek çoğunluğu yakalayamama ihtimâlinin yüksek olduğunu –hattâ emin gibi konuşuyorsunuz, öyle diyeyim, ama yüksek ihtimal diyeyim– dolayısıyla güçlendirilmiş parlamenter sistemi gerektirecek anayasa değişikliğini yapacak çoğunluğu bulamama ihtimâli olduğunu ve daha realist yaklaşmak gerektiğini söylüyorsunuz. Yani bu şöyle bir hava var genellikle muhâlefette: “Biz kazanırız, ondan sonra Cumhurbaşkanı geçiş süreci yapar, bir buçuk iki yıl içerisinde parlamenter sisteme geçilir; yeni sistemde, yani yeni güçlendirilmiş parlamenter sistemde sembolik Cumhurbaşkanı olur” gibi bir hesap var. Ama siz bunun çok gerçekçi olmadığını, seçilecek olan Cumhurbaşkanı’nın sistem içerisinde bayağı bir fonksiyonunun olması gerektiğini söylüyorsunuz. Bu, işleri daha hayâtî kılıyor ve Cumhurbaşkanı’nın kim olacağını, ortak adayın kim olacağını daha da önemli kılıyor. 

Murat Özçelik: Tamâmen aynı. Yani sizin söylediğinizi kesinlikle kabul ediyorum, zâten düşündüğümün o olduğunu söylüyorum. Burada yalnız ifâde etmem gereken şu: Şimdi, biz diyelim ki bu önümüzdeki seçimlere girdik Ruşen Bey. Buna girdiğimiz zaman, AK Parti’nin Cumhurbaşkanı’nın burada AK Parti’nin oylarını yüksek gösterebilmek için elinden geleni yapacağını biliyor muyuz? Biliyoruz, yapacak gayet de. Ve devletin bütün imkânlarını kullanacak mı? Kullanacak. Dolayısıyla MHP ve AKP’nin Parlamento’daki sandalye sayısı açısından, kaybetseler dahi, yani cumhurbaşkanlığını kazandı muhâlefet diyelim, diğer taraf kaybetse dahi, Meclis aritmetiği içerisinde AK Parti ve MHP’nin elde ettiği sandalyelerle siz ucu ucuna Anayasa’yı geçirebilecek durumda olsanız ne dersiniz? “Yahu kardeşim bugün ben öyle bir istatistiksel oy sistemiyle çalışıyorum ki, buna göre %34 çoğunluğu elde ediyor ya! Dolayısıyla %34 elde edemedi, %32 elde etti, dolayısıyla %50’ye yakın bir şeyi temsil ediyor AKP-MHP, tamam mı? Bunun yerine ben halkın adaletli bir şekilde temsil edildiği bir sistem istiyorum. Yani ben devletin gücünü kendisine almış şu bu değil, ama yeni seçim sisteminin ortamını da demokratikleştirmiş bir şekilde bu yeni geçici Cumhurbaşkanı ile altı ay sonra bir sene sonra, ne kadarsa, seçime gittiğim takdirde, bu halükârda İYİ Parti’nin oyları da farklı olacaktır, Cumhuriyet Halk Partisi’nin de öyle olacaktır, Gelecek’in de DEVA’nın da — ortaya çıkacak olan aritmetik Meclis’teki sandalye sayısı bakımından, işte o zaman, Türkiye’deki görüşleri tam temsil edecek şekle gelmiş olur. AKP dâhil olmak üzere bu Parlamento’da ben Türkiye’nin, halkımın tamâmının arzusuna uygun bir Anayasa’yı çıkartabilirim” demesi lâzım. Bu Anayasa ne ile olacak? Parlamenter sistem. Bu nedir? Güçlendirilmiş parlamenter sistem. Bunu ne için söylüyorum Ruşen Bey biliyor musun? Diyebilirsin ki: “Murat, sen çok fazla idealist filan düşünüyorsun”. Ne yapayım? Bu idealist diye düşünmeyeyim mi? Zannediyor musunuz ki Türkiye’deki insanlar, bu insanların konuştuğu, şimdikilerin konuştuğu dille, efendim meselâ Gelecek Partisi Başkanı olarak Davutoğlu’nun “Biz bu işin kurucusu olacağız” yaklaşımı ile düzgün bir şey çıkacağına, Anayasa ve parlamenter sistem çıkacağına inanırlar mı dersiniz? Yani bu memleketin, halkın bugüne kadar hayatı şeyle geçmiş, ya yok efendim işçiler, yok efendim onun karşısında gruplaşmalar, Vatan Cephesi, millet bilmem nesi, Cumhur İttifakı filan falan ve bu tür şeylerle geçmiş. İnsanlar istiyor ki: “Allah aşkınıza artık bu memlekette kendi içinizde kavga etmeyi bırakacak, temsilde adalete uygun, barışı ortaya koyacak ve burada da geçiş döneminde Cumhurbaşkanı’nın hakikaten uluslararası hukuktan hiçbir tâviz vermeden, adam gibi tam bir demokratikleşmeyi sağlayacak Anayasa olmasına bakacak ve buna göre de Avrupa Birliği’nin, Amerika Birleşik Devletleri’ni şunu, bunu arkasına çekecek gücü alacak.” 

Ruşen Çakır: Orada tam bir şeyi sormak istiyordum. Yani şimdi tekrar başa dönecek olursak; o kadar sorunu var muhalefetin: Birleşme sorunu var, ekonomi politikasında adayın kim olacağı sorunu var. Ve burada dış politika bir lüks gibi geliyor birçoklarına. Yani şöyle bir hava var açıkçası: “Hele biz bir seçimi alalım, hele bir gelelim, hele bir yeniden Türkiye’yi normalleştirelim, zâten dış politika da diğerleri gibi düzene girer” gibi bir yaklaşım var. Bir de şöyle bir yaklaşım var: Şimdiden birtakım tekil olayları konuşmaya başlarsak, muhâlefetin bir araya gelmesi –meselâ sizin yazılarınızda Irak Kürdistanı ile ilgili bölüm var–, şimdi Barzani’yle ya da Talabani ailesi ya da işte oradaki yönetimle nasıl ilişki kurulacağı, kurulup kurulmaması gerektiği ya da “Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin durumu ne olacak, ne olmalı?” gibi tartışmaların bugün muhâlefeti zor durumda bırakacağı yönünde neredeyse bir mutâbakat var. 

Murat Özçelik: İşte bu yine aynı yere geliyor. Yani devlet politikası böyle; bilmem ne yapalım. Devlet politikası yapan Cumhurbaşkanı herkesi terörist yapmış vaziyette, HDP terörist. Aşağıda kendisiyle, kendi çıkarına, kendisine işine gelecek olan iyi –KDP gibi diyelim–, ondan sonra diğerleri tu kaka. Şimdi bakın muhalefetin daha sonra halledilmesi gereken işleri birazcık erteleyip, biraz önce söylediğim gibi Avrupa Birliği’ne yönelmesi lâzım –keşke bi ortak aday çıkarıp– ikincisi Suriye’de Irak konusunda mutabakata varacakları şeyin şu olması lazım, kardeşim biz çevremizde bir dost çemberi istiyoruz, tamam mı? Dost çemberi istiyoruz. Dolayısıyla burada varılacak siyasi çözümde biz etrafımızdaki bu dost çemberinin oluşmasına ve oralardan bize terörist saldırının gerçekleşmemesine özel önem vereceğiz, tamam mı? Şimdi bunu söylediğiniz ve bunda kaldığınız zaman, bunu karşı taraf anlar. Yani siz PKK’nın saldırılarını istemiyorsunuz değil mi? Hayır, istemiyorsunuz; ama oradaki diğer Kürtlerin tamamını da PKK’lı görmüyor. Yani şunu söylemek istiyorum, oralarda yanlış anlaşılmasın istemem ama, artık birazcık gerçekçi konuşmamız lâzım. Daha önce hani ben bilhassa fazla ayrıntısına girmeden o kadarını söyledim PYD ile ilgili olarak. Yahu PYD şey, tu ka ka terörist, değil mi? Zamanında KDP de tu kaka teröristti, Mesut Barzani şey yalayıcısıydı biliyorsunuz, postal yalayıcısıydı. Bugün bambaşka bir konumda. Yahu yani siz orada adını kim koyarsanız, PYD’nin başındaki insanın veyahut da Mazlum diyelim, tamam mı, şu an itibariyle terörist olarak nitelendirilen adam. Ya, acaba Türk halkı biliyor mu ki Kandil ya da Konsey diyelim, o adamın da orada kalmasını istemiyor. Bugün Erdoğan neden dönüp de “Demirtaş hesap verecek Öcalan’a” diyor? Neden dersiniz? Çünkü bakın, lütfen, şunu söylüyorum: Yerelde insanlar kendilerini yönetebilmeye başladıklarında ve bununla ilgili kendilerine bir model sunulduğunda, belki de o modeli tutuyorlar. Yani Suriye’deki Kürtler, Allah aşkına, “Ne zaman Türkiye’ye savaş açarız biz?” diye mi düşünüyorlar? Yahu adamların canları çıkmış, kendi canlarını kurtarma peşindeler. Yani söylemek istediğim şu: Allah aşkınıza eğer hangi konularda mutabık kalıp da onun ayrıntısında farklılaşmaya gidebileceğiniz hususunda, brifing alın ya. Çağırın ben anlatayım size neyin ne olduğunu, başkalarını çağırın, kim olacaksa. Ama söylemek istediğim şu: Biz çevremizde dost çemberi istiyorsak ve bugün meselâ Suriye’den habire “teröristlerle orada şöyle savaşıldı, burada şöyle yapıldı”, sanki Türkiye’de savaşmamız yetmiyormuş gibi şimdi de Suriye’de savaşıyoruz. Siyâsî çözümü, benim diyorum, askerlerimin geriye çekilmesiyle ben eş gelecek şekilde öyle bir şekilde müzâkereye giderim ki, bakın bu önemli çok önemli. Şöyle önemli, bir defa ben orada askerlerimi çekmeyi düşünüyor muyum, düşünmüyor muyum? Bunu MHP düşünmüyordur. Yani İYİ Parti düşünmüyorsa bilmiyorum, bakın bu ayrı bir konu; ama bizim Türkiye’nin etrafında Kürtlerin tamamını bize düşman kılacak yeni maceralara mı girmek isteriz? Yoksa Kürtlerle, Irak Kürtleri’yle yürüttüğümüz gibi bir işbirliğine mi gitmek isteriz ve orada farklı bir boyut mu olmasını isteriz? Ben iddia ediyorum Ruşen Bey, lütfen bu iddiamı burada altını çizin, tamam mı? Bazı şeyleri Türk halkı doğru anlasın, eğer ben bir iki arkadaşımla beraber güneydeki olayın inanın size çok kısa bir sürede Kürtlerle Türklerin birbirilerini anlayacakları bir şekle çevirmezsem adam değilim. Yani bunlar yapılmayacak şeyler değil Ruşen Bey. Daha önce nasıl yapıldıysa yine yapılır; ama diyorum ki girmesinler bu kadar detaya ya, bir tek desinler ki: “Biz güney sınırlarımızda” bunu daha önce şey söylemiyor muydu Davutoğlu, “sıfır sorun” diyordu, gel biz de başka türlü söylüyoruz sana işte: “Etrafımızda dost çemberi”. Siz sıfır sorunu hep soruna çevirdiniz, ben de diyorum ki size: “Gelin dostluk kuralım çevremizle. Bunun için Amerika ile de çalışalım, bunun için Rusya’yla da çalışalım; ama CHP’nin düşündüğü gibi, “Ben gideyim” –çok affedersiniz, CHP’de böyle düşünen arkadaşlar olduğu için söylüyorum– ben gideyim Suriye’ye, Şam’a, Beşar Esad’la anlaşayım; ondan sonra o da Kürtlerin üstüne binsin, merkezin altına alsınlar, bu taraftaki sorunu ben öyle çözümleyeyim.” Ondan sonra, Suriye’de toprak bütünlüğü, harika ve bizim başımızda her dakika devam edegelecek bir sürü kaotik ortam. Yani bunları diyorum ki Ruşen Bey, siyâsî liderlerimiz var; ne olur yahu! İki gün görüşmek için kimseyi kabul etmesinler ya, yani gelmesinler partiye. Lütfen oturup bir düşünsünler ya: “Ben CHP olarak, ben İYİ Parti olarak Türkiye için neleri istiyorum?” diye. Sen bırak şu şeyi, onunla uğraşmayı, artık millet biliyor zaten Tayyip Bey’i. “Aa öyle söyledi mi? Biz onu söylemeyelim.” Bırak ya, sen öyle bir sistem söyle ki, “Ben bunları bunları bunları düzelteceğim kardeşim” de ya. Bu sistem zâten şöyle oldu mu, dışarının mâkul… Bugün AKP iktidarı kıvranıyor. Neden kıvranıyor? Dışarıdan para gelmediği için kıvranıyor. Altını bir daha çiziyorum: Bugün AK Parti hükûmeti ve Cumhurbaşkanı dışarıdan para bulamadığı için kıvranıyor ve kurla ilgili ne yapacağını bilemiyor. Ben de diyorum ki CHP’ye, ben de diyorum İYİ Parti’ye ve diğerlerine: “Yahu aklınızı kullanın, parlamenter rejim için veyahut da ileride hangi parti hangi bakan bunu alır, ne yapar, bunu seçimden sonrasına bırakın, tamam mı?” Hattâ şey çok değerli benim için, Bekir Bey’in söylediği, seçmeli seçim, tamam mı? Yani bu ilk seçimde bunları yapamazsınız, ikinci seçime adam gibi girdiğiniz zaman bunların çıkacağını bilin, tamam ve ondan dolayı da lütfen sâdece meselâ: “Biz seçim sistemini değiştireceğiz” deyin kardeşim ve burada üstelik de yani şunu da iyi bilmek lâzım, Türkiye’de çok önemli bir kesim artık Trabzon-Rize hattından da bıktı –kusura bakma, sen oralısın çünkü Ruşen, o taraflısın– ama yahu kardeşim Allah aşkına birazcık da şu büyük metropollerin ağırlığı biraz artsın şu işte yahu; illâki bir de gençler, gençlere gelin girin diyoruz siyâsete, değil mi? Yahu şunu bilsinler: Bu dönemde hakîkaten çok zor; ben de dansa gitmeliyim, ben de kız arkadaşımın peşinden koşmayı filan o dönemlerde yeğledim, yeğlerim de, yani bunu da açıkça söylüyorum. Bugünkü gençlerin de birçoğu bunu yapabilir; ama isterlerse meslek gibi düşünsünler, hiçbir mahzuru yok Ruşenciğim, ama desinler ki: “Eğer kardeşim ben Koç’a girerken veya bilmem nereye girerken en iyisini almaya çalışıyorlar ya; işte, siyâsette en iyisi olmadığı için benim canıma böyle okunuyor, onun için ben kendimi yetiştirip o siyâsete girip şu memleketi adam edeceğim” desinler, ne olur ya! Bizden de nasıl destek alacaklarsa alsınlar. Bunlar muhâlefetin bugün üstünde durması gereken şeyler olmasına rağmen, maalesef bakıyorum…, ne diyeyim Ruşen Beyciğim ya? 

Ruşen Çakır: Evet, isterseniz burada noktayı koyalım, bayağı keyifli bir sohbet oldu. Çok teşekkürler, emekli büyükelçi, CHP eski milletvekili Murat Özçelik ile “Muhâlefetin dış politikası var mı?” diye başladık, ama bayağı bir şeyi de konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz, izleyicilerimize de teşekkürler, iyi günler.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.