Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır sordu, Kemal Kılıçdaroğlu yanıtladı: “İlk turda Millet İttifakı kesinlikle kazanacak”

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Medyascope yayınında Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı. Cumhurbaşkanlığı seçiminde adayın değil sistemin oylanacağını belirten Kılıçdaroğlu “İlk turda kesinlikle Millet İttifakı kazanacak” dedi. Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün istifasını değerlendiren Kılıçdaroğlu, eski İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan’ın önce Yargıtay üyeliğine, hemen ardından da Anayasa Mahkemesi (AYM) üyeliğine seçilmesini hatırlatarak “‘Böyle bir rezaleti görmek istemiyorum’ diyebilmeliydi. O zaman anlardık ki gerçekten vicdan sahibi bir bakan. Böyle bir tabloyu gördüğü zaman ‘Bu kadarı da olmaz’ diyebilmeliydi” diye konuştu. Daha önce yaptığı “helalleşme” açıklamasıyla ilgili de konuşan Kılıçdaroğlu, şunları söyledi: “Ateşten bir gömlek giydim. Toplumun barışmaya ihtiyacı var. Birlikte olmaya ihtiyacı var. Kavgaya değil. Ateşten gömlek giydiyseniz vatandaşlarınız arasında ayrım yapamazsınız. Önce dönüp kendinize bakmanız lazım.”



Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Stüdyomuzda, CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu ağırlıyoruz. Hoşgeldiniz efendim. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Teşekkür ederim.  

Ruşen Çakır: Sizi daha önce, Sanayi Mahallesi’ndeki stüdyomuzda birkaç kez ağırlamıştık. Bu sefer kısmet ancak bu pazar gününe oldu. Her şeyden önce hoşgeldiniz tekrar. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Evet, ilk kez geliyorum. Hayırlı, uğurlu olsun. Gayet güzel, samîmî, sevimli bir yer olmuş.

Ruşen Çakır: Teşekkür ederim. Kemal Bey, konuşacağımız çok konu var. Ama en sondan başlayalım. Siz birkaç gün önce sosyal medya hesâbınızdan, Erdoğan’ın yayına katılacağı saatte halka randevu vererek, bir açıklama yapacağınızı söylediniz. Daha önce bürokratlara yönelik çağrınıza gönderme yaparak, onlardan gelen bir belgeyi gösterdiniz ve“Bize bürokrasiden belge yağıyor”dediniz.O açıklamanızdan birkaç gün sonra, kapıya kilit vurup sizi içeri almayan TÜİK Başkanı görevden alındı. Adalet Bakanı da istifâ etti. Aslında “istifâ” diyemiyoruz, biliyorsunuz.  

Kemal Kılıçdaroğlu: Evet, affını istedi. Beyefendi de “affetti”.

Ruşen Çakır: TÜİK Başkanı sizi içeri almadı. Ama sizi almaması, görevinde kalmasını sağlayamadı. Bürokraside ne oluyor?

Kemal Kılıçdaroğlu: Gerçeği söylemek gerekirse, bürokraside deprem oluyor. Haksızlıklara tahammül edemeyen, baskıyla yolsuzluk dosyalarına imza atması istenen kişiler, bu dosyalara imza atmıyorlar. Yapılan haksızlıkları görüyorlar. Bizim yaptığımız o çağrı, “Yolsuzluk dosyalarının, evrakların altına imza atmayın. Direnin. Direnen insan bir şey kaybetmez. Onurunuzla görevinizi yapın” çağrımız tuttu. Dolayısıyla bize gerçekten de yağmur gibi belge yağmaya başladı. Tabii bu belgeleri hemen kamuoyuyla paylaşmıyoruz. Doğru olup olmadığını, ek belgeler olup olmadığını araştırıyoruz, sonra bir kısmını değerlendiriyoruz. Ben son yaptığım o çağrıda, bürokratların direnmelerinin devlet için ne kadar önemli ve değerli olduğunu, devlette liyâkatin ne kadar değerli olduğunu ifâde etmeye çalıştım. Bir örnek verdim orada, ama aslında çok sayıda örnek var. Zaten önümüzdeki süreçte milletvekillerimiz ve grup başkanvekillerimiz bu belgeleri parça parça kamuoyuyla paylaşacaklar. Belki bazılarını TBMM Genel Kurulu’na taşıyacağız.  Bu belgeler Genel Kurul tutanaklarına da geçmeli. 

Ruşen Çakır: İki gün önce, arkadaşlarımız CHP Mersin milletvekili Ali Mahir Başarır ile bir yayın yaptı Medyascope’ta. Ben de Sayın Başarır gibi düşünüyorum, ama size de sormak istiyorum bürokratlardan gelen belge konusunu. Sanki iki nedeni var bu meselenin: Bürokratlardan bir kısmı, hakîkaten yaşananlardan vicdânen rahatsız. İkincisi de, iktidârın değişeceğini görüp, yarın öbür gün bunların hesâbının sorulacağını düşünen insanlar, şimdiden ona göre bir pozisyon alıyorlar. Yanılıyor muyum?

Kemal Kılıçdaroğlu: Olabilir. TÜİK Başkanı, “Ben kul hakkı yemem” dedi. “Sayın Erdoğan’ın tâlîmâtıyla ifâde ediyorum” deseydi görevde kalabilirdi. Ama kendi özgür irâdesiyle kul hakkı yemeyeceğini ifâde ederek sıkıntıyı dile getirdi ve görevinden alındı. TÜİK Başkanı’nı, “Ben kul hakkı yemem” dediği noktaya kim nasıl getirdi? Asıl üzerinde durulması gereken bu. Normalde bir bürokratın bunu söylediği için ödüllendirilmesi lâzım değil mi? “Kul hakkı yedirmezsin sen. Onun için seni bu göreve getirdik. Seni kutluyorum. Seninle gurur duyuyorum” demesi lâzım devleti yöneten kişinin. Ama “Ben kul hakkı yemem” dediği için tak diye görevinden alındı. Adım gibi eminim, kapıya kilit vurulmasının tâlîmâtını veren Saray. TÜİK Başkanı’nın bu tâlîmâtı alması, eminim onun vicdânında fırtınalar yaratmıştır. Böyle bir rezâlet görülmemiştir. Çünkü kendi internet sitesinde TÜİK’in kapılarının açık olduğunu, her vatandaşın rahatlıkla gelip TÜİK’ten bilgi alacağını ifâde eden açıklamalar olmasına rağmen böyle bir tabloyla karşılaştık. 

Bir önemli nokta da şu: “Ben kul hakkı yemem” ne demektir? Enflasyon rakamlarını düşük göstermek, memura, emekliye, işçiye daha az maaş ödenmesi demektir. Bunun çok ağır bir vebâli vardır aslında. Yanlış bilgi vererek, onlara daha düşük maaş vererek, o insanları eziyorsunuz, onların hakkını yiyorsunuz demektir bu. “O vebâle katlanmak istemiyorum” diyor. Umarım önümüzdeki süreç içerisinde, TÜİK Başkanı çıkar bir açıklama yapar ve kamuoyu hangi gerekçeyle istifâ ettiğini öğrenmiş olur. Madem bu soruyu sordunuz, şunu da ifâde edeyim: Halkın oylarıyla seçilip Parlamento’ya gelen bir milletvekilinin, bir devlet dairesine girişinin engellenmesi. O kişi Parlamento’ya gelemez ve sokmadık da Parlamento’ya. Bütçe görüşmelerinde, “O kişi içeri girdiği takdirde bu bütçe buradan geçmez” dedik. Arkadaşlar gayet açık ve net tavırlarını koydular. Yani iki ayrı seçeneği de Medyascope izleyicilerinin bilgisine sunayım. Ortaya çıkan bu tablo, Türkiye’de bir şeylerin olabileceğini, umutlarımızın yeşerebileceğini ve büyüyebileceğini gösteren bir şeydir. Direnişin, haksızlığa karşı durmanın, kul hakkı yiyenlere karşı mücâdele etmenin sonuç verdiğini gösteriyor bize. Saraydaki zat kendisini ne kadar güçlü hissederse hissetsin, bu toplumun vicdânı var.

Ruşen Çakır: Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün istifâsını da sormak istiyorum. Onun durumu daha farklı. Belli ki TÜİK Başkanı görevden alındı. Ama Abdülhamit Bey istifâ etti. Daha doğrusu “görevden affını talep etti”. Abdülhamit Gül’ün uzun süredir bazı konulardan rahatsız olduğuna dâir iddialar var. Tabii siz Ankara’da bilgilere daha hâkimsinizdir, kendisini de tanıyorsunuzdur. Abdülhamit Gül olayının siyâsî anlamı çok büyük, değil mi?

Kemal Kılıçdaroğlu: Vardır tabii. Sayın Gül’ün Adalet Bakanlığı sürecine baktığımız zaman, diğer bakanlar gibi bir tavrı olmadığını görüyorduk Daha sağduyulu, daha sâkin, olaylara daha soğukkanlı bakan bir profil çiziyordu. Milletvekili arkadaşlarımızın, Adalet Bakanı ile zaman zaman ilişki kurduklarını biliyorum. Belli yasalar ve düzenlemelerden dolayısıyla rahatsızlıklarını da ifâde ediyorlardı arkadaşlarımız. Veya cezaevlerine gittiklerinde karşılaştıkları haksız uygulamalar bir şekilde bakanlığa intikal ediyordu. İstifâsının arkasında hangi gerekçelerin olduğunu aşağı yukarı tahmin edebiliyorum; ama bunu benim dillendirmem çok doğru olmaz. Görünen tablo şu: Otoriterlik eğilimi giderek artan bir yönetim var. Bu süreç içerisinde, otoriter yapının artan dozda desteklenmesine ya da güçlendirilmesine yönelik adımlar atılabilir. Ama kimi getirirlerse getirsinler, en yukarıdaki ne yaparsa yapsın, biz bu ülkeyi demokratik yollarla değiştireceğiz. Otoriter bir yönetime son vereceğiz. Ülkemizde demokrasi içinde huzuru ve güveni sağlayacağız. Bundan eminim. Halkın sağduyusuna güveniyorum.

Şunu da ilave edeyim: Keşke Sayın Gül daha önce istifâ edebilseydi. Biliyorsunuz bir Yargıtay süreci var: İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın, önce Yargıtay üyeliğine, arkasından Anayasa Mahkemesi’ne seçilmesi hukuk tarihimizin kara bir sayfasıdır. Böyle bir sayfayı Adalet Bakanı’nın yaşamaması gerekirdi. Böyle bir tablo karşısında, “Ben izzet-ü ikbâl ile bâbı hükûmetten çekilmek zorundayım. Ben Adalet Bakanı’yım, böyle bir rezâleti görmek istemiyorum” diyebilmeliydi. O zaman çok daha fazla büyürdü. O zaman anlardık ki Adalet Bakanı gerçekten de vicdan sâhibi ve adâleti savunan bir bakan. Böyle bir tabloyu gördüğü zaman, “Tamam, pek çok şeye göz yumduk ama, bu kadarı da olmaz” diyebilmeliydi. O zaman Sayın Gül toplumda daha fazla ilgi ve sempati toplayabilirdi. 

Ruşen Çakır: Bu yayından sonra eminim bu mesajı alacaktır, belki de izliyordur kendisi. Şunu sormak istiyorum size: Eskiden Başkanlık Sistemi’nde devlet ve hükûmet ayrımı vardı. Hatta yabancılar bunu pek anlamazdı. Yani bir siyâsî hükûmet oluyordu, bir de devlet oluyordu. Şimdi hükûmet diye bir şey yok, Cumhurbaşkanı’na bağlı bir kabine var. Artık iç içe geçmiş durumda. Ben bâzen yorumlarımda Erdoğan’dan bahsederken, kimi zaman “siyâsî iktidar”, kimi zaman “devlet” diyorum. Ama özellikle muhâlefetteki bazı insanlar, “Hayır, o devlet değil” diyorlar. Türkiye’de hâlâ Erdoğan’dan, Erdoğan yönetiminden bağımsız, o geleneksel devlet yapısının sürdüğünü söyleyebilir miyiz? Çünkü sizin çağrınız buna yönelik. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Evet, çağrım ona yönelik. Şöyle açıklayayım: Bir devlet var, bir de hükûmet var. Devlet dediğiniz bâkîdir. Merkez Bankası, Maliye Bakanlığı, BDDK’sı, ilkokulu, lisesi, üniversitesi, bunlar devlet kurumlarıdır, hükûmet kurumları değildir. Ve devlet, bütün kurumlarıyla adalet üzerine inşâ edilir. Devleti sağlıklı yapan ve emin adımlarla geleceğe taşıyacak olan da, liyâkat sistemiyle oluşturulan bürokrasidir. Devletin hâfızasını siyâsî partiler veya iktidar partisi değil, bürokrasi tutar. Hükûmetler ise geçidir. Vatandaştan yetkiyi alır, 5 yıl süreyle gelir ve devleti yönetir. Hükûmet, devleti yönetmek üzere vatandaşın oyuyla gelmiş ve görev üstlenmiş bir kurumdur. Erdoğan da vatandaşın oyuyla seçildi, hükûmet olarak 5 yıl devleti yönetmek üzere geldi. Hükûmet olanlar bir süre sonra “Ben devletim” deme noktasına gelirlerse, devletin içinde çürüme başlar. 

Ruşen Çakır: Peki, biz o noktada mıyız?

Kemal Kılıçdaroğlu: Evet. Şu anda o çürüme bir hayli ilerledi. Devletin içinde ciddî bir çürüme var. Devletin iskeleti Anayasa’da var zâten: yasama, yargı ve yürütme. Bugün Anayasa Mahkemesi kararlarını alttaki mahkeme uygulamıyorsa bu ne demektir? Üstelik Anayasa Mahkemesi kararını uygulamayan hâkimi de alıp terfi ettiriyorsunuz. Oysa onun göbek bağını kesmeniz lâzım; çünkü hiyerarşiyi bozuyorsunuz. Onu terfi ettiriyorsanız, o zaman, “Ben devletim. Anayasa ne demek? Ben söylersem Anayasa var, yoksa Anayasa yok”demiş oluyorsunuz. Yasalar da aynı şekilde. Dolayısıyla, kişinin “Ben devletim” diye ortaya çıkması, devlet dediğimiz kurumda liyâkati bitirir. İşi ehline değil, sizi destekleyene, yandaşa veriyorsunuz. Bürokrasiyi böyle oluşturuyorsunuz, bir süre sonra, “Ben devletim” diye ortaya çıkıyorsunuz. Siz devlet değilsiniz, ama var olan devleti çürütüyorsunuz; devletin kurumlarını yıpratıyorsunuz. Mesela, Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Nebati, “Merkez Bankası’nın bağımsızlığı yoktur. Ne bağımsızlığı? Sorumlusu benim” dedi. Oysa yasa, “Merkez Bankası bağımsızdır. Temel görevi fiyat istikrarını sağlamaktır” diyor. “Merkez Bankası bağımsız değildir. Fiyat istikrarından ben sorumluyum”diyorsanız, memleketi bu hâle getirmiş oluyorsunuz. Bu, “Merkez Bankası’nı tanımıyorum” demektir. O zaman, Merkez Bankası sadece para basan bir matbaaya dönüşüyor. Merkez Bankası’nın şu andaki işlevi o; başka hiçbir işlevi yok. Güveni yok, bağımsızlığı da yok. Yasaya göre fiyat istikrarını sağlamak Merkez Bankası’nın görevi. Ama Erdoğan bir karar çıkarttı ve Fiyat İstikrar Komitesi diye bir şey kurdu. Bu ne demektir? “Merkez Bankası’nı bir kenara atıyorum. Fiyat istikrarını bu komite sağlayacak” demektir. Peki, bu komite fiyat istikrarını sağladı mı? Memleketin geldiği hal ortada.

Ruşen Çakır: Kemal Bey, buraya geldiğimizde, bir vatandaş size, ekonomik sıkıntılardan bahseden bir afiş hazırlamış, üzerine de “Muhâlefet sessiz” diye yazmış. Ben de bâzen sessiz olduğunu söylüyorum. Sessiz mi gerçekten?

Kemal Kılıçdaroğlu: Hayır, muhâlefet sessiz değil. Biz Türkiye’de hemen hemen her toplumsal grupla sağlıklı ve tutarlı bir iletişim kurmaya özen gösteriyoruz. Taşeron işçilerinden apartman görevlilerine, sanayicilerden tutun Organize Sanayi Bölgesi yöneticilerine, esnaftan tutun çiftçilere, kuryelerden TIR şoförlerine, otobüs ve kamyon şoförlerine kadar toplumun her kesimiyle diyalog içerisindeyiz. Gittiğimiz her yerde bize bugünkü vatandaşın ifâde ettiği gibi, büyük sıkıntılar yaşadıklarını iletiyorlar. Evet, büyük sıkıntılar yaşıyoruz, biz de bunun farkındayız. Büyük sıkıntıları aşmanın yolu, önce iktidârı değiştirmek. Sandık gelecek ki iktidârı değiştireceğiz. Vatandaşı, içinde yaşadığı kâbustan kurtarmamız lâzım. Bir ekonomik buhran yaşıyoruz. “Kriz”diyorlar. Ne krizi? Buhran yaşıyoruz. 500 lira gelmiş, 200 liralık elektrik faturası. Dün abdallarla görüştüm. 200 liralık elektrik faturası, 500 lira gelmiş. Kadıncağız “Ben 500 lirayı nasıl ödeyeceğim? Kocam hapiste. Gelip elektriğimi kesecekler. Ben insan değil miyim?” diyor. Büyük insan dramları var. O insan dramlarını keşke televizyonlara çıkarabilsek, yaşadıkları dramı kamuoyuyla paylaşabilseler. Öğrenciler, çiftçiler, esnaf büyük sıkıntılar yaşıyorlar. Veresiye defteri var. Bütün bunları gördüğünüz zaman, insan dramlarıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Ben daha önceki konuşmalarımda “Siz henüz kışın baharını yaşıyorsunuz. Daha kışı görmediniz. Kara kış” demiştim. Kara kışı yaşıyoruz şimdi. 

Ruşen Çakır: Burada şöyle bir mesele var Kemal Bey. Muhâlefet olarak, tabii ki siz CHP Genel Başkanı olarak yaptıklarınızı anlatıyorsunuz. Ama kamuoyu, muhâlefet dendiğinde, bir bloku, Millet İttifakı’nı görüyor — her ne kadar bir blok olmasa da. Millet İttifakı’nda hâlâ görüşmeler sürüyor. Ama muhâlefet blokunda da şöyle durumlar yaşanıyor. Diyelim ki kur krizi yaşanıyor. Siz bir açıklama yapıyorsunuz. Ali Babacan bir açıklama yapıyor. Meral Hanım açıklıyor, Davutoğlu bir açıklama yapıyor, Temel Bey de açıklama yapıyor. Hepiniz ayrı ayrı açıklama yapıyorsunuz. Ama hepiniz bir araya gelip vatandaşa, “Biz sizi bu sıkıntılardan kurtaracağız”demediniz.Muhâlefetin sesini birleştirme meselesine girmiyorsunuz hâlâ. Ben ona “büyük fotoğraf” diyorum. Neyi bekliyorsunuz?

Kemal Kılıçdaroğlu: Her birimiz ayrı partiyiz, kabul etmemiz lâzım. Her birimizin programı, ilkeleri farklı. Ortaklaştığımız konular var. Bunlardan birisi “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”e geçmek. “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”i altı lider seslendiriyor. Ama bunun ne demek olduğunu ortaya koymamız lâzım; altı lider bir araya gelip bunu kamuoyuyla paylaşmamız lâzım. Bunun için ön çalışmalar yapıldı, genel başkan yardımcıları görevlendirildi. Altı genel başkan yardımcısı uzun bir çalışma yaptılar. O çalışmadan sonra bir metin ortaya çıktı. Metin genel başkanlara sunuldu, onlar yetkili organlarında görüştüler. Son şekli verildi, tekrar toplanıldı. Büyük olasılıkla Şubat ayı içerisinde altı genel başkan bir araya gelecek ve bu belgeyi imzalayacağız. 

Ruşen Çakır: O büyük fotoğrafı o zaman vereceksiniz. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Evet. Böylece “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”den neyi anladığımızı, neyi hedeflediğimizi, neden “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” olması gerektiğiningerekçesini altı lider kamuoyu ile paylaşacağız. 

İkinci adım da şu: Seçim olup vatandaş bizi iktidara taşıdığında ne yapacağız? Şu anda bu konuda da bir çalışma yapılıyor. O çalışma da önümüzdeki süreç içerisinde bitecek. O konuda da bunu kamuoyuyla paylaşacağız. Diyelim ki doğalgaza zam geldi. Gazeteciler her bir lidere ayrı ayrı görüş soruyorlar. Her liderin cevap vermesi, kendi partisinin görüşlerini dillendirmesi doğaldır. Olması gereken de budur zâten. Ama daha sonra, ekonomi konusunda neleri yapacağımızı yine bir araya gelip değerlendireceğiz ve yine kamuoyuyla paylaşacağız. Ortak ses çıkarmak konusu şöyle: Ekonomide, hukuk sistemi içinde, yatırımlarda veya dış politikada neler yapacağınızı, önce alt pozisyonda olan yetkili genel başkan yardımcıları bir araya gelip ortak bir görüş oluşturduktan sonra, bu görüşler yukarıya yansıyacak. Yukarıda da biz bunu kamuoyuyla paylaşacağız.

Ruşen Çakır: “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” çalışmasını biliyoruz. Ama takdir edersiniz ki, vatandaşın, seçmenin, özellikle kafası karışık seçmenin temel meselesi daha somut: Geçim derdi. Siz de söylüyorsunuz bunu zâten.

Kemal Kılıçdaroğlu: Biliyorum. 

Ruşen Çakır: Vatandaş, “Bana ne Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemden? Ben karnımı nasıl doyuracağım?” diye bakıyor.Muhâlefet buna ne diyor? Neyi nasıl yapacağı sorusunu daha ciddî ve somut bir şekilde söylemek gerekiyor. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Evet, bu meseleyi ortaya koyacağız, bundan da herkesin emin olması lâzım. Biraz önce dedim ki: “Halk bizi seçip iktidara geldiğimizde ne yapacağız?” Önce, 1 numaralı kararname ile bir Stratejik Planlama Teşkilâtı kurmak zorundayız. Siyâsî otoriteye her türlü bilgiyi sağlayan bir kurum bu. Buraya, planlamayı bilen, bu konuya yıllarını veren, devletin yetkili isimlerini atayacağız. Bu kurum başkanına da, “Bana on gün içerisinde Türkiye’nin bütün rakamlarını getir”diyeceğiz. Gelirimiz, giderimiz nedir? Fonlarda ne kadar paramız var? Varlık Fonu nedir? Varlık Fonu içerisindeki şirketlerin pozisyonu nedir? Hangi fonda ne kadar para var? Bizim taahhütlerimiz ne? Köprüye, yola ne kadar dolar, euro ödeyeceğiz? Borçlarımız ne kadar? Bunların tamâmını bilmek zorundayız. O rakamlar geldikten sonra, Sosyal Ekonomik Konsey’i çağıracağız. Devlet dediğimiz kurum saydam olmak zorundadır; vatandaşın vergisini harcıyoruz çünkü.Ve diyeceğiz ki:“Tablomuz budur. Gelirimiz bu, giderimiz bu, taahhütlerimiz bu. Sizin sorunlarınızı dinleyeceğiz. Bakanlarımız da burada. Biz sizin sorunlarınızı çözmeye tâlibiz.”Hangi sorunları nasıl çözeceğimizi onlara tek tek anlatacağız ve gereğini de belli bir takvim içerisinde yerine getireceğiz. 

Ruşen Çakır: Bunu bir ittifak olarak mı yapacaksınız?

Kemal Kılıçdaroğlu: Evet.

Ruşen Çakır: O ittifakın aktörleri kesinleşti mi? Sizler sürekli bir görüşme hâlindesiniz, birbirinizi ziyâret ediyorsunuz, yemekler yiyorsunuz. 

Kemal Kılıçdaroğlu: İttifakın aktörleri genel başkanlar zâten.

Ruşen Çakır: Şunu söylemek istiyorum: Mesela Cumhuriyet gazetesinde “Üçüncü İttifak” diye bir haber çıktı. Sağ partilerin ayrı bir oluşum olacağı…

Kemal Kılıçdaroğlu: Bunlar yazılır çizilir, olabilir. Ama hayatın gerçeği, biz sayın genel başkanlarla yan yana geliyoruz, oturup konuşuyoruz. Gazetelerde farklı yorumlar olabilir. Belki gerçekler de yazılmayabilir. Aldıkları bir duyumu dillendirebilirler. Bu, dünyanın her tarafında olabilir. Ama hayatın bir gerçeği var. Sizinle nasıl oturup konuşuyorsak, diğer siyâsî parti liderleriyle de oturup konuşuyoruz. Yemek de yiyoruz, çay kahve de içiyoruz. Bir sorun olduğu zaman veya önemli bir olay olduğu zaman, araya sekreteri de koymuyoruz. Cep telefonumuzu açıp, kendi düşüncemizi açıklıyoruz. Onlar açıyor, kendi düşüncelerini ifâde ediyorlar. Gayet rahat ve samîmî ve karşılıklı güveni tesis etmiş durumdayız. Bu çok önemli. Siyâset dediğiniz güven üzerine inşâ edilmek zorunda. Türkiye’nin sorunlarını çözmeye tâlipseniz, bunu belli bir güven zemini içinde yapmak zorundasınız.

Ruşen Çakır: Kemal Bey, burada altı partiden söz ediyoruz, değil mi? Yani, Demokrat Parti, Saadet Partisi, DEVA Partisi, Gelecek Partisi, İYİ Parti ve CHP. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Evet, altı partiden söz ediyorum. Rahatlıkla konuşabiliyor, iletişim kurabiliyoruz. Genel başkan yardımcıları kendi alanlarıyla ilgili konuda zaman zaman bir araya gelip konuşuyorlar. Burada da bir tereddüdümüz yok. Belki hiç kimsenin tahayyül edemeyeceği güzel bir uyumu sağlamış vaziyetteyiz.

Ruşen Çakır: Geçen gün Yeniçağ gazetesinin manşetinde İYİ Partili bir milletvekilinin “CHP’ye mecbur değiliz” açıklamasını gördüm. Kendisi aynı zamanda Yeniçağ gazetesinin de sâhibi.

Kemal Kılıçdaroğlu: Olabilir. Önemli olan, genel başkanların tavrı ve tutumlarıdır. Milletvekillerinin zaman zaman farklı görüşler dillendirmeleri mümkün olabilir. Ben de okudum o açıklamayı, Sayın milletvekilimizle de konuştum. Ama insanlar bazen yaşadıkları sorunu aşamayınca, sorunu aşmak için ilgili muhâtabı hareketi geçirmek isteyebilirler. Söylemler belki buna da dayanmış olabilir. Ama önemli olan, genel başkanlar, Türkiye’nin var olan sorunları çözme konusunda kararlılar. Milletvekillerinin farklı görüş ve söylemleri olabilir, ama asıl olan genel başkanlardır. Asıl olan kurumsal yapılardır.

Ruşen Çakır: Biraz önce altı parti dedik. Ama muhalefet altı partiden ibâret değil. Başlı başına bir HDP meselesi var. Bu konu size çok soruluyor. Bu konuyu sizinle daha önce de konuştuk. Bir de, sizin “Demokrasi Diyarbakır’dan geçer” sözünüz var. Diyarbakır ziyâretiniz son anda iptal oldu.

Kemal Kılıçdaroğlu: Hava koşulları nedeniyle uçak kalkmadı. 

Ruşen Çakır: Ama hâlâ niyetiniz var diye biliyorum.

Kemal Kılıçdaroğlu: Evet, gideceğim. Diyarbakır’a gidip Diyarbakırlılarla kucaklaşıp helâlleşeceğim. 

Ruşen Çakır: Peki bu mesele çözüldü mü sonunda? İnsanlar şunu merak ediyor: Anketleri siz de görüyorsunuz. Cumhur İttifakı’nın ve Millet İttifakı’nın rakamları ortada. Ama ortada bir HDP var. HDP’nin oy oranı yüzde 10’un üzerinde gözüküyor. Aritmetik olarak bakılınca, HDP nereye yönelse orası kazanacak gibi bir tablo var. Bir de, perspektif olarak HDP’lilerin söyledikleriyle sizin söyledikleriniz uyuşuyor. Ama artık anlıyoruz ki, HDP’nin açık bir şekilde ortak bir müttefik olması söz konusu değil. Doğru mu anlıyorum?

Kemal Kılıçdaroğlu: HDP bir üçüncü ittifak konusunda bir çalışma yaptı. Üçüncü ittifakı oluşturacak olan partilerin liderleri bir araya geldiler. Ben de gazetelerden okudum. Bu konuda önemli bazı adımların atıldığı da ifâde ediliyor. Üçüncü ittifak olabilir tabii. Sonuçta, siyâseten,“Bizim dışımızda ittifak olmasın” diyemezsiniz. Üçüncü ittifak, dördüncü ittifak olabilir. Dayandığımız temel nokta şu: Bu ülkeye gerçek anlamda demokrasiyi getirecek miyiz, getirmeyecek miyiz? Demokrasiyi getireceksek, geleceğimiz yer kaynağın başı, demokrasidir; demokrasiyi getirme konusunda çaba göstermemiz lâzım. Üçüncü ittifak olabilir, kendi aralarında bir araya gelebilirler. Daha fazla milletvekili çıkarmak için yasaların kendilerine verdikleri olanakları kullanabilirler. Buna saygı duymamız lâzım.

Ruşen Çakır: Ama burada önemli olan, HDP’nin başkanlık seçimindeki tercihleri olacak. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Tabii, o zaman onu her ittifak belirleyecek. Başkanlık Sistemi’ndeki kendi tercihleri nedir, demokrasi konusunda kendi tercihleri nedir, kendileri belirleyecek. Var olan sistem demokratik mi? Hayır. Var olan sistem otokratik bir yapı mı? Evet. Var olan sistemde hukuk var mı? Hayır. Adaletsizlikler var mı? Evet. Var olan sistem, milyonlarca çocuğun yatağa aç girmesini sağlayan bir sistem mi? Evet. Var olan sistemde milyonlarca kişi umudunu yitirmiş, yurtdışında geleceğini arıyor mu? Evet. Üniversite mezunları işsiz mi? Evet, işsiz. O zaman bu sistemin nesini savunacaksınız ve bu sistemden yana nasıl tavır alacaksınız? Partiler tavır alsa bile tabanı tavır almayacaktır. Siz büyük fedakârlıklarla çocuğunuzu üniversitede okutmuşsunuz. Evlâdınız hâlâ iş bulamıyor; anne-babasının eline bakıyor, harçlık alabilir miyim diye. Böyle bir tablodan yana bir siyâset olabilir mi? Böyle bir tablodan yana demokrasi olabilir mi? Hayır, biz bunu değiştirmek için yapıyoruz. HDP de doğal olarak diğer partilerle bir üçüncü ittifakı oluşturmak istiyor. Saygı duyacaksınız buna.

Ruşen Çakır: Ama cumhurbaşkanlığı seçimindeki tercihlerini sizin adayınızdan yana yapma ihtimalleri daha yüksek diye düşünüyorsunuz. 

Kemal Kılıçdaroğlu: “Bizim adayımız” demeyelim, demokrasiden yana dersek… Çünkü böyle bir dil kullandığımız zaman, sanki HDP veya diğer partiler bize mahkûmmuş gibi bir algı çıkıyor ortaya. Her siyâsî partinin, hem yöneticilerine hem kurumsal yapılarına saygı duymamız lâzım. Ben demokrasinin kökleşmesi için bütün siyâsî partilerin ciddî demokratik adımlar atmalarını isterim; buna karşı da çıkmam. Var olan sistem içerisinde, giderek otoriterleşen bir yapı var. O yapı, sâde vatandaşın bile nefes almasına imkân vermiyor. Gençleri umutsuz kılıyor, geleceği yurtdışında aramaya başlıyorlar. Müthiş bir işsizlik ve müthiş bir sefâlet var. Bunlar yetmiyormuş gibi, hâlâ o yoksul insanların ceplerine ellerini atıyorlar. Elektriğe yüzde 127 zam. İnsaf ya! Sarayın elektriği için para mı ödüyor beyefendi? Kullandığı su için, doğalgaz için para mı ödüyor? Gecekonduda oturan dul kadının hangi pozisyonda olduğunu biliyor mu? 718 lira veriyor dul kadına, bir ay geçinmesi için. Bunlarda vicdan var mı?

Ruşen Çakır: Meral Hanım’la birkaç ay önce burada, stüdyomuzda yayın yapmıştık. Kendisine İYİ Parti’nin Cumhur İttifakı’na gitme ihtimâli olur mu diye sormuştum. O da “Ben gitsem bile tabanımız gitmez” diye cevap vermişti. HDP konusunda, Cumhurbaşkanı sürekli Öcalan kartını oynayarak, Öcalan üzerinden Selahattin Demirtaş’a saldırıyor. Anlaşıldığı kadarıyla, HDP seçmenini muhâlefetten uzak tutup, mümkünse kendi yanına çekmeye ya da en kötü ihtimalle tarafsız kalmaya sevk etmeye çalışıyor. Biliyorsunuz, Öcalan konusu daha önce yerel seçimde de denendi. Böyle bir ihtimal olabilir mi? İktidardan yana görüş belirten bir Öcalan olayıyla karşılaşabilir miyiz? Karşılaşırsak, bunun bir karşılığı olur mu?

Kemal Kılıçdaroğlu: Ne yaparsa yapsın, bu ülkenin insanları Bizans oyunlarından bıktı artık. Yerel seçimlerde daha önce yapıldı. Gittiler Öcalan’ın kardeşini buldular. Devletin televizyonuna çıkardılar. Erdoğan’a destek açıklaması yaptı. Sonra gittiler, Tunceli Üniversitesi’nden bir hoca buldular. Hocayı gönderdiler İmralı’ya. Hoca geldi, basın toplantısı yaptı. Saraydan telefon ettiler, bütün yayın organları oraya gitsin diye. Yayın organları gitti. Oradan açıklamalar yapıldı. Ne oldu sonuçta? Bu milletin bir vicdanı var, buna kesinlikle inanıyorum. Erdoğan Bizans oyunlarıyla iktidarını, pozisyonunu korumak istiyor. Yeter kardeşim ya! Milletin ağzındaki lokmayı, cebindeki parayı aldınız. Milleti işsiz güçsüz bıraktınız siz. Hâlâ kalkmış “Ben iktidar olacağım” diyor. Millet “Açım” diye bağırıyor. Nedir bu insanların hâli git bir gör bakalım. Sarayda oturmuş, keyfi yerinde. Ceplerinde paraları, etrafında dolarları. Rahmetli Aziz Nesin olsaydı, bu dönemden müthiş öyküler çıkardı. Etrafta dolar geziyor, Türk lirasını dolara bağlamışlar. Neymiş? “Liralaştıracaklarmış”. Allah akıl fikir versin bunlara. 

Ruşen Çakır: Kemal Bey, ben sizi grup toplantılarında da çok izledim. Ama sizin evden yaptığınız videoların ayrı bir yeri var. Orada başka bir strateji uyguluyorsunuz ve her biri bayağı etkili oluyor. Bunlardan en etkisi “helâlleşme” konusuydu. Demin de bahsettiniz, “Diyarbakır’da helâlleşeceğim”dediniz. Sizin muhâfazakâr kesime yönelik helâlleşme çalışmalarınızı biliyorum. Hattâ daha önceki sohbetlerimizde de sizinle bu konuyu çok konuştuk. Kimi zaman sizin tabanınıza yakın kişilerde bile, “endişeli muhâfazakârlar”la ilgili, “Bu kadarı da fazla. Onlar da bunu hak etmiyorlar. Tamam, oy vermeyeceklerse vermesinler” gibi yaklaşımlar var. Herhalde size de söylüyorlardır bunu. Ne cevap veriyorsunuz bunlara?

Kemal Kılıçdaroğlu: Bir ateşten gömlek giydim, bunu bilmenizi isterim. Toplumun barışmaya, birlikte olmaya ihtiyâcı var, kavgaya değil. Kavgadan uzak durmamız lâzım. Siz ateşten gömlek giydiyseniz, vatandaşlarınız arasında ayrım yapamazsınız. Muhâfazakâr kesim bize mesâfeliyse, o muhâfazakâr kesime değil, “Bu insanlar niye bizimle mesâfeli?” diye önce dönüp kendinize bakmanız lâzım. Sıkıntılar var mı? Var. Bu sıkıntıların kaynağı zamanında biz olmuş muyuz? Olmuşuz. Eh demek ki oturup konuşmamız, helâlleşmemiz lâzım. Ya arkadaş, kabahatimiz, kusurumuz var mıydı? Evet vardı. Kusuru bitirmek istiyorum kardeşim. Bitiriyor musun? Bitiriyorum. O zaman, “Gel kucaklaşalım, gel helâlleşelim” diyeceğiz. Başörtüsü sorunu var mıydı? Evet, vardı. Sorunun kaynağı CHP olarak görülüyor muydu? Evet. Bu sorun insan haklarına aykırı. Sana ne kardeşim kadının kılık kıyafetinden? Bu kadının çocuğu, işi var mıdır, yok mudur, ona bak. Kız çocuğu üniversiteye gitmek istiyor, başörtüsü taktı diye biz onu üniversiteden aldık. “Almayacaksın içeri” dendi. Zamanında, bu söylendi. Ben genel başkan olduktan sonra, dönemin YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’dı. “Alın kardeşim bunları içeriye, niye almıyorsunuz?” dedim. Böyle bir mîras kaldı. Böyle bir algı var şimdi. Siz bu algıyı değiştirmek zorundasınız. O insanlarla kucaklaşmak zorundasınız. Ben o insanları kazanmak zorundayım. Onların bize yönelik önyargıları da olabilir. Ama önyargıları kırmak da bizim görevimiz, onun değil. O bize öyle bakıyor. Ama bizim öyle olmadığımızı ona anlatmamız lâzım. Kucaklaşmamız lâzım. 

Diyarbakır’a gideceğim. Diyarbakır hapishanelerinde anılar, kitaplar yazıldı. O işkenceleri görmeyecek miyiz? O işkenceden geçen insanlara dönüp de, “Burada ciddî haksızlık yapıldı, bu devletin sizinle helâlleşmesi lâzım” demeyecek miyiz? Roboski’de insanlar, gencecik çocuklar öldürüldü. Dosya kapatıldı. Tamam, ölenler geri gelmeyecek, bunu ben de biliyorum. Ama bu ailelerle oturup helâlleşmemiz gerekmiyor mu? Kabahatimiz, kusurumuz var. “Sizin çocuklarınızı hayâtına mal oldu aldığımız karar. Yanlış bir karardı” demeyecek miyiz?

Kızılderililerle ilgili Amerikan filmlerini görüyorsunuz. O filmlerin her biri aslında helâlleşmedir. Toplumun kendisini sorgulamasıdır. Ona izin veren devlet de, “Evet, yapın bunu” diyor. Bu toplumda bir kaynaşma olması lâzım. Amerika’da siyâhîler üzerine yapılan filmleri de görüyoruz, değil mi? Onların gördüğü baskı ve zulümlerle ilgili filmler. Aslında devlet bu sinema filmleri, romanlar, öyküler, resimler tablolar aracılığıyla helâlleşiyor bunlarla. Bir helâlleşme var. Siz bunları bir tarafa bırakıp, “Yok efendim, benim dediğim doğru. Ben sert bir şekilde duracağım”diyemezsiniz. Kucaklaşmak varken niçin?  O nedenle “Ateşten gömlek giydim” diyorum. İki taraftan da, olur olmaz bir sürü şey geliyor. Ama bunu yapmak zorundayız. 

Ruşen Çakır: En çok söylenen îtirazlardan biri –ki onu da biliyorsunuzdur, tekrar sorayım– bunca zamandır AK Parti döneminde yapılan, özellikle son yıllarda yapılan haksızlıkların, hukuksuzlukların hesabı sorulmayacak mı? “Helâlleşeceğiz ve üstünü mü kapatacağız?” diyorlar.

Kemal Kılıçdaroğlu: İki şeyi ayırmamız lâzım. Haksızlık hukuksuzluk, yolsuzluk varsa, bu ayrı. Bu, yargının konusu zâten. Adalet orada aranıyorsa, ona bir şey yapamazsınız. Gidecek yargılanacak zâten. Yoksa kul hakkı yiyen birisine, “Gel seninle helâlleşelim” diyemezsiniz. Olmaz o. Eğer Yüce Yaradan, “En büyük suç, benim karşıma kul hakkıyla gelmeyin” diyorsa, benim onu affetme şansım bile yok zâten. Dolayısıyla o ayrı bir olay. Yasadışı bir olay vardır, insanlar gider yargılanırlar. Beraat eder veya mahkûm olurlar, o ayrı. Ama bizim söylediğimiz farklı bir şey. Biz yaptığımız bâzı haksızlıkları görmeliyiz. Haksızlıklar dolayısıyla mağdur olan kişiyi kucaklaşmalıyız ve ondan özür dilemeliyiz. “Burada bir kabahatimiz, kusurumuz var” demeliyiz. “Muhâfazakâr kesim” diyoruz. Kişi, kendisini inançlı, dindar olarak tanımlıyor olabilir. Benim onun mânevî dünyasına müdâhale etme hakkım var mı? Yok böyle bir hakkım. Allah’la kulun arasına Peygamber’in bile girme yetisi yok. Benim görevim onun inançlarına, mânevî dünyasına saygı göstermek. İnançları dolayısıyla veya kimliği dolayısıyla veya yaşam tarzı dolayısıyla ötekileştiriliyorsa, “Hayır, bunu ötekileştirmezsin. Böyle bir hakkın yok” demem lâzım.

Ruşen Çakır: Kemal Bey, Ekrem İmamoğlu’nun balıkçıdaki yemek meselesini sormak istiyorum. Herhalde size çok sorulmuştur. Nedir o olay? Çünkü partinizin birtakım yöneticileri de, “Kesinlikle böyle bir şey yok. O fotoğraf yalan” diyerek açığa düştüler. Sonra fotoğrafın doğru olduğu ortaya çıktı. Ama zamanla ilgili bir sorun olduğu söylendi. İstanbul ve Türkiye karla boğuşurken, birdenbire gündeme Ekrem İmamoğlu oturdu.

Kemal Kılıçdaroğlu:Ekrem Bey iktidar ve havuz medyası tarafından, onların sosyal medyadaki trolleri tarafından bilinçli olarak hedefe oturtuldu. Çünkü kusurları vardı. Uçaklar inememişti, kalkamamıştı. Binlerce yolcu bekliyordu. İngilizce slogan atmaya başladılar. Havaalanının bir bölümü çökmüştü. Turistler otellere götürülemedi, yatacakları bir olanak sağlanmadı; kartonlar dağıtıldı. Tam bir rezâlet yaşandı. Bu rezâletin görülmemesi gerekiyordu. “Hedef olarak İmamoğlu’nu bulabiliriz” dediler ve olayı onun üzerinden yürütmeye çalıştılar. Ama bu toplumun bir vicdânı var. Ekrem Bey bir büyükelçiyle daha önceden randevulaşmış, yemek yiyecek. Olabilir, yemek yiyebilir. Bu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin çalışmadığını göstermez ki, çalışıyor. Tâlîmat vermediği anlamına gelmez ki. Tâlîmat da verir. Cep telefonuyla, her an, her ortamda hem olayları izleyebilir, hem çok kısa sürede bilgi alabilir, hem de hangi önlemlerin alınması gerektiği konusunda tâlîmat da verebilirsiniz. Ekrem Bey lokantada olmayıp da dozerin başında mı olacaktı? Zaten dozerin başında olmayacaktı. Bir merkezleri var, o merkeze zâten gidildi. Nerelerde tıkanma var, nerelerde yok bakıldı edildi. 

Düşünün, iki bakan geliyor, havaalanına inemiyorlar, Atatürk Havaalanı’na iniyorlar. İstanbul’da o olaylar olurken, “Valiler, bakanlar neredeydi? İçişleri Bakanı, Ulaştırma Bakanı, THY Genel Müdürü neredeydi?”diye sorduk mu? Bunlar soruldu mu?

Ruşen Çakır: Bu arada THY Genel Müdürü de uçtu.

Kemal Kılıçdaroğlu: Evet, o da arada uçtu gitti. Dolayısıyla, bir kar yağışını gerekçe gösterip, “Kaybedilen İstanbul’u nasıl kazanırız?” arayışı içine girdiler. Hedefleri sorunu çözmek değil. Bu, iktidar olmadıklarını gösteriyor. Ceplerine çalıştıklarını gösteriyor. İstanbul’un rantını kaybettiler, “O rantı tekrar nasıl kazanabiliriz?” arayışı içine girdiler. Ekrem Bey’in gayet sağduyulu olduğunu biliyorum. Bu arada, MOBESE kayıtları da şunu gösterdi: Benim telefonlarımın dinlendiğini, belediye başkanlarının dinlendiğini defâlarca söyledim. Sonra bir de baktık, meğer MOBESE aracılığıyla da izleniyoruz; o gerçek de ortaya çıktı. Belki bunun öyle bir yararı da oldu. “Telefonlarımız dinleniyor” dediğimiz zaman, “Yok efendim!” diye bir sürü gerekçe buluyorlardı. Ama MOBESE kayıtları sadece dinleme değil, izlemenin de olduğunu gösterdi. 

Ruşen Çakır: Abdülhamit Gül’ün istifasında bu MOBESE kayıtlarının da bir rolü olmuş galiba, öyle yorumlar da var.

Kemal Kılıçdaroğlu: Bilmiyorum. Bilmediğim bir konuda da yorum yapmak istemem Ruşen Bey.

Ruşen Çakır: Kapanış sorusu olarak şunu soracağım size: Aylar önce, çok güvendiğim bir tanıdığım, “Kemal Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı adayı olacak” demişti. O tarihteki kamuoyu araştırmalarında, “Erdoğan’ın karşısında şu olursa şu kadar, bu olursa bu kadar oy alır” diye anket sonuçları yayınlanıyordu. Bu araştırmalarda da siz en altlarda, açık ara geride görünüyordunuz. Diğer adaylar, Ekrem Bey, Mansur Bey veya Meral Hanım’ın oyları sizden daha yüksekti. “Aritmetik bakımından nasıl olabilir bu?” diye sordum. O tanıdığım, “Aday olacağı kesin” dedi. Bir süre sonra siz bu adaylık konusunu, “Neden olmasın?” diyerek ilk defa telaffuz ettiniz. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Hayır, “Liderler kabul ederse” dedim.

Ruşen Çakır: Ama ilk çıkışınızda, Erdoğan sürekli olarak size, “Karşıma çık” dediğinde, çıkabileceğinizi söylediniz. Gayet net soracağım. Siz Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı olursanız, adaylığınız konusunda mutâbık kalınırsa –karşınıza muhtemelen Erdoğan’ın çıkacağını varsayıyorum– Erdoğan karşısında ilk turda kazanacağınızı düşünüyor musunuz?

Kemal Kılıçdaroğlu: İlk turda kesinlikle Millet İttifakı kazanacak. 

Ruşen Çakır: Millet İttifakı kazanacak. Yani Millet İttifakı’nın adayı siz veya bir başkası da olsa, o kazanacak. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Kesinlikle. Aday her kim olsa da Millet İttifakı kazanacak. Çünkü tartışılan konu isim değil, sistem. Bu sistem değişsin mi? Evet değişsin. İttifakın bileşenleri, elbette ki bu sistemi değiştirecek bilgisi, birikimi, kapasitesi, güvenliği açısından bakılacak ve ona göre bir aday belirleyecek. Devlet aklı olan ve o çerçevede neyin nasıl yapılması gerektiğini bilen, ittifakı bir arada tutan, ittifakın kendi içindeki dengelerini sağlıklı ve tutarlı bir şekilde koruyan bir kişi gelecektir. Dolayısıyla, biz bu sistemden memnun değiliz. Bu yanlış bir sistem, değiştireceğiz. Biz de ittifak olarak oturduk ve “Şu kişi cumhurbaşkanı olsun” dedik. Bitti. Hepimizin desteği olduktan sonra. Olayı kişiye değil, tam tersine sisteme indirgemek lâzım.

Ruşen Çakır: Doğru, ama sonuçta siz Kılıçdaroğlu olarak karşımdasınız. Sizin adaylık telaffuzunuz şöyle yorumlandı: “Kemal Kılıçdaroğlu siyasetteki jübilesini cumhurbaşkanı olarak yapmak istiyor”. Doğru mudur?

Kemal Kılıçdaroğlu: Konuşulabilir tabii; ama inanın bunu ilk kez sizden duyuyorum. Bilmiyorum. Ama sonuçta cumhurbaşkanlığı onurlu bir görevdir. Bir görev olmanın yanı sıra, devletin sigortası olma konumundadır. Devletin sigortası olacaksınız. Siz sadece kendi ülkenizde değil, Türkiye’nin îtibârı konusunda da son derece saygın bir kimliğe sâhip olmak zorundasınız. Devletin îtibârını da korumak zorundasınız.  Devletin sigortası iseniz, devlette liyâkati, devlette adaleti sağlamak zorundasınız. Bunları sağlayamazsanız, devleti yönetemezsiniz. Devleti yönetmek gücünde olan kişi aynı zamanda hırslarına da egemen olacak. Verilen söz çerçevesinde, belli bir zaman içerisinde Türkiye’yi Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e götürecek. Yoksa, “Seçildim, oh ne güzel! Benim imzamla her şey oluyor. Nereden çıktı Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem?”derseniz olmaz. Dolayısıyla, ittifak kendi içinde elbette oturup konuşacaktır. Elbette, cumhurbaşkanı olarak yetkin birisini belirleyecektir. Hep beraber o cumhurbaşkanı adayının arkasında duracağız ve soracağız: “Millet İttifakı’na güveniyor musunuz? –Evet, güveniyoruz. –Söylediklerimizi yapacağımıza inanıyor musunuz? –Evet, inanıyoruz. –O zaman biz şu kişiyi cumhurbaşkanı adayı olarak belirliyoruz. Sizinle paylaştığımız konularda bunu hep birlikte yapacağız. Sizden oy istiyoruz”diyeceğiz. Halkın önüne böyle gidilecek. Bu seçim, farklı bir seçim olacak. Sağduyulu insanların seçimi olacak. Bu seçim, aynı zamanda Türkiye’nin kaderini belirleyecek. Bu seçim, bozulan devlet yapısının yeniden inşâ edilmesi seçimidir. O nedenle devlet aklından söz ediyorum. Devlet aklını bilen, devleti iyi bilen, tanıyan birisinin olması lâzım. Herhangi bir kişiyi çok popüler olduğu için oraya getirip cumhurbaşkanı olarak oraya koymak olmaz. İttifakın kendi içinde uyumunu koruması lâzım. O uyumu korumazsanız, bu işler yürümez.

Ruşen Çakır: Kemal Bey, çok teşekkür ederim. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Ben teşekkür ederim. 

Ruşen Çakır: Her zamanki gibi çok keyifli, samîmî, güzel bir sohbet oldu. Stüdyomuza geldiğiniz için teşekkür ederim. CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile yaklaşık 1 saat boyunca sohbet ettik. Katıldığı için kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.