Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Jonathan Wilson, Sports Illustrated’a yazdı: “Spor ile aklanma ve küresel futbolun gücü”

Ukrayna-Rusya savaşının bir yansımasını da spor sahalarında görüyoruz. Premier Lig ekibi Chelsea’nin sahibi Rus milyarder Roman Abramovich’in İngiltere’deki malvarlıklarına el konulmasının ardından Jonathan Wilson’ın Sports Illustrated için kaleme aldığı “Sportswashing and Global Football’s Immense Power/Spor ile aklanma ve küresel futbolun gücü” başlıklı yazısını Medyascope Spor Servisi‘nden Kubilayhan Kavrazlı çevirdi.

Spor ile aklanma ve küresel futbolun gücü

Geçen cumartesi, Burnley Ukrayna için bir dakikalık alkışlı protesto yaparken, Chelsea taraftarları ise kulübü bırakmak zorunda kalan Rus sahibi Roman Abramovich’in adını haykırdı. Son 10 gün boyunca haberler ve sosyal medya, Ukrayna’daki en korkunç acıların, parçalanmış apartmanların, kanlı cesetlerin ve mülteci trenlerinin görüntüleriyle dolup taştı. Ancak Chelsea taraftarları için bu yeterli değildi: Kendi kulüpleri, zor durumdaki bir ulusa bir dakikalık empati sunmaktan daha önemliydi.

Bu, karmaşık bir savaş değil. Öyle ki açık bir saldırganlık durumuyla karşı karşıyayız. Öte yandan Chelsea’nin sahibi, kulübe iki Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu, beş Premier Lig kupası, beş FA Kupası ve üç Lig Kupası kazandıran bir Rus oligarkıdır. Rusya ise Ukrayna ile savaşıyor. Roman Abramovich, bu noktada olası yaptırım tehdidi nedeniyle kulübü satmak zorunda kaldı. Chelsea taraftarları da alkışlar arasında onun adını haykırdı.

Chelsea’nin menajeri Thomas Tuchel, bu durum karşısında açıkça dehşete düştü: “Bunu yapmanın sırası değildi. Dayanışma gösteriyorsak dayanışma gösteriyoruz. Kulübümüzden veya başka bir kulüpten birisi ölürse bir dakika saygı gösteririz. O an başka mesajların sırası değil, o an saygı gösterme anı. Bunu Ukrayna halkı için yapıyoruz” dedi. 

Perşembe günkü maçta yine aynı senaryo yaşandı. Chelsea, İngiltere hükümetinin, Abramovich’in ülkedeki varlıklarını donduran, kulübün bugününü ve geleceğini önemli ölçüde değiştiren yaptırım kararlarını açıklamasından birkaç saat sonra maça çıktı. Maviler’in Norwich City’ye karşı oynadığı bu karşılaşmada tribünlerin bir bölümü yine Abramovich’in adını haykırdı. 

“Sportswashing”in (spor ile aklanma) yaptığı budur; daha doğrusu yaptıklarının bir parçası. Kulüp sahipleri, kendileri adına stadyumlarda ve sosyal medyada savaşa girecek istekli bir savunucu ordusu oluşturur. Chelsea taraftarlarının hem Abramovich’e minnettar hissetmeleri hem de Ukrayna’ya sempati beslemelerine saygı duymak elbette mümkün ancak geçen hafta sonu ortaya çıkan şey bu değildi. O anda, Vladimir Putin ile yakın bağlarını hâlâ reddeden ve kulübü yalnızca futbol sevgisi nedeniyle satın aldığında ısrar eden önde gelen bir Rus’un adını zikretmek, savaşta taraf olmak demekti.

Ve elbette, motivasyonu ne olursa olsun Abramovich gibilerinin kulüp satın almalarının nedeni budur. Abu Dabi’den Şeyh Mansour ve Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu, kısmen Birleşik Krallık’ta bir yer edinebilmek ve aynı zamanda devletlerinin itibarını düzeltmek için sırasıyla Manchester City ve Newcastle United’ı satın aldı. Taraftarların kulüplerinin bu şekilde kullanılmasına kızacağını, saygıdeğer kurumların adil bir oyunda silah haline geleceğini düşünebilirsiniz ancak eğer bir takım sahibi başarı getirebilecek oyuncularla sözleşme imzalamak için yeterli miktarda fon sağlayabilirse, her şey yolunda gider.

Elbette taraftarlar hain olarak gösteriliyor. Ancak Newcastle taraftarları, Mike Ashley yönetiminde uzun yıllar boyunca hüsrana uğradı. Daha iyi oyuncular ve daha iyi futbol beklentisiyle, Premier Lig’de varlığını sürdürmek iyimserliğiyle oynayacak bir kulüp için heyecanlanıyorlarsa suçlanamazlar. Öte yandan son yirmi yılda taraftarlar açısından çoğu şey değişti. Eskiden taraftarlar, kulüplerinin acılarında yanında olur, birkaç yıl boyunca ligi kazanamadıklarında desteğini çekmez, hatta küme düşme durumlarında dahi kulüplerini desteklemeye devam ederlerdi. Günümüzde ise taraftarların bir bölümü, başarıya ya da en azından heyecan yaşamaya hakları olduğunu düşünmeye başladı. Bu durum da, küçük ama sesini rahatlıkla yükseltebilen bir azınlığın, şu anda kulüpleri yöneten isimlerin ülkelerindeki insan hakları ihlallerine dikkat çeken, amaçlarının ne olabileceğini sorgulayan ve insan hakları ihlallerinin görmezden gelinmesi için bir İngiliz futbol kulübünün kullanılmasından rahatsız olan gazetecilerin saldırılara uğramasına neden oluyor. Öyle ki Hanan Elatr, eski eşi Cemal Kaşıkçı’nın Suudi devleti tarafından öldürüldüğünü söylediği için saldırıya uğradı. 

Bu, çok garip bir zihniyetin ürünü. Devletlerin Suudi Arabistan’da çoğu yaygın olarak kullanılan şirketlere yatırım yaptığına dikkat çekiliyor. İngiltere hükümetinin Suudi Arabistan’a silah tedarik ettiğinin altı çiziliyor. Kulüplerin ise böyle bir durumda kusursuz olamayacağını söylüyorlar. Ve tüm bu şeylerin doğru olduğunu biliyorum. Ancak mesele şu ki onları da protesto etmeliyiz. Bazı şeylerin kötü olması, tüm kötü şeyleri gözden geçirmemiz gerektiği anlamına gelebilir.

Eğer bize sürekli söylendiği gibi, (kesinlikle doğru) bir futbol kulübü normal bir iş değilse, bir taraftarla kulübü arasındaki bağ kutsalsa, neden onu insan hakları ihlalleri konusunda sicili kabarık kişilere teslim etmek isteyesiniz ki? Ama yalana bir kez kanıldıktan sonra, insan doğası bunu kabul etmek yerine bahaneler üretmeye, saçma sapan şeyler düşünmeye, eleştirmenlere saldırmaya, gerçeği kabul etmektense onu haklı çıkarmaya çalışmaya devam ediyor gibi görünüyor.

Sorunu karmaşık hale getirmek, çoğu modern medyanın doğasıdır. Aldıkları tıklamalara göre yargılanan gazeteciler, bir şekilde çizgiyi aşmış yorumlarda bulunduğunda takipçileri tarafından linç edilebiliyor. Ve bazı gazeteciler de kaçınılmaz olarak takipçilerinin duymak istediklerini söylüyor ve kabileciliği teşvik etme cazibesine kapılıyorlar. 

Ancak insanlar, futbol kulüplerinin sahipleri Suudi Arabistan ve Abu Dabi’nin liderlerinden veya Suudi Arabistan lideri Muhammed bin Salman’ın bulunduğu kamu yatırım fonundan bahsederken; insan hakları ihlallerinden veya Yemen’in bombalanmasından bahsetmiyorlar. Alternatif bir anlatı oluşturuyorlar. İşte “sportswashing” budur. 

Futbol her zaman futboldan daha fazlası olmuştur. Maden sahibi Samuel Tyzack ve gemi üreticisi Robert Turnbull’un 1892 ve 1895 yılları arasında kulüplerini dünyanın en iyi takımı yapmak için İskoç profesyonelleri güneye çekip Sunderland’e yatırım yapmalarının sebebi sadece oyunu sevmeleri değildi. Çünkü bu durum, onlara toplumda statü kazandırdı. İşgücüne ve bu işgücünü sürdüren insanlara bir şeyleri geri verdikleri imajını yarattı.

Bu, temel bir soruya yol açar: Futbol kulüplerini kim yönetmeli? Sahiplerin para kazanmaktansa kendi imajlarını geliştirmekle daha fazla ilgilenmesi doğası gereği daha mı kötü? Zengin bir taraftarın her zaman desteklediği kulübü geliştirmek için yatırım yapması hayali (1990’larda Blackburn’deki Jack Walker gibi) son derece nadirdir. Ve o zaman bile, Blackburn 94-95’te ligde şike yaptığına dair suçlamalarla karşı karşıya kaldı. Walker öldüğünde ve para musluğu yavaşça kapatıldığında sorunlar başladı.

Almanya’daki 50+1 kuralına benzer bir şey en azından taraftarlara söz hakkı veriyor. Ancak RB Leipzig örneğinin gösterdiği gibi, bu mevzuatın ruhunu anlamak nispeten zor. Taraftarların şüpheli kaynaklardan yatırımı ve fiili kontrolü kabul etmeyeceklerinin garantisi yok. 

Barcelona örneğinin gösterdiği gibi demokrasi de kesinlikle bir kulübün iyi yönetileceğinin garantisi değildir. İspanyol modeli örneğinde olduğu gibi, bir başkanın seçimlerde kısa vadeli popülizmi teşvik etme eğiliminde olduğu görülüyor.

Ve bu sadece kulüp satın almak ile ilgili değil. Siyasi liderler her zaman futbolu istismar etmeye çalıştılar. 1920’lerde Arjantin’de, milli futbol takımının desteğinin farklı bir toplumu bir araya getiren birkaç şeyden biri olduğu açıkça söylendi ve takımın oynama şekli ulusal karakterin bir ifadesi olarak kabul edildi. Mussolini, İtalya’nın 1934 ve 38’deki Dünya Kupası zaferlerini, yarattığı güçlü ve ihtişamlı İtalya’nın örnekleri olarak kutladı. Juan Peron, Arjantin maçları kaybettiğinde olacaklardan o kadar korkmuştu k, 1950 ve 1954 dünya kupalarında boy göstermeyi tercih etmedi. “Sporcularımız biz güçlü olduğumuz için kazanıyor; kalıcı mükemmelliğimizi kutluyoruz” mottosuyla yola çıkan Rusya’daki “devlet destekli doping programı” ise bunun en son örneğidir. 

1936 Berlin Olimpiyatları’ndan bu yana, büyük spor etkinlikleri düzenlemek, ülkenizi daha geniş bir sahnede göstermenin bir yolu olmuştur. Bu nedenle Gabon ve Ekvator Ginesi son on yılda bir kez ortak, bir kez ise tek başına Afrika Uluslar Kupası’na ev sahipliği yaptı. Çin’in bir kez yaz olimpiyatlarına ve bir kez kış olimpiyatlarına ev sahipliği yapması ve Macaristan’da son birkaç yıldır güreşten judoya; judodan su sporlarına kadar hemen hemen her türlü spor etkinliğinin düzenlenmesi bunun örneklerinden. Öyle ki koronavirüs düzenlemeleri, belirli diğer ülkelere seyahat etmeyi imkansız hale getirdiği için UEFA Şampiyonlar Ligi’nde birçok maç Macaristan’da oynandı. 

Ve elbette, Rusya’nın 2018’de Dünya Kupası’na ev sahipliği yapması ve bu yıl oynanacak Şampiyonlar Ligi finalinin St. Petersburg’da planlanmasının nedeni buydu. Katar’ın bu yıl Dünya Kupası’na ev sahipliği yapmasının ve Katar, Abu Dabi ve Suudi Arabistan’ın futbol kulüplerini satın almasının nedeni de aynıydı. Öte yandan bu, mutlak başarıyı da getirmiyor. Paris Saint-Germain defalarca hüsrana uğradı ve Manchester City, Şampiyonlar Ligi’ni kazanamama konusunda devam eden bir başarısızlığa sahip. Katar, Abu Dabi ve Suudi Arabistan’ı, küresel zihinde, kadın ve eşcinsel haklarının ciddi şekilde kısıtlandığı, işkencenin yaygın olduğu ve muhalefetin rutin olarak bastırıldığı aniden zenginleşen emirlikler ve krallıklar gibi değil; sadece futbol odaklı konuşuyoruz. Yani Suudi Arabistan’ı insanların alenen kafalarının kesildiği bir ülke gibi değil; Newcastle’ı Premier Lig’de tutmak için para harcayan, Formula 1’e ev sahipliği yapan, Anthony Joshua-Andy Ruiz Jr. mücadelesinin düzenlendiği bir ülke olarak tartışıyoruz.

Bu, sadece futbol. Paranın nereden geldiği gerçekten kimin umrunda? Sadece oyuncuları sevin. Sadece gollerin tadını çıkarın. Sadece stadyumlara hayran kalın. Sportswashing’i bu kadar sinsi yapan da budur. Ofiste, fabrikada veya okulda zor, sıkıcı veya yorucu bir günden eve geliyorsunuz ve sadece dinlenmek, televizyonu açıp maç izlemek istiyorsunuz. Yorucu bir haftanın ardından bara gitmek, birkaç bira içmek ve arkadaşlarınızla birlikte stadyumda dolaşmak istiyorsunuz. Bu normaldir, doğaldır, mantıklıdır. İnsan hakları veya karmaşık yolsuzluklar hakkında tartışmak istemezsiniz. 

Ancak gelecek nesiller muhtemelen 2018 Rusya Dünya Kupası’na, şimdilerde 1936 Olimpiyatları için hissettiğimiz türden bir hoşnutsuzlukla bakacaklar. Ben ise oradaydım ve zevk aldım. Futbol harikaydı. Bir deneyim olarak, bir gösteri olarak, gittiğim en iyi dünya kupasıydı. Rusya’ya ilk kez 1992’de gittim ve o zamandan beri oldukça düzenli olarak ziyaret ettim. Orada arkadaşlarım var. 2018 yılında politik olarak sadece Putin’e neden bu kadar az muhalefet olduğunu düşünmüştüm. Öte yandan bölgede oldukça canlı restoranlar ve kafeler vardı. Rusya’nın orta sınıfları için hayat, muhtemelen daha önce hiç olmadığı kadar iyiydi. Ruslar cana yakın ve misafirperverdi. Dünya Kupası’ndaki rekabet ise sizi canlı tutuyordu. Almanya’nın çöküşü, Neymar psikodraması, Harry Kane’in penaltısı… Yaşadıklarınızı yazıyorsunuz. Öyle ki Putin’in Ukrayna’yı işgal etmek üzere olduğunu kimse düşünmemekteydi. Katar ise bu yıl benzer zorluklarla karşılaşacak.

FIFA Başkanı Gianni Infantino, Putin ile bariz bir şekilde yakınlığı nedeniyle çokça eleştirildi. Ama ne yapabilirdi ki? Yürütme komitesi, yani olağanüstü yozlaşmış organ (22 kişiden 10’u şu anda yolsuzluktan hüküm giymiş ve/veya dördüne karşı inandırıcı suçlamalarda bulunuluyor), Infantino’nun şimdiki görevine yükselmesinden çok önce, 2010’da buna oy vermişti. Ancak ertesi yıl Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından devlet nişanı alması ve Muhammed bin Salman ile şu anki ilişkisi kafalarda soru işaretlerine neden oluyor. FIFA’nın UEFA ile devam eden güç mücadelesinde Suudi mali desteğini istediği iddiaları endişe verici. Ama bir zamanlar Şampiyonlar Ligi kura çekimlerini yöneten bu adama neden birileri ahlaki liderlik için baksın ki?

Catherine Belton’ın “Putin’s People” adlı kitabı, Londra’nın Rus parasına ne ölçüde karıştığını özetliyor. Belki oligarklar, Henley’deki okulları, restoranları ve tekne yarışlarını beğendiler. Ama aynı zamanda İngiliz müesses nizamının alanlarını da tehlikeye attılar. Yakın tarihli bir veriye bakarsak; Birleşik Krallık’ta tutulan Rus varlıklarının değerinin Birleşik Krallık GSYİH’sının yüzde 11’i olarak görebiliriz. Bu veriye bakarak; Birleşik Krallık’ın Rus oligarklara yaptırım uygulamakta neden bu kadar yavaş hareket ettiğine dair sonuçları kendiniz çıkarabilirsiniz. Bu sadece futbol odaklı bir sorun değil. Ancak aynı zamanda da futbolu kapsayan bir sorun. 

Futbol, kendini tuhaf bir konumda buldu. Futbol, David Goldblatt’ın “The Age of Football” adlı kitabında açıkça belirttiği gibi, her şeyin çok ötesinde bir güce ve erişime sahiptir. Futbol, Etihad ve Emirates’teki en pahalı kurumsal tesislerden (bu isim hakları anlaşmaları başlı başına bir hikaye anlatıyor) Etiyopya’daki dağ köylerindeki video salonlarına kadar her yerde izlenen en popüler kültürel aktivitedir. Bu da onu, bir mesajı yayıp manipülasyon oluşturmak isteyen kişiler için çekici kılıyor. 

Futbol, pek çok kültürü ve yetki alanını aşıyor. FIFA yöneticilerinin 2014’te Zürih’te tutuklanması, yalnızca yolsuzluklarını ABD Doları üzerinden yürütecek kadar aptal oldukları ve dolayısıyla FBI tarafından hedef alınabilecekleri için mümkün oldu. Şimdi bile, Rusya Futbol Birliği, Rusya’nın 2022 Dünya Kupası’ndan ihraç edilmesine karşı Spor Tahkim Mahkemesi’ne temyiz başvurusunda bulundu. Kazanmaları halinde bazı ülkelerin Rusya’ya karşı oynamayı reddetmesi durumunda ne olacağını kimse bilmiyor.

Ama futbol aynı zamanda da paranın peşinden gitti. Düzenlemeler ve güvenlik önlemleri alınabilirdi. Halkın protestoları, Premier Lig kulüplerinin devralınmasını engelleyebilirdi. Bir şeyin zor olması, yapılmaması gerektiği anlamına gelmez. Futbolun suç ortakları, futbolun kullanılmasına izin veriyor.

Resim kasvetli. Ancak yine de biraz teselli bulabiliriz. Milyarlarca sterlin harcamasına rağmen, PSG ve City Şampiyonlar Ligi’ni henüz kazanamadı. Chelsea’nin durumu ise dış finansmana güvenmenin ne kadar tehlikeli olabileceğine dair bir uyarı görevi görüyor.

Öte yandan futbol, son on yılda Ukrayna için anlamlı anlara şahitlik etti. EURO 2012 başladığında Donetsk’teydim. Donbas Arena yakınlarında bir arkadaşımın büyükannesine ait bir apartman dairesinde kaldım. Orasının şimdilerde yok edildiğini tahmin ediyorum. Durumunu bilmiyorum çünkü arkadaşım 2014 işgalinden sonra ailesiyle birlikte Donetsk’ten kaçtı. EURO 2012 finali ve 2018’deki Şampiyonlar Ligi için Kiev’deydim ve binlercesi de öyleydi. Savaştan ve Volodimir Zelenskiy’nin ortaya çıkmasından önce, en ünlü Ukraynalılar Andriy Shevchenko ve Wladimir Klitschko idi. Şampiyonlar Ligi’ni takip eden herkes Dinamo Kiev ve Shakhtar’ı bilir. Futbol, Ukrayna’ya Putin’in inkâr etmeye çalıştığı açık küresel kimliği sağladı.

Yemen’in içinde bulunduğu kötü durum, Ukrayna’nın içinde bulunduğu duruma kıyasla futbolda karşılık bulamadı. Bunun birçok nedeni var. Bunlardan biri, popülerlik. Büyük kulüplerde Yemenli oyuncular yok; Asya Şampiyonlar Ligi’nde Yemen kulüplerinin yokluğunu dünya fark etmeyecek. Oysaki onların savaşı Ukrayna’nınkinden daha az korkunç değil, ancak Ukrayna futbolun kolektif bilincinin bir bölümü, Yemen’in basitçe yapamadığı şekilde karşımıza çıkıyor.

Şimdilik futbol dayanışma jestlerine indirgendi. Everton’ın Manchester City ile oynadığı Premier Lig maçından önce Vitaliy Mykolenko ve Oleksandr Zinchenko’nun alkışlandığı sahneler çok duygulandırıcıydı. Ancak arka planda, geçen hafta İngiltere hükümeti ve Avrupa Birliği tarafından yaptırıma tabi tutulan oligark Alisher Usmanov’un sahibi olduğu Everton’ın kulüp sponsorları USM ve MegaFon’un reklamları vardı. Bu arada Manchester City oyuncuları, Birleşmiş Milletler’de Rusya’ya karşı bir ABD kararını desteklemeyi reddeden BAE’nin markasını taşıyan eşofman giyiyorlardı. Bu tür ironiler ve çelişkiler boldur: Futbol, iyi şeylerin bir aracı olduğu kadar, entrikalarının da döndüğü bir sahnedir.

Protestolar, genellikle bir sonuç vermez. Termobarik bombalar konuşlandırılırken ve doğum hastaneleri yıkılırken, Liverpool’da 40.000 kişinin Ukrayna’yı alkışlamasının ne önemi var? Ancak bu gösteriler ne kadar sonuç vermezse vermesin; yine de önemliler. Bombardımanın altında yaşayanlar, kendilerine destek olunduğunu görür veya duyarsa, en azından yalnız olmadıklarını hatırlarlar. Bir maçtaki her mavi ve sarı bayrak, Putin’in Ukrayna’ya açtığı savaşın başarısız olduğunun bir işaretidir.

Futbolun bir gücü var. Sorun şu ki onu kullanmak hiç bu kadar karmaşık hale gelmemişti. 

Yazan: Jonathan Wilson

Kaynak: Sports Illustrated

Çeviren: Kubilayhan Kavrazlı

Editör: Doğa Üründül

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.