Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

“60 gün sonra seçim olsa” (2): Türkiye’de oylar çalınıyor mu, çalınabilir mi?

Seçim güvenliği, Türkiye siyasetinin uzun zamandır önemli başlıklarından biri. Bu konu Cumhur İttifakı’nın mevcut seçim yasasını değiştirecek olmasıyla daha da öne çıktı. Medyascope’un, seçim güvenliğini tüm yönleriyle anlattığı haber dizisi sürüyor. İkinci bölümde, geçen yıllarda yapılan seçimlerde yaşananları ele alıyoruz.

Sandık güvenliğinin sağlanıp sağlanamadığı geçen yıllarda birçok kez tartışıldı. Eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın 30 Mart 2014’te yapılan yerel seçimler sırasında bazı illerde elektriklerin kesilmesini “Trafoya kedi girdi” diye açıklamasından sonra yapılan tüm seçimlerde bu konu bir biçimde kamuoyunun gündemini oluşturdu.

Bu konuda uzun süre gündemi meşgul eden kararlardan biri, Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) 16 Nisan 2017 Anayasa Değişikliği Referandumu’nda oylama devam ederken “mühürsüz oyların kabul edileceğini” açıklamasıydı.

YSK’nın bir diğer tartışmalı kararı ise 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri’nden sonra İstanbul’daki bazı sandıkların yeniden sayılmasıydı. Öyle ki, sonuçlara “şüpheyle yaklaşan” Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkan Yardımcısı ve Seçim İşleri Başkanı Ali İhsan Yavuz’un “Hiçbir şey olmamış ise kesinlikle bir şeyler oldu” sözleri epey tiye alındı.

O tarihte, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) adayı Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin yenilenmesi kararı da YSK’nın tarafsızlığına ilişkin eleştirilerin artmasına neden oldu.  

Peki, seçim güvenliği geçen yıllarda neden tartışıldı?

“Islak imzalı tutanaklar seçimlerin tapusu”

Uzun yıllar AKP’de siyaset yapan Gelecek Partisi Kurucular Kurulu Üyesi Ayhan Sefer Üstün, daha önceki seçimlerle ilgili “Oylar çalınıyor’ diyen bir partinin ‘Ben üzerime düşeni yapmıyorum. Yapmadığım için karşı taraf böyle bir fırsat buluyor’ demesi lazım” diyor.

Üstün, bugüne kadar iktidar değişimini temin edecek bir seçim usulsüzlüğüne de şahit olmadığını söylüyor:

“Partiler, bu zamana kadar kendilerine kanunun tanıdığı imkânı maalesef yeterince kullanmadılar. Sonra çıkıp ‘Seçimlerde hile var’ dediler.”

“1946 Seçimleri’ni ve 2019’da YSK kararıyla yapılan müdahaleyi bir kenara koyuyorum” diyen Üstün, “seçim sisteminin güvenilirliğini son derece yüksek bulduğunu” da belirtiyor:

“Elektronik bir sistem olmadığı için torbayı, sandığı tekrar sayabileceğimiz ve sağlamasını yapabildiğimiz bir sistem. Ama 2019’da hâkimlerin sıkıştırılmasıyla verdirilen o kararı ayrı koyuyorum, işi mahallinde bitirmek istediler ama sistemin güvenilirliği buna müsaade etmedi.”

Üstün, ıslak imzalı tutanakları “seçimlerin tapusu” diye niteliyor ve “2019’da tutanaklar alınmış olmasaydı bugün orada soyadı İmamoğlu olan biri değil Yıldırım olan biri oturuyor olabilirdi” diyor.

Daha önce AKP’de çalışan bir diğer siyasetçi Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Genel Başkan Yardımcısı İdris Şahin de seçim güvenliğinin Türkiye’deki en önemli sorun alanlarından biri olduğunu ve İstanbul seçimlerinin iptaline ilişkin kararın toplumda “YSK’ya olan güveni düşürdüğünü” söylüyor:

“Hatalı bir karar verebilme ihtimaline karşı muhalefet bloku olarak çok daha etkin ve verimli bir koordinasyonu birlikte gerçekleştirmenin gerekliliğine inanıyoruz. YSK’ya hareket alanı bırakmayacak ölçüde, çok daha dikkatli bir çalışmanın gerçekleştirilmesi gerekir.”

“Trafolara kedilerin girdiği bir ülkedeyiz”

İYİ Parti Kurucular Kurulu ve Genel İdare Kurulu Üyesi, Seçim İşleri Başkan Yardımcısı Burcu Akçaru ise “Biz trafolara kedilerin girdiği bir ülkedeyiz. Eskiden oy çalmak deyince sanki birileri oy pusulasını cebine atıyor da oyun kullanıldığı alandan dışarı çıkarıyor gibi algılanıyordu. Özellikle 2014’te Mansur Yavaş’ın ilk kez aday olduğu Ankara seçimi, 31 Mart İstanbul seçimleri, 2017 referandumu bize gösterdi ki oy çalmak sadece öyle olmuyor. Pek çok başka yöntemle de oluyor. YSK’nın bilgisayar sisteminde, yazılımında herhangi bir kusur tespit etmedik ama oraya girişlerde yapılan yanlışlıkların sonuçlara yanlış yansıdığını tespit ettik” diyor.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Onursal Adıgüzel “doğru bir takip sistemi oluşturulduğunda sürecin adım adım işlediğini” belirtiyor:

“Kurulacak 190 bine yakın sandıkta siyasi partilerin birer temsilcisi olursa ve bu temsilciler görevlerini doğru yapıp ıslak imzalı tutanakları hızlı bir şekilde ilçe başkanlıklarına iletirlerse emin olun oy hırsızlığı diye bir şey olmaz.”

YSK’nın rolü

Ayhan Sefer Üstün, sonuçları ispatlanmış bir seçimde “YSK’nın da hakkı teslim edeceğini” düşündüğünü “Türkiye’de hâlâ kurumlar vardır. Ben 2002’de seçime girdim, kimse kazanacağını düşünmezken AK Parti sandıktan birinci çıktı, herkes suratını ekşitti ama kurumlar sonunda teslim etti. O gece şayet gerçekten bir seçim kazanan olmuşsa, muhalefet kazanmışsa kurumlar kolay kolay itiraz edemez” diyerek anlatıyor.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Adana Milletvekili ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Dışişleri Komisyonu Sözcüsü Tülay Hatimoğulları, iktidarın sandık hileleri konusunda uzmanlaştığını savunuyor:

“AKP, müttefikleriyle birlikte 2017’de Olağanüstü Hâl (OHAL) şartlarında referandumu gerçekleştirdi. Hâlâ iddia ediyoruz, o referandumda hayır oyu evet oyundan yüksekti. O kadar çok şey yapıldı ki! Şaibeli seçimlere imza atmış bir AKP ve müttefikleriyle rakip olarak gireceğiz biz bu seçimlere.”  

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Sözcüsü ve İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil de “Referandumda mühürsüz oyları geçerli sayarak bu ülkenin rejimini değiştirdiler” diyor ve şöyle devam ediyor:

“Ben o seçimde de seçim güvenliği uzmanıydım. Urfa’daki sandıklara bakın. Yani birçok ilde bunu yaşadık. 300 tane seçmen var aynı sandıkta, bir tane geçersiz çıkıyor, 300 tane AKP’ye oy çıkıyor. Şimdi hiç kimse gelip bana ‘Ay hiçbir şey olmadı’ demesin.”

Onursal Adıgüzel ise AKP’li Ali İhsan Yavuz’un “Kesinlikle bir şeyler oldu” sözlerine dair “Biz o gün anladık ki AKP’liler bu seçim meselesine kafayı pek yormamışlar, hiç tutanak incelememişler, neyin ne olduğunun farkında bile değiller. Küçük farklılıkları büyük bir olaymış gibi algılayıp kamuoyunu yanıltmaya çalıştılar” diyor.

Adıgüzel, YSK’nın kararlarını da “Demokrasi tarihimize kara bir leke olacak çeşitli kararlar aldılar, oyların hepsinin tekrar sayılmasını sağladılar. 2017 referandumu da, 2019 Haziran ve Mart seçimleri de bize kime inanmamız gerektiğini, kime inanmamamız gerektiğini açıkça gösterdi” diyerek değerlendiriyor.

Güvenliği sağlamaktan kim sorumlu?

Seçim, yaklaşık 190 bin sandığın kurulduğu Türkiye’de kapsamlı bir organizasyon. Çoğu zaman sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri, hukukçular ve hatta yurttaşlar sandıkların güvenliğinden sorumlu tutuluyor.

İdris Şahin, muhalefet partilerinin gelecek seçimlerde her türlü önlem için birlikte hareket etmesi yönünde çağrı yapıyor. “Ülkenin çektiği sıkıntılar göz önündeyken ‘Seçimlerin güvenliğini sağlayamadık’ diye bir mazeret asla ve asla muhalefet bloğuna yakışmaz” diyen Şahin, her partinin sandığı namusu gibi görmesi gerektiğini savunuyor.

Burcu Akçaru, sandıktan çıkan oyların sonuca doğru tecelli etmesi için partilerin üzerine düşeni yapmak zorunda olduğunu söylese de, yurttaşın haklarına dikkat çekiyor:

“Oy kullandıkları sandıkta sayımı izleme hakları var, bunu yapabilirler. Her türlü destek altın değerinde açıkçası. Seçimler bilinçli insan gücü gerektiriyor.”

Tülay Hatimoğulları, seçim güvenliği sorununun toplumsal ve siyasal alanın bütünsel olarak örgütlenmesiyle çözüleceğine inanıyor. “Şu andan itibaren ülke içerisinde daha demokratik bir zeminde seçime gidebilmenin yollarını döşeyebilirsek bu bizim en büyük başarımız olacaktır” diyor.

Hatimoğulları’nın diğer muhalefet partilerine ise bir uyarısı var:

“Demokratik bir ortamda bir seçim olmayacağını muhalefet unutmamalı. Güllük gülistanlık bir seçim yaşamayacağız. Bu seçimin bir demokrasi referandumu olacağını, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek önemde olduğunu bilmeliyiz. Sandık hazırlıklarımızı demokrasi mücadelesini güçlendirerek yapmalıyız.”

Sera Kadıgil de partilerin güçlerinin bir havuzda toplanmasından yana:

“Seçim organizasyonunu herhangi bir siyasi partinin, herhangi bir demokratik kitle örgütünün tek başına sırtına alıp yürütmesi zaten olanaksız. Biz neden buna mecbur kalıyoruz? Çünkü AKP diye bir bela var başımızda. Türkiye bu yapı tarafından yönetildiği için bütün siyasi partiler son 10 yıldır seçim güvenliğine yoğunlaşmak mecburiyetinde kalıyor. Seçmen hangi gücü tercih ediyorsa iradesi o sandığa yansımalı. Bu görüş etrafında birleşen kim varsa seçim güvenliği organizasyonunda da yerini almak durumunda. Bu açıdan kurumlar arasındaki iletişim kaderimizi belirleyecek.”

“60 gün sonra seçim olsa” (1): Siyasi partiler sandık güvenliğini sağlamaya hazır mı?

YARIN: “60 gün sonra seçim olsa” (3): STK’lar ve hukukçular seçim güvenliği için ne yapıyor?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.