Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Türk Tabipleri Birliği, salgının ikinci yılına ilişkin değerlendirme raporunu açıkladı: “’Kahraman’ ilan edilen sağlık çalışanlarına iki yılın sonunda ‘giderlerse gitsinler’ denildi”

Türk Tabipleri Birliği (TTB) koronavirüs salgını ile geçen iki yılla ilgili değerlendirme raporunu bugün (13 Nisan) açıkladı. TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı, salgının ilk günlerinde “kahraman” ilan edilen sağlık çalışanlarına iki yılın sonunda “Giderlerse gitsinler” denildiğini vurguladı. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın sağlık çalışanları üzerinde yarattığı tahribata dikkat çeken Fincancı, “TTB’nin ‘Emek Bizim Söz Bizim’ sloganıyla başlattığı mücadele, aynı zamanda toplumun sağlık hakkı için, başka pandemilerin ortaya çıkmaması için verilen bir mücadeledir” dedi.

Çevrimiçi toplantıya TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı, TTB Genel Sekreteri Prof. Dr. Vedat Bulut, Halk Sağlığı uzmanı Mehmet Zencir, Göğüs Hastalıkları uzmanı Levent Akyıldız, Prof. Dr. Melek Demir, TTB Pandemi Çalışma Grubu üyelerinden Güçlü Yaman, Esin Şenol, Nasir Nesanir katıldı.

Türkiye’de salgının ikinci yılında henüz gerçek verilerin hala açıklanmadığı ve TTB’nin salgının başından beri talep ettikleri yedi acil önlemin hâlâ dikkate alınmadığı vurgulandı. TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı, raporun salgının seyri, kontrolü, aşılar, eşitsizlik ve ayrımcılıklar, emek ve mücadele, sağlık emekçilerinin mücadelesi, sanatçılar gözünden salgın, salgınlar çağından çıkış olarak sekiz başlıkta hazırlandığını anlattı.

Fincancı: “Salgının ilk günlerinde ‘kahraman’ ilan edilen sağlık çalışanlarına ‘giderlerse gitsinler’ denildi”

Raporu özetleyen bir sunum yapan Fincancı, ilk olarak dünyada ve Türkiye’deki vaka ve ölüm sayıları ile TTB’nin hesapladığı fazladan ölüm verilerini paylaştı. Sağlık sistemindeki çöküş ve ekonomik krize bağlı olarak koronavirüs salgının bir işçi sınıfı hastalığı olarak yaşandığının altını çizen Fincancı, TTB’nin emek örgütleriyle birlikte açıkladığı acil önlem önerilerinin hiçbirinin uygulanmadığını hatırlattı.

Türkiye’deki salgının yönetiminin hata ve eksikliklerini madde madde sıralayan Fincancı, salgının ilk günlerinde “kahraman” ilan edilen sağlık çalışanlarının, iki yılın sonunda “Giderlerse gitsinler” sözleriyle hedef haline getirildiğini belirtti. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın sağlık çalışanları üzerinde yarattığı tahribattan da söz eden Korur Fincancı, sözlerini şöyle noktaladı: “Bu kısır döngüden çıkış yolu ise sömürülenlerin vereceği mücadeleden geçmektedir. Pandemi döneminde baskı ve sömürüyle en çok karşılaşan meslek gruplarından birinin örgütü olan TTB’nin ‘Emek Bizim Söz Bizim’ sloganıyla başlattığı mücadele, aynı zamanda toplumun sağlık hakkı için, başka pandemilerin ortaya çıkmaması için verilen bir mücadeledir.”

Prof. Dr. Mehmet Zencir, Türkiye’de salgının boyutunun halen bilinememesinin en büyük sorun olduğunu söyledi ve verilerdeki belirsizliklerden örnekler verdi. Pandeminin endemiye dönüştüğü fikrini eleştiren Zencir, Türkiye’nin olumlu bir senaryo üzerine strateji kurmasının ilerleyen dönemde çok daha fazla önlenebilir ölüme yol açabileceğini vurguladı. Dr. Levent Akyıldız da önümüzdeki süreçte sağlıklı bir projeksiyon oluşturulabilmesi için verilerin şeffaf bir biçimde paylaşılması gerektiğini ekledi.

Şenol: “Yeni ve ciddi bir dalga ile karşılaşırsak çok daha büyük bir sarsıntı yaşanabilir”

Prof. Dr. Melek Demir, tanı kapasitesine destek olması gereken hızlı antijen testlerine Türkiye’de yeterince yer verilmemesini eleştirdi. Prof. Dr. Esin Şenol ise aşı stratejisindeki yetersizliğe ve aşılamadaki yavaşlamanın çok sayıda fazladan ölüme yol açmasına tepki gösterdi. Şenol, “Eğer yeni ve ciddi bir dalga ile karşılaşırsak hem kırılgan nüfus hem sağlık çalışanları hem de sağlık sistemi için çok daha büyük bir sarsıntı yaşanabilir. Bununla ilgili hiçbir hazırlık olmaması da endişe verici” diye konuştu.

Prof. Dr. Özgür Müftüoğlu, Türkiye’deki salgının yönetiminde belirleyici olgunun, siyasi iktidarın ve sermayenin kendi çıkarlarını toplum sağlığının önüne koyması olduğunu kaydetti. Çalışma yaşamındaki otoriterleşmenin tüm topluma yansıdığını anımsatan Müftüoğlu, “Yeni bir Türkiye kurma mücadelesinde pandemi sürecinin hem yurttaşlar hem de muhalefet tarafından değerlendirilmesi gerekli” diye konuştu. Dr. Nasır Nesanır da koruyucu sağlık hizmetlerinin geri plana itilmesi, koronavirüs tedavisinde ilaç kullanımı, sağlık çalışanı ölümleri, ölüm verilerinin gizlenmesi başlıklarında yürütülen yanlış politikaları sıraladı.

Prof. Dr. Kılınç: “Kırılgan gruplar için pandemi bitmedi”

Prof. Dr. Oğuz Kılınç, sağlıkta eşitsizliğin etkilediği kırılgan gruplar için pandeminin bitmediğini ve bitmeyeceğini dile getirdi. Güçlü Yaman, gerçek ölümlerin açıklanan ölüm verilerinin üç katı olduğuna dönük resmi söylemleri hatırlatıp aşılamadaki yavaşlamayı veriler eşliğinde paylaştı. Dr. Onur Naci Karahancı da hekimlerdeki tükenmişliğe, kaygı bozukluğuna, istifalara, göçe ve şiddete dikkat çekti, “Etik tartışmalarda öncelik, korumadır ve korumanın birincil sorumlusu da iktidardır. Türkiye’de iktidar bu sorumluluktan kaçtı. Bunun acı sonucunu hem hekimler hem de toplum gördü” diye konuştu.

“Pandeminin ikinci yılı değerlendirmesi” raporundan bazı başlıklar ise şöyle:

“Sosyal medya ve ana akım medyada pandemi konusunda deneyimli epidemiyolog ve toplumcu sağlık politikası uzmanlarının önerileri tehlikeli ve uygulanamaz olarak karalandı” denilen raporda, uzman olmadığı halde yeni uzmanlar türediğine dikkat çekildi:

“Bilime ve topluma olan güven duygusunu sarsacak bilgi çarpıtmaları (dezenformasyon) hep gündemde tutuldu. Oysaki kısa süre önce yayımlanan 177 ülke ve 181 yerel bölgeyi kapsayan bir çalışma bireylerin güven duygusunun pandemi ile mücadele ve ulusal aşılama oranlarında ne kadar etkili olduğunu ortaya koymuştur”

Yine raporda dikkat çekilen konulardan biri de tam kapanma dönemlerinde vatandaşların yaşadığını ekonomik sorunlar oldu:

“Tam kapanma olarak tarif edilen günlerde artı değere el koyan sermaye sınıfı kendi yalılarında villalarında ‘Sakın evde sıkıldık demeyin!’ diyerek inzivaya çekilirken, tüketim alışkanlıkları ile kendini işçi sınıfına ait hissetmeyen ama mülkiyet ilişkileri açısından işçi sınıfının asli bir parçası olan orta sınıf olarak bilinen beyaz yakalılar evlerinden çalışmaya geçmiş, modern köle hale getirilen işçi sınıfına ise çarkları döndürmeye devam etmesi söylenmiştir. Tam kapanma sürecinde 16,4 milyon işçinin çalışmaya devam edeceği belirtilirken işçilerin yaklaşık yüzde 61’inin tam kapanmadan ‘muaf’ sektörlerde çalıştığı görülmüştür. Böylece aslında ülkemizde adı konulmamış bir sınıfsal sürü bağışıklığına geçilmiştir. Bunun sonucunda da işçi sınıfında koronavirüs görülme sıklığı toplumun geri kalanına göre en az 7 kat fazla olmuştur”

Salgın döneminde Türkiye’de özel hastanelerde yaşanılan sıkıntılar ise şöyle aktarıldı:

“Son 20 yılda ülkemizde özel hastanelerin sağlık sunumu içindeki payı yüzde 23’den yüzde 40’a ulaşmıştır. Özel sektörün palazlanmasını 2002’den 2019’a kadar geçen sürede Sağlık Bakanlığı ve Üniversite hastanelerindeki yatak sayısındaki artışa göre özel hastanelerdeki yatak sayısı artışının 6 kat daha fazla olmasından da anlayabiliriz. Belirtilen dönemde özel hastanelerdeki yatak sayısı artışı yüzde 287,9 oranında olmuştur. Sağlık sunumunda bu kadar büyük yer kaplayan özel hastanelerin büyük bir bölümü, pandeminin başlangıcında GSS’den ek ücret istemeleri karşılanmadığı gerekçesiyle koronavirüs hastalarına bakmayıp sevk etmeyi seçmiştir. Böylece ülkemizde var olan yatakların yüzde 22’si kullanılamaz hale geçmiştir. OECD ülkelerine göre bin kişi başına düşen yatak sayısı çok az olan ülkemizde bu durum kamuoyunda sıkça karşımıza çıkan orta ve ağır koronavirüs hastalar için yatak bulunamaması sıkıntısını doğurmuştur. Diğer yandan özel hastaneler her zaman olduğu gibi pandemiyi de fırsatçılığa çevirip, PCR testi için para alınmayacağı belirtilse de, yurttaşları soymaya çalışmıştır. Parası olmayan insanların PCR testlerinin ücretsiz yapıldığı devlet hastanelerinde saatlerce sırada beklemesi görmezden gelinmiş, parası olanların ise evinde bile test verebileceği reklamlar ile duyurulmuştur.”

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.