Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, Ruşen Çakır ve izleyicilerin sorularını yanıtladı

Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, Ruşen Çakır ve izleyicilerin sorularını yanıtladı. Özdağ, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın cumhurbaşkanı adaylığı tartışmasını, mülteciler meselesini, partisinin ekonomi politikasını anlattı.

Spotify’dan dinleyebilirsiniz:

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Ruşen Çakır: Evet, merhaba. Biraz geciktik, kusura bakmayın. Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Ümit Özdağ konuğumuz. Sizlerin sorularını soracağız, çok sayıda soru var. Hoşgeldiniz Ümit Bey.

Ümit Özdağ: Hoşbulduk.

Ruşen Çakır: Sizinle Sanayi Mahallesi’ndeki stüdyoda çok yayın yaptık. Birkaç kere Ankara’dan –o zaman Skype vardı, biliyorsunuz– Skype ile yaptık. Baktım şimdi: İlk yaptığımızda MHP’ymiş, sonra Meral Hanım’la İYİ Parti sürecinde bir yapmışız. Şimdi de genel başkan olarak stüdyoda konuğumuzsunuz. Duyurduk, çok sayıda soru geldi. Onun için ricâm, olabildiğince kısa kısa yapalım ki birçok izleyicimizin sorularına cevap verebilelim. Ben bunları biraz sınıflamaya çalıştım. Öyle giriyorum, doğrudan: Öncelikle, siyâsî parti olarak Zafer Partisi hakkında şunu merak ediyorlar: Bugün seçim olsa seçime giriyor mu Zafer Partisi?

Ümit Özdağ: Hayır, henüz seçime girmiyoruz. Teşkilâtlanmalarımızı devam ettireceğiz, ettiriyoruz. Haziran’da büyük kongremizi yapacağız; 41 il, daha doğrusu 41’den fazla, ama seçime girmek için 41 ilde ve onun üçte bir ilçesinde örgütlenmiş olmak gerekiyor. Ve onlarla büyük kurultayınızı yapmış olacaksınız, üzerinden altı ay geçecek. Yani biz Aralık’ta seçime girme hakkını elde edecek bir partiyiz. 

 Ruşen Çakır: Yani bu 2022 Aralık ayında 

Ümit Özdağ: Evet 2022.

Ruşen Çakır: Yani normal zamanda olsa, girebileceksiniz.

Ümit Özdağ: Giriyoruz. Giriyoruz, onda sorun yok; yani Haziran’da yapılacak, daha doğrusu Ocak, Şubat, Mart 2023’te yapılacak her seçime gireriz. Eğer erken seçim olursa –ki bugünkü kanuna göre erken seçim olmuyor, yani bir sene sonra Mart’tan îtibâren oluyor; seçim 2023 Mart ayından sonra olacak– ona yönelik de tedbirlerimiz var. Oldu ki bir başka şey oldu ve daha erken bir tarihte bizim hukukî süreci tamamlayamadığımız bir seçim oldu, o zaman da seçime girecek bir başka seçeneğimiz var, onu da hazırladık. 

Ruşen Çakır: Onu gizli tutuyorsunuz.

Ümit Özdağ: Onugizli tutuyoruz. Evet.

Ruşen Çakır: Peki, şunu sorayım: Normal şartlarda seçime girme hakkınız olduğu takdirde, yapılacak olan seçime Zafer Partisi olarak gireceksiniz.

Ümit Özdağ: Evet, gireceğiz.

Ruşen Çakır: İttifak meseleleri çok soruluyor.

Ümit Özdağ: Mevcut iki ittifak var: Ak Millet İttifakı ve Cumhur İttifakı. Bu her iki ittifakın da içinde değiliz ve biz ittifakı Türk milletiyle yapacağız, seçmenle yapacağız. Ve seçmenlerin önüne programımız ve kadromuzla çıkacağız, millet takdir edecek. Ama mevcut muhâlefeti “sarı muhâlefet” olarak görüyoruz. Ve sarı muhâlefet sarı sendika gibi bir şey; yani aslında iktidâra çalışıyor. Ve zâten bu tür bir muhâlefet anlayışı olduğu için, Erdoğan da… iyi yönettiğinden değil, Türkiye’yi rezil bir konuma getirdiler. Ama yetersiz muhâlefet, yanlış muhâlefet anlayışı Erdoğan’ı iktidarda tuttu.  Şimdi biz artık Türkiye’nin Erdoğan’ı aşması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü bir tek adam rejimi var; hukukun üstünlüğünün tasfiye edildiği, kuvvetler ayrılığının askıya alındığı, Anayasa’nın keyfe göre uygulandığı bir sistem var. Tekrar hukuk devletine ve kuvvetler ayrılığına dönen ve kişisel anlayıştan kurumsal yönetime geri döndüğümüz bir siyâsî yaklaşıma ihtiyaç var. Biz bunu temsil ediyoruz.

Ruşen Çakır: Bu bağlamda merak edilen sorulardan birisi de, başkanlık sistemi hakkında ne düşündüğünüzdü.

Ümit Özdağ: Bu başkanlık sistemi değil Ruşen Bey, bu “başkancı sistem”, otoriter başkanlık rejimi; ama otoriter başkanlık rejimlerinde bile kurumsal yapılar vardır. Oysa burada kurumsal yapı yok; yani bütün kurumsal yapılar tahrip edildi. Düşünün işte, Cumhurbaşkanı kendisini fonun başına atıyor, inanılır gibi değil. Veya olmayan üniversiteye rektör atıyor. Cumhurbaşkanlığı kararnâmelerinin yarısı, bir önce yanlış çıkarılan şeyin düzeltilmesiyle ilgili çıkıyor. Ve devlette eskiden bir müsteşarlık sistemi vardı biliyorsunuz; o müsteşar da siyâsî bir makamdı; ama müsteşar bakanlığın içinden geldiği için, bakanlık bürokrasisiyle iktidar arasında bağı sağlardı. Kurumsal hâfızaya sâhipti ve orada dostlukları vardı. Başka partilerden bürokratlarla da dostluklar vardı. Bu, kılcal damarlara hâkim olmaktı, talepleri iletebilmekti. Şimdi onlar Amerika’dan aldıkları bakan yardımcısı müessesesini eklediler. Sistem çöktü, kırıldı. Öte yandan bakanlıklar eskiden politikayı üretir ve uygulardı. Şimdi, politika üreteme görevi biliyorsunuz Cumhurbaşkanlığı komisyonlarına verildi. O komisyonlar kararlar alıyorlar, Cumhurbaşkanı’na iletiyorlar, Cumhurbaşkanı bakana iletiyor. Peki o komisyonlarla bakanlıklar bir araya geliyor mu? Hiç gelmiyor. Şimdi düşünün: Bir tâne adam; Türkiye’deki bütün bakanlıklarla ilgili meseleler ona geliyor, ondan da bakana gidiyor. Böyle bir şey olmaz; yürümez, yürümüyor da zâten: Devlet kilitlenmiş durumda. 

Ruşen Çakır: Peki, şimdi altı muhâlefet partisi bir mutâbakata vardı biliyorsunuz ve güçlendirilmiş parlamenter sistem diye açıkladılar. İncelemiş olduğunuzu düşünüyorum doğal olarak. Ona ne diyorsunuz?

Ümit Özdağ: Şimdi, birincisi, siz bu meselelerin çok dışında değilsiniz. “Güçlendirilmiş parlamenter rejim” diye bir rejim yok; ben yıllarca Gazi Üniversitesi Kamu Yönetimi’nde bunun dersini verdim. Birisi, üçüncü sınıfta anlatırdık bu dersi; “güçlendirilmiş parlamenter sistem” diye yazsa sınıfta kalır. Olmayan bir sistemden bahsediyoruz. Peki… 

Ruşen Çakır:   Türk tipi başkanlık sistemi de yok

Ümit Özdağ: Yok, o da yok. 

Ruşen Çakır:  Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi.

Ümit Özdağ: Cumhurbaşkanlığı sistemi yok. Yani olmayan bir sistemi burada oldurduk; ondan sonra şimdi o patladı, çalışmıyor, bir başka uyduruk bir sistem. İkincisi, Türk siyâsetinde, mâlûm, iki temel çizgi vardır: Hürriyet ve Îtilâf,  İttihat ve Terakkî. Hürriyet ve Îtilâf adem-i merkeziyetçidir; ondan sonra, İttihat ve Terakkî, Kuvâyi Milliye, millî devlet ve üniter devletçidir. Buradaki bütün partilerin Hürriyet ve Îtilâf zeminine kaydığını görüyoruz. Yani 1921 Anayasası’nı referans noktası yapıyorlar. 1921 Anayasası’nı referans noktası yapan bir de AK Parti ile HDP var. Çünkü her ikisi de 1921 Anayasası’na atıf da yaparak Cumhuriyet öncesi döneme dönüyorlar. Cumhuriyet öncesi dönemde, yani 1921 Anayasası’nda şerîat hukuku hâlâ devam ediyor, Cumhuriyet kurulmamış, millî üniter devlet kurulmamış ve millî üniter devletin kurumları kurulmamış. Bunu aslında en iyi ifâde eden Cumhurbaşkanının hukuk danışmanı Mehmet Kuçun muydu? Çukun muydu?

Ruşen Çakır:  Uçum.

Ümit Özdağ:  Uçum,evet Uçum, diyor ki…

Ruşen Çakır:  Eski TKP’li biliyorsunuz.

Ümit Özdağ: Eski TKP’li, evet, “Kurtuluşa evet, kuruluşa hayır” diyor. Çok güzel ifâde etmiş. Yani Türkçesi şu: “İstiklâl Savaşı’na evet, ama Cumhuriyet’e hayır”… bu şekliyle ve o da 1921 Anayasası’nı savunuyor. Eski Adâlet Bakanı Abdülhamit Gül’de bu mutâbakat belgesi çıkmadan bir ay önce dedi ki: “Biz 1921 Anayasası’na döneceğiz, oradan hareket edeceğiz”. 1921 Anayasası’na döndüğünüz zaman, 1924 Anayasası’yla gelen, bütün anayasaların temel özelliği olan ilk üç maddeyi ortadan kaldırıyorsunuz. Şimdi burada da, bu belgede de, yani Cumhuriyet Halk Partisi, İYİ Parti, Saadet Partisi, Demokrat Parti, DEVA ve Gelecek partilerinin ortak belgesinde de, HDP’nin istediği, AK Parti’nin istediği 1921 Anayasası’nı –onlar değişik nedenlerle istiyorlar– referansta oraya dönüş var. Ve sâdece oraya dönüş yok; aynı zamanda bu belgede belirli kavramlar yok. Nedir bu kavramlar? Atatürk yok bu belgede; Türk milleti kavramı yok bu belgede; Türk yok, o kadar yok ki, “Türk siyâsî hayâtı” demiyor da “Türkiye siyâsî hayatı” diyor bu belge. İkincisinde de öyle söylüyor. Şimdi, “Türkiye siyâsî hayâtı” demeyiz biz, yani “Türk siyâsî hayâtı” deriz. Kitaplar Türk siyâsî târihi kitaplarıdır. Bunu eğer siz zorlamayla başka bir ifâde yüklüyorsanız –meselâ Alman siyâseti, Fransız siyâsî hayatıdır– o zaman bir ideolojik yaklaşımınız var demektir. Üstelik biz bunlara “altıları” demiyoruz, “altı artı bir”lerin toplantısı diyoruz. O bir kim? HDP. Çünkü daha önce Kılıçdaroğlu HDP eşbaşkanıyla görüşüyor; HDP eş başkanına diyor ki: “Evet, parlamenter demokrasiye dönmeyi biz de istiyoruz; ama 1921 Anayasası temelinde” diyor. Şimdi aynı şeyi şimdi bu altılı bir araya geliyorlar, 1921 Anayasası’nda uzlaşıyorlar. Biz burada diyoruz ki: Hayır arkadaş, biz Hürriyet ve Îtilâf çizgisinde değiliz; biz Kuvây-i Milliye çizgisindeyiz, millî üniter devletçiyiz.

Ruşen Çakır: Şunu anlıyorum yalnız, anladığım kadarıyla siz iktidârı –ki iktidar içerisinde MHP de var, hattâ BBP de var–, altı partiyi artı HDP’yi, hepsini bir…

Ümit Özdağ: Şimdi şöyle: Orada MHP’nin 1921 Anayasası’yla çıkış noktası yok. BBP’nin de böyle bir açıklamasını görmedim. Onun için sâdece AKP diyorum. Orada Cumhur İttifakı demiyorum. 

Ruşen Çakır: Ama orada ittifak, koalisyon yapıyorlar.

 Ümit Özdağ: Yani o, niyet okumak olur. Onun için söylemiyorum. Eğer öyle yaparlarsa, “Biz de 21 Anayasası diyoruz” derlerse, o zaman onun adıyla ilgili konuşuruz. Ama şu anda onlardan bu konuda bir açıklama gelmediği için, beklemiyorum, Büyük Birlik’ten de beklemiyorum açıkçası. Ve şimdi yine bu mutâbakat belgesinde ilginç bir şey var, diyor ki: “Hepimiz bundan sonraki süreçte kamusal ve siyasal yaşama kendi kimliklerimizle katılacağız”. Şimdi siz de ben de yıllardan beri siyasal ve kamusal yaşamdayız. Siz benim kimliğimi alıp mı katıldınız? Benim kimliğim şu nüfus cüzdanı; işte bizim kimliğimiz: Türkiye Cumhuriyeti kimliği. Ben bununla katıldım, siz de kendi kimliğinizle katıldınız. Peki o zaman bunun anlamı ne? “Kendi kimliğimizle katılacağız”. Bunun bir anlamı olması lâzım; bu bir yenilik olarak sunulduğuna göre, bu etnik ve mezhepsel kimliklerin siyasal kimliğe dönüşeceği ve bunun kabul edildiği anlamına gelir. Şimdi ben bunları aylardan beri söylüyorum. Ve bu siyâsî partilerin genel başkanlarına, “Gelin, bunu konuşalım” dedim; hiçbirisinden cevap yok. Meselâ Meral Akşener’in bir lâfı vardır. “Dayak yerim, posta yemem” bunu çok söyler. Ben üç defâ Meral Akşener’e bu ifâdeyle posta koydum. “Gel konuşalım” dedim; “Suriyelileri de konuşalım, bunu da konuşalım”. Demek ki eğer millî devlet çizgisinden çıkarsanız, üniter devlet çizgisinden çıkarsanız, Atatürk çizgisinden çıkarsanız, siz Hürriyet ve Îtilâfçısınız demektir ve o zaman postayı yiyorsunuz.

Ruşen Çakır:  Şimdi, düne kadar siz İYİ Parti’nin içerisindeydiniz, kuruluşunda yer aldınız. Bayağı da…

Ümit Özdağ: İki kurucusundan biriyim canım. Meral Akşener ile ben kurdum. Kurucular listesini birlikte hazırladık.

Ruşen Çakır: Evet ve tanıdığınız insanlar, çoğuyla yıllarca yol arkadaşlığı yaptığınız, hani ülkücülükten vs.’den, gençlik çağından beri. Şimdi çok kritik bir şey söylüyorsunuz: 21 ve 24 Anayasası derken aslında çok büyük kırılmalardan bahsediyorsunuz. Ve sizin açınızdan, en azından sizin cenâhınız açısından bunlar çok ciddî eleştiriler. Şimdi diğer, yani Millî Görüş kökenli partileri ayırdım, hadi CHP’yi de bir şekilde ayırıyorum diyeyim; İYİ Parti’de tanıdığınız ettiğiniz insanlarla bunu konuşuyorsunuzdur bir şekilde.

Ümit Özdağ:  Konuşuyorum, evet.

Ruşen Çakır:  Ne oluyor? Sonuçta, “Ya, haksızlık ediyorsun bize” mi diyorlar?

Ümit Özdağ: Hayır, demiyorlar, sâdece susuyorlar. Bakın buradan sizin aracılığınızla Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki bütün vatansever Atatürkçülere, İYİ Parti’de kendisini Türk milliyetçisi olarak tanımlayan bütün arkadaşlara çağrıda bulunuyorum, diyorum ki: Bu belgenin altına imzâ attığınız andan îtibâren siz artık kendinizi Türk milliyetçisi olarak, vatansever olarak, Atatürkçü olarak nitelerseniz bile, değilsiniz.

Ruşen Çakır: Burada bir soru var, çok ilgimi çekti.

Ümit Özdağ: Hiç cevap vermiyorlar. Çünkü haklı olduğumu biliyorlar. Bâzıları bunu, “Profesyonel siyâsetçi ya, işte olur böyle şeyler” falan diyor, önemsizleştirmeye çalışıyorlar. Halbuki bu önemsizleştirilecek bir şey değil siyâsette; çünkü çok temel bir duruş. Cumhuriyet’in yapılanmasının, yani kuruluş felsefesinin nasıl şekilleneceğiyle ilgili ve bu belgede çok açık bir şekilde Gelecek ve DEVA partilerinin ideolojik hegemonyası var. Bakın, İYİ Parti ve Cumhuriyet Halk Partisi, Babacan’ın ve Davutoğlu’nun ideolojik hegemonyasına girmişler, o çizgiye kaymışlar. Zâten Cumhuriyet Halk Partisi bu çizgiye kayıyordu; ama İYİ Parti’de bunun çok daha zor olacağını düşünüyordum her şeye rağmen, zor olmadı. Ve oturdu bu çizgiye, artık o da Hürriyet ve Îtilâf çizgisinde bir partidir. 

Ruşen Çakır: Şimdi ilginç bir soru var. “Asıl hedefi gelecekte MHP’nin başına geçmek mi”?

Ümit Özdağ: Yok ya, bu yeni bir soru değil aslında Ruşen.

Ruşen Çakır:  Bir ara adaydınız.

Ümit Özdağ: Adaydım, ama şimdi başka bir partinin kurucu genel başkanıyım. Ve Zafer Partisi 21. yüzyılın dünya ve Türkiye’deki bütün önemli sorunlarına doğru cevap veren parti. Bakın, bir süre önce bir kitap çıktı, Geleceğini Arayan Ülke diye, meşhur ve sizin de tanıdığınız bir kişinin kitabı. Orada diyor ki: “Dünya ve Türkiye’de siyâsetin üç temel parametresi var:1)küresel ısınma, 2) küresel göç, 3) teknolojideki gelişim.”Şimdi, küresel ısınma konusunda politikası olan tek parti Zafer Partisi. Küresel göç konusunda politikası olan tek parti Zafer Partisi. Sloganı “Bilim, Birlik, Barış” olan tek parti Zafer Partisi. Onun için biz 21. yüzyılın bütün dayatmalarına ve bütün meydan okumalarına ve bütün fırsatlarına Atatürk çizgisinde Türk milletçiliğiyle, yani “Ne Mutlu Türküm” zemininde, ama onun dışında ekonomide karma ekonomi ve planlı ekonomi anlayışıyla cevap veren tek partiyiz. Bu tabii parlamenter demokrasi zemininde, hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı zemininde olacak. Biz aynı zamanda, bakın, Türkiye’nin kültürel dönüşümü ve Pakistanlaşması sürecinin önündeki de tek partiyiz. Ne demek istiyorum? Pakistan, İslâm’ın ılımlı yaşandığı ve hayâtın her sâhasında Hindistan’la rekabet eden, gelişen bir ülkeydi. Eroin kullanan kişi sayısı resmî kayıtlara göre birdi – bir kişi eroin kullanıyordu. Sonra Afganistan savaşı başladı. 6 milyona yakın Afgan Pakistan’a geldi. Seküler bir devlet olan Pakistan şerîat devleti oldu. Ilımlı bir İslâm yorumu olan Pakistan toplumu selefî bir topluma dönüştü. Pakistan siyâseti yoğun muhâfazakârlaştı ve Pakistan bilim ve teknolojiden koptu ve bunun sonunda nükleer güç olmasına rağmen Hindistan’la rekabetin dışına çıktı, artık böyle bir rekabet yok. Ve şimdi iç sarsıntılarla Belucistan’da kopma yaşamayı bekleyen bir ülke durumunda. Türkiye’ye de benzer bir nüfus göçü gerçekleşti ve bu nüfus göçü sonrasında kültürel dokuda bir değişme sınır bölgelerinden îtibâren başladı, Hatay’da başladı bu ve önümüzdeki süreçte Türkiye’deki İslâm anlayışında da ağır bir selefîleşme olacak. Bunun günlük yaşamımıza yansımaları nasıl olacak? Düşünelim bunu. Kadınlar, bugün dolaştıkları şekilde dolaşamayacaklar. Kadınlarımızın ne kadar ağır sorunlarla karşı karşıya olduğunu biliyoruz. Ve kadın cinâyetlerinde rezil bir durumdayız. Bu arada bahçesinde kadın cinâyetlerine karşı anıt dikmiş olan tek parti biziz. Türkiye’de bir kadın cinâyeti olduğu zaman o heykelin önüne arkadaşlarımız bir gül bırakıyor, kuruyana kadar orada kalıyor gül. Şimdi bu kadar ağır bir sorunu zâten yaşarken, bir de bunun üzerine selefîleşmenin berâberinde getireceği, kadın haklarının tamâmen tasfiyesi süreci yaşayacağımız bir gerçek…

Ruşen Çakır:  Şimdi Ümit Bey, o konuyu mülteci, göçmen artık o kavramlar da çok şey, sona saklıyorum. Çünkü çok soru oradan geldi. Birkaç daha genel siyâsî soru sorayım. Meselâ diyorlar ki: “Ümit Bey’i görüyoruz; partide başka kim var? Yeni katılımlar olacak mı?” En son DSP döneminin bakanı Şükrü Sina Güler katıldı. Partiden bir de ayrılan oldu galiba, berâber kurduğunuz arkadaşınız?

Ümit Özdağ: Şimdi bakın, evet, Şükrü Sina Gürel, Prof. Dr. Şükrü Sina Güler, Türk akademisinin de önde gelen isimlerinden bir tânesidir. Türkiye’de ekonomi politik konusunda doktora yapmış ilk akademisyendir. Ortadoğu politikalarında petrolün rolü konusunda hâlâ bence aşılamamış teorik bir çerçeveyi koyar. Bartu Soral, biraz önce birlikte geldik, Türkiye’de tanınmış iktisatçılardan birisidir, o da partimizde. Şeker fabrikalarının eski genel müdürü Seyit Yücel Bey, o da bizim partimizde. Bu tür isimleri bundan sonra artırabiliriz; var çünkü. Önümüzdeki günlerde meselâ Prof. Dr. Şahin Filiz bundan sonra partimize katılacak. Türkiye’nin önde gelen ilâhiyatçılarından birisi, ama bu isimler yeterince duyulmuyor. Neden? Çünkü basında bir ambargo var bize karşı; daha doğrusu vardı, iki hafta öncesine kadar. Kamuoyu araştırma şirketlerinin ambargoları vardı; yani sâhada soruyor, bizi sormuyor meselâ gibi, veya sâha şirketi soruyor, anket şirketine veriyor, anket şirketi dağıtırken bizim oylarımızı diğer partilere dağıtıyor. Kim olduklarını da biliyoruz, Türkiye küçük biliyorsunuz. Özetle, önümüzdeki süreçte mevcut kadrolarımız daha fazla televizyonlarda olacaklar ve daha fazla tanınacaklar.

Ruşen Çakır: Bir soru var, meselâ Memleket Partisi, Yeniden Refah Partisi, Zafer Partisi, bunlar sanki…

Ümit Özdağ: Yok, öyle bir ittifak çalışmamız yok, hayır.

Ruşen Çakır: Eyvallah, şimdi Mansur Yavaş meselesine gelelim. Bayağı gündemi salladınız; ben de sâyenizde birkaç yorum yaptım, izlemişsinizdir belki ya da haberiniz vardır. Hakîkaten gündemi belirlediniz. Şimdi insanlar çok merak ediyor: Bunlardan Mansur Bey’in haberi var mıydı?  

Ümit Özdağ: Yok, ben onu açıkladım Ruşen Bey. Yani kendisiyle konuşmadım ben bunu.

Ruşen Çakır: Tanışıyorsunuz ama, değil mi?

Ümit Özdağ: Tanışıyoruz, tabii tanışıyoruz. Ama kendisiyle konuşsaydım, bu bir komplo olurdu. Niye? CHP’ye bir komplo olurdu, altılı masaya bir komplo olurdu. Ben zâten Mansur Bey için şöyle dedim: “Göreve dâvet ediyorum, çünkü Anadolu göreve dâvet ediyor”. Gördüğümüz bu. Peki ben meselâ işte Ahmet Bey’i gösterseydim, bu kadar karşılığı olur muydu? Olmazdı, gündem de olmaz. Neden peki gündem oldu? Çünkü halk istiyor yani ve halk kızgındı. “Halk” derken de, bakın, muhâlifler demiyorum. Tamam, şimdi İsmail Saymaz telefon etti, “Hocam” dedi, “Rize’nin Fındıklı’sındaki köylüler” dedi, “Mansur Yavaş konuşuyorlar”. Şimdi, bunu biz yapmadık; biz bunu bulduk sâdece. Anadolu Mansur Yavaş’ı istiyor, İstanbul Mansur Yavaş’ı istiyor …

Ruşen Çakır: Siz de şahsen istiyor musunuz?

Ümit Özdağ: Bakın, ben de şahsen istiyorum. Nedenini söyleyeyim.

Ruşen Çakır:  “Çünkühalk istiyor”un dışında, Ümit Özdağ… 

Ümit Özdağ: İstiyorum. Neden? Çünkü bizim bir yumuşak geçişe ihtiyâcımız var. Ve yani böyle 49/50 olmamalı; bu çok gerilim üretir, bu açık bir galibiyet olmalı. Mansur Bey’de tek bir… 

Ruşen Çakır:  Pardon, buradan kastınız hile, hurda…

Ümit Özdağ: Tabii tabii tabii, herkes çok gergin, Türkiye çok gergin; yani biz daha fazla gerginlik istemiyoruz. Tansiyonun düşmesini istiyoruz. Çünkü netîcede biz bir milletiz ya. Şimdi, hepimiz öleceğiz Ruşen Bey, Erdoğan da ölecek, ben de öleceğim, siz de öleceksiniz; zâten hayâtımızın büyük bir bölümünü yaşadık. Ama çocuklarımız yaşayacak bu ülkede; yani biz onlara barış içinde bir Türkiye bırakalım. Kavgalı değil; hani aynı milletin insanları barış içinde yaşasınlar, farklı politik görüşleri olsun, farklı partilere oy versinler. Onun için bu geçişi yumuşak yapmalıyız. Ama toplum o kadar ayrışmış durumda ki, bakın, ben bâzı partililerde tepki görüyorum, yani Zafer Partisi’nde. AK Parti’den bize katılımlar oluyor; “Hayır” diyorlar, “bize gelmesinler onlar”. “Ya, niye gelmesin arkadaş? “AK Parti’de görev almış” diyor, “Ya, AK Parti’de 16-17 yaşında görev almış” diyorum… Kızgınlık bu şekilde, bu yanlış bir şey; her iki tarafta da kızgınlık ve gerginlik var. Bu kadar kutuplaşmaya ihtiyâcımız yok bizim; yani AK Parti’de görev almışsa, Cumhuriyet Halk Partisi’nden görev almışsa ne? Şimdi beni Kartal’dan bir gazeteci arkadaşım aradı, dedi ki: “Hocam, karşımda koyu bir HDP’li var. Ama…” dedi, “oyunu sana verecekmiş” dedi. “Konuşur musunuz?” “Konuşurum” dedim. Şanlıurfa’dan, hakîkaten bir arkadaş, dedi ki: “Ya, ben HDP’liyim, bana bak koyu bir HDP’liyim”. Urfa aksanıyla. “Evet” dedim. “Ama…” dedi, “sana vereceğim oyumu” dedi. “Neden vereceksin?” dedim, “sen beni tanıyorsun biliyorsun, ben HDP’ye karşıyım, PKK’ya karşıyım yıllardan beri1, “şu Suriyelileri geri yollayacağın” dedi. Şimdi ben ne diyeyim ona? Bana oy verme mi diyeyim? Yo, tamam, verecek tabii ki; bizim bu kutuplaşmaları gerginliği azaltmamız lâzım. Bir Ermeni vatandaşımız bana bir tweet atmış diyor ki: Kızkardeşime tâcizde bulunuldu bir Afgan tarafından veya bir Suriyeli tarafından, videosunu koydu, ben bu adamı öldüreceğim Ümit başkan bana yardım et, seninle aynı görüşte değiliz diye”. Ben ne yaptım? Önce bir tweet attım, dedim ki: “Kardeşim ben senle aynı görüşte değiliz, olmamız da gerekmiyor zâten; sen bu ülkenin insanısın; kızkardeşin, annen, baban, onlar da bu ülkenin insanı ve benim bu ülkenin politikacısı olarak senin yanında durmam zâten görevim.” Daha sonra da bana telefonla ulaştı, telefonla da konuştuk. Bakın o da Ermeni kökenli bir vatandaş ve HDP’ye oy veriyormuş. Ama kendisine, âilesine, kızkardeşine bir saldırı olduğu zaman HDP’yi aramıyor, Ümit Özdağ’ı arıyor ve ondan destek bekliyor. Ve aradığı desteği de, mânevî desteği de yanında buluyor. Çünkü bizim dışımızda, İzmir’de bir kızımız yolda yürüyor, saldırıya uğruyor ve hiç gereksiz, gördünüz videoyu, değil mi? 

Ruşen Çakır:  Evet, gördüm.

Ümit Özdağ: O kızımızın yanında biz duruyoruz Zafer Partisi olarak. Öte taraftan bunu yapması gereken kim? İzmir Barosu. İzmir Barosu ne yapıyor? Yedi yüz tâne veya iki yüz tâne Afgan yakalanmış, sınırdışı edilecek. Bunlar sınırdışı edilmesinler diye dilekçe hazırlıyor.

Ruşen Çakır: Ümit Bey, dönüp dolaşıp aynı konuya geliyoruz. Onları sona saklayalım; yani konuşacağız, çok yoğun konuşacağız. Çünkü meselâ: Tarîkatlar ne olacak? Cemaatler ne olacak? Siz bir ara başta değindiniz. Selefîlik vs. dediniz de, şu anda da toplumun belli bir kesimlerinde, özellikle oralarda yaşanan birtakım istismar vakaları da var, onlara yönelik… 

Ümit Özdağ: Tabii onlar konusunda da politikamız var. “Tarîkatları ve cemaatleri kapatacak mısınız?” diyoruz, ben de diyorum: “Açıklar mı?” Çünkü hukuken açık bir tarikat ve cemaat yok, biliyorsunuz, bu konuyu siz benden daha iyi biliyorsunuz, siz yıllardan beri çalışıyorsunuz. Ondan sonra da… ama varlar. Şimdi bunlar sosyolojik bir vaka; sosyolojik vakalarla hukukla mücâdele edemezsiniz. Peki ne yapmanız lâzım? Toplumların şehirleştiği dönemlerde köyden kente gelen kitleler özgüvenlerini yitiriyorlar, bir yeni geçiş dönemi içerisinde kentin periferisine yerleşiyor ve kentin periferisinde, siz sağlık sigortası yaptırıyorsunuz, o sigortasını bir cemaate yaklaşarak yaptırıyor, bütün hayat alanını kapsıyor. Başına bir şey geldiğinde cemaat ilgileniyor; kızını evlendirecek, oğlunu evlendirecek, cemaat içinden. Şirket kuracak, işe girecek, yine cemaat çevresinden. Yani böyle bir alan oluştu. Bu sâdece Türkiye’de mi oluyor? Hayır. Bu sâdece Müslüman ülkelerde mi oluyor? Hayır, Hıristiyan ülkelerde de oluyor bütün bu cemaatleşmeler; yani bu sosyolojik bir vaka. Peki biz ne yapacağız? Efendim, biz cemaatlerin ve tarîkatların devlette örgütlenmesini, devleti ele geçirmesini, devletin kurumlarını kendi aralarında paylaşmasını engelleyeceğiz. Biz değişik bakanlıkların cemaatlere ve tarîkatlara pay edilmesini engelleyeceğiz. Bunun dışında cemaatler ve tarikatlar, bir sosyal organizasyon olarak, vaka olarak, sosyolojik süreç içerisinde kentleşmenin gelişmesiyle, sanayileşmenin ve refahın artmasıyla, bugünkü işlevlerini yitirecekler ve tam anlamıyla etkisiz unsurlar hâline gelecekler. Esâsen Osmanlı’daki yönetmeliği uygularsak, bugünkü cemaat şeyhlerinin bir tânesi bile ortada tarîkat lideriyim diye dolaşamaz. Biliyorsunuz, çünkü yani çok ağır bir sınav var orada; onun için. Şimdi yani, elli kişi karar verseler sizi şeyh ilân etmeye, siz de bunu kabul etseniz, “Ruşeniyye” tarîkatı çok kolay kurulur. 

Ruşen Çakır: Vardı galiba. 

Ümit Özdağ: Vardı. Çok kolay sistematiği, biliyorsunuz; çünkü böyle işliyordu, tamam ve bu sosyolojik süreçle 28 Şubat’ta meselâ hukuksal mücâdele verilmeye, baskılar uygulanmaya çalışıldı; ama sosyolojiyi böyle yenemezsiniz. Ve aksine o AK Parti’yi iktidâra taşıdı o gün uygulananlar ve bu yanlış bir yoldu. Biz Zafer Partisi olarak böyle yanlış bir yol üzerinden değil, doğru yöntemlerle devletteki etkinliklerini kıracağız ve devlet dışına çıkartacağız.

Ruşen Çakır: Peki, bir diğer mesele Kürt sorunu. Siz böyle bir sorunun varlığını kabul etmiyorsunuz bildiğim kadarıyla.

Ümit Özdağ: Hayır, biz bunu bir terör sorunu olarak görüyoruz. Ve ben Diyarbakır’da ne söylüyorsam Edirne’de de aynı şeyi söylüyorum. Ve biz terörle mücâdele edeceğimizi söylüyoruz. Vatandaşlık hukuku bütün hukukların üzerindedir ve etnik merkezli bir vatandaşlık hukukunu da kabul etmiyoruz. Bunu da hiçbir zaman uygulamayacağız. Aynı zamanda ben Zazaların ve Kürtlerin Türk milletinin ayrılmaz bir parçası olduğunu söylüyorum. Birisi benim karşıma çıkıp, ondan sonra, “Ya arkadaş, sen benim Türk olduğumu söylüyorsun, ama ben Türk değilim Kürdüm veya Zaza’yım, kendimi senden hissetmiyorum” diyebilir. Bu da buna verdiğim cevâbı daha önce televizyonda, Osman Alınak mıydı? HDP milletvekili…

Ruşen Çakır: Mahmut Alınak.

Ümit Özdağ: Mahmut Alınak’a dedim ki: “Mahmut Bey, tamam, ondan sonra bu noktada siz bunu söyleyebilirsiniz; ama bu benim, sizin oğlunuzun, sizin torununuzun torununun oğlunun ve torunununuz torununun Türk olduğu gerçeği konusunda iddiamı sürdürmekten beni geri adım attırmaz”. 

Ruşen Çakır: Biraz zor oldu. Yani siz kendinizi Kürt kabul edebilirsiniz, ama benim gözümde Türk’sünüz diyorsunuz. 

Ümit Özdağ: Ha, bireyseltercihindir bu senin; ama bütün bu insanların Tük milletinin ayrılmaz bir parçası olduğu konusunda Zafer Partisi’nin duruşunu etkilemez. 

Ruşen Çakır: Peki, bugün bir paylaşım yaptınız ve dediniz ki: “Yurtdışına giden gençlerimizi bu uçaklarla geri getiririz”. Bu tabii ki çok boyutlu bir şey, meselâ bir izleyicimiz sormuş: Meselâ işe alımlarda mülâkat ve kayırmacılık vs. konusu.

Ümit Özdağ:  Mülâkatı kaldıracağız Yok, mülâkatı kaldıracağız. Mülâkat âdil değil.

Ruşen Çakır: Ama tabii ki daha önemlisi, Türkiye’yi ekonomik anlamda… ekonomi politikası ne? Yani insanlar niye gelecek? Yani Zafer Partisi iktidâra geldiğinde…

Ümit Özdağ: Şimdi, Türkiye’den ayrılmanın sâdece ekonomik nedenleri yok; şimdi insanlar ağır bir baskı altında, medya ağır bir baskı altında, hayâtın her alanına karışan bir hükûmet modeli var. Anayasanın istediği maddesini uygulayan, istemediği maddesini uygulamayan bir anlayış var ve adâletsizlik var. Bu adâlet duygusunun ortadan kaldırılması ve gençlerimizin gelecekle ilgili heyecanlarını yitirmesi en kötü şey, bir gence yapılabilecek. Onları yurtdışına atıyor. Oysa gençlerimiz bu ülkenin kiracıları değil bu ülkenin ev sâhipleri ve biz öncelikle gençlere “z” kuşağı falan da demiyoruz, Türk gençliği diyoruz. Onlara şunu hatırlatıyoruz: Atatürk bu Cumhuriyet’i size emânet etti ve bu Cumhuriyet’e sâhip çıkın. Çünkü çok daha ağır şartlar da olabilir. Haklısınız kızgınlıklarınızda; ama kızgınlıklarınız bırakıp terk etmekle sonuçlanmasın, size emânet edilen Cumhuriyet’e sâhip çıkmakla sonuçlansın. Biz bu noktada bu adâletsizliği ortadan kaldıracağız. Yani eğer AK gençseniz, âilenizden altı kişi çifter maaşla hükûmete giriyor, ama siz sınavda 100 üzerinden 98 alıyorsunuz, mülâkata girdiğinizde 10 alıyorsunuz ve tasfiye oluyorsunuz. Şimdi bu kabul edilebilir bir şey değil. Hangi partiye oy verirse versin, bir vatandaş, vatandaş olmaktan dolayı diğer herkesle eşit haklara sâhip olmalı. Çünkü bir milleti millet yapan budur. Millet duygusunu oluşturan budur. “Evet, başardım ve bunun karşılığında da bu işi, bu sınavı başardım ve bunu hak ettim.” İnsanlardan bu hakkı alırsanız, milletleşmeyi de tahrip edersiniz; bugün yaşadığımız en ağır problemlerin başında bu geliyor. Peki biz ekonomiye nasıl yaklaşıyoruz?

Ruşen Çakır: Pardon, tam burada meselâ bir izleyicimiz demiş ki: “Hocam, göçmen politikalarını yeterince anladığımızı düşünüyorum. Artık ekonomi politikanızı açıklar mısınız?”

Ümit Özdağ: Biz ekonomide neoliberal ekonomik politikaların târihin çöplüğe gittiğini düşünüyoruz. Ve…

Ruşen Çakır: Dün Kemal Kılıçdaroğlu benzer bir şeyler söyledi biliyorsunuz.

Ümit Özdağ: Ya Kemal Bey’e zâten ben propaganda malzemesi olacağım. “Kemal Bey” dedim, “bu kadar arkamızdan gelme, tâkip etme”. Ondan sonra, buradan bakın ilk kez açıklıyorum: Evvelsi gün beni Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi’nden bir yetkili aradı. Yanında Türkiye’nin çok tanınmış kamuoyu anketçilerinden biri vardı; programdan sonra ikisinin de adresini vereceğim. “Hocam” dedi, “size çok teşekkür ediyoruz” dedi. “Neden?” dedim. “Nereden çıktı? Dedim. Dedi ki: “Ya, biz sekiz aydan beri dedi işte X Bey’le birlikte” dedi, “Suriyeliler meselesini Genel Başkan’a anlatmaya çalışıyoruz” dedi. “Biz anlatamadık, siz…” dedi, “sekiz günde anlattınız; onun için teşekkür ediyoruz” dedi. Şimdi ben zâten Kemal Bey’e buradan sesleniyorum: Kemal Bey, dikkatli dinleyin, çünkü ekonomi programımızı da anlatacağım, daha sonra Bartu Soral Bey’in de yazılarını okuyabilirsiniz, kurmaylarınıza okutabilirsiniz, ama siz de okuyun. 

Evet biz neoliberal ekonominin neden târihin çöplüğe gittiğini, 2008 ekonomik kriziyle, finansal kriziyle birlikte küreselleşmenin bir çöküş dönemi içerisinde girdiğini ve bunun da son pandemiyle millî devlet ekonomilerini ön plana çıkartan kendi kendine yeterli bir anlayışı oturttuğunu görüyoruz. Onun için artık Türkiye üretim ekonomisine dönmek zorunda –sanayide ve tarımda–, üstelik gelecek 30 sene küresel ısınmayla geçecek ve küresel ısınmayla birlikte göçlerle mücâdele edeceğiz. Ve bütün dünyada gıda tedârik zincirinde sarsıntılar olacak. Yani kendimizi daha zor besleriz ve eğer bugünkü eğilim devam ederse, Anadolu’yu besleyemeyiz. Yani insanlarımız kıtlıkla karşı karşıya kalır. Bunun için biz planlı bir ekonomiye dönmek istiyoruz; Devlet Planlama Teşkilâtı’nı kuracağız. Devlet Planlama Teşkilâtı 5 senelik değil –bu önemli– 12 senelik kalkınma planları yapacak. Çünkü 5 senelik kalkınma planları geçmişte de belli ölçüler içerisinde uygulandı, ama hükûmetten hükûmete geçiş modellerinde sıkıntılar oluyor. Onun için biz daha uzun vâdeli, özel sektöre de güven veren, perspektif veren devlet yatırımlarını planlayacağız; özel sektörün de imâlat sanayiinin özellikle de yüksek teknolojiye yönelik yatırımlarını finanse edeceğiz. Biz kendimizi imâlat sanayiinin partisi olarak görüyoruz. Çünkü üretmeyen bir ülkenin borçlarını ödemesi, halkını refaha kavuşturması mümkün değil. Hatırlarsanız, 1990’larda bir banka reklamı vardı: “Gelirin kadar değil kredin kadar yaşa” diye. Hatırladınız değil mi? Bu ne demek? “Borçlanarak yaşa” demek aslında ve Türkiye son 25-30 yılı böyle geçirdi, yani borçlanarak yaşadık. Bu borç da dışarıdan geldi ve üretime dönmedi. Şimdi Gaziantep’ten milletvekili oldum; benim âilem Gaziantep’te ve dedim ki buradan bir ev alayım. Bir bankadan kredi çekerim dedim, ne kadar ev? Bak, samîmî söylüyorum, 2015’te “Bir milyon iki yüz bin lira” dedi. “Tamam, çok güzel” dedim, “ama Boğaz’ı nereden görüyor?” dedim. Şimdi Gaziantep’te, bir milyon iki yüz bin… 

Ruşen Çakır:  Şimdi sorsanız, herhalde o acayip bir şey olmuştur. 

Ümit Özdağ:  Tabii, çok daha fazladır. Ama şimdi bu genel konsept oldu; her yerde AVM’ler inşâ ettik. Bakın, 65 milyar dolarlık özelleştirme yapmışız; 55 milyar dolarlık AVM inşâ etmişiz. 65 milyar dolarlık özelleştirme yaparken, Cumhuriyet’in kıt kanaat imkânlarla inşâ etmiş olduğu fabrikaları neredeyse bedâvaya, bedelinin çok altında vermişiz. 55 milyar dolara inşâ ettiğimiz AVM’lerin içinde de %60-65 yabancı mallarısatıyoruz. Şimdi ödeme zamânı geldi — bu bir. İkincisi, bakın, 90 milyar dolar, bunu sâdece rakam olarak geçeceğim, sığınmacılar meselesine gelmeyeceğim. Suriyelilere 90 milyar dolar para harcamışız. Şimdi bu 90 milyar dolar, hani biz dolar basıyor olsak Merkez Bankası’nda, kâğıt parası diyelim, Amerika Birleşik Devletleri için öyle. Hayır, biz bunu harcayabilmek için borç almak zorundayız; bunun borcu, 20 milyar dolar fâiz, yine 2002-2022 arasında 71 milyar 128 milyon dolar insânî yardım yapmışız dünyanın değişik ülkelerine. Şimdi bu ikisini topluyorsunuz 162 milyar dolar ediyor. Bu korkunç bir para. Şimdi siz de gözlemlemişsinizdir, Türkiye insanı çok çalışkan, yani eline çantayı alıyor Anadolu’yu dolaşıyor, dünyayı dolaşıyor, mal satıyor vs.; yani bizim iş dünyamızda Batı ile karşılaştırdığımızda şunu görüyorum: Meselâ Almanya’ya gidiyorsun, Cuma günü arıyorsun bir iş adamını, “Görüşelim, senden büyük mal alacağım” diye. “Abi, pazartesi ara” diyor. Neden? “Cuma öğleden sonra bitiyor işim benim” diyor; “cumartesi pazar günleri karımla çocuklarımla geçireceğim, pazartesi ara”. Şimdi, bir yabancı Türkiye’ye geliyor, pazar günü sabahleyin 11’de arasın, saat 3’te iş adamı pijamasını çıkartıyor takım elbisesini giyiyor görüşmeye gidiyor. Böyle çalışkan bir iş dünyamız var. İnsanlarımız da çalışkan; Türkiye zengin, ama Türk halkı fakir, çünkü soyuluyoruz. İki, bakın, bir başka şey kamu-özel işbirliği, yani yap-işlet-devret. Yap-işlet-devret, yap-soy-devret’e dönmüş.

Ruşen Çakır: Tam onu soracaktım. Tam bu yap-işlet-devret olayında, –tırnak içinde söyleyelim, şimdi yasak da geldi galiba– “Beşli Çete”… ne diyorsunuz bu konuda?

Ümit Özdağ:  Evet,şöyle: Hepsinin birlikte almış olduğu ihâle tutarı 203,7 milyar dolar. Bakın, 162 milyar dolar insânî yardım ve Suriyeliler 203 milyar dolar, bu beş şirketin aldığı 365 milyar dolar. Peki bu 203 milyar doların 100 milyar doları yatırımlara harcandıysa, bu beşli çetenin beş şirketinin her sene yapmış olduğu kâr 1 milyar dolar yirmi yıldan beri. Peki bu şeyleri, yap-işlet-devret modellerini Ruşen Bey devlet kendisi yapsaydı kaça mâl olacaktı? Üçte birine mâl olacaktı. Üçte birine… Bu Türk halkına karşı yapılmış bir haksızlıktır. Türk halkının elinden zenginliklerinin alınmasıdır. Bu bir yerli düyûnıumûmiyedir ve biz sizinle hayâtımızın bir bölümünde bunun bedelini ödedik. Şimdi yarın, sizin oğlunuz ve benim oğlum ödeyecek, bunların oğullarına ödeyecek, tamam, bu şirketlerin patronlarının oğullarına ödeyecek. Biz buna hayır diyoruz. Onun için çok net söylüyoruz: Bu “geçiş garantisi”, “hasta garantisi” vs., biz bunların hepsini durduracağız. Efendim, “Tahkim’e gideriz”… Canınız cehenneme! Zannediyor musunuz ki siz bir millî devleti Tahkim’le tehdit ederek sonuç alabilirsiniz? Zannediyor musunuz ki biz yapılan bu anlaşmaların hepsini incelemedik? Zannediyor musunuz ki siz, biz bu yapılan anlaşmaları inceleyip karşı argümanlarımızı hukuk zemininde hazırlamadık? Bir tek kendinizi mi akıllı zannediyorsunuz? Erdoğan diyor ya? “Ödemek zorundasınız” diye. Hiç de öyle değil. Biz Türkiye’den çalınan ve İsviçre bankalarına götürülen, İngiltere bankalarına götürülen ve bu milletin anasının ak sütü kadar helâl olan paraları buraya geri getireceğiz. Çünkü bunlar Türk halkının zenginlikleri. Onlarla Londra’da sokak satın alamazsınız kardeşim.

Ruşen Çakır: Sokak satın alan mı var?

Ümit Özdağ:  Sokak satın alan var. Biliyor kim olduğunu. Burada Türk halkının ekolojisini tahrip eden ormanlarını yağmalayıp, ondan sonra o paralarla siz yurtdışında rahat bir hayat sürdüremezsiniz. Bakın, bana Fatsa’danbir öğretmen yazmış, diyor ki: “Ümit Bey, burada bir maden şirketine fındık ormanlarının altını verdiler” diyor, “hepsinin altı şimdi oyuldu ve sular kesildi” diyor, “şimdi fındıklıklar ölüyor” diyor. “Ve şirket başka şeyler istiyor, daha geniş alanlara gireyim” diyor. Lânet olsun diyoruz; biz buna müsaade etmeyiz, çünkü biz bu vatanı yeşil vatanıyla da seviyoruz, mavi vatanıyla da seviyoruz, insanlarıyla da seviyoruz.

Ruşen Çakır: Şimdi bir izleyicimiz, baştaki konuştuğumuz meselelere biraz göndermeli bir vatanseverlik meselesi… bir izleyicimiz diyor ki: “Ümit Bey kendi partisi dışında kalan partilerin neredeyse tamâmını vatansever olmamakla suçluyor. Doğru mu?”

Ümit Özdağ: Ben öyle bir şey söylemedim. O kendisi söyledi; yani bu çerçevede bana bir şey soruyor: Doğru mu? 

Ruşen Çakır: Kutuplaşma olarak tanımlıyor da…

Ümit Özdağ: Efendim, siyâsette kutuplaşma var. Bir Hürriyet Îtilâfçılar var, bir de Kuvvacılar var. Biz Kuvvacıyız, o çizgideyiz, üniter devlet çizgisindeyiz. Diğerleri ademimerkeziyyetçi devlet çizgisindeler ve etnik ve mezhepsel siyâsetin önünü açıyorlar. Biz açmıyoruz. Biz etnik ve mezhepsel siyâset istemiyoruz.

Ruşen Çakır: Vatanseverliğin ana eksenini ademimerkeziyyetçilik…

Ümit Özdağ: Ademimerkeziyyetçiyseniz vatanseverliğiniz sorgulanır — bunu bilmek istiyorsanız, evet, çünkü bu vatana zarar veriyorsunuz demektir. Bu vatana zarar verenin vatansever bir yaklaşımı temsil ettiğini söylemek mümkün değildir.

Ruşen Çakır: Şimdi bu kavram her seferinde soru oluyor. Siz hangi kavramı tercih ediyorsunuz? Mâlûm konuya geçiyoruz. Göçmen, sığınmacı, mülteci…

Ümit Özdağ: Burada bizim hangi kavramı tercih ettiğimiz değil de hukuken hangi kavram geçiyor? Koruma altındakiler, geçici koruma, adı üstünde: Geçici koruma — bir de kaçaklar var. Ama kaçakların sayısı Türkiye’de geçici koruma altındakilerden daha fazla.

Ruşen Çakır: Rakam biliyor musunuz?

Ümit Özdağ:  Sekiz milyonu aşmış durumda.

Ruşen Çakır: Toplam?

Ümit Özdağ: Toplam, hepsi. 1,5 milyon Afganistanlı var. 3,7 milyonu geçici.

Ruşen Çakır: Onun dışında kalanlar kaçak mı diyorsunuz?

Ümit Özdağ: Kaçak, ya da şöyle: 1,5 milyona da oturma izni verilmiş. İçişleri Bakanlığı’nın açıkladığı rakamı kabul ederseniz. Çünkü İçişleri Bakanlığı rakamları TÜİK rakamları gibi ve ne kadarına vatandaşlık verdiklerini gizliyorlar. Ben meselâ 900 bin kişiye vatandaşlık verildiğini söyledim.

Ruşen Çakır: Süleyman Soylu’nun bugünkü açıklaması, “200 bin 950 Suriyeli, vatandaş oldu” diyor.

Ümit Özdağ: Ya doğru, bakın, ona bakarsanız 500 bin tâne de döndü. Birleşmiş Milletler’e bakıyorsunuz: 100 bin kişi döndü.

Ruşen Çakır: Şimdi, her halükârda 200 bin 950 de bir rakam yani. Siz daha yüksek olduğunu söylüyorsunuz.

Ümit Özdağ: Biz 900 bin, Birleşmiş Milletler de 600 bin diyor.

Ruşen Çakır: Vatandaş olarak mı?

Ümit Özdağ: Vatandaş olarak.

Ruşen Çakır: Şimdi, şöyle bir soru çok soruluyor — daha yumuşak yerden girelim, olay çok daha karışık, bu vatandaşlık kazanmış olanlarla başlayalım: Şimdi sonuçta vatandaşlık veriyorsunuz ve bir izleyicimizin dediğine göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu andan îtibâren herkes Türk olarak kabul ediliyor. Meselâ vatandaşlık kazanmış olanlara artık hiçbir şekilde sizin önermenizle dokunulmuyor mu?

Ümit Özdağ: Hayır. Vatandaşlığın doğru hukukî yollardan kazanılması lâzım. Eğer kanuna karşı hîleyle vatandaşlık verildiyse, biz bunu iptal ederiz. 

Ruşen Çakır: Bunu nasıl kanıtlayacaksınız? 

Ümit Özdağ: Çok basit; çünkü geçici sığınmacılara vatandaşlık verilmesi mümkün değil. Çok net. “Başvuramazlar bile” diyor, yasa var, “Başvuramazlar” diyor. Ama başka bir yasada bir kelime oyunu yaptılar; ondan sonra o kelime oyununun arkasına sığınarak, işte, “Beş sene Türkiye’de ikamet eden” falan dediler, onun üzerinden veriyorlar; yani ana kanuna karşı hîle yapıyorlar. Şimdi biz burada ana kanuna karşı yapılan hîleyi ortadan kaldıracağız. Ve bu hîle çerçevesinde vatandaşlık alanları iptal edeceğiz. Bunu da devletler hukuku açısından ve ulusal hukuk açısından çalıştık, “Yapabilir miyiz?” diye. Yapabiliriz, bunu görüyoruz. İkincisi: Vatandaşlık veriyor, adam Türkçe bilmiyor. Şimdi şu size mâakul geliyor mu? Bu adam yarın sizin gibi oy kullanacak, Türkiye’nin kaderini belirleyecek. Biz bunu kabul etmiyoruz. Vatandaşlığın da bir haysiyeti var; biz bu ülkede doğduk, büyükbabamız annemiz, onlar, daha önce onların anneleri babaları bu ülkede vergi ödediler, askerlik hizmeti yaptılar vs.. Bu ülkeyle ilgili bir şey olduğunda üzülecek bir şeye üzülüyoruz, sevinecek bir şey olunca seviniyoruz; anlaşamasak da kaygılarımız var bu ülkeyle ilgili ve ortak sevinçlerimiz var. Şimdi bizim oy verme hakkımız var; yani bu sâdece nüfus cüzdanından kaynaklanmıyor; o nüfus cüzdanının arkasındaki uzun hikâyeden kaynaklanıyor. Ama birisi geliyor, 250 bin doları bastırıyor, kendisi ve çocukları vatandaşlık alıyor, karısı vatandaşlık alıyor. Ondan sonra, Ümit Özdağ ve Ruşen Bey nasıl yaşayacak onu belirliyor gelipseçimlerde.

Ruşen Çakır: Şimdi bu demin değindiğimiz Suriyelilerin vatandaş olmasından farklı olarak, o ayrı bir konu, bir de sizin şimdi bahsettiğiniz konu, meselâ emlâk satın alarak vatandaşlık… benim bildiğim, dünyanın değişik yerlerinde bunun değişik uygulamaları var.

Ümit Özdağ: Oturma izni ver, tamam, oturma izni ver. Bakın, şimdi yeni bir rezâlet başladı. Hükûmet, daha doğrusu Cumhurbaşkanı bir kararnâme çıkarttı, Türkiye’den emlâk şirketleri yurtdışında Türk topraklarını satacaklar ve bu şirketlere devlet teşvik verecek. İnanılır gibi değil. Vatandaşlık satıyorsunuz, vatan satıyorsunuz. Yani ne kaldı geriye? Ve neyi sattıklarını bilmiyoruz. Bu kadar soru, on altı ülkede şube açmış, toprak satıyor. Ne siz biliyorsunuz ne ben biliyorum neyi sattıklarını. Bunlar gidecekler, dokümanlar önümüze çıkacak ve bir bakmışız ki bizim zannettiğimiz yerler bizim değil, satılmış. Peki bu kabul edilebilir bir şey mi? Hayır değil.

Ruşen Çakır: Şimdi bir izleyicimizin sorusu ilginç bir soru, tabii çok varsayıma dayalı bir soru: Cumhurbaşkanı yarın Özdağ’ı çağırırsa, “Suriyelileri geri gönderiyoruz, bu işin başına da sen geçiyorsun, sana sınırsız yetki” derse, ––olacağı yok ya– “önümüzdeki seçimlerde Erdoğan’ın başkan seçilmesi için çalışır mı?”  

Ümit Özdağ: Ben sâdece Suriyelileri aşmanın meseleyi çözeceğini düşünmüyorum; Türkiye hem sığınmacılar meselesini aşmalı, hem Erdoğan’ı aşmalı.

Ruşen Çakır: İkisini birden aşmalı. Peki, geçen Erdoğan bir açıklama yaptı; daha önceki açıklaması çok netti, “Kimseyi bir yere göndermiyoruz kardeşim” gibi bir şey söyledi. Daha sonra da, “Gönüllü ve onurlu bir dönüş” dedi; onu bir daha geliştirdi, “Kerpiç evler vs.” falan dedi. Bu arada Kemal Kılıçdaroğlu’nun da çıkışları var. Siz de benim bir yayında bayağı alıntıladığım bir şey söylediniz, dediniz ki: “Bunlar tatlı su partileri”. Neydi? “Gönüllü dönüşçüler”. Şimdi gönüllü olmadan, nasıl yani gönüllü dönüşçülüğe karşı göndermeci oluyorsunuz. Siz nasıl yapıyorsunuz?

Ümit Özdağ: Karayoluyla. 

Ruşen Çakır: Nasıl yapacaksınız? Yani istemeyen insanı, kalmak isteyen insanı göndermenin yolu yordamı, onun ortaya çıkaracağı fotoğraf vs.. 

Ümit Özdağ: Tabii bakın ne kadar çirkinleşebileceğini biliyoruz. Göç idâresi yetkilileriyle de konuşuyorum ben. Tabii şimdi Süleyman Soylu bunu seyredince, “Hangileri dedi?” diye soruşturma başlatacak, ondan sonra iç soruşturma başlatacak. Ama şu: Bakın, bugün de dün tweet’imi de attım. İstanbul’da bir otelde bir toplantı yapılıyor. O toplantıda benim aleyhime bir sunum yapılıyor. Sunumu yapan kişiyi de biliyorum. Doğrudan Ankara’dan fonlanan bir delikanlı –delikanlı demeyeyim, biraz daha yaşlı bir çocuk– ve içerideki Göç İdâresi yetkililerinin %30’u salonu terk ediyor benim aleyhime konuşulunca. Evet, şimdi mesele şu: Göç İdâresi’ndeki arkadaşlar da Türkiye’nin bir felâkete gittiğini, bu politikanın yanlış olduğunu görüyorlar. “Özellikle hocam, öyle şeyler oluyor ki Sayın Genel Başkan, inanamazsınız, meselâ sınırdışı etmek istiyoruz. Kadınlar çırılçıplak soyunuyorlar, jandarma şaşırıyor” diyor, “ne yapacağını bilmiyor; uçağa bindiriyoruz, uçakta büyük abdestini yapıyor, indirmek zorunda kalıyoruz. Ya da uçağa bindirmeden büyük abdestini alıyor yüzüne sürüyorlar.” Tamam ve kolay değil, biz biliyoruz tabii. Peki bizim bahsettiğimiz proje nasıl bir proje biliyor musunuz? Dünyanın en büyük geri göç hareketi, bir sene içinde sekiz milyona yakın insanın vatanlarına geri dönüşü. Öncelikle şu seçeneği aklımızdan çıkartalım: Efendim, dileyen gider dileyen kalır. O dediğiniz tatil köylerinde oluyor. Yani bir tatil köyüne giderseniz parasını ödersiniz kalırsınız. Ondan sonra artık ben gidiyorum dersiniz, bavulunuzu alıp gidersiniz. Vatanda böyle olmuyor; burası bizim vatanımız ve bu insanların da bir bölümünü geçici sığınmacı olarak aldık. Yani buraya gelirken geçici geldiğini biliyor. Meselâ şimdi Amerika Birleşik Devletleri Ukraynalılara bir buçuk sene geçici sığınma verdi. Bir buçuk sene sonra bir Ukraynalı, “Ya, ben Arizona’yı çok sevdim, ben ayrıca orada kalıyorum” derse ne yapacak biliyor musunuz? FBI gidecek alacak, kelepçeleyecek, uyuşturucuyu basacak ve sınırdışı edilecek. Bunu Danimarka da yapıyor, bunu Almanya da yapıyor, bunu herkes yapıyor. Daha yeni Almanya’da, İranlı bir anneyi, iki çocuğuyla direndi havaalanında, uyuşturucuyu yine bastılar ve yolladılar. Peki biz nasıl yapacağız? Öncelikle geçici sığınmacı olan 3,7 milyon, ama bir de Türkiye’de 1,5  milyon da oturma izni almış olanlar var, bir de tamâmen kaçaklar var. Şimdi bu kaçakların burada kalmasının hiçbir hukukî yapısı yok; bunların sınırdışı edilmesi çok hızlı başlayacak, çok hızlı başlayacak. İki: Bu arada daha şimdiden biz biliyorsunuz Şam’la bir görüşme süreci başlatıyoruz. Bu Türkiye’de geçici koruma altında olan Suriyeli kaçakların, ülkelerine döndüklerinde başlarına olumsuz bir şey gelmemesi, insan haklarının ihlâl olmaması için Birleşmiş Milletler gözetiminde Türkiye’nin ve Rusya’nın da beş sene güvence verdikleri, yani sâhadaki denetimlerle güvence verdikleri bir sistem önereceğiz Şam’a. Ve bu çerçevede geri dönüşü başlatacağız. Biz onlara döndüğümüzde, meselâ CHP Genel Başkanı, “Onlara” diyor “işte, evler yapacağız, hastaneler yapacağız, işyerleri…” Peki hangi parayla yapacaksın? Bu halk zâten 90 milyar dolar ödemiş. Kendisi aç, bu halkın parasını böyle harcayamazsınız; yani bu doğru değil. Ha, biz aksine, bu geri dönüş sürecinin Türkiye’ye para kazandırması gerektiğini düşünüyoruz. 

Ruşen Çakır: Nasıl olacak o?  

Ümit Özdağ: Şöyle: Suriye’nin kuzeyinin yeniden inşâsı Türk firmaları tarafından yapılacak. Avrupa Birliği’yle bunun finansmanı konusunda görüşeceğiz, Dünya Bankası’yla finansmanı konusunda görüşeceğiz ve Suriye Devleti’nden de bunun finansmanı konusunda anlaşma sağlayacağız. Böylece dönen kitleler sisteme ne yapacaklar? Entegre olacaklar ve Türk firmaları da yeniden inşâ işini üstlenecek. Tabii bu arada geri dönmek istemeyenler de olacak. Tabii bir şey daha var; şeyleri de hesapladık biz: Hangi bölgeden? Hep karayollarıyla diyoruz ya? Meselâ karayoluyla değil doğrudan deniz yoluyla yollayacaklarımız da olacak. Meselâ Mersin bölgesinden Mersin-Lazkiye; şimdi İstanbul’dan karayoluyla gideceklerle, deniz yoluyla İstanbul’dan gidecekler Lazkiye limanına. Bunların mâlî hesaplamalarını yapıyoruz. Çünkü bir otobüste 50-55 kişi oturuyor; ama bir otobüse 55 kişi oturtamıyorsunuz sevkiyat sırasında, devlet görevlilerinin de olması lâzım, vs.. Bahsettiğimiz rakamlar çok büyük, ama bir de 3 milyon kişi nerede yaşıyor? Bunun 3 milyonu Mersin, Adana, Hatay, Gaziantep, Kilis ve Şanlıurfa yani sınıra çok yakın bölge; bu sınıra yakın bölgelerdekilerin yollanması daha kolay, yani mâliyetler çok düşük burada

Ruşen Çakır: Şimdi bu şeyi tasavvur etmekte zorlanıyorum. Şimdi siz, devlet, bunları bir saptayacak bulacak alıp götürecek. Karayolu, hava yolu…

Ümit Özdağ: Hava yolunu çok kullanmayacağız burada 

Ruşen Çakır: Her neyse, yollayacak vs.. Bir: İnsanları nereden saptayacaksınız? İki: İnsanları nasıl götüreceksiniz? Kelepçeleyecek misiniz? Ya da istemiyorsa?

Ümit Özdağ: Yok, kelepçelemeye gerek yok. Şöyle: Biz son on iki ay sürecini başlatacağız;  burada sağlık yardımlarını keseceğiz, hastane yardımlarını durduracağız. Yani hele ki kendi hastâneye gittiği zaman kendi ödemeye başlayacak. Eczâneden ilaç aldığı zaman kendisi ödemeye başlayacak. Doğalgaz ve elektrik yardımı yapılıyor üç yüz onar lira; siz meselâ kendi elektrik faturanızın tamamını ödüyorsunuz, onlarınki öyle değil, bunları durduracağız, kendileri ödemeye başlayacaklar. Ve… 

Ruşen Çakır: Zâten gitmek isteyecekler…

Ümit Özdağ: Zâten gitmek isteyecekler. Yani burası artık tatil köyü olmaktan çıkacak. Ve yardımlar durunca, artık geçici hukukî koruma bitti, savaş durdu, evinize geri dönebilirsiniz. Çünkü bizim Rusya ve İran’la yapmış olduğumuz bir anlaşma var Astana’da. Birleşmiş Milletler’e de onaylattık. Nereden geldilerse oraya dönecekler. Ve Suriye Devleti bunu üstlendi, bunu kabul etti. Onun için geri dönüşle böyle bir şey var. Peki geri dönüşle ilgili başka düzenlemeler yapacak mıyız? Yapacağız, ama bunların bir diplomatik boyutu olduğu için kamu önünde tartışmıyoruz.

Ruşen Çakır: Sadece diplomatik değil, çok stratejik boyutları da var. Ve meselâ bir tâne soru var: Suriye almıyor, infaz edilirse gönderilenler Suriye’de.

Ümit Özdağ: Ama onun cevâbını verdim: 1) anlaşma yapıyorsunuz; 2) uluslararası hukuk sağlıyorsunuz veya Birleşmiş Milletler denetimi ve Türk halkının yerinde denetimi sağlıyor; 3) Suriye’nin ekonomik kalkınma sürecini de, yani savaştan çıkma sürecini de vaat ediyorsunuz. Meselâ 6 milyon kişi yaşıyordu Halep’te, şimdi 500 bin kişi yaşıyor. 5,5 milyon Halep dışında. Bunlar geri dönecekler Halep’e ve Halep’te hayat başladı zâten, ama şehir hayalet kent gibi.

Ruşen Çakır: Peki, burada… 

Ümit Özdağ: Şimdi bakın, burada bir şey söyleyeyim Ruşen Bey: Meselâ Suriye’ye dönmek istemeyen genç diyor ki: “Ya, tamam” diyor, “yani döndüğümde” diyor “hayâtım tehlikede değil, ama beni askere alacaklar” diyor. Kusura bakma, alsınlar seni askere, bu beni ilgilendirmiyor.

Ruşen Çakır: Şimdi çok soru ve sorun var da, meselâ ilk akla gelen mesele, şu çok açık ve net: Bu saydığınız rakamlar, diyelim ki 8 milyon ya da 5 milyon ya da 200 bin hiç önemli değil, bunların büyük bir kısmının esas hedefi aslında Batı, öyle değil mi? Yani Türkiye’nin yaptığı anlaşmalar ve o… 

Ümit Özdağ: Geri kabul anlaşmasıyla…

Ruşen Çakır: Geri kabul anlaşmasıyla vs. bir nevi Türkiye burada onlar için bir tür kamp oldu. 

Ümit Özdağ: Türkiye, Afrika’nın Ruandası oldu. İngilizler Ruanda ile anlaşma yapıyorlar, biz diyorlar mülteciyi sana yolluyoruz kabul edene kadar. Türkiye’ye de Avrupa Birliği Ruanda muamelesi çekiyor.

Ruşen Çakır: Şimdi ama, biliyorsunuz, Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Açıyoruz kapıları” gibi bir şey yaptı, pazarlık sonucunda vs.. Meselâ bu sizin yaklaşımınızda geri yollamanın dışında seçenek var mı?  Batı ne yaparsa yapsın biz ilgilenmiyoruz mu diyorsunuz?

Ümit Özdağ: Şimdi Batı’nın bize bu konuda ders vermeye veya bir şey dayatmaya hakkı yok. Eğer bunu yaparlarsa, biz onlara şunu hatırlatacağız. Bugün Türkiye, Kafkaslar, ondan sonra Ortadoğu ve Balkanlar arasında bir köprü. Ortadoğu’nun sınırları Gaziantep’te bitiyor. Ama bugünkü durum devam ederse, yirmi sene sonra Ortadoğu’nun sınırları Edirne’de bitecek. Ve Türkiye Ortadoğu’nun bir parçası olduğundan, Ortadoğu’daki her sarsıntı doğrudan Avrupa başkentlerini vuracak. Bunu Avrupa da istemez, istememesi gerekir. Akıllıca olmaz; çünkü biz Türkiye’nin mevcut bu üç altkıta arasındaki konumunun devam etmesinin küresel istikrâra ve bölgesel istikrâra büyük katkıda bulunacağını görüyoruz. Onun için bu insanların geri dönmesi Avrupa Birliği’nin de lehine; sâdece bizim lehimize değil, bölge istikrârının da lehine. Biz bu konularda, böyle, “Biz sana bunu yollarız, işte sınıra adamları yollarız” falan… Bunlar şov tarafı işin; yani biz uluslararası ilişkileri kahveden oy almak için yapılacak bir çalışma olarak görmüyoruz. Ciddî karşılıklı jeopolitik menfaatleri güvence altına alacak ve uluslararası istikrâra katkı da verecek süreçlerin şekillendirilmesi için kullanacağız. 

Ruşen Çakır: Şimdi Suriye diyoruz, ama olay sâdece Suriyelilerden ibâret değil ve son dönemde özellikle sizin de çok gündeme getirdiğiniz olayların içerisinde meselâ Pakistan diye bir olay girdi. Bir ara Taliban’la beraber Afgan mültecileri oldu,ama meselâ görüyorum: Orta Asya’dan gelenler de var, Afganistan’dan gelen ama Özbek vs. olanlar da var. Şimdi, Suriye ayrı bir şey, sınırdaş bir ülke, ama birçokları da İran üzerinden başka yerlerden geliyorlar. 

Ümit Özdağ: Afrika’dan da gelişler başladı. Evet ve eğer biz burada durdurmazsak bu gelecek otuz sene devam edecek. 

Ruşen Çakır: Peki, durdurmak başka; şimdi onu ayrıca soracağım. Durdurma meselesinde soruyu insana, çünkü şimdi var olanların geri gönderilmesinin kapsamında, herkes her şey…

Ümit Özdağ: Şimdi bakın, ikisini birbirinden ayırmamız mümkün değil. Eskiden bizim gençliğimizden hatırlarsanız, bayramlarda en çok Avrupa ülkelerinden Almanya’yla telefon görüşmesi olurdu. Almanya’dan Türkiye’ye Türkiye’den Almanya’ya; şimdi nereye vesîle oluyoruz? Afganistan’la oluyor. Çünkü burada 1,5 milyona yakın Afgan oluştu ve her gelen yenisini getiriyor; Pakistanlı geliyor, Pakistanlı şimdi Bangladeşli, Hintli’yi çağırmaya başladı. Ve o bölgede de büyük bir kuraklık var işin ilginç tarafı; bakın, gözünüzün önünde Hakkâri’den Muğla’ya kadar uzanan çizgiyi getirin. Getirdiniz değil mi haritada? 2040 yılında Devlet Su İşleri’nin 2016’daki raporuna göre burada yağış %40 azalacakmış; hem de şimdi o bölgede yağış azalıyor, yağış azalınca verim azalıyor, su azalıyor fakat nüfus artıyor. Ne olur? Kavga çıkar. Nasıl çıkar? Kaynak kavgası kimler arasında çıkar? Etnik gruplar arasında çıkar. Bunları görmeden siyaset şekillendirmek işte bu partilerin işi, ama Zafer Partisi’nin işi değil.

Ruşen Çakır: Peki, şeyi soran var: Duvar mı öreceksiniz?  

Ümit Özdağ: Hayır, duvar çözüm değil. O AK Parti’nin müteahhit güvenlik politikası, yani halkın güvenliği, sınırın güvenliği değil, müteahhidin güvenliğini sağlamaya çalışıyor. Parasını artırmaya çalışıyor; yani biz entegre istihbârat servisi oluşturuyoruz, bunun çalışmalarını da yaptık. Yani bugünün teknolojisi sınırdan değil, böyle terörist, sınırdan değil işte kafîleler, sınırdan sinekler bile geçmez yani. Bakın bunun için 1) balon sistematiği oluşturacağız; balondan baktığınızda karşı ülkenin iç tarafında onlarca kilometre derinliğine gideni görüyorsunuz; 2) İHA sistematiğini oluşturacağız, 3) sensör sistematiği oluşturacağız. Bunlar entegre olarak aynı yerden yönetilecek ve bu sistemlerle sınır güvenliği sağlarken, nereden geliyor göç, Pakistan’dan mı? Bakın o zaman Pakistan içinde Türk istihbâratı, Afganistan içinde Türk istihbâratı göçten caydıracak politikalar uygulamaya başlayacak. İran içerisinde kimler yapıyor bu işin kaçakçılığını, tespit edeceğiz. Îkaz edeceğiz, devam ederlerse cezalandıracağız. Türkiye’ye yaklaşmak ve Türk halkının güvenliğini tehdit ederek Türk halkını sefâlete ve güvensizliğe sevk ederek para kazanmanın bedelinin ağır olduğunu göstereceğiz. Aksi takdirde gelecek otuz seneyi bu ülkede sokakta güvenli dolaşarak, çocuklarımızı köşedeki bakkala ekmek alması için güven içinde yollayamayız. Böyle bir yükü de dünyanın hiçbir coğrafyası kaldıramaz. 

Ruşen Çakır: Şimdi birtakım detay sorular var. Meselâ geri gönderilme sürecinde Türkiye’de dükkân açan, ev, araba, beyaz eşya satın alan göçmenler ne yapacak? Bu ürünlere el mi konulacak? Satılacak mı? Değeri belirlenip karşılığı mı ödenecek? 

Ümit Özdağ: Şöyle söyleyeyim: Bunların hepsini çalıştık ve uluslararası hukuk çerçevesinde çalıştık. Yani biz bu geri dönüşte bir uluslararası hukuk krizi veya ulusal hukuk krizi yaratmayacağız. Her şey hukukun üstünlüğü çerçevesinde olacak. Meselâ dükkân açmış, soracağız: “Ne kadar zamandan beri bu dükkân çalışıyor?” “Şu kadar zaman.” “Ne kadar vergi ödedin bu süre içerisinde?” “Hiç ödemedim”. “Tamam, gel o zaman, dükkânın değeri şu, beş yıllık vergi borcunu veriyorsun; biz sana şu kadar borçlanıyoruz, sana da şu parayı veriyoruz, el koyduk ve geri dönüyoruz.

Ruşen Çakır: Meselâ sigorta primi, evet, öyle de sormuşlar. Sigorta prim ödemiş göçmenlerin ödenekleri geri mi verilecek? Vs.. 

Ümit Özdağ: Tabii onları da çalışacağız, hiç kimseye adaletsizlik yapmayacağız.

Ruşen Çakır: Bir detay soru daha var. Türkiye’de doğmuş ve ilkokulu Türkiye’de okumuş, Türkçe bilen, Türkiye’deki sosyal ve eğitim sistemlerine dâhil olmuş çocuklar ne olacak?

Ümit Özdağ: Şimdi Afganistan’dan Pakistan’a 6,5 milyon insan göç etti. Şu anda 1,3 milyon var, gerisi Pakistan’dan Afganistan’a geri döndü çünkü ve bunlar içerisinde, hayâtının ilk kırk senesini Pakistan’da geçirdikten sonra dönenler oldu. Onun için bu hani, burada doğdu büyüdü, tamam, ama Suriyeli vatanına dönecek. 

Ruşen Çakır: Peki, şunu soracağım: Şimdi siz bu olayı gündeme taşıyarak ya da gündemde zâten var olan bu olayı bayağı gündemin önüne taşıyarak… 

Ümit Özdağ: Bakın, Türk halkı bu konuda çok dertli. Biz Zafer Partisi olarak Türk halkının sözcüsü olduk. 

Ruşen Çakır: Tersi olmuş olabilir mi?

Ümit Özdağ: Hayır. Türk halkının sözcüsü olduk. Yani Türk halkı dertli değildi; ama biz anlatınca dertlendi mi?  Öyle mi tercih…

Ruşen Çakır: Meselâ siz? 

Ümit Özdağ: Yok hayır. Siyâseti siz yeterince bilen bir insansınız; eğer bir sorun gerçekten yoksa, ne kadar şey yaparsanız yapın, medya gücünüz olursa olsun, bu sonucu çıkartamazsınız. 

Ruşen Çakır: Peki bu sorunun müsebbibi kim? 

Ümit Özdağ: Bu sorunun baş müsebbibi Recep Tayyip Erdoğan ve Davutoğlu’dur. 

Ruşen Çakır: Burada yalnız şöyle bir izlenim de çıkıyor: Sanki siz bu olayı herkese teşmil ediyorsunuz, muhâlefet dâhil.

Ümit Özdağ: Muhâlefete de şunun için suçlamada bulunuyoruz: Türk halkının böyle bir sorunu var ve siz bu sorunu temsil etmiyorsunuz. Bakın, Cumhuriyet Halk Partisi 2021 yılında 150 sayfalık rapor hazırladı; 13 tane milletvekili, 1 Genel Başkan Yardımcısı’nın başkanlığında 13 tâne de Meclis personeli danışman olarak katılmış; yaptıkları şey şu: “Göç ve Entegrasyon Bakanlığı kuracağız, onlara vatandaşlık vereceğiz”. Türk halkının %85’i, %90’ı, “Bunlar dönsün” diyor. Bütün siyâsî partilerle, HDP “Kalsın” demesine rağmen HDP seçmeninin büyük bir bölümü, “Bunlar dönsün” diyor. Şimdi biz de, nasıl Mansur Bey meselesinde demokratik bir talebin seslendirici olduysak, bu konuda da demokratik bir halk talebinin seslendiricisi oluyoruz. Diyoruz ki, efendim, böyle mi? Gelin referanduma gidelim.

Ruşen Çakır: Sınırlara tekrar mayın döşenecek mi?

Ümit Özdağ: Bunu düşüneceğiz tekrar; bakın, bunu gerçekten tekrar düşüneceğiz. Çünkü sınırlardan mayınlar kaldırılıyor, mayınlar kaldırıldıktan sonra göç başlıyor. 2009-2011 arasında Türkiye-Suriye sınırından, kaldırıldığı 2011’den îtibâren Türkiye’ye göç başladı. Sonra İran sınırından söküldü; İran sınırından sökülmesinden sonra İran’dan göç başladı.

Ruşen Çakır: Bir soru var. Asker ve polis nezâretinde zor kullanılarak yapılacak bir göç ettirme uygulaması ikinci bir tehcir görüntüsüne neden olmaz mı?

Ümit Özdağ: Bakın, Amerikalılar, Almanlar, Danimarkalılar, Fransızlar yapıyorlar ve bunlarla ilgili kimse bir şey söylemiyor. Biz de kendi ülkemizde demokratik seçilmiş bir hükûmet olarak Türk halkının istediği kararları uygularız. Bunun için de kimseye haber vermeyiz; kimseden de izin istemeyiz. Yani niye izin isteyelim? “Ben yaparım ama sen yapamazsın.” Hadi canım sen de, ya sen kim oluyorsun bana bunu söylüyorsun? O kadar istiyorsan paketleyip sana yollayayım al sen bak. 

Ruşen Çakır: Şimdi bir dakika, bunu sorduk aslında ama tekrar sorayım. “Zengin İranlılar ve Arapların Türkiye’de siteler hâlinde ev ve arsa satın almaları hakkında ne düşünüyor?” sorusu var.  

Ümit Özdağ: Biz bunu yasaklayacağız. Vatandaşlık vermeyiz bunun için. 

Ruşen Çakır: Ama oturma?

Ümit Özdağ: Oturma olabilir.

Ruşen Çakır: Anladım.Oradaki rakamlar sürekli değişiyor biliyorsunuz. Önce bir yüksekti, sonra azaldı; bu rakamın bir anlamı var mı sizce? Hani Türkiye’de bunun herhangi bir limiti bilmem ne olmalıdır falan gibi bir çalışmanız var mı? 

Ümit Özdağ: Hayır, onu yapmadık. Çünkü gerçek resmi bilmiyoruz orada. Ama hızla arttığını ve verilen vatandaşlık sayısının da arttığını görüyoruz. Şimdi meselâ beni dün gece Esenyurt’tan aradılar; site var, çok büyük bir site, sitede Türkler azınlıkta ve ev sâhibi Türkler değil kiracı Suriyeliler sitenin yönetimini ele geçirmişler. Şimdi, Türk ev sâhipleri beni arıyorlar, ilçe  başkanımız aracılığıyla diyorlar ki: “Lütfen bizim site yönetimi toplantımıza gelin”.

Ruşen Çakır: Şimdi, geçenlerde partinizden bir grup Dışişleri Bakanlığı’nda Suriye masasıyla görüştü ve bir şekilde Suriye’yle  de görüşeceğinizi söylüyorsunuz. Temâsınız var herhalde ya da kurmakta zorlanmayacaksınız.

Ümit Özdağ: Yok, kuruldu temaslar; bugün de bir görüşme yapılacaktı Başkonsolosluk’ta arkadaşlarımız tarafından, Dışişleri Bakanlığı’yla da görüşüldü. Önümüzdeki süreçte Şükrü hocamız tekrar Dışişleri Bakanlığı’yla bir ikinci görüşme yapacak. Yani biz her şeyi devlet ciddiyeti içerisinde yapıyoruz ve bir taraftan Türk halkının talebini dile getirerek toplumsal tepkiyi kontrol altında tutuyoruz. Sokaklar çok kızgın; biz bu kızgınlığın temsilcisi olarak siyasal anlamda kontrol altında olmasını ve patlamamasını sağlıyoruz. Bir taraftan da meselenin çözümü için yapacağımız katkıları açıklıyoruz. Ve bizim yapmış olduğumuz bu politikalardan dolayı, bakın, bütün siyâsî partiler, bu konu gündemlerinde yokken, artık onlar da, “Gönüllü geri dönecekler” noktasına geldiler. Ve Türk kamuoyu Zafer Partisi’nin bu etkili muhâlefetinin nasıl Erdoğan’ı iki hafta önce “Kalacaklar” derken, iki hafta sonra “Onurlu geri dönecekler” şeklinde, gönüllü olanlar noktasına getirdiğini gördü. Eğer Zafer Partisi olmasaydı Erdoğan bu noktaya gelemezdi. 

Ruşen Çakır: Şimdi bir arkadaşım şeyi hatırlatmış, bir dönem Suriye sınırındaki mayınların kaldırılmasını İsrail çok istemişti ve kaldırmayı da o arazilerin yirmi yıl, sizin tam   vurguladığınız yirmi yıl kullanımı karşısında yapacağını söylemişti. “İsrail böylesi bir göçü öngörmüş olabilir mi?” diyor.

Ümit Özdağ: İsrail bu göçü öngördü. Amerika Birleşik Devletleri bu göçü öngördü. Yani bunlar komplo teorileri değil; bunlar konuşulan şeyler, bilinen şeyler. 2011 sonunda, daha göç başlamadan, Avrupa Birliği’nin “Askıdaki hayatlar” diye, Türkiye’de yapmış olduğu dokuz ilde bir araştırma var. Ve araştırmanın konusu Türk halkının sığınmacılara ve mültecilere karşı tavrı.  

Ruşen Çakır: Şeyi sorabilir miyim? Doğu Perinçek size bâzı şeyler söyledi. Kendisiyle tanışıyorsunuz herhalde? 

Ümit Özdağ: Tanışıyoruz, bir defa karşılaştık veya iki defa karşılaştık. Birisi bir televizyon programında, birisi bir konferansta, onun dışında tanışıklığımız yok. Aslında Doğu Perinçek de Suriyelilerin geri dönmesi gerektiğini söylüyor. Beşar Esad’la görüşerek yapılması gerektiğini söylüyor. O zaman bu açıklaması bir mektup, mektup da saraydan geliyor. 

Ruşen Çakır: Orada şimdi hatırlayamadığım garip bir fiil kullanmıştı, sizi ne yapacaktı?

Ümit Özdağ: O pusu kurarak saldırmak demek. Pusu kurarak saldırmak. 

Ruşen Çakır: Neydi fiil?

Ümit Özdağ: Pusturmak falan… 

Ruşen Çakır: Şimdi, sizin HDP’nin kapatılmasını savunduğunuzu biliyorum diyeceğim. Yanlış yapmıyorum değil mi?

Ümit Özdağ: Yok hayır, yanlış yapmıyorsunuz. HDP’yi parti olarak görmüyoruz biz.

Ruşen Çakır: Yani Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması ve bir daha devâmında açılmamasını…

Ümit Özdağ: Hayır, yeniden açılır, bir başka parti açılırsa, yine suç işlerse, yine kapatılır. 

Ruşen Çakır: Ortada bayağı bir milyonlarca oy var.

Ümit Özdağ: Yani ne kadar oy olması suç olmasını gerektirmez. Keşke Almanların Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi’ni kapatsalardı.

Ruşen Çakır: Peki o zaman o bağlamda bir izleyicimiz sormuş. “Selahattin Demirtaş’ın hapiste kalmasını ister mi?” diye. Şu anda hapiste zâten.

Ümit Özdağ: Yani zâten hapiste, bir. İki: Selahattin Demirtaş’ın terörle arasına mesâfe koymadığını, terörü desteklediğini biliyoruz. Selahattin Demirtaş benim için siyâsetçi değil. Yani Selahattin Demirtaş siyâsetçiyse Ümit Özdağ ne?

Ruşen Çakır: Bu arada çok sayıda arkadaşlar söylüyor: Size, bana, Medyascope’a lâf edenler farklı farklı biliyorsunuz; siz çünkü bayağı sosyal medya üzerinden giden bir partisiniz. Bayağı da etkilisiniz, onun farkındayım. Çünkü başıma geldiği için biliyorum. Nasıl karşılaşıyorsunuz? Ne tür tepkilerle? Şimdi, yayın boyunca şeylerden bahsettiniz, Ermeni vatandaşi Kürt vatandaş vs. gibi şaşırtıcı öykülerden… ama daha genel olarak?

Ümit Özdağ: Şöyle: Müthiş bir gençlik desteği var. Peki bu gençlik desteği halk desteği nerden kaynaklanıyor? Her şeyi düşündüğümüz ve inandığımız gibi söylemekten kaynaklanıyor. Biz salaklara salak diyoruz, çekinmiyoruz. Biz mırın kırın etmiyoruz, lâf çevirmiyoruz, doğrularımızı ve inandıklarımızı, Türkiye için hayırlı olduğunu düşündüğümüz her şeyi tek tek söylüyoruz. Böyle de yapmaya devam edeceğiz.

Ruşen Çakır: Eyvallah. İsterseniz toparlayalım. 

Ümit Özdağ:  Evet,toparlayalım artık.

Ruşen Çakır: Atladığımız bir şey var mı? 

Ümit Özdağ:  Bilmiyorum.

Ruşen Çakır: Hayır, yani şey olarak hani böyle muhakkak… 

Ümit Özdağ:  Ama bakın bir şey söyleyeyim — biraz önce bahsediyordum: Bu kültürel değişim çok kötü bir şey ve Türkiye şimdi o süreçte Pakistan’la anlaşma sürecinde kültürel olarak. Değişik ilâhiyat fakültelerine sâdece Suriye’de ilâhiyatçı olduğunu deklare ettiği için belge bilgi sunmadan birçok insan alındı. Bu su kaynağının başına Selefîliğin bağlanması, Selefî yorumun bağlanması demek. Ve bugün kadınları sokakta videoyla çekenler, yarın kadınların nasıl giyindiğine karışacaklar bu ülkede ve kendi yaşam tarzlarını Türkiye’de sokaklara dayatma çalışması yapacaklar. Bugün insanlar birçok kendi doğup büyüdükleri semtin değişik sokaklarında yürüyemez hâle geldiler. Belirli saatlerde dışarıya çıkamaz hâle geldiler. Evet, Şişli’de bu sorun yaşanmıyor, ama gidin Esenyurt’a, Esenler’e. Burada çok rahat yaşanmıyor ve çok ağır yaşanıyor. Yani bakın, İstanbul’un nüfusunun aşağı yukarı 8 milyonu doğrudan bu sorunla yüz yüze ve her gün yaşıyor. Şimdi bunun yarın bütün İstanbul’a ve bütün Türkiye’ye yansımalar olacak.   

Ruşen Çakır: Şimdi sorulara tekrar bakıyorum…

Ümit Özdağ:  Biz aynı zamanda hayat tarzımızın muhâfazası için mücadele ediyoruz. Biz çocuklarımızın can güvenliği için mücâdele ediyoruz. Biz bu ülkenin gelecekte bir dış kışkırtmayla bir iç çatışmaya sürüklenmesinin sosyolojik zeminini dağıtmanın mücâdelesini veriyoruz.

Ruşen Çakır: Bir yerde bahsettiniz, tekrar onu vurgulamak istiyorum. Bir izleyicimizin sorusu: Anayasaya ve tarafı olduğuöuz uluslararası anlaşmalara uyma meselesi; çünkü bu söylediğiniz konular çok bunların sınırlarında dolaşıyor. Yani insanların istemeseler dahi yollanması meselesi. Bunların hepsinin hukuken mümkün olduğunu eminsiniz yani?

Ümit Özdağ:  Eminiz, orada hiçbir şey yok. Eğer Amerika Birleşik Devletleri’ne bir şey mümkünse bize de mümkündür. Almanya’ya, Fransa’ya mümkünse bize de mümkündür. Hiç kimse Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ikinci sınıf devlet muamelesi yapamaz. 

Ruşen Çakır: Son bir soruyu daha sorayım: “Türkiye NATO’da kalsın mı?” diyor.

Ümit Özdağ:  Ben kalsın diyorum. Çünkü şu anda NATO Türkiye’ye büyük bir güvenlik desteği veriyor. Ne anlamda? Saldırmayarak veriyor. Yani NATO’nun içinde olduğumuz sürece NATO’nun bize açık saldırısı mümkün değil, öyle bir dönemden geçiyoruz.

Ruşen Çakır: Yıllar önce tanıdığım Ümit Özdağ’la tekrar karşılaştım; çünkü sizinle daha ASAM (Avrasya Stratejik Araştırma Merkezi) zamanlarında yaptığımız muhabbette de hep böyle bir birtakım tespitler olurdu. Önce jeton düşmezdi.

Ümit Özdağ:  Şimdi NATO’da Türkiye, içerideki belirli mekanizmalarda Türkiye’nin aleyhine gelişmeleri engelleyebiliyor. Bugün NATO’nun dışına çıktığımızı düşünelim bir an için: Silah sistemlerimiz vs. hepsi buna göre kurgulanmış; ama daha önemlisi, biz çıktıktan iki gün sonra Kıbrıs Rum kesimi girer. Türkiye ne duruma düşer? Bir NATO ülkesini işgal etmiş ülke konumuna düşer ve NATO’nun direkt hedefi hâline gelir. Bu ve benzer konulardan dolayı; ama Türkiye NATO içinde kaldığı sürece, Türkiye’ye karşı olumsuz düşünceleri, olumsuz ittifakları içeriden durdurmak daha kolay olur. Bu anlamda bir güvenlik katkısı var, bu anlamda var. Keşke böyle olmasaydı. Ama durum bu.

Ruşen Çakır: Evet, Ümit Bey, çok teşekkürler.

Ümit Özdağ:  Ricâ ederim.

Ruşen Çakır: Çok soru vardı; atladıklarımız olmuştur, kusura bakmasınlar. Ama bütün temel meseleleri konuştuk diye düşünüyorum, değil mi?

Ümit Özdağ: Evet.

Ruşen Çakır: Yani böyle…

Ümit Özdağ: Yani sâdece sığınmacıları geri yollamayacağız, ekonomik politikalarımız da var.

Ruşen Çakır: Bayağı anlattınız da onları, evet, özellikle neoliberalizmden çıkış meselesi, yani ekonomi. 

Ümit Özdağ:  İstanbul’un high-tech merkezi hâline gelmesini sağlıyoruz. İstanbul nüfusu 10 milyona doğru inmeli. Çünkü İstanbul bir büyük depreme doğru hızla ilerliyor. Ve bu depremde 30 bin binâ yıkılacak, 200 binden fazla insan ölecek ve hiçbir şey yapılmıyor. İstanbul’un yaşam tarzı ölüm tarzının hâkim olduğu bir şehir. Onun için biz İstanbul’la ilgili bir özel proje geliştirdik; o çerçevede İstanbul’daki bütün ilçelere vali atayacağız. Yani Anadolu’da valilik yapmış kişi, deneyimli kaymakam gib devletin bütün imkân ve kabiliyetlerini İstanbul’un hızla bu içine girdiği felâket sürecinden dışına çıkartılmasını, rehabilite edilmesini ve high-tech merkezi şekline getirilmesini savunuyoruz. Bu arada Türk sanayiinin de Anadolu’ya yeniden yapılandırılarak dağıtılması gerektiğini, ağır sanayinin Zonguldak liman olmak üzere bir ucu Ankara’da bir ucu Bursa’da uzanan hatta kaydırılması gerektiğini, o tekstil vs. orta ölçekli sanayinin Trabzon liman olmak üzere Erzincan’dan Van’a kadar uzanan bölgeye hayvancılık ve hayvancılığa dayalı olan sanayi kolları ile birlikte entegre edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. İskenderun ve Mersin limanları, bir ucu Mardin’e öbür ucu Konya’ya uzanan hatta yeni bir sanayi bölgesi ve tarım bölgesi olarak GAP’la entegre şeklinde organize edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ve onun planlarını yaptık. Görünüşteİzmir liman olmak üzere Afyon’a kadar uzanan bölge, hem madencilik ve madenciliğe dayalı sanayi kolları hem ileri teknoloji merkezi olarak düşündüğümüz ve planladığımız bölgeler. Yani bakın, Türkiye’nin su kaynakları doğuda, fakat insanları batıda; bu mâkul bir durum değil ve su kaynaklarımız sürekli azalıyor. Şimdi Kanal İstanbul gibi bir deli proje getirerek İstanbul’un idam fermanını imzalıyorlar. Marmara’nın idam fermanını imzalıyorlar. Türkiye ekonomisinin tabanına çakılacak son çivi olacağı gibi, Marmara Denizi’ni de öldürecek bir proje olacak. Biz Türkiye’nin kaynaklarının bu tür projelere değil Türk insanına refah getirecek projelere harcanması gerektiğini düşünüyoruz.

Ruşen Çakır: Evet, noktayı koyalım. Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ı konuk ettik. Sizlerin sorularını kendisine aktardık, bayağı yoğun ve hızlı biçimde çok sorun konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.