Madrid neydi? Madrid, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali arka planı önünde NATO’nun gelecek on yıldaki stratejik konseptinin kabul edileceği yerdi. Tarihsel başat hasım, yeni bir güncellik de kazanarak Rusya’ydı ve ona küresel güç ABD öncülüğünde Çin eklenecekti. Biz kimdik ve neredeydik? Yüzyıllara yayılan kuzeydeki Rus tehdidinden nihayet 1952’de ABD’nin ittirmesiyle ve te Kore’de BM saflarında savaşarak NATO’ya kapağı atıp, ulusal güvenliğini ancak öyle güvenceye alabilmiş bir ülkeydik. Haritadaki yerimiz Karadeniz’de Rusya’yı tam cepheden görüyordu. İsveç ve Finlandiya’nın tasarlanmış NATO üyeliği üzerimizdeki tehdidi de, ittifak görevi yükünü de hafifletecekti.
Çok daha özlü biçimde Serhat Güvenç’in GazetePencere yazısında belirttiği gibi “Japonya, Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın NATO üyeliğinin eşiğinde olduğu bir dünya düzenine koşar adım gidiyoruz.” Belki ayrıca Hindistan ve Afrika’nın sahra altı, Cezayir ve Mısır’ı, Körfez ve Suudi Arabistan’ıyla yeni sürüm bir “üçüncü dünyacılık” yahut düpedüz fırsatçılık da biçimleniyor. Hatta yan sahnede İran’ın nükleer güce dönüşmesi ve İsrail’i hizada tutma çabaları da aynı anlatı içinde sarmaşarak at başı ilerliyor.
Biz Erdoğan’ın ağzından ne dedik, hangi tutum ve öncelikleri açıkladık? Bakü dönüşü uçakta Putin’in neden Finlandiya’nın NATO üyeliğinden kaygı duyduğuna ilişkin paranoid saplantılarına ses verdik. Esenboğa’dan yola çıkarken ABD’nin Yunanistan’daki varlığını tahkim etmesine “Niye kurdunuz? Rusya’ya karşı kurduk. Ne demek? Ne yaptınız da (sanırım ‘ne yaptı da’ diyecekti, kendini frenledi) Rusya’ya karşı kurdunuz da? İşiniz gücünüz S-400 aşağı S-400 yukarı. Hep laf.” diye tuluat yaptık. Biden görüşmesi başlangıcında Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini “süreç, olaylar, olumsuz gelişmeler” gibi muğlak ifadelerle tanımlayıp, aynı biçemle kendi yaklaşımımızı da “süreci çözme, denge siyaseti” diye anlattık.
Batı dillerine çevirisi güç belki olanaksız en azından had safhada okunaksız, anlaşılmaz bir “tutumumsu” ortaya koyduk, mugalata yaptık. Rusya’nın tahıl ve akaryakıt soygunlarının adresinin İstanbul olduğunu gözlerden saklayacağımızı varsaydık. Başka deyişle tarihsel dönüm noktası Ukrayna’nın işgaline yanıt niteliğindeki ve sözümüzün Batı’yla eşit ağırlığı olan biricik uluslararası forum olan NATO oturumunu, “kutsal emanet” iki yerel (“yerli ve milli”?) boyuta indirgedik: Yunanistan ve PKK. Böylece baştan kendi sözümüzü yine kendimiz sıfırla çarpmış olduk. Oysa Ukrayna’nın Baykar’ın üç SİHA hibesine teşekkürü ve IŞİD tepe kadrolarına yönelik oprasyon kımıldanması sahnenin hazırlanmasına etkin katkı sunmuştu.
Unutmayalım, Biden görüşmesi NATO zirvesinin derkenarındaydı. Finlandiya, İsveç ve NATO Genel Sekreteri ile yapılan görüşme ve imzalanan üçlü uzlaşı andıcı da hazırlığıydı. GKRY Başkanı Anastasiades’in nedeni belirsiz buyur edildiği akşam yemeği de sonrasıydı. İşin kendiyse zirvede kabul edilen on yıllık stratejik konsept belgesiydi. Biz cami avlusunda ayaküstü taş koyup, yaklaşık birbuçuk ay boyunca sündürdüğümüz İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine takoz koymak girişimimizle ancak oyunbozan, tat kaçıran olduk. Katkımız bu oldu, akıllarda böyle bir profille yer ettik. Halbuki NATO’nun açık kapı politikasına desteğimiz, Doğu Avrupa ülkelerinde bugüne dek bize hep tutamak sağlamıştı.
İçeride de konuştuğumuz Erdoğan’ın Johnson’un omzunu nasıl sıkıp, yerinden hoplattığı. Uzlaşı andıcının maddeleri, tireleri ve liyakatlı hariciyecilerin yine yaratıcı yazım yeteneklerini nasıl ortaya koydukları. Yazılanla, Erdoğan’ın anlattığı da tutmuyor: İsveç’ten 73 iade talebi ve NATO genişlemesinin TBMM’de onaylanmasının bu ve benzeri gerekçelerin izlenmesine bağlanması vb. Basın toplantısında maiyet memuru olmayan gazetecilere verdiği yanıtlar ikna edici olmaktan uzak olduğu gibi, çoğunlukla tutarsız ve açıkça gerçekdışıydı.
Oysa biz S-400 alıp, kendimizi programdan zorla attıralıberi Kore’sinden Almanya’sına, Finlandiya’sından Çek Cumhuriyeti’ne ve sonunda Yunanistan’a dek hür dünyanın üyesi devletler F-35 kuyruğunda. Sözkonusu çağın sınamalarına uygun örgün bir savunma ağı oluşurken, biz eldeki F-16’ları dahi yenileyebilmek için ABD kongresinin insafına kalmış durumdayız. Ekonomide ‘70 sonları, ‘80 başlarını andıran bir bunalım kapıda ve güvenlikte de Stalin’in Baltık ülkeleri ve Finlandiya’ya, Hitler’in Sudetenland, Avusturya ve Polonya’ya hallendiği ‘30 sonları ‘40 başlarını çağrıştıran bir ortam önümüzdeyken atıyoruz kendi kalemize bu golleri attık. Üstelik kasamız hem boş, hem delik.
Erdoğan’ın dış politika konularında bir tutumu (“position”) yok, tekbeden bir duruşu (“posture”) var. Dış politika önceliklerini de ulusal çıkarlar bağlamında değil, kişisel siyasal çıkarları bağlamında ve bütüncül değil perakende yani dosya temelinde belirliyor. Yoksa olması gerektiği biçimde zamanlı ve perde gerisinden yürütülecek diplomasiyle de bu metin çıkardı. Ama o zaman Erdoğan manşet, Biden görüşmeye razı olmazdı.
Muhalefet ise, “Mavi Maval” döneminde “elini tutan mı var” çıkışına benzer biçimde, burada da “kazık yedik, kapalı oturum yapalım” gibi tepkiler gösteriyor. Amaçları gerçekten “cumhuriyeti yüzüncü yılında demokrasiyle taçlandırmak” ise terörün tanımı, terörizm suçu, ifade özgürlüğü gibi konularda AB standart uygulamalarına bakabilirlerdi. İçerideki boğuntu (özgürlükler) ve çökertme (haklar) politikalarının, dışarıya anlaşılmaz bir uğultu olarak pazarlanmasına ortak olmamış, omuz vermemiş olurlar ve bu tutumlarını da seçmene girişken yöntemlerle açıklayabilirlerdi. Zira o boğuntu ve çökertme durumunu saptayıp sürekli teşhir etmemek, okunaklı bir dış politika anlatısının yerini o anlaşılmaz uğultuya bırakmasını kaçınılmaz kılıyor.
Bugün NATO olmasa, NATO’yu yeni baştan kurmak ve Türkiye’yi de yine büyük olasılıkla AB ülkelerinin davetiyle değil, ABD’nin ittirmesiyle ittifaka üye yapmak gerekecekti. Dış politika tutarlı bir bütün olmalı. Dış politika kesinlikle her ne demekse “siyaset-üstü” değil ama kimlik ve yönelim her yönetim değişiminde silbaştan sorgulanmamalı. Tutum ise yalnızca altına imza konulan ve hukuksal bağlayıcılığı olan belgelerin değil yapılan tüm açıklamaların, ikili sohbetlerin ve resmi görüşmelerin o belgelerle birlikte okunmasından anlaşılır. Bu okumaya demokratik muhalefetin tutumunu da katmak durumunda olan uluslararası muhatapların kafalarının karışması da korkarım doğal karşılanmalı.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.