Hatem Ete ile seçim panoraması: AKP seçmeninin beklenti ve kaygıları

Ruşen Çakır ve Hatem Ete, Panorama TR’nin haziran araştırmasından yola çıkarak, “AKP seçmeninin beklenti ve kaygıları neler?” sorusuna yanıt aradı.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Panorama TR’ninHaziran ayıaraştırmasını değerlendireceğiz. Geçen ay Mayıs ayını değerlendirmiştik.  Hatem, merhaba. 

Hatem Ete: Merhaba. 

Ruşen Çakır: Geçen ay seninle yaptığımız yayında “Hangi adaylar Erdoğan’ı geçiyor?” sorusunu değerlendirmiştik. Bu sefer AK Parti seçmenini konuşalım istiyorum; çünkü araştırmanızda önemli birtakım bulgular var. Rakamları sen söylersin anlatırken. Bu ayın araştırmasında, AK Parti’ye oy vereceğini söyleyen seçmene ne kadar kararlı olduğunu ve neden böyle olduğunu soruyorsunuz. Sonuçlar benim ilgimi çekti. İzleyicilere anlatır mısın?

Hatem Ete: Son 1 yılın en önemli sorusu, ekonomide ve ülke idâresinde olup bitenlere rağmen, “AK Parti’nin oyları niye beklendiği ölçüde azalmıyor?” sorusu. Seçimlerin kaderini de biraz bu belirleyecek. AK Parti, ülke idâresinde yaşadığı sıkıntılara, siyâsî krize rağmen, seçmenini nasıl muhâfaza edebiliyor? O yüzden biz bu ay ve önümüzdeki birkaç ay AK Parti seçmeninin profilini çıkarmaya, AK Parti ve Erdoğan’la ilişkisini deşmeye yönelik ayrıntılı sorularla bunu anlamaya çalışalım istedik. Bu ay iki soru sorduk: Biri: “Verdiğiniz oy, ne kadar kararlı, içinize sinen bir oy?” diye sorduk. AK Parti seçmeninin yaklaşık yarısı, “İçime sinerek partime oy veriyorum” diyor. Geriye kalan diğer yarısı da, “Rahatsızlıklarım var, ama alternatif bulamadığım için AK Parti’ye oy veriyorum” diyor. Şimdi bu, AK Parti gibi bir parti için yüksek bir oran. Seçmeninin yarı yarıya rahatsızlığının olması, geriye kalan sâdece yarısının içine sinerek bu partiye oy vermesi önemli bir bulgu. 

İkinci soru da şuydu: “Tamam, rahatsızlığınız var, ama önümüzdeki 1 yıl içerisinde bu oy verme tutumunuzun değişme ihtimâli nedir?” Burada da, “Önümüzdeki 1 yıl içerisinde oyumu değiştirebilirim” diyenler, neredeyse 1/5’in altına düşüyor. Yani, AK Parti seçmeninin yüzde 70-75’i, “Rahatsızlıklarım var, ama oyumu değiştirmeyeceğim” diyor. Bu, önümüzdeki dönemde hem muhtemel oy hareketliliği açısından, hem de AK Parti’nin yapıp yapamayacakları açısından bence çok önemli bir veri. AK Parti’de büyük çaplı bir deprem ya da bir çöküş senaryosuna ihtiyatla yaklaşmamız gerektiğini gösteriyor bu. Geçtiğimiz ay içerisinde, “Partilerin sıralaması değişir mi? AK Parti ikinci ya da üçüncü sıraya düşer mi?” yönünde bir tartışma vardı. Şu anda AK Parti birinci parti olma konumunu sürdürüyor. CHP, AK Parti’ye çok yaklaşmış durumda. Eğer “Önümüzdeki dönem oyumu AK Parti’den başka bir partiye verebilirim” diyen o 1/5 seçmen bunu gerçekten yapabilirse, evet, AK Parti’nin birinci parti olma konumu değişebilir. Ama üçüncü parti konumuna düşme ihtimâli çok zor görünüyor. 

Ruşen Çakır: Onu bilâhare konuşacağız. Burada ilgimi çeken bir husus var. Geçenlerde Özer Sencar da MetroPOLL anketinin sonuçlarını paylaştığında, kararsızlar oranının ilk defâ bu kadar düşük oranda çıktığını söyledi. Siz de yaptığınız araştırmada, kararsızların oranının 2022’nin en düşük oranında olduğunu söylüyorsunuz. Demek ki kararsızların bir kesimi tercihini yapmış — öyle varsayıyoruz. Bir de, “Gerçek kararsız” diye bir şey söylüyorsunuz. Yani oy kullanmamış yeni seçmen değil, daha önce oy kullananları alarak baktığınızda, kararsız seçmenin aslında büyük oranda AK Parti seçmeni olduğunu söylüyorsunuz. Az önce söylediğinin bir devâmı olarak bu bulgu üzerinden gidelim. 

Hatem Ete: Aslında kararsız seçmen dönemden döneme değişiyor. Normalde seçimlere 1 yıl var. Seçmenin yaklaşık yüzde 20-25’nin kararsız olması çok mâkul, çünkü henüz bir seçim atmosferi oluşmuş değil. Ama Türkiye zâten 1 yıldır seçim atmosferinde. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da artık adaylığını îlân edip, muhâlefetten de adayını îlân etmesi çağrılarına başladıktan sonra, ülke bir seçim atmosferine girdi. Önümüzdeki seçimlerin çok kritik olacağı da belli. İktidar ve muhâlefet ekseninde çok yoğun bir kutuplaşma var. Dolayısıyla seçime 1 yıl kalmış olmasına rağmen kararsız oranının yüksek olmaması daha mâkul görünüyor. Eğer kararsız seçmen oranı yüzde 25’in üzerine çıktıysa, bu araştırmalarda katılımcıların karârını deşmeye yönelik yeterince ciddî bir çaba sarf edilmediğine dâir şüphe duyuyorum. Ama yüzde 25’e kadar bir kararsız seçmen oranı şu an için mâkul geliyor bana. Benim kanaatim, önümüzdeki aylarda kararsız seçmenin yüzde 20’lere, hattâ biraz daha altına düştüğünü görmeye başlayacağız. 

Burada, senin de dediğin gibi bir protesto oyu var. Yani “Asla oy vermeyeceğim” ve “Geçen seçimlerde de oy vermedim” diyenler var. Yaşı yeni gelmiş, dolayısıyla kararsızlığı bir nebze mâzur görülebilecek bir seçmen grubu var. Bir de, daha önceki seçimlerde oy verdiği halde, bu seçimde henüz partiler arasında karar vermemiş gözüken seçmenler var. Ben bu son kategorinin ve ikinci kategorinin daha belirleyici olacağını düşünüyorum. Buna baktığımız zaman, neredeyse son 6-7 aydır yüzde 15 civarında bir kararsız seçmen görüyoruz. Protesto oylarını dışarıda bıraktığımızda, yüzde 10-15 civârında bir kararsız seçmen var. Bu oranın neredeyse yüzde 10’u AK Parti ve MHP seçmeni. Aslında MHP seçmeni de çok büyük çoğunlukla AK Parti seçmeni. Bu seçmen, kararsız blokunda durmaya devam ediyor. Uzunca bir süre geliyor, kararsızlığını sürdürüyor ve sağına soluna bakıyor. AK Parti oylarındaki artma ve azalma, büyük oranda bu kararsızlardan kendisine geri çevirdiği seçmenler dolayısıyla oluşuyor. Muhâlefet henüz, AK Parti ve MHP’den gelen bu kararsızlardan yeterince oy alabilmiş değil. Bunun tek istisnâsı, bugüne kadar İYİ Parti gözüküyor. İYİ Parti bu kararsızlardan belli oranda oy çekebiliyor. Gelecek Partisi ve DEVA Partisi daha önce oy çekebilmişti, ama şimdi bu da durdu. Önümüzdeki dönemde Erdoğan’ın temel stratejisinin, bu kararsız seçmeni başka bir yere gitmeden tekrar kendisine geri çevirmek üzerine kurduğunu düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Hatem, tam burada şu soruyu sorayım — geçen ay da konuştuk, bulgularınızda çok net görünüyor, o yüzden bu ay da konuşalım: Normal şartlarda, AK Parti’nin kararsız, tereddütlü seçmeninin gideceği iki parti var: Gelecek ve DEVA partileri — Saadet Partisi’ni de katabiliriz, ama esas olarak diğer iki parti. Ama sizin bulgularınızda da diğer araştırmalarda da, bu iki partide çok büyük bir hareketlilik görünmüyor. Hattâ başlardakinden daha kötü durumda. “Bunlar yeni parti, zamanla olur” diyeceğiz ama, meselâ Zafer Partisi de yeni bir parti olmasına rağmen, sizin araştırmanızda onlarla neredeyse aynı seviyede görünüyor. Siz araştırmanızda bunun sırrını çözebiliyor musunuz? Bunu çözmeye yönelik sorularınız oluyor mu? Sen bu konuda ne düşünüyorsun?

Hatem Ete: Dediğim gibi, üç parti var; buna dördüncü olarak Yeniden Refah Partisi eklenebilir. Çünkü son dönemlerde gençlerde bir hareketlilik üretiyor Yeniden Refah Partisi. Dolayısıyla, AK Parti’den kopabilecek muhtemel muhâfazakâr seçmene adres olabilecek dört parti var: Gelecek, DEVA, Yeniden Refah ve Saadet partileri. Fakat görünen iki durum var: Bir tânesi, seçmen AK Parti’den kopup bu dört partiden birisine yönelmiyor, kararsızlar durağında durmaya devam ediyor. İkincisi, başta beklenmediği halde son zamanlardaki oy hareketliliğine bakıldığında, bu dört partiye daha güçlü bir rakip doğmuştu: İYİ Parti. Şimdi bu iki denklemi birlikte düşünmek gerekir. Yani, geleneksel olarak, merkez sağ seçmenin AK Parti’den daha önce, dindar muhâfazakâr seçmenin ise AK Parti’den daha geç kopması beklenir. Dolayısıyla henüz bu dört partiye gidebilecek asıl dindar muhâfazakâr seçmen AK Parti’de durmaya devam ediyor; henüz kopmadı. AK Parti’den kopanlar büyük çoğunlukla eski merkez sağ eğilimlerle AK Parti’ye yönelmiş olanlar. AK Parti bir kimlik partisine dönüşmeye başladıkça bu seçmen oradan koptu, şimdi kendisine öncelikli adres olarak İYİ Parti’yi düşünüyor diye görülebilir. 

İkincisi, yine bu merkez sağ seçmen profiliyle de ilgili olarak, merkez sağ seçmen, gideceği partinin önümüzdeki dönemde iktidar ortağı olup olmadığını önemsiyor. Yani “Ben bir iktidar partisinden kopuyorum, başka bir iktidar partisine yöneleceğim. Dolayısıyla gideceğim parti bana bugün elde ettiğim avantajları sağlamaya devam edecek mi, etmeyecek mi?” yaklaşımı var. O nedenle, merkez sağ seçmenin biraz daha pragmatik ve rasyonel bir seçmen olması beklenir. Burada da İYİ Parti güçlü bir seçenek olarak duruyor. Yani iktidârın güçlü bir partisi olma ihtimâli daha yüksek görünüyor. Aslında Gelecek, DEVA ve Saadet partileri Altılı Masa’ya katılarak bu anlamda şanslarını biraz artırdılar. Yani “Evet, şu anda oylarımız az olabilir, ama biz de önümüzdeki dönemin iktidar kompozisyonunda yer alacağız” mesajı vererek, bu seçmene adres olmaya çalıştılar.

Üçüncü bir ihtimal şu olabilir: AK Parti’den kopacak seçmen için Gelecek ve DEVA veya Saadet tam olarak net bir fotoğraf vermiyor. Bu, özellikle Gelecek ve DEVA partileri için geçerli. Yüzde 100’ün siyâsetini yapıyorlar, bu nedenle net bir seçmen blokuna yaslanamıyorlar diye düşünüyorum ben. Bir siyâsî parti ilk kurulduğunda, normalde kendisine toplumsal bir damar belirler ve üstlenir. O toplumsal damarın siyâsî öncülüğünde güçlü bir temsil ilişkisi kurulduktan sonra, alanını genişletmeye çalışır. Bunu, kurulan bütün siyâsî partilerde görebilirsiniz. İYİ Parti en geç kurulan partilerden biriydi, ama güçlü bir toplumsal siyasal damar üzerine kuruldu; MHP’nin Cumhur İttifakı’na katıldıktan sonra ihmal ettiği seküler, ulusalcı milliyetçi tabana yaslandı. Orada bir temsil ilişkisi kurduktan sonra, alanını ve söylemini genişletmeye başladı. DEVA ve Gelecek partileri böyle net bir siyasal taban tanımı yapıp, bu siyasal tabanla güçlü bir temsil ilişkisi kurmadan, genel seçmene yönelik bir söylem kurgulamaya başladılar. Burada kafalar karışmaya başladı diye düşünüyorum. 

Benim kamuoyu araştırmalarında gördüğüm, henüz kendisini Gelecek ve DEVA ile özdeşleştiren net bir profilin oluşmadığı. İkisinin de seçmen profili, biraz merkezde, kararsız blokuna yakın, birçok farklı eğilimi barındıran seçmenlerden oluşuyor. Böyle bir seçmen profili seçim günü geldiğinde mobilize olmakta zorlanabilir. O yüzden, önümüzdeki 1 yıllık süreçte DEVA ve Gelecek partileri net bir siyasal söylem belirlemek durumundalar. Bunun içine pek çok şeyi katabiliriz. Bunun önceliğini kendileri belirleyecek. DEVA Partisi ayrı bir toplumsal taban belirleyebilir kendisine, Gelecek Partisi ayrı bir toplumsal taban belirleyebilir. Ama önemli olan, sınırlar, çerçevesi çizilmiş net bir toplumsal taban belirleyip, o toplumsal tabanın siyasal sözcülüğünü üstlenmeleri. Bunu yapabilirlerse, önümüzdeki 1 yıl içerisinde, eğer AK Parti’den çözülme devam edecekse, İYİ Parti ile birlikte bu iki aktörün güçlü bir potansiyel olarak devam edeceğini görüyorum. AK Parti seçmeninin 1/5’i önümüzdeki 1 yıl içerisinde fikrini değiştirmeyi düşünüyorsa, ki bu yaklaşık yüzde 5’e denk gelir, bu seçmen nereye gidecek? Kim buna öncelikli adres olacak? O çerçevede Gelecek ve DEVA partilerinin bir strateji yenilenmesine ihtiyâcı olduğunu düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Panorama TR’nin Haziran ayı sonuçlarına baktığımız zaman çok çarpıcı hususlar görüyorum. Birincisi zâten bildiğimiz bir husus, ama sanki daha bir net çıkmış gibi. Cumhurbaşkanlığı seçimi için, “Önümüzdeki seçim Erdoğan seçilir mi?” sorusuna Erdoğan’a oy verme tercihi yüzde 33,6; “Hayır” diyenlerin oranı yüzde 66. Üçte ikiye üçte bir. Bu çok büyük bir fark. Yanılıyor muyum?

Hatem Ete: Doğru, ama şimdi çok net, spesifik bir rakam açıklamayalım, genel eğilim üzerinde duralım. Bu, uzunca bir süredir böyle. 

Ruşen Çakır: Geçen ay konuştuğumuz hususu bir anlamda tekrarlayacağız. Zâten onun bulguları da var burada. Ama sonuçta, Erdoğan, söz konusu olan her aday karşısında kaybediyor gibi görünüyor. Kimisine daha fazla, kimisine daha az farkla.

Hatem Ete: İkili ya da üçlü aday profili sorduğumuzda, Erdoğan’ın geçebildiği adaylar var hâlâ. Birinci turda da, ikinci turda da Erdoğan’ın daha yüksek oy aldığı adaylar var. Fakat özellikle birinci tur üzerinden baktığımız zaman, Erdoğan’ın oyu, karşısındaki adaya göre çok değişmiyor. 4-5 puanlık marjda oyunu yükseltebiliyor ya da düşürüyor. Bu da şunu gösteriyor: Önümüzdeki dönemde de aday üzerinden Erdoğan’ın oyunu yükseltme ihtimâli çok düşük. Çünkü kendisini Erdoğan’la özdeşleştiren ve Erdoğan’la ilişkisi hem lehte hem aleyhte netleşmiş olan belirli bir taban var. Bir kere bu Erdoğan için güçlü bir dezavantaj. Eskiden Erdoğan, orta alanda da adaya bakıp karârını verecek seçmende de bir sempati uyandırabiliyordu; potansiyel bir oy tabanı vardı. Şimdi uzunca bir süredir Erdoğan’ın yaslanabildiği taban kemikleşti ve insanlar ne olursa olsun Erdoğan’a oy vermeye yönelmeyecek. Kararsızda duracak, boykota yönelecek, oy kullanmayacak. Erdoğan’ın oy oranı bu şekilde. 

Muhâlefetin muhtemel adaylarında ise çok geniş skalada bir oy oranı var. Belli bir adayda Erdoğan’ın 1,5 katı bir oy elde ediliyor. İki adayda ise Erdoğan’a benzer oranda oy ortaya çıkabiliyor. Bu anlamda, önümüzdeki seçimlerde muhâlefetin adayı da stratejisi de önemli. Eğer seçilme ihtimâli anketlerde de çok kolay gözükebilen bir aday belirlenebilirse, bu adayın bir sürpriz yaratamayacağını düşünüyorum. Seçimlerde galip gelme ihtimâli çok daha yüksek. Şimdiki ölçümlerimizde Erdoğan’dan daha düşük oy alan adaylar için de güçlü bir strateji belirlenmesi lâzım. Bu güçlü stratejiyle muhtemel dezavantajlar giderildiğinde, yine de Erdoğan’ı geçme potansiyellerini yüksek görüyorum.

Ruşen Çakır: Cumhurbaşkanlığı seçimleri dışında milletvekili seçimleri için baktığımızda da, AKP+MHP, CHP+İYİ Parti’nin epey gerisinde kalıyor. Bu birçok araştırmada da böyle çıkıyor. İkiye ikilik bir yarış olsa, Millet İttifakı’nın iki büyük partisi tek başlarına Cumhur İttifakı’nı sandıkta yenebiliyorlar. Bunu anketlerde görüyoruz. 

Sizin araştırmanızdaki en çarpıcı hususlardan birisi, CHP’nin AKP ile olan aradaki farkı epey kapatması, bir diğeri de, birçok araştırmada karşımıza çıkan CHP ile İYİ Parti arasındaki farkın azalması olayı, ama o sizde görünmüyor. Yani CHP İYİ Parti’den bâriz bir şekilde önde ve AKP ile farkı bayağı kapatıyor. Bunların önemli farklar olduğunu düşünüyorum. Katılır mısın ve sence neden böyle?

Hatem Ete: Millet İttifakı ile Cumhur İttifakı’nın oy oranı bugüne kadar değişiyordu. Cumhur İttifakı, bir iki puanla Millet İttifakı’nın önünde oluyordu, ya da tersi. Benim görebildiğim, artık Millet İttifakı Cumhur İttifakı’nın önünde bir yere yerleşti. Bunun yüksek bir oran olduğunu düşünmemek lâzım. Millet İttifakı, bir araştırmanın hatâ payı ekseninde kabul edilebilecek bir marjda önde görünüyor. Bunun da temel nedeni, biraz önce bahsettiğim gibi, Cumhur İttifakı’nda beklenebilir ölçüde bir çözülmenin görünmüyor olması. O olmadığı müddetçe, Cumhur İttifakı oylarını koruyor. Millet İttifakı yavaş yavaş oylarını artırıyor. Bu oylarını da daha çok gençlerden, yeni oy kullanacak seçmenden ve protesto oy kullanma eğilimine sâhip olan seçmenden, kısmen de AK Parti’den kopan kararsızlardan alıyor gibi görünüyor. Ama orada bu rakamları değiştirebilecek bir potansiyel var gibi görüyorum. Bu nedenle Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasındaki denge değişimini çok büyük bir değişim olarak görmemek lâzım. Bütün bu ekonomik sıkıntılara rağmen, Cumhur İttifakı Millet İttifakı’na karşı belli bir yerde direniyor. Millet İttifakı da Cumhur İttifakı’na karşı güçlü bir üstünlük sağlayamıyor. Birinci tespit bu. 

İkinci tespit ise şu: Siyâsî partiler üzerinden baktığımızda, gerçekten de CHP ile AK Parti arasındaki makas kapanıyor. Son iki üç araştırmada CHP ile AK Parti arasındaki fark yüzde 5’in altına düşmüş vaziyette. Bu şu demek: Önümüzdeki dönemde CHP, büyük oranda gençlerden, ilk defâ oy kullanacak kesimden ve kısmen de büyükşehirler başta olmak üzere Kürt seçmenden bulduğu yeni seçmen havuzunu büyütmeye yönelik bir strateji izlemeye devam ederse, önümüzdeki birkaç ay içinde CHP ile AK Parti arasındaki makasın tamâmen kapandığını görmek mümkün — tabii AK Parti’nin fotoğrafının bugünkü gibi donmuş bir şekilde olması şartına bağlıyorum bunu. Yani, AK Parti’nin karasızlardan oyunu geri almadığı bir denklemden bahsediyorum. Bugünkü eğilim devam ederse, CHP oylarını artırmaya ve AK Parti yerinde saymaya devam ederse, önümüzdeki iki üç ay içerisinde CHP ile AK Parti arasındaki farkın kapanacağı düşünülebilir.

CHP ile İYİ Parti arasında ise bu denli küçülen bir fark görmüyoruz. İYİ Parti’de bir yükselme var, bu çok açık. Son altı yedi ayda, bu durağanlaşmış bir farktı. Hatırlarsan, İYİ Parti 2021’in sonuna kadar neredeyse standart olarak her ay oylarını 1-2 puan artırdı, yüzde 17’lere kadar geldi. Fakat 2022 boyunca, İYİ Parti’nin oyları 2-3 puan gerileyip orada durmuştu. Şimdi son 1-2 ay içinde, İYİ Parti’de yeniden yukarı doğru bir hareketlenme var. Bu hareketlenme önümüzdeki dönemde devam edecek diye düşünüyorum. Biraz sonra senin son yazılarında yazdığın Meral Akşener’in stratejisi üzerinden konuştuğumuzda daha net detaylandırabiliriz bunu. Ama İYİ Parti’de merkeze yönelme şekillendikçe, AK Parti tabanından kopan seçmene adres olma ihtimâli de artıyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde de İYİ Parti’nin marjı var. Fakat bu büyüme marjı henüz CHP ile mukayese yapılabilecek bir düzeye gelmiş değil. Biz ikisi arasındaki farkı 5’in üzerinde görmeye devam ediyoruz diyeyim. 

Ruşen Çakır: HDP’ye baktığımızda, oylarının stabil olduğu gibi bir manzarayla karşılaşıyoruz. Ama özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminde, HDP hâlâ kilit parti mi? HDP seçmeninin çoğunluk olarak oy vermediği bir adayın kazanma ihtimâli çok mu az, ya da yok mu?

Hatem Ete: Yok demek zor, ama çok düşük denilebilir. Bizim kamuoyu araştırmalarımızda HDP yüzde 10’un üzerinde çıkıyor sürekli. Bir önceki seçimlerden bu yana oylarında bir düşme görülmüyor. Hattâ seçim atmosferine girilip, kurdukları ittifak üzerinden bir mobilizasyon yaratabilirlerse, oylarının yüzde 15’lere doğru yükselebileceğini de öngörüyorum. Durum buysa eğer, Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasındaki dengede, özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde iki aday arasında kalındığında, HDP seçmeni çok belirleyici olacak, bu çok açık. Bu nedenle önümüzdeki dönemde iktidar ne yapabilir diye baktığım zaman, mutlaka Kürtler’in oy verme dinamiklerini etkilemeye yönelik güçlü bir hamle yapma zorunluluğuyla karşı karşıya olacağını düşünüyorum. Son dönemlerde kamuoyunda Öcalan üzerinden yürütülen spekülasyonların, zamânı bugün yarın olmasa bile, seçimlere beş altı ay kala, 2023’ün Ocak ayından başlayarak, Erdoğan Kürtler’e bir hamle yapmak zorunda. Aksi takdirde, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde blok bir oy kitlesini etkileyebilecek başka bir hamlesi yok. O nedenle, geriye Erdoğan’ın umutla bel bağladığı iki ihtimal kaldığını düşünüyorum. Bunlardan biri, muhâlefetin kendisi açısından yanlış olabilecek bir adayı seçmesi ve dolayısıyla Erdoğan’ın o aday üzerinden bir avantaj elde etmesi. İkincisi de, Kürtler’e yapılacak bir hamle. Kürtler’e yapılacak hamlede, Kürt seçmenin tamâmen Erdoğan’a oy vermesi üzerinden bir analiz yaparak, “Kürtler Erdoğan’a oy vermez” diye düşünmemek lâzım bence. Erdoğan’ın burada hedeflediği çoklu bir strateji. Bir şekilde kendi Kürt muhâfazakâr seçmeninin bir kısmını kendisine geri çevirmek. Bu, yüzde 2-3 oranında bir Kürt seçmeni geri çevirebilecek bir strateji olabilir. İkincisi, muhâlefetle Kürtler arasındaki ilişkiyi koparacak, muhâlefeti Kürtler için Erdoğan’dan daha avantajlı bir strateji olmaktan uzaklaştıracak bir hamle olabilir. Üçüncüsü de, Kürtler’i muhâlefete de AK Parti’ye de oy vermeyip dışarıda tutmaya, sandıkları boykot etmeye yöneltecek bir hamle olabilir. O nedenle, önümüzdeki dönemde Erdoğan’ın böyle bir hamle yapmaya teşebbüs edeceğini düşünüyorum. Bunun nasıl bir sonuç üreteceği, muhâlefetin bugünden îtibâren Kürtler’le nasıl bir ilişki, nasıl bir söylem, nasıl bir siyâset kurgulayacaklarına bağlı. Çünkü sen de gözlemliyorsundur, bu hafta sonu yapılacak HDP Kongresi’nin öncesinde yapılan açıklamalar ve uzun bir süredir yaptıkları açıklamalarda, aslında hep buna yönelik bir hazırlığın ipuçları var. Yani, muhâlefetle ilişkilerde aday üzerinden bir diyalog kurma, aday üzerinden devreye girme hamleleri var. Önümüzdeki dönem muhâlefetin belirleyeceği adaya göre, Kürtler’in Erdoğan’ın bu stratejisine açık olma durumu tamâmen kapanabilir ya da açık halde durmaya devam edebilir. O anlamda, önümüzdeki dönemde seçimlerin kaderini büyük oranda Kürtler’in belirleyeceğini varsaymaya devam ediyorum. 

Ruşen Çakır: Araştırmanızda, insanların Türkiye’ye bakışında, seçimlere bakışında, iktidâra ve muhâlefete bakışında doğal olarak ekonomi ön plana çıkıyor. Ama burada çok şaşırtıcı bir saptama var: “Türkiye’nin en önemli sorunu olarak görülen ekonomik problemlerin çözümünde, muhâlefet partileri topluma net bir güven verememiş görünmektedir”. Bu saptama, “Muhâlefetin stratejisi ne olacak?” meselesinin kilit noktalarından birisi. Adayın kim olacağı, ekibin kim olacağı önemli elbette. Ama muhâlefetin iktidar değiştikten sonra insanların ekonomik sorunlarına çözüm bulma konusunda o güveni sağlama meselesi daha önemli. Ne diyorsun?

Hatem Ete: Çok doğru. Birkaç aydır raporlarımızda bunu ısrarla vurguluyoruz. Kamuoyunun ekonomik gidişâta yönelik karamsarlığı yüzde 80’leri çoktan aştı. Türkiye’nin ekonomide daha kötüye gideceğine dâir bir kanaat var. Bunun müsebbibi olarak da hükûmet gözüküyor. 1 yıl önce, “dış güçler”, “dünyada pandemi üzerinden yaşanan olumsuz gelişmeler” şıkkını işâretleyen katılımcı oranı da yüksekti. Şimdi beş altı aydır, neredeyse bütün ağırlık, hükûmetin politikalarına yüklenmiş durumda. Hükûmetin bunu önümüzdeki dönemde çözme ihtimâli ve potansiyeli de gözükmüyor. Seçmen, iktidârın bunu çözemeyeceği kanaatinde. İktidar açısından fotoğraf bu kadar netken, muhâlefete bir yöneliş olmasını beklemek lâzım. Fakat “Muhâlefet bu sorunları çözebilir mi?” diye sorduğumuzda, muhâlefet, seçmenin ancak üçte birinin güvenini kazanmış görünüyor. Bu üçte bir seçmen de muhâlefet partilerinin çekirdek seçmeni; bunlar partizanlıkla oy veren seçmen. Ama bunun dışında, ekonomik gidişâta yönelik yüzde 90’lara varan güçlü bir karamsarlık varken ve iktidâra da eleştiriler yöneltiliyorken, muhâlefetin bir alternatif olarak ortaya çıkması beklenirdi. Önümüzdeki 1 yıllık bir stratejide, muhâlefetin en fazla ağırlık vermesi gereken şeyin bu olduğunu düşünüyorum. Üstelik bunun için de aslında ellerinde güçlü bir imkân var. Altılı Masa’nın ekonomi kurmayları güçlerini birleştirdiklerinde, Parlamenter Sistem deklarasyonuna benzer, ekonomiyle ilgili güçlü bir program ortaya konulduğunda, muhâlefet kamuoyuna, iktidâra geldiğinde ekonomiyi yönetebileceğine dâir güçlü bir fotoğraf verebilir. Bu, kararsız seçmen ya da AK Parti’den kopmaya meyilli ama alternatif görmediği için kopmayan birçok seçmen üzerinde etkili olabilir. 

Önümüzdeki dönemde, adaylığa, kimliklere, değer siyâsetine, dış politikaya ayrılan mesâinin, özellikle ekonomi üzerine yoğunlaşılarak verilmesinin muhâlefet için daha yararlı olacağını düşünüyorum. Eğer burada güçlü bir güven verilebilirse, bence seçmen hareketliliği hızlandırılabilir. 

Ruşen Çakır: Bu araştırmada, bu söylediğinle örtüşecek başka bir bulgu da var. “Referandum yapılacak olursa, Parlamenter Sistem’e geçişten yana tercihte bulunacak bir çoğunluk var. Ama bu olağanüstü büyük bir çoğunluk değil.” Ben buradan şunu anlıyorum: Altılı Masa’nın ana gündem yaptığı “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e Geçiş” konusu bir ilgi uyandırıyor, ama pek heyecan uyandırmıyor.

Hatem Ete: Doğru. Bu rakamlar raporda değişmiyor. 1 yıl önce bu soruyu sorduğumuz zaman da, “Parlamenter Sistem’e dönüşü desteklerim” diyenlerin oranıyla, bugün “desteklerim” diyenlerin oranı arasında çok büyük bir yükselme yok. Başkanlık Sistemi’ne destek azalıyor, Parlamenter Sistem’e destek yükseliyor; ama bu düşme ve yükselme çok büyük oranlarda değil. Aslında kamuoyu sistem tartışmasıyla çok fazla ilgilenmiyor. Kamuoyu, mevcut iktidardan rahatsızlığını giderebilecek, mevcut iktidârın doğurduğunu düşündüğü sorunlara çözüm üretebileceğine inandığı alternatif bir iktidar peşinde. Parlamenter Sistem’e dönüş, muhâlefet açısından siyasal bir sembolizme sâhip. Aslında seçmen dinamiklerini etkilemekten öte, Erdoğan’a karşı olarak bir araya gelen altı parti izlenimi vermemek ve dolayısıyla, bir seçim kampanyasını kişiselleştirmemek, kişiselleşme üzerinden Erdoğan’ı seven muhâfazakâr dindar seçmeni ürkütmemek için bulduğu bir şemsiye kavramdı aslında Parlamenter Sistem’e dönüş. Ben o anlamda toplumun çok fazla Parlamenter Sistem’e geçişle ilgilendiğini zannetmiyorum. Yarın öbür gün muhâlefet iktidâra geldikten sonra, ilgi uyandıran bir cumhurbaşkanı adayı profili bulunabilirse, üç dört yıl boyunca Parlamenter Sistem’e dönüşte acele edilmese bile rahatsızlık duyulacağını sanmıyorum. Ülke yönetimiyle ilgili bir problem var. Bu problem doğrudan Başkanlık Sistemi’yle ilgili değil, Erdoğan’ın kurduğu iktidar kompozisyonu ile ilişkili. Fakat siyâseten elverişli bir tartışma bu. Tabanda yansıması zayıf olsa bile, muhâlefet için güzel bir kampanya başlığı bu Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme Geçiş. Çünkü böyle söylendiğinde siyâsetini kişiselleştirmemiş olacak. 

Bence, seçimlere giderken, bu Parlamenter Sisteme Geçiş’le ilgili birkaç şey daha eklemek lâzım. Burada bir demokrasi bloku, demokrasi söylemi güçlendirilebilir. İkinci olarak da, bu seçim 2023’te yapılacağı için, “Cumhuriyetin ikinci yüzyılında nasıl bir Türkiye?” üzerinden kurgulaması lâzım. Parlamenter Sistem’i de bir tür “Nasıl bir Türkiye?” sorusuna verilecek cevaplardan biri olarak yerleştirmek gerekir. Sadece Parlamenter Sistem’e endeksli bir kampanya, seçmende çok heyecan uyandıracak gibi gözükmüyor. 

Ruşen Çakır: İktidârın stratejisiyle ilgili,“Erdoğan ne yapabilir?” sorusunun cevâbında iki nokta öne çıkıyor. Demin biraz bahsettin: Biri, Kürt seçmenin muhâlefetten uzaklaşması; diğeri de, adayın daha kolay lokma olabilmesi. Bunların hiçbirinde kendisi tam olarak özne değil. Yani iktidârın seçmene bir şey sunabileceği, özellikle ekonomi alanında bir şey yapma imkânı kalmamış olarak görüyorsunuz. İktidarın yapabileceği tek şey, şu ya da bu nedenle rakibinin zayıflaması. 

Hatem Ete: Doğru. Erdoğan’ın bir süredir şöyle bir stratejisi var: Bir: “Kendi tabanımı ne kadar artırabilirim?” İki: “Kendi tabanımı artırma imkânlarım azsa, muhâlefetin yeni seçmen kazanmasını nasıl engellerim?” Üç: “Muhâlefetin bir araya gelip oylarını toplayarak beni yenmesini nasıl engellerim?” Belirlediği stratejilerde bu üç hedefi aynı anda gözetiyor. Önümüzdeki 1 yıl içerisinde temel belirleyici olacak şey kesinlikle ekonomi. Fakat ekonomi konusunda da Erdoğan’ın elinde çok fazla bir imkân kalmadı. 2020 ve 2021 Aralık aylarında ekonominin kadrosunu değiştirerek seçmeni üç dört ay sâkinleştirebildi. Fakat önümüzdeki dönemde artık bunun da marjı kalmadı. Bu tür kadro değişiklikleriyle, palyatif yeni söylemlerle, ekonominin seçmen üzerindeki etkisini azaltabilecek marjı kalmadı gözüküyor. Geriye, heveslendiği, sığındığı iki strateji kaldı; aslında bunu da 31 Mart’tan îtibâren sürekli deniyor. Bir tânesi, millî ve dinî hassâsiyetler üzerinden bir kutuplaşma sağlayarak, hem kendi tabanının kendisine kapanmasını sağlayarak muhâlefete gitmesini engellemek, hem de muhâlefetin içerisindeki birlik bütünlüğü bozmak. İkincisi de, çoğunlukla dış politika hamleleri üzerinden, bir ulusal gururun, ulusal büyüklüğün, Büyük Türkiye temsilcisinin kendisi ve AK Parti olduğunu, diğer blokun ülke meselelerinde hem yeterince deneyimli olmadıklarını hem de yeterince millî olmadıklarını göstermeye yönelik bir hamle. Bu ikisi de denenmiş hamleler olduğu için, 31 Mart’ta da sonuç vermediği için, önümüzdeki dönemde bunların bir etki uyandıracağını zannetmiyorum. Dolayısıyla, Erdoğan’ın elinde zâten daha önce kullandığı, belli bir düzeyde iş gören, önümüzdeki seçimlere kadar da kullanmaya devam edeceği böyle üç enstrüman var. Ama bu üç enstrüman da seçim sonuçlarını değiştirmeyecek. 

Seçim sonuçlarını değiştirebilecek iki şey de, aslında muhâlefetin yapabilecekleri. Yani, doğru bir cumhurbaşkanı adayı belirlemek ve Kürt seçmenin Erdoğan’ın yapacağı muhtemel hamleye yönelmesini engelleyecek bir strateji geliştirmek. Hem bu hem de Erdoğan’ın yöneldiği üç stratejide de aslında muhâlefetin tavrı belirleyici olacak. Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde siyâsetin nabzını, gündemini Erdoğan belirlemeye devam etse bile, aslında siyasal sonuçlarını, seçmenin dinamiklerini etkileyecek aktör muhâlefet, Erdoğan değil. Erdoğan siyâsî gündemi belirleyebilir, ama seçim sonucunu muhâlefetin performansı belirleyecek. 

Ruşen Çakır: Hatem, çok teşekkürler. Bayağı verimli bir yayın oldu. Bu ayki Panorama TR değerlendirme yayınımızı burada bitirelim ve Temmuz ayının araştırmasını beklemeye başlayalım. Şu hâliyle, Erdoğan’ın pek bir şeyi döndürecek hâli gözükmüyor. Muhâlefet bâriz hatâlar yapmadığı sürece, benim bir yayında söylediğim gibi: “Bu seçimi kazanmak zorunda kalacak”. 

Hatem Ete: Ben iki üç ay önce onu şöyle formülleştirmiştim: “Erdoğan’ın seçimleri kazanma imkânı yok. Ama muhalefetin kaybetme ihtimâli var.” Bu denklem devam ediyor aslına bakarsanız. Seçimlerin sonucunu muhâlefetin performansı belirleyecek.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Hatem. 

Hatem Ete: Ben teşekkür ederim. 

Ruşen Çakır: Hatem Ete ile, Panorama TR’nin Haziran ayı raporunu birlikte değerlendirdik. Çok yararlı bir söyleşi oldu. Kendisine teşekkürler, sizlere de teşekkür ederiz. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.