Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Hatem Ete ile seçim panoraması: AKP’ye oy vermeyi kimler, neden bırakıyor?

Ruşen Çakır ve Hatem Ete, “AKP’ye oy vermeyi kimler, neden bırakıyor?” sorusuna yanıt aradı.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Panorama TR’nin Temmuz ayı sâha araştırmasını Hatem Ete ile konuşacağız. Hatem, merhaba.

Hatem Ete: Merhaba. 

Ruşen Çakır: Ayda bir artık seninle bu programı yapıyoruz. Seçim ne zaman olursa o zamâna kadar da bunu sürdüreceğiz. Temmuz ayı araştırmanızda ilginç bulgular var. O konuya geçmeden önce, Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) olayını konuşalım. Sen iktidar çevrelerini yakından biliyorsun. Erdoğan’ı da tanıyorsun. 31 Temmuz günü yapılan KPSS sınavıyla ilgili soruların çalındığı iddiaları gündeme geldi ve iktidar çok şaşırtıcı refleksler verdi. Muhâlefetten ve toplumdan gelen îtirazlara yönelik, belki de 20 yılın en hızlı refleksini gösterdi. Soruşturma açmalar, görevden almalar, sınavın iptâli… Ben dün bu konuyu yorumlarken ve “Burada ilginç bir şey var. Bu siyâsî bir şeylerin habercisi de olabilir” dedim. Sence abartıyor muyum?  Çok mu anlam yüklüyorum?

Hatem Ete: Hayır. Bu farklı. Bugüne kadar bildiğimiz siyâsal reflekslerin dışında bir siyâsal refleks verildi. Onun da bir iki nedeni var. Birincisi, bu siyâsî bir mesele değil. Yani, Erdoğan’ın kurduğu siyâsal perspektifin zorlanacağı bir tutum değildi bu. Burada bürokratik bir yönetim zâfiyeti var. O yönetim zâfiyetinde bedel ödemek ya da fatura kesmek, Erdoğan için çok daha az mâliyetli bir şey. Üstelik bunun üzerinden kamuoyuna, sıkıntılara duyarlı bir liderlik fotoğrafı verme imkânı sağlıyor. İkincisi de, bence AK Parti’nin artık hiçbir seçmen kesimini fedâ edememe sınırına geldiğinin, en ufak bir seçmen kaybına tahammülünün kalmadığının bir göstergesi. Meselâ dün Kemal Kılıçdaroğlu, Aralık 2011’de Roboski’de TSK’ye âit uçaklarla yapılan bombardımanda öldürülen 34 sivilin âilelerini ziyâretiyle gündeme geldi. Erdoğan’ın Roboski’deki tutumunu hatırlayalım: Bu olay, yine bâriz bir bürokratik bir zaafa teşmil edilebilecek bir şeydi. Ama Erdoğan hem siyâseten zorlanacağını düşündü, hem de –yeterince güçlü bir toplumsal tabanı vardı– onu giderebileceğini düşündü ve o meseleyi bastırdı. Halbuki bugün KPPS olayında gösterdiğine benzer bir tutumu o zaman göstermiş olsaydı, bambaşka bir ilişkisi olacaktı o toplumsal kesimlerle. Yani, birinci neden, siyâsal bir bağlama oturtmamak rahatlatıyor Erdoğan’ı. İkincisi de, önümüzdeki dönemde artık her seçmen değerli. 

Ruşen Çakır: Buradan araştırmanıza geçelim. Bence araştırmanın en çarpıcı yönlerinden biri, AKP’nin 2018’de kendisine oy veren seçmenin bayağı bir kısmını kaybetmiş olması. Önümde, kaybın kimlerde daha çok, kimlerde daha az olduğunu gösteren tablolar var. Sen herhalde ezbere biliyorsundur. Meselâ en çarpıcı sonuçlardan bir tânesi, kendisini Kürt-Zaza olarak tanımlayanların yarısından fazlası artık AKP’ye oy vermeyeceğini söylüyor. Yükseköğrenim görenlerin ezici bir çoğunluğu AKP’den uzaklaştığını söylüyor. Bu bulgular gerçekten ilginç. Özellikle toplu halde kopuşlar ve büyük ölçüde muhâfaza edebildiği kesimler. Aralarında eğitim, kültür ve etnik anlamda çok ciddî farklar var. Bize anlatır mısın?

Hatem Ete: AK Parti, 2018’de kendisine oy veren seçmenin üçte birini kaybetmiş gözüküyor. Bu başlı başına çok büyük bir oran. Yüzde 40’tan yüzde 30’un altına düşen bir oran olarak düşünürsek, bu kesimin üçte birini kaybetmiş oluyor. Burada da çok net kategoriler var. En belirleyici olanı, kendisini Kürt-Zaza olarak tanımlayan kesimde yaşadığı kayıp. AK Parti, yüzde 35-40 civârında bir oy alıyordu Kürt seçmenden. Şimdi bu oran yüzde 20’nin altına düşmüş vaziyette. Hattâ yüzde 15’lere doğru geriliyor. İkinci kategori, söylediğin gibi yükseköğrenim görenlerdeki oy kaybı. Üçüncü kategori, genç seçmende; yani, 2018’i baz alırsak bugün 22 yaş ve üstü olanlar. AKP, 22-54 yaş arası seçmenden ciddî bir oy kaybediyor, ama 55 yaş ve üstü seçmeni yerinde tutmaya devam ediyor. Belki de en çarpıcı olan, son kategori. Çünkü bu kesim, AK Parti’nin geleneksel olarak en fazla oy aldığı kesimdi. AK Parti, düşük gelirliler grubuna giren seçmenin neredeyse yüzde 50’sini kaybetmiş görünüyor. En büyük oy kaybını da bu grupta yaşıyor. Bu kesim, toplumda da çok yüksek oranda temsil edilen bir sosyo-ekonomik grup. AK Parti, yüksek ve üst orta gelir grubundaki seçmeni büyük ölçüde yanında tutmaya devam ederken, alt grupta çok oy kaybetmiş görünüyor. Bu da temelde AK Parti’nin rasyonel yönetim ve ekonomik performans üzerinden oy kaybına uğradığını gösteriyor. Bütün bu kategorileri topladığımızda, demokratikleşme, rasyonel yönetim ve ekonomik performans yüzünden bir kayıp yaşıyor. Sıralama yaparsak, AK Parti, Kürt-Zaza seçmenden daha yüksek oy kaybediyor. Yüksek eğitimlilerden, genç seçmenden ve düşük gelirli gruptan oy kaybediyor. 

Ruşen Çakır: Evet. Tabloya baktığımda, Kürt-Zaza kopuşlarının siyâsî kopuş olduğunu görüyorum; özellikle MHP ile ittifak yapıp, Çözüm Süreci’nin raftan kaldırılmasıyla doğrudan alâkalı siyâsî refleksi olan bir kesim bu. Yüksek eğitimlilerden oy kaybetmesi daha kültürel bir şey. 

Hatem Ete: Rasyonel yönetim diyorum ben ona. 

Ruşen Çakır: Gençlerdeki kopuş da, artık AKP’nin ve Erdoğan’ın ileriye yönelik mesaj verme kabiliyetinin azalması nedeniyledir. Erdoğan ilk baştan îtibâren hep birtakım hedefler koyuyordu ve bu hedefleri tanımlıyordu. Şimdi de birtakım hedefleri var. Ama meselâ Türkiye’yi dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına sokma hedefini dinlediğimiz zaman, artık anlamı kaçıyor. Daha ileriye dönük bir Erdoğan yerine, daha defansif bir Erdoğan görüyoruz. Meselâ sen de başta, “Roboski için de KPSS sınavında gösterdiği tepkinin bir benzerini gösterebilirdi” dedin. Bugün Kılıçdaroğlu Roboski’ye gitti. Orada kendisine KPSS’nin iptal edilmesiyle ilgili değerlendirmesi soruldu. Bumlar gerçekten çok mânîdar.

Hatem Ete: Bu söylediğinle ilgili bir şey söyleyeyim: Çok doğru bir tespit; 2015’ten bu yana, Erdoğan’ın hiçbir seçim kampanyasında ya da siyâsal etkinliklerinde bir vaat ya da gelecek öngörüsü yok. AK Parti, 2015 seçimlerine kadar her zaman bir hedef koyup, o hedefe yönelik bir söylem çerçevesi tâkip etti. Ama 2015’ten bu yana, etraftaki gerilimlerden istikrarlı bir ülke yönetme, tehditlerden koruma, mevcut ekonomik refah seviyesini muhâfaza etmeye yönelik, çok savunmada kalan, elindekini muhâfaza etmeyle yetinen, topluma da bununla yetinmeyi öneren bir siyâsal perspektif yürütüyor. Bunu yaparak, ne yüksek eğitimli kesime ne de genç kesimlere umut aşılama ihtimâli yok. Belki de eksiğimiz, muhâlif siyâsî kanadın bunu yüksek düzeyde devralmamış olması. Aslında 2015’ten beri çok ciddî bir boşluk var burada. AK Parti, büyük inşaat projeleri ya da savunma sanayiindeki gelişmeler dışında geleceğe yönelik bir vaatte bulunamıyor. Bu savunma sanayi hamleleri ve inşaat projeleri de bahsettiğimiz kesimleri cezbeden projeler değil. Üstelik bunlar mevcudu korumaya yönelik enstrümanlar olarak devreye sokuluyor. Yani neredeyse son altı yedi yıldır, iktidârın bir gelecek önerisi yok. Sadece, çalkantılı bir bölgede istikrarla ülkeyi yönetme, ülkeyi terörden, dış tehlikelerden koruma vaadi var. İktidar, bunun üzerinden statükoyu koruma vaadiyle oy alıyor. Bunun gündelik siyâsete tercümesi de, kendi iktidârını korumak. Bu da, büyük bir toplum kesiminin gitmesine yol açıyor doğal olarak. 

Ruşen Çakır: Artık seçime çok az bir zaman var. Ekonomi de pek parlak değil. Suriye ve benzeri operasyonları saymazsak, Erdoğan’ın, söylem üzerinden, yani bir şeyler vaat ederek, sözler vererek gidişleri durdurmasının, gidenlerin bir kısmını geri almasının, hattâ rakip partilerden oy alabilmesinin ihtimâli var mı? Açıkçası ben görmüyorum. Sen ne düşünüyorsun?

Hatem Ete: Çok düşük. Seçimin Haziran veya Mayıs’ta yapılacağını düşünürsek… Mayıs ortasında, 14 Mayıs’ın sembolizmini kullanarak o târihte seçim yapma fikri de dolaşıyor. Seçimin 1 ay öne çekildiğini düşünsek, kampanyanın 90 gün öncesinden açıklanacağını da varsayarsak, normal bir siyâsî söylem kurgulama ya da siyâsal programı hayâta geçirmek için 5-6 ayı var iktidârın. Bu süre içerisinde toplumu iknâ edecek, kalıcı yapısal bâzı hamleler yapılamaz. Buna zaman yok. Söylemsel bâzı değişiklikler yapılabilir; ama bu söylemsel değişimin de seçmeni iknâ edebilmesi için, bunun bâzı politikalarla desteklenmesi lâzım. Üstelik AK Parti ve Erdoğan, 20 yıllık iktidârı dolayısıyla, bir sürü seçmenin endîşe ve şüpheyle yaklaşacağı bir siyâsal geçmişe sâhip. Bu nedenle, seçmen sâhici bir değişimi görmek isteyecektir. Bu 5-6 aylık süre de bunun için yetersiz bence. Fakat yine de yapılabilecekler var. Onları da siyâsal alandan çok, ekonomik alanla ilişkilendiriyorum. AKP, seçmenin önemli bir kısmını ekonomik gerekçeler yüzünden kaybettiği için, şimdi yapabileceklerinin sınırı da neredeyse ekonomiye indirgendi. O anlamda iktidar, Suriye’ye bir operasyon yapmak veya dış politika başlıkları üzerinden bir hamle yapmanın doyum noktasına erişti. Zâten bu hamleler, mevcut seçmenini ekonomik rahatsızlıklar dolayısıyla kaybetmesini engellemeye yönelik hamleler. Yeni seçmen kazanmaya yönelik hamleler değil. 

AK Parti, son 2-3 yıl içerisinde kaybettiği seçmenini geri almaya yönelik bir hamle yapacaksa, bunun doğrudan ekonomik alanda olması gerekir. Bu da, Erdoğan’ın son 2-3 yıldır yürüttüğü ekonomik programından vazgeçmesiyle mümkün. Yani toplumda, uluslararası çevrelerde ve ekonomi piyasalarında güven uyandıracak bir ekonomi bakanının göreve getirilmesi, bunun özerkliğinin tanınması, bu anlayışta faaliyette bulunacak bir Merkez Bankası başkanının atanması gibi. Bu da, Erdoğan’ın bugüne kadar söylediklerinden tamâmen vazgeçerek seçimlere katılması demek. Bunu da çok mümkün görmüyorum. Önümüzdeki dönemde bunu çevirmeye yönelik çok güçlü bir hamle gözükmüyor. 

Ruşen Çakır: Araştırmanızda ekonomi konusunu sorduğunuzda insanlar net bir şekilde başarısız bulduklarını söylüyor. Bu sonuç birçok araştırmada da karşımıza çıkıyor. Yine birçok araştırmada karşımıza çıkan sonuç, sizin araştırmanızda da var: “Muhâlefet ekonomik sorunları çözer mi?” diye sorulduğunda, “Tabii ki çözer” diyenlerin oranı çok yüksek değil. Yanlış hatırlamıyorsam, geçen aya göre birkaç puan artmış olsa da, hâlâ iki seçmenden biri muhâlefetin ekonomik sorunları çözebileceğini düşünmüyor, değil mi?

Hatem Ete: Evet. Bu oran yarının altında kalıyor. 

Ruşen Çakır: Oy verecek olan da, muhâlefetin ekonomik sorunları çözebileceği konusunda çok emin değil. 

Hatem Ete: Doğru. Ekonomik sorunların çözümünde iktidar da, muhâlefet de topluma bir güven veremiyor. Bu çok açık. İktidârın neden güven veremediğinin bir sebebi var elimizde. Çünkü seçmen, mevcut ekonomik sorunların sebebi olarak iktidârı görüyor. Toplum, iktidârın küresel odaklar veya küresel gelişmeler tezini çok benimsemiyor. Toplumda büyük çoğunlukla, hükûmetin yanlış politikalarından kaynaklanan bir ekonomik kriz olduğu yaklaşımı var. Sâdece AK Parti’nin çekirdek seçmeni bunun küresel gelişmelerle ilişkili olabileceğine prim veriyor. Ama onun hâricinde toplumun geneli, mevcut hükûmetin politikalarındaki yanlışlıklardan kaynaklanan bir ekonomik krizle karşı karşıya olduğunu düşünüyor. 

Şimdi burada muhâlefetin topluma güven verebilmesi için ciddî bir imkân açılmış durumda. Muhâlefet de bugüne kadar topluma bu güveni verebilmiş değil. Aslında muhâlefet partileri içerisinde münferit olarak çok saygın ekonomistler var. Fakat bu ekonomik kurmaylar, hem güçlerini birleştirip ortak bir programla kamuoyunun karşısına çıkmış değiller, hem de toplam olarak muhâlefetin ülke ekonomisini nasıl yöneteceğine dâir henüz topluma sunduğu bir şey yok. Meselâ, muhâlefet Parlamenter Sistem önerisiyle topluma bir şey sundu. “Ben iktidâra gelirsem, sistem açısından şunu öngörüyorum. Özgürlükler açısından bunu öngörüyorum” gibi bir program sundu kamuoyuna. Buna benzer bir ekonomi programı henüz gerçekleştirilmiş değil. Toplum, o çokbaşlılık içerisinde ekonominin iyi yönetilip yönetilemeyeceğiyle ilgili bir güven duygusuna sâhip değil henüz. Benzer şekilde, meselâ Erdoğan yerine, muhâlefetin desteğiyle iktidâra gelecek cumhurbaşkanının ülkeyi bugünkünden daha mı iyi yöneteceği konusunda da şüpheleri var toplumun. Orada da bir sürü aday konuşuluyor. Bu bir sürü adayın, altı partinin desteğini ne kadar sürdürebileceği konusunda soru işâretleri var. Aday belli değil, ülkeyi nasıl yöneteceği belli değil. Toplum, iktidârın ülkeyi iyi yönetmediği konusunda kararsız değil. Bu konuda net bir kararı var. Ekonomik olarak da, genel olarak da ülkenin iyi yönetilmediğini düşünüyor. Mevcut iktidârın bu problemleri gideremeyeceği konusunda da kafası net. Fakat burada alternatif olması beklenen muhâlefet, bu boşluğu doldurabilmiş değil. Zâten dolduramadığı için, beklenen ölçüde bir seçmen hareketliliği yaşanmıyor. AK Parti son 5-6 aydır, seçmenini muhâfaza etmeye devam ediyor. Bir direnç noktasına geldi, orada çok esneme olmuyor. Ben bu esnemeyi, çok net meselelerde bir çözüm geliştirememiş olmasıyla ilişkilendiriyorum. 

Ruşen Çakır: Sizin bu araştırmanızda, partilere göre bakıldığında çok milimlik oynamalar dışında, büyük oynamalar yok. Hattâ AKP’nin çok az da olsa arttığını, en azından azalmadığını görüyoruz. Bu, yazla ilgili de olabilir, çünkü siyâseten pek fazla bir şey olmadı. Sonuç olarak devam eden büyük bir düşüş ve birilerinin de ciddî bir yükselişini görmüyoruz. Birincisi bu.

İkincisi, Altılı Masa hâlâ tek başına cumhurbaşkanı adayını seçemiyor. HDP meselesi de hâlâ kilit durumda. Bu meseleler seçime kadar böyle mi gidecek? Sanki böyle bir hava var. Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı, ikisi de yüzde 50+1’i bulamayacak. Muhtemelen HDP de aday çıkartacak. Seçim ikinci tura kalınca, HDP seçmeninin kimi tercih edeceği sonucu belirleyecek. Geçen hafta Mithat Sancar’la bir söyleşi yaptım. “Eğer mutâbık kalırsak, ortak bir aday bulmakta zorlanmayız” dedi, ama bu pek olacağa benzemiyor. Galiba bu iş seçime kadar böyle gidecek. Ne dersin?

Hatem Ete: Doğru. 3-4 yıldır her ay araştırma yapıp, bu araştırma sonuçlarını yorumlayan biri olarak tecrübem şu: Aylık gelgitlere fazla heyecanlanmayalım. Biz nihâyetinde Yüksek Seçim Kurulu’nun programlarıyla hareket etmiyoruz. Bir örneklemimiz var, onun üzerinden bakıyoruz. Bu araştırmalara en az 3 aylık bir perspektifle bakmak lâzım. Bir parti bu 3 aylık süreçte ısrarla yükselmeye devam ediyorsa, bir yükseliş olduğunu söyleyebiliriz. Düşmeye devam ediyorsa, “düşme var” diyebiliriz. Orada da, net olarak rakamdan ziyâde eğilimleri önemsememiz lâzım. Bu perspektifle son 6-7 aylık araştırmalara baktığım zaman –orada da doğrudan tercihlerle, kararsızlar dağıtıldıktan sonraki tercihleri de birbirinden ayırmamız gerekir-– doğrudan tercihlerde neredeyse istikrarlı bir değişim yok. Yani hiçbir parti istikrarlı olarak yükselmiyor veya düşmüyor. Seçmen, son 6 ay boyunca kendi mevziini korumaya yönelik hareket ediyor. Kararsız oranının o ayki örneklemdeki toplamına göre partilerin oy toplamı artıyor ya da azalıyor. Böyle baktığınız zaman bir kilitlenme hâli olduğu ortaya çıkıyor. Kimse bu ortada duran seçmene ya da bir partiyi tercih eden seçmene, tercihini değiştirmeye yönelik güçlü bir öneride bulunmuyor. Seçmen böyle bir öneriyi görmeyince de son güne kadar pozisyonunu muhâfaza edecek gibi görünüyor. 

Biraz önce seçim takvimini konuştuk. Önümüzde, kampanya dönemine kadar 5-6 aylık bir süre var. Bu süre, bütün partiler için seçmen kazanacakları ya da seçmen muhâfaza edebilecekleri son aylar. Kampanya döneminin mantığı, partilerin o güne kadar elde ettiği seçmeni mobilize etmeye dayanır. Kampanya döneminde seçmen adres değiştirmiyor, sâdece mobilize oluyor, sandığa gidip gitmemeye karar veriyor. Ancak, sansasyonel bir olay olmadıkça parti değiştirmiyor. Bugüne kadar siyâsetin gösterdiği performans, önümüzdeki dönemde de ciddî bir değişim olmayacağı tezini güçlendiriyor. Eğer böyleyse, tam da senin dediğin tablo gibi olacak. Yani Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı birbirine çok yakın, eşit bir dengede duruyor. Millet İttifakı, Cumhur İttifakı’nın 2-3 puan önünde duruyor ve her ikisi de yüzde 50 bandının uzağında. Buna Altılı Masa’yı eklediğimizde de yüzde 50 bandı yakalanamıyor. Hatırlarsan, 2021’in sonunda muhâlefet, HDP’yi dışarıda bırakarak bir çözüm bulacağına inanmaya ve bunun güveniyle de çok iddialı söylem geliştirmeye başladı. HDP ile muhâlefet arasındaki ilk gerilim de o dönemde başladı. HDP, onun üzerinden kendi çizgisini netleştirme ve kamuoyuna deklare etme ihtiyâcı hissetti. 

Önümüzdeki döneme ve geride bıraktığımız 1 yıllık tabloya baktığımız zaman, seçim günü yüzde 50’yi aşabilmek için, büyük bir ihtimalle HDP seçmeninin karârı belirleyici olacak. HDP seçmeninin desteği olmadan, ne iktidar iktidârını sürdürebilecek ne muhâlefet iktidârı değiştirebilecek. Bu, HDP’nin elini güçlendiriyor. Geçen ay siyâseti hareketlendiren tartışmalar hep HDP eksenli oldu hatırlarsan. HDP Kongresi’nde verilen mesajlar ve Selahattin Demirtaş’ın peş peşe verdiği demeçler ve yazdığı yazılar, siyâsetin gündemini belirledi. Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarında Kürt ağırlığının artmaya başlaması, Roboski’ye gitme ihtiyâcını hissetmesi de, bu tablonun gözükür olmasıyla ilişkili. Önümüzdeki dönemde hangi adayın muhâlefetin ortak adayı olacağı meselesinde de, muhâlefet adayının seçimleri kazanıp kazanmayacağı meselesinde de, Kürt seçmenin ne diyeceği artık çok belirleyici bir hâle geldi. 

Ruşen Çakır: Tam da bunu soracaktım sana. Cumhurbaşkanı adayları meselesinde, belli bir sıralama var, o da değişmiyor gibi. Erdoğan’ın hâlâ bir gücü olmasına rağmen eli epeyce zayıflamış durumda. Diğer tarafta, klasik olarak Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu, Meral Akşener, Kemal Kılıçdaroğlu diye devam eden bir sıralama var. İnsanlar bu olayı genellikle kimin daha rahat kazanacağı üzerinden kurguluyor. Biraz önce partilerde bir şeylerin sâbitlendiğinden bahsettin. Adaylar konusunda da böyle mi olur? Mesela Kılıçdaroğlu üst üste çıkışlar yapıyor ve bayağı gündem belirliyor — en son, öğrencilere fâizli KYK borçlarıyla ilgili açıklaması veya asgarî ücret konusundaki açıklamaları gibi. Kılıçdaroğlu Erdoğan’ın gündemini belirliyor artık. Bu tür çıkışlar Kılıçdaroğlu’nun oyunu artırmıyor mu? Veya Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz gezisinde yaşananlar nedeniyle popülaritesinin azalacağı beklendi. Bu tür önemli olaylarda oylarda iniş çıkışlar olmaz mı?

Hatem Ete: Oluyor. Adaylarla ilgili siyâsal tartışmalar iniş çıkışlar yaratıyor tabii. Fakat sıralamayı değiştiren bir boyuta varmadı henüz. Biraz önce söylediğin sıralama devam ediyor. Mansur Yavaş, neredeyse hiçbir siyâsal tartışmanın parçası olmayarak kendi mevziini korumayı başarıyor. Ekrem İmamoğlu, bugüne kadar bir sürü siyâsî tartışmanın odağında yer aldı. En son, Karadeniz gezisi ve İstanbul’daki selde tatilde olduğu tartışmalarıyla gündeme geldi. Fakat CHP içi tartışmalarda, verdiği demeçler üzerinden adaylık iddiasını biraz geri çekerek, statükocu bir yerde karar kıldı gibi gözüküyor. Meral Hanım, cumhurbaşkanlığı adaylığından öte, siyâsal sistem değişikliğinden sonra ülkeyi yönetme iddiasıyla bu tartışmaların dışında kalmıştı. Şimdi burada aktif siyâsal destek arayışında olan tek aday adayı Kemal Kılıçdaroğlu. Neredeyse son 1 yıllık süreçte, aktif bir şekilde kendi adaylığıyla ilgili bir kampanya yürütüyor. Ve muhtemelen, Kemal Bey toplumsal desteğini artırdıktan sonra Altılı Masa’da bunu gündeme getirip, onaylarını almak istiyor. Çünkü kamuoyu araştırmalarında ortaya çıkan tablo, en az desteğe sâhip olan kişinin Kemal Kılıçdaroğlu olduğuydu. Dolayısıyla Kemal Bey, bu az desteğine rağmen, henüz kazanma eşiğini aşmamışken liderlerin onayını alarak bir yere gidemeyeceğini düşünüp, aktif bir strateji yürütüyor. Yavaş ama istikrarlı bir yükselişi var Kemal Bey’in. Ama henüz o sıralamayı değiştirecek bir boyuta varmadı. 

Fakat muhâlefette şöyle bir şey var: Meselâ yaptığımız araştırmada hiç aday ismi sarf etmeden sorduğumuzda kamuoyu, neredeyse yüzde 30 oranında, adayı önemsiyor: “Hangi adayın karşıma çıkacağı benim oy verip vermemi belirleyecek” diye cevap veriyor. Diyelim ki toplumun neredeyse yüzde 30’u net olarak Erdoğan’a oy vereceğini, yüzde 30’u net olarak muhâlefetin adayı kim olursa olsun oy vereceğini söylerken, yüzde 10’luk bir kararsız kesim ve “Adaya bakıp karar vereceğim” diyen yüzde 30’luk bir kesim var. Dolayısıyla, bugünkü tabloya bakıldığında, muhâlefet ortak bir aday üzerinde uzlaşıp topluma açıkladığında, “Kesinlikle mobilize eder ve kazanır” demek zor. Ama biz farazî adaylar üzerinden konuştuğumuz zaman bunu test edemiyoruz. Önümüzdeki 5-6 aylık süreçte muhtemelen bütün adaylar ilk aşamayı aşmaya çalışacak. Yani Erdoğan’ı geçebilme eşiğini aştıktan sonra, “Hangi aday ülkeyi daha iyi yönetir? Hangi aday Altılı Masa’nın ilişkilerini daha iyi götürür? Parlamenter Sistem’e daha doğru geçirir? Siyâsî tecrübesiyle ekonomiyi ve devleti daha iyi yönetir?” tartışmalarına sonra gelinecek. Şimdi ilk aşama, seçilebilirlik kriterini geçmek. Kemal Bey şu anda o kriterin eşiğine gelmiş görünüyor. Bu son siyasal aktivizm buna yol açtı. Eskiden o makas çok açıktı, şimdi yavaş yavaş kapanıyor. Önümüzdeki birkaç ay bu aktif siyasal performans devam ederse, Kemal Bey Erdoğan’a karşı kazanma eşiğini geçerse, sonrasında sâhici bir şekilde, hangi adayın daha iyi yönetebileceği, hangi adayın nasıl bir Türkiye vaat ettiği meselesine sıra gelecek diye düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Seninle geçen ay yaptığımız yayında bu Alevîlik meselesini konuşmuş muyduk, emin olamadım. 

Hatem Ete: Kısmen. 

Ruşen Çakır: Araştırmanızda bunu soruyor musunuz bilmiyorum, zor bir konu çünkü. Altılı Masa’da Saadet Partisi, DEVA Partisi, Gelecek Partisi, İYİ Parti, Demokrat Parti var. Diyelim ki onlar birleşip Kemal Kılıçdaroğlu’nu aday gösterdi. Buna rağmen hâlâ birileri, “Bu adam Alevî. Ben ona oy vermem” refleksini gösterir mi? Nedir gözlemlerin?

Hatem Ete: Alevîlik refleksinin kaybettireceğini düşünmüyorum. Türkiye’de etnik ve mezhepsel kimlik, oy verme davranışında etkili oluyor. Ama bugünkü siyasal konjonktürü düşündüğümüzde, ben Kılıçdaroğlu’nun Alevî kimliğinin kazanmasını engelleyecek bir boyuta ereceği kanaatinde değilim. Tam tersine bugüne kadarki siyâsî kariyerinin belirleyici olacağını düşünüyorum. Yani orada seçmenin ne diyeceği belirleyici olacak. Benzer bir şeyi, Kürtler’in Mansur Yavaş’a veya Meral Akşener’e oy verme dinamiklerinde de görüyoruz. Şu an sorduğumuzda, HDP’nin kendi net tutumunu belirlemediği bir denklemde, Kürt seçmenin Mansur Yavaş’a da, Meral Akşener’e de belli oranlarda oy verdiği görünüyor. En azından bu aktörlerin seçimi kazanmasını engelleyecek boyutta bir reaksiyon gözükmüyor. Ama yarın HDP net bir siyâsî tutum takındığında ne olur, onu kestiremiyorum. Benzer şey Kemal Bey’in tercihinde de belirleyici. Şu anda seçmen Kemal Bey’i henüz o kazanma eşiğine getirmemiş görünüyor. Bunda hangi dinamikler belirleyici oluyor? Yarın, altı siyâsî lider ve HDP, net olarak “Adayımız Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Kemal Bey’in arkasında duruyoruz” dediğinde, kazanmasına vesîle olacak bir noktaya taşıyıp taşımayacağına emin olamıyorum. Ama şu önemli bir eşik: Liderlerin Kemal Bey’le ilgili tedirginliklerini besleyen dinamiğin, Alevî kimliği olduğunu zannetmiyorum. Eğer bir blokaj varsa, bu bence o seçilme kriterini aşmayla ilgilidir diye görüyorum. Kamuoyu araştırmaları, aktif siyâsî performans netîcesinde Kemal Bey’in Tayyip Bey’i geçeceğine yönelik birkaç ay üst üste bulgular ortaya koyarsa, Alevîlik meselesi kamuoyunda da bir tartışma olmaktan çıkar diye düşünüyorum. Çünkü bu mesele, bence akıllı bir politikayla erken bir dönemde gündeme getirildi. Bu tartışma başlığı, iktidar ve muhâlefet liderleri tarafından mahkûm edilerek gündemden çıkarıldı. Önümüzdeki dönemde de bu konunun siyâsal belirleyiciliğinin çok fazla olmayacağını düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Hatem, bitirmeden önce birkaç detay sormak istiyorum. Bunlar daha tâli konular. Meselâ, sizin araştırmalarınızda ve başka kamuoyu araştırmalarında da, son dönemde Yeniden Refah Partisi’nin Saadet Partisi’nden daha fazla oyu olduğunu görüyorum. Bunun çok büyük bir sembolik anlamı var. Bu hareketi yıllardır tâkip eden birisi olarak, açıkçası biraz şaşırdım. Her ne kadar iki partinin oyu çok yüksek olmasa da, bunca yılın Saadet Partisi’yle, daha yeni kurulmuş Yeniden Refah Partisi… sâdece babasının adıyla Fatih Erbakan bunu nasıl yapabiliyor?

Hatem Ete: Yeniden Refah Partisi çok daha net söylemler kullanıyor. Belli siyâsal tartışmalarda, kamusal meşrûiyeti ya da kamusal imajını önemsemeden net pozisyonlar alıyor. Meselâ aşı karşıtlığı meselesinde, göçmenlerle ilgili söylemlerinde, Erdoğan’ın desteklenip desteklenmeyeceği tartışmalarında çok net pozisyonlar alıyor. Bu net pozisyonlar, Yeniden Refah Partisi’nin gençler nezdinde bir hareketlilik sağlamasına yol açıyor. İkincisi, Yeniden Refah Partisi’nin kurulmasından bu yana, o dönemin asıl gençlik organizasyonları Yeniden Refah tarafında yer aldı. Onun da ürettiği bir dinamizm var. Bunun sembolik bir anlamı var; ama bu, Yeniden Refah Partisi’ni kalıcı bir siyâsî harekete dönüştürebilecek ya da Saadet Partisi’nin siyâsî ömrünü sonlandırabilecek boyutta bir hareketlilik değil. Evet, bir eğilim olarak Yeniden Refah Partisi daha dinamik bir yapı arz ediyor. Çünkü teşbihte hatâ olmasın, aynen Zafer Partisi gibi net siyâsal söylemler kullandığı için, seçmene çabuk hitap ediyor ve seçmenden hızlı reaksiyon alıyor. Buna karşılık Gelecek, DEVA ve Saadet partileri, çok mâkul söylem üretmeye dikkat ederek biraz vakit harcıyorlar. Dolayısıyla, “Çok doğru söylemler kullanalım. Köşeli söylemler kullanmayalım. Bütün Türkiye’nin seveceği söylemler kurgulayalım” derken, hiçbir seçmenle özdeşleşmeme riskine yol açıyorlar. Ben biraz bu nedenden kaynaklandığını düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Evet. Zafer Partisi’ni geçen sefer konuşmuştuk. Yine neredeyse aynı bantta duruyor. Ama yeni bir parti için hiç de azımsanacak rakamlar değil. Meselâ daha eski ve daha köklü olduğunu varsaydığımız Gelecek ve DEVA partilerine göre de epeyce iyi bir performansı var. Ama bunun sâbitlenebilmesi öyle kolay bir iş değil. Ümit Özdağ özellikle sosyal medyayı hızlı ve etkili kullanıyor. Ama orada da hâlâ tek bir isim ortada. Zafer Partisi’nde ikinci bir isim biliyor musun?

Hatem Ete: Hayır. Tek kişi ve tek konu. Bu şekilde bir siyâsî kalıcılık inşâ etmesi zor. Ama şu anki seçim öncesi reaktif ortamda, Zafer Partisi’ne bir kısım protesto oyları gidiyor. Bir kısım, Zafer Partisi’ni tercih etme üzerinden, göçmen meselesine dikkat çekiyor. Ama seçim atmosferine girildiğinde, ben bunun kalıcılık oluşturacağını düşünmüyorum. Seninle daha önce yaptığımız yayında da konuşmuştuk bunu: Ümit Özdağ’ın ilk ortaya çıktığı ve siyâsal söylemi belirlemeye başladığı dönemde iktidar ve muhâlefet, reaktif bir tutumla yanlış tercihlerde bulundular. Yani, Ümit Özdağ’ın siyâsal gündem belirlemesine olanak sağladılar. Ümit Özdağ’ın siyâsal gündem belirlemesine cevap yetiştirdiler. İYİ Parti, CHP ve AK Parti, bunu kaale alan, bunun üzerine söylem inşâ eden bir dil kullandılar. Ama son 2-3 aydır bu stratejiden vazgeçmiş görünüyorlar. Eğer seçimlere kadar Zafer Partisi’ni kaale almayan, kendi siyâsal konumlarını ona göre gözden geçirmeyen bir soğukkanlılıkla hareket ederlerse, Zafer Partisi’nin bugün yakaladığı oy oranlarını seçim günü yakalayamayacağını düşünüyorum. Çünkü orada iktidârı belirleme ve iktidârı değiştirme motivasyonu çok daha belirleyici olacak ve Zafer Partisi’nin göçmen eksenli oy verme dinamiğini bastıracak diye düşünüyorum. 

Türkiye’de göçmen konusu üzerinden siyâsal bir söylem inşâ etmenin bir geleceği var. Fakat Ümit Özdağ’ın “tek aktör, tek konu” meselesini biraz daha çeşitlendirip bir siyâsal söyleme dönüştürmesi gerekiyor. Bunu yapmak için de seçimlerden sonra vakti olacak diye düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Hatem, burada noktayı koyalım. Bu yayında da epey konu konuştuk. Özellikle AKP’de kimlerin nasıl koptuğunu, oy vermeyi neden bıraktığını konuştuk. Çok teşekkürler. 

Hatem Ete: Ben teşekkür ederim. 

Ruşen Çakır: İzleyicilerimize de çok teşekkür ederiz. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.