Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Tayvan yeni Ukrayna mı olacak?

2021 yılbaşındaki Dünya ve Biz’in son bölümünde konuğum Prof. Dr. Serhat Güvenç’e yeni yıl için olası küresel çatışma noktası öngörülerini sormuştum. Yanıtında bir gözümüzün mutlaka Tayvan Boğazı’nda olması gerekeceği de vardı. Gelişmeler hocayı haklı çıkardı. Bugün Tayvan sürekli iki gözümüzün de üzerinde olması gereken bir nitelik kazandı. Çeyrek yüzyıl sonra Pelosi’nin gerçekleştirdiği ABD TM Başkanı düzeyindeki ilk ziyaret tüm taraflar ve bizim gibi uzaktan bakanlar için diplomatik açıdan “gerçek mermi kullanılan” bir tatbikat yerine geçti.

Ülkemizde alelusul, konu hakkında yayımlanan yorumlarda satır aralarından bastırılamaz bir sevincin sızdığı gözlemleniyor. Çin’in nihayet (!) Tayvan’ın yapay (!) egemenliğine son vererek, “küresel emperyalist güç ve tüm kötülüklerin anası” ABD’ye bir ders vermesi ve etki alanını kısıtlamasının iştiyakle beklendiği anlaşılıyor. Adeta diz kapağı refleksiyle Putin’e Ukrayna’yı işgalinde destek veren, doğrudan destek vermeye çekinseler de, bu saldırıya “NATO’nun tahriki” gibi gerekçeler uydurmaya çalışanlar ve zihinsel akrabalarının, bu defa da “Küba-ABD” karşılaştırmaları eşliğinde dünya medyasında da yüksek ses çıkardıkları görülüyor.

Aşağıda aktaracaklarım büyük ölçüde son Dünya ve Biz’de ağırladığım Çin uzmanı Doç.Dr. Ceren Ergenç’in sorularıma yanıtlarına dayanıyor. Önce Tayvan’a ilişkin bilgilerimizi hiç yoktan vikipedya düzeyinde kısaca anımsayalım: Cumhuriyetimizin kuruluşuyla sonuçlanan ulusal savaşım ile II. Dünya Savaşı’nın sonu arasındaki yirmi yıllık dönemde Çin bir iç savaş yaşıyor. Başka deyişle devrim, kurtuluş ve kuruluş savaşımı bir iç savaş da barındırıyor. Kaybeden Chiang Kai Shek Tayvan adasına çekiliyor. ABD’nin 1978 yılı sonunda ÇHC’ni tanımasının ardından da Tayvan alacakaranlık kuşağına giriyor.

Yakın zamana geldiğimizde, önce Hong Kong’un özerkliğinin/kendine özgülüğünün aslında düpedüz özgürlüğünün Çin tarafından Britanya ile yaptığı devir-teslim anlaşmasının öngördüğü takvim beklenmeden zorla sona erdirilmesi, ardından Rusya’nın 2014’te Kırım’da olduğu gibi bu defa Ukrayna’nın tamamını istila ve ilhaka kalkışması, Tayvan’ın esasen belirsiz geleceğini kararttı.  

Özetle “cim karnında bir nokta” haliyle, 25 milyondan az nüfusu, 35.808 kilometrekarelik yüzölçümüyle Tayvan adasının 1.5 milyara yaklaşan nüfusu ve 9.5 milyon kilometrekarelik yüzölçümüyle Çin anakarasına meydan okuması hatta bir ulusal güvenlik tehdidi oluşturması olası değil. Ancak Çin’in de görülebilir gelecekte adayı işgale yeltenmesi, ÇHC’nin henüz o askeri ve iktisadi gücü derleyememiş olması bağlamında beklenmemeli –yoksa niyet belli.

Tayvan kolay lokma/yumuşak hedef değil. Çin’in başlattığı devasa tatbikat da işgalden çok abluka alıştırmasını andırıyor. ABD’nin, Tayvan’ı savunma yükümlülüğü olmasa da adaya verdiği askeri destek güçlü biçimde sürüyor. Ayrıca mikroçip alanında Biden yönetimi geçirdiği yasayla tasarımda küresel liderliği Çin’den alıp ABD’ye getirmeyi, üretimde de Tayvan’ın üstünlüğünü korumayı hedefliyor. Zamanlama açısından ÇHC de İran gibi Batı’ya oranla çok daha uzun dilimlerle planlama yapsa da, geleceği bugünden kestirmek zor. Bu bakımdan Hong Kong’u yutmakla ÇHC’nin esasen kendi sonunu hazırlamış olup olmadığını yaşarken görür müyüz bilinmez.       

Böylece Ukrayna’da çıkmayan III. Dünya Savaşı yine bir başka bahara kalmış oldu. Yahut III. Dünya Savaşı çoktan başladı ve ne geçen yüzyılın iki meydan savaşına ne Soğuk Savaş’a benziyor. Çin’in Pelosi ziyaretine tepkisi, daha ziyade Şi’nin Ekim ayındaki ÇKP kongresinde lider konumunu koruyabilmesini teminen “savaş çıkarmadan yapılabilecek her şey” olarak görülebilir. ABD’nin de Şi’ye gücünün sınırlarını gösterme fırsatını yarattığı sınamayla iyi değerlendirdiği kaydedilebilir. ABD yönetimi sözkonusu ziyarete açıktan sahip çıkmayarak kendine diplomatik kıvırma payı da bıraktı.

Her ne kadar sonu belirsiz olsa da statükonun yüzdürülmesinin hem Çin hem ABD taraflarınca en düşük maliyetli seçenek olarak şimdilik benimsenmiş olduğu belirtilebilir. Buna karşılık, küresel güç savaşımının kesin biçimde Asya-Pasifik sahnesine kaydığı ortada. Bu artan gerilimin evrimini, bizim buralara dek etkilerini ve nasıl çözüleceğini gelecek onyıllar gösterecek. Bu defa ABD’nin karşısında evrensel bir ideoloji yok. Hasmı ekonomik açıdan kendine denk hatta bazı bakımlardan ileride. Nükleer başlık sayısındaysa Çin, SSCB’nin varisi Rusya’nın çok gerisinde.

Öte yandan Şi, bir lider olarak Putin gibi kendi kendini yalıtmış ve başına buyruk değil. Anayasal olarak ömürboyu liderliğinin önü açılıp, Mao’yla aynı kaideye çıkmış görünse de, ÇKP içinde seçim kazanmak ve belirli bir meşruiyet elde etmek zorunda. Stratejik kararlarını da yine kapalı devre belirli bir danışma süreciyle alıyor. Dolayısıyla, Ekim’deki parti kongresinden sonra Şi’yi tanıyıp, gerçek kişiliğiyle yüzleşeceğimizi iddia etmek çok yanıltıcı olmayacak.   

ABD’nin sabit üstünlükleri sürüyor. İki uzun, demografik, askeri ve iktisadi bakımlardan değerli kıyıya sahip. Ülke bereketli bir iklim kuşağında doğu-batı ekseninde uzanıyor. Doğrudan sınamalarla muhatap değil. Eksikleri, tökezlemeleri de olsa dünyanın en eski demokrasisi. Merkezden planlı, hak ve özgürlükleri boğuntulu bir “üçüncü yol” kapitalizminin pek akla yatkın seçenek olmadığı Çin’de artan genç işsizliği, iflas eden bazı bankalar ve yarım kalan bazı inşaat projeleriyle yavaş yavaş yüzeye çıkıyor.

Çin’in de doğrudan sınamalarla karşı karşıya olmadığı, tek muhatap olarak ABD’yi gördüğü eklenebilir. Çin açısından Tayvan artık “bir ülkü” olmak özelliğini yitirdiği gibi II. Dünya Savaşı mağluplarından Japonya’nın da Almanya’nın yolundan giderek yeniden askerileşmesi çok ciddi bir tehdit değil. Avustralya, Kore, Yeni Zelanda gibi ülkeler de ABD’nin ileri karakolları olarak ancak rahatsızlık kaynağı. Bununla birlikte orta-uzun vadede Madrid’de belirtileri görüldüğü üzere sözkonusu dört ülkenin NATO üyelikleri anlatının akışını değiştirebilir.      

ABD’de de Kasım ayında 435 üyeli TM’nin tamamının ve 100 üyeli Senato’nun 35 sandalyesinin yenileneceği seçimler var. Şi’nin Ekim ayındaki ÇKP kongresi gibi, Biden da Kasım ayındaki kendi Kongre seçimlerine odaklanıyor. Biden’in akranı Pelosi ise siyasal kariyerinin sonunda, sırtında yumurta küfesi yok. Şi’nin serencamı denli, ABD’de Biden’dan sonrasını şimdiden düşünmekte yarar var. İkinci dönem zor göründüğü gibi, doğal halef de görünmüyor. Trump faciasının yeniden yaşanıp yaşanmayacağını bugünden bilmek olanağımız olmasa da, genel olarak Cumhuriyetçi Parti başkanlığı geri almak için sıkı asılıyor. Biden ulusal ekonomiyi düze çıkarmak, uluslararası istikrarı korumak ve istikrarsızlık alanlarında ABD ağırlığını artırmak gibi sınamalarla karşı karşıya. Herhalde en baş ağrıtanı da Çin.    

(*) Büyükelçi Mennan Tebelen’in 1951’de basılan anılarında II. Dünya Savaşı sürerken Chiang Kai Shek zamanında görev yaptığı dönemin başkenti Chungking, yetkili makamların destek ve ilgisiyle çıktığı uzun Doğu Türkistan gezisi ve Chiang’ın kendiyle eşine ilişkin izlenimleri bilvesile yeniden okunmaya değer. 

(**) Yazımda verdiğim tarihsel bilgilerin çok daha özlüsü BE Selim Kuneralp’in yazısında var.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.