Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Hani Suriye’de “bir üçüncü yol mümkün” değildi!

Cihan ve Ümit Aktaş, Hayko Bağdat, Mehmet Bekaroğlu, Ayhan Bilgen, Aydın Çubukçu, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Şebnem Korur Fincancı, Gençay Gürsoy, Cihangir İslam, Hüda Kaya, Jülide Kural, Ömer Laçiner, Nuray Mert, Sırrı Süreyya Önder, İzzettin Önder, İslam Özkan, Şebnem Sönmez, Nur Sürer, Altan Tan, Sezgin Tanrıkulu, Ahmet Faruk Ünsal ve Beyza Üstün‘ün de aralarında bulunduğu sol, İslami hareket ve Kürt hareketinden çok sayıda isim 3 Eylül 2013’te “Suriye’de üçüncü yol mümkün” başlıklı bir bildiri yayımladı.

Bildiri, o dönem iktidara yakın medya organlarında “Esad yanlısı” ve “Baas’çı tezler” denilerek eleştirildi, bildiride imzası bulunan isimler hedef gösterildi, aforoz edildi.

Suriye’de 2011’den bu yana süren iç savaşta binlerce insan yaşamını yitirdi, milyonlarcası ülkelerini terk etti.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 11 Ağustos’ta 13. Büyükelçiler Konferansı’nda “Muhalefetle Suriye’deki rejimi bizim bir şekilde anlaştırmamız lazım” dedi.

İktidar 11 yıl sonra Suriye politikasını değiştiriyor mu, Suriye’de “üçüncü yol mümkün” müydü?

Ruşen Çakır değerlendirdi.

Oku: Dört yıl önce “Suriye’de üçüncü yol mümkün” diyenler haklı çıktı

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu: “Muhalefetle Suriye’deki rejimi bir şekilde anlaştırmamız lazım”

Esad ile barışma iddiası: Çavuşoğlu sözlerinin çarpıtıldığını söyledi

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Merhaba, iyi günler. Bugün ikinci kez karşınızdayım ve Suriye’yi konuşacağım. Vefâlı olmak iyi bir şeydir ve bunu hatırlatmakta yarar var. “Zor zamanlarda konuşmak”… Bu, İsmet Özel’in bir kitabının adıdır. Zor zamanlarda konuşmak zor iştir ve özellikle entelektüellerin, aydınların böyle bir yükümlülüğü vardır. Ve olmadık zamanlarda siz söylenmesi gerekenleri söylediğiniz zaman da başınıza çok iş gelir, herkesin saldırısına uğrarsınız. 

Dünyanın her yerinde ve Türkiye’de değişik zamanlarda buna benzer çok olay yaşandı. Suriye bağlamında bir “Üçüncü yol çıkışı” vardı; 2013 Eylül ayında bir grup az sayıda insan bir metin kaleme aldılar. Şu anda önümde duruyor: A4 kâğıda büyük puntolarla üç sayfa var ve bu metinle üçüncü bir yolun mümkün olduğunu, yani Esad’ı desteklemenin ve savaşı, yani Suriye’ye dışarıdan müdâhaleyi desteklemenin dışında üçüncü bir yol olduğunu söylediler. Ve aforoz edildiler, çok ciddî bir şekilde aforoz edildiler. Bunların bir kısmı İslâmî hareketten, bir kısmı sol olarak bilinen isimler, bir kısmı da Kürt hareketine daha yakın olarak bilinen isimler. 

Az sayıda isim; ben isimleri okuyayım yine de, kayda geçsin: Cihan Aktaş; Ümit Aktaş; Hayko Bağdat –Hayko uzun bir süredir yurtdışında yaşıyor biliyorsunuz, sürgünde–; CHP milletvekili Mehmet Bekâroğlu; Cihan ve Ümit Aktaş kardeşlerin ikisi de İslâmî hareketin öne çıkmış aydınlarından, yazarlarından; Ayhan Bilgen en son kendi partisini kurdu, HDP’den ayrıldı; Ali Bulaç FETÖ Dâvâsı’ndan yıllarca yattı, şimdi tahliye oldu, daha sessizliği tercih ediyor; Evrensel gazetesinden Aydın Çubukçu var; Mehmet Efe benim kadim dostum, Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşıyor, İslâmcı bir yazar diyelim; HDP’den milletvekili olan Ömer Faruk Gergerlioğlu; Türk Tabipleri Birliği’nin şu anki genel başkanı Şebnem Korur Fincancı; bir başka profesör, daha solda bildiğimiz hak savunucusu bir isim Prof. Gençay Gürsoy; Mazlum Der’in eski başkanı, şu anda CHP milletvekili Cihangir İslam; İslâmî hareketten gelme ve şu anda HDP milletvekili Hüda Kaya; yine hekim ve CHP üyesi diye biliyorum –en son öyleydi– Zeki Kılıçaslan; tiyatro ve sinema oyuncusu Jülide Kural; Birikim dergisini çıkaranlardan sol aydın Ömer Laçiner; Nuray Mert’i biliyorsunuz; HDP’den milletvekili –şu anda tahliye oldu, ama daha çok köşesinde– Sırrı Süreyya Önder; ekonomist Prof. İzzettin Önder; İslâmî hareketten gelen bir yazar, İslam Özkan; Yıldız Ramazanoğlu kezâ öyle; yazar Nuray Sancar; Kürt kimliği öne çıkan bir yazar, İbrahim Sediyani; Cem Somer, Şebnem Sönmez, Nur Sürer, Altan Tan, Sezgin Tanrıkulu, Cem Terzi, Mehmet Türkay, Ahmet Faruk Ünsal, Beyza Üstün diye devam ediyor. 

Şimdi bu kişileri niye hatırlatıyorum? Mevlüt Çavuşoğlu ne dedi? “Artık Suriye’deki rejimle muhalifleri anlaştıralım” dedi. Bugün bir açıklama yapmış, “Sözlerim çarpıtıldı” demiş. Hiçbir şey çarpıtılmadı aslında; her şey açıkça ortada, zâten ne söylediğini de görüyoruz. Büyükelçiler konferansında videoda kendi sesi var. Hattâ daha sonra Devlet Bahçeli de dün kendisine sâhip çıktı. Bugün ise, hem “Sözlerim çarpıtıldı” dedi, hem de Bahçeli’ye verdiği destek için teşekkür etti. Belli ki iktidar bir şekilde artık nihâyet Şam’la bir şeyleri görüşmek gerektiğini düşünüyor. İster muhâlefetle uzlaştırmak, ister barıştırmak ya da anlaştırmak — adı her neyse. O eski “Esed” tekrar “Esad” oldu tabiî bu arada; onu yok sayma politikasından çıkılıyor. 

Bu aslında baştan beri savunulabilecek bir politikaydı, ama yapılmadı. Çünkü buraya askerî müdâhaleyle Esad’ın çok kolay yıkılabileceği düşünüldü. Emevi Câmii’nde namaz kılınacağı düşünüldü. Şimdi bu metne bakıyorum; bu kısa metinde diyor ki: “Silâhlı müdâhalenin, bu işgalin çözüm olmadığını, bir milyona yakın insanın öldüğü Irak’ta bütün çıplaklığıyla gördük”. Irak hatırlatması yapıyor. Ve Afganistan-Libya hatırlatması yapıyor. Ondan sonra diyor ki: “Suriye’de benzeri bir müdâhale benzeri sonuçlara yol açar. Böyle bir müdâhalenin, yıllarca sürecek olan kimlik ve mezhep eksenli kanlı hesaplaşmaların tüm bölgeye yayılmasına zemin oluşturacağı uzak bir ihtimal değildir. İki yanlıştan bir doğru çıkmaz.”Çok güzel bir söz, evet, iki yanlıştan bir doğru çıkmaz. “Suriye’deki ateşi daha büyük ateşler söndüremez.” AKP iktidârının politikasıydı bu: “Suriye’de bir ateş var, daha büyük bir ateşle bu ateşi söndürürüz”. İç savaş teşvik edildi, yabancı savaşçıların Türkiye’den geçmesi sağlandı, onlara imkânlar sağlandı vs.. “Esad rejiminin belini bükecek sınırlı bir müdâhale de, Esad’ı devirecek bir işgal de çözüm değildir. İhtiyaç duyulan derhal ateşkes ve barış görüşmelerinin başlamasıdır. 

Bu metin 2013 târihli; aradan 9 yıl geçmiş. Ve şimdi Çavuşoğlu diyor ki: “İşte, bir şekilde uzlaştıralım.”Yani “Barıştıralım, bir şekilde ateşkes sağlayalım”a geldi, 9 yıl sonra.“Daha fazla zaman ve kan kaybetmeden tüm tarafların katılımıyla demokratik bir seçim ortamının hazırlanmasına odaklanılmalıdır” demiş aydınlar ve ânında linç edilmişler. Nasıl edildiler? Birbirinden farklı yöntemlerle: aforoz edildiler, dışlandılar, terörle işbirliği yapmakta suçlandılar, Esad’cı olmakla suçlandılar; kimileri de Esad’a yönelik diktatörlük tanımından dolayı, Esad’a yönelik çıkışlarından dolayı onlara lâf etti. Ve şu cümleleri çok önemli: “Barışa öncülük etmesi gerekenler bölge ülkeleridir. Çatışmayı desteklemek, dışarıdan yapılacak müdâhalelere ortam hazırlayan girişimlere ümit bağlamak yerine, Suriye halkının kendi geleceğine yönelik kararı kendilerinin vermesine saygı duymak ve bunun zeminini oluşturmak için gayret göstermek gerekir”. 

Kaç yıl geçmiş aradan ve ancak yeni yeni, “Ya, aslında…” diye başlayan cümleler kuruluyor ve bunun hesâbı verilmiyor. Yani şöyle söyleyeyim: “O anda başka çözüm yoktu” diye bir şey söylemenin imkânı yok. Birileri, sayıları az da olsa, risk alarak da olsa, size demişler ki: “Ya, yapmayın etmeyin, daha kötü olur” — ve oldu. Şimdi, milyonlarca insan Suriye’den Türkiye’ye geldi. O kadar insan hayâtını kaybetti, o kadar insan perîşan oldu. Türkiye defâlarca operasyon yaptı. Türkiye’den giden askerlerden şehit olanlar, yaralananlar oldu, siviller hayâtını kaybetti, kaybetmeye devam ediyor. Çok büyük biri yıkım var ve bu yıkım, sorumluluğu sâdece ve sâdece “Esed”e, yani Beşar Esad’a ve onun rejimine yüklenemeyecek bir yıkım. Bu yıkımda herkesin, bu çatışmanın tırmanmasında ateşi daha büyük ateşle söndürme iddiasıyla yola çıkanların da, kısa vâdede her şeyin biteceğini sananların da, yani Emevî Câmii’nde namaz kılmayı hayal edenlerin de çok ciddî sorumluluğu var. Geçen hafta bir başka yayın için buraya gelen Ahmet Davutoğlu’yla –ki o dönemin en kilit isimlerinden biri– bir yayın yaptım ve orada kendisine Erdoğan iktidârının Esad rejimi ile görüşme hazırlıklarını sorduğumda, çok sert eleştiriler getirdi. Onun duruşu hâlâ burada Esad’la bir şey yapmanın çok zor olduğu; yani esas adımların Esad tarafından atılması gerektiğini söylüyor.

Onun duruşu öyle; aslında eski politikaya daha yakın bir duruş. Şu hâliyle bakıldığı zaman, Türkiye aslında “üçüncü yol”u yeni buluyormuş gibi duruyor; ama sanki birinci yola daha yakınmış gibi de söylenebilir. Yani şu hâliyle bakıldığı zaman, Ahmet Davutoğlu’nun belki de isâbetle vurguladığı gibi, Esad’dan herhangi bir hamle yok. Görünür bir şekilde, “Ya, artık bu iş çok uzadı. Türkiye’yle aramız bunca zamandır açık kaldı. Artık şu işleri halledelim” diye bir adım yok. Türkiye’den değişik şekillerde mesajlar gidiyor. Yok, işte tekzip ediyorlar, ama yarım ağız tekzip ediyorlar vs.. Belli ki Ankara, nasıl Körfez ülkeleriyle yaptıysa, nasıl Mısır’la yapacaksa, benzer bir şekilde belki sıranın en sonuna koyarak Suriye rejimiyle de bir şekilde anlaşmanın yolunu arıyor. Ve burada aynı Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’da olduğu gibi esas hamleyi yapan Ankara ve onun için de Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki kişiler, özellikle Batı medyasına verdikleri isimsiz/anonim demeçlerde, “Kendileri geldi; o zaman burada inisiyatif bizde” dediler. Şu hâliyle bakıldığı zaman, inisiyatif de Esad’da gözüküyor; çünkü oradan bir hamle yok. 

Bugün yine Çavuşoğlu, rejimin bu konuda çok hareketsiz olduğunu, sorumluluk üstlenmediğini vs. söyleyen, yani Şam yönetimini suçlayan açıklamalar yapıyor. Evet, gerçekten Şam’ın politikası pek değişmiş gibi gözükmüyor; ama zâten ortada şöyle bir hikâye var, çok açık: Şam attığı adımlarda haklı çıktığını düşünüyor. Yani rejim yıkılmadı. İzlediği politikaların doğru çıktığını düşünüyor. Dolayısıyla onun hamle etmesine, pozisyon değiştirmesine neden olacak çok da fazla bir şey yok. Buna karşılık Türkiye’nin Suriye politikası her anlamıyla iflâs etmiş durumda ve ödediği faturaya ek olarak yeni yeni faturalar ödüyor ve ödeyecek. Suriye’den gelen milyonlarca sığınmacı başlı başına Türkiye’ye her açıdan bir yığın sorunu berâberinde getiriyor. Dolayısıyla çözüme Türkiye’nin ihtiyâcı var. Anlaşmaya Ankara’nın ihtiyâcı var ve bu aslında yıllar önce alınabilecek, daha serinkanlı, daha mesâfeli bir pozisyonun çok uzağında olduğu anlamına geliyor. Türkiye’nin, Ankara’nın şu hâliyle en azından bu kişilere karşı bir özür borcu var. Böyle bir şey yapmayacaklarını biliyoruz; ama yine de biz buradaki az sayıdaki kişiye böyle zor bir zamanda, iç savaşın en şiddetli olduğu ve daha önemlisi tabiî ki “Esad, gitti gidiyor” denilen bir zamanda, sanki şöyle yorumlamışlardı diye hatırlıyorum: “Esad kaybediyor, siz bununla ona cankurtaran simidi atıyorsunuz” şeklinde yorumlamışlardı ve çok sert hakaretler, eleştiriler vs. gelmişti. Esad bir yere gitmedi. Onun güçleri de çok büyük kayıplar verdi, ülkesi çok büyük bir yıkıma uğradı, ama eninde sonunda baktığınız zaman, Esad, İran’ın Rusya’nın ve belki başka güçlerin yardımıyla ayakta kalmayı bildi. 

Ve sonuçta şu hâliyle bakıldığı zaman, yıllar öncesine dönecek olursak, Esad pekâlâ, “Böyle devam edebilir” diyebilir. Ama Türkiye’nin artık “Böyle devam edebilir” demesinin imkânı yok ve Türkiye bir şekilde üçüncü bir yol ararken, aynı zamanda birinci yola da, yani Esad rejimini büyük ölçüde meşrûlaştırıcı, Esad rejimine yönelik eleştirilerini büyük ölçüde iptal eden bir formüle doğru bile savrulabilir. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.