Burak Bilgehan Özpek yazdı: Muhafazakarların av partisi

İnsanların kutsal saydığı değerlerin eleştirilmediği, küçümsenmediği veya bu değerlerle dalga geçilemediği bir dünyayı hayal eden milyonlarca insan ile birlikte yaşıyoruz bu ülkede. Bu insanlar farklı inançlara, önceliklere ve yaşam tarzlarına sahip. Her biri, kutsal kabul ettiği semboller ve ritüeller ile hayata tutunuyor. Ve hepsi, kimliklerini oluşturan herhangi bir parçanın kendi istedikleri biçim dışında kullanılmasına, dillendirilmesine tepki gösteriyor. Bu yolun sonu oldukça karanlık ve toplumu artık konuşamaz hale getirmekten başka bir yere çıkmıyor. Bir kimlik grubu hakkında ya sitayişle, grup üyelerini mutlu edecek şekilde konuşmak zorunda kalacağız ya da susacağız.

Susmanın tercih edilmesi ise yaratılan maliyet ile alakalı. Zira konuşmak, bir grup insanın ulaşabildikleri herhangi bir kanal üzerinden sizi linç etmesine hızlı şekilde evrilebilir. Moral bozucu binlerce küfür ve aşağılama okumak zorunda kalabilirsiniz. Bu tip psikolojik yıpratma eylemlerinden kaçmayı basarsanız bile, çalıştığınız kurumlara, ilişkide bulunduğunuz insanlara ve hatta itibarınıza yönelik hırçın ve gözü dönmüş bir saldırıya hazırlıklı olmalısınız. Kendi kutsal değerlerinin aşağılandığını düşünen insanlar muhtemelen sizi işten attırmak isteyecek, sosyal ilişkilerinizi sabote edecek ve size selam vermiş olmanın bir günah olduğu bir atmosfer inşa edeceklerdir. İptal kültürü denen şey tam olarak budur. Kişiyi, sosyal ve hatta iktisadi olarak öldürmek, onu yıldırarak geri kalanlara bir mesaj vermek ister. Böylece kutsal değerler kimsenin ağzına sakız olmaz ve ona inanan insanlar rahat ve mutlu şekilde hayatlarına devam edebilirler. 

Bize has olmayan ve neredeyse dünyanın her köşesinde tartışılan iptal kültürü konusunu uzun ve sıkıcı cümlelerle anlatma derdinde değilim. Ama geçtiğimiz günlerde Gülşen’in imam hatip liseliler için söylediği sözler ve ardından özgürlüğünden mahrum edilmesi, iptal kültürü ile kutuplaşma ilişkisi hakkında yeni bir şeyler söylemeyi zorunlu kılıyor. Zira Gülşen’in tutuklanmasına itiraz eden birçok kamusal figür, onun ifade hürriyetini savunurken bile söylediği sözlerin tasvip edilemeyeceğini belirtme ihtiyacı duydu. Gülşen’in kendisi bile sözlerinin kutuplaştırmaya katkıda bulunduğunu kabul ederek özür diledi. Yani sadece bir kimlik grubunun linç girişimine karşı koymaktan bahsetmiyoruz. Aynı zamanda bu tip girişimleri siyasi geleceği için organize eden ve destekleyen bir hükümetten de söz ediyoruz. 

İşte bu biraz Türkiye’ye özgü bir durum çünkü muhalefetin kutuplaştırmadan kaçmak gibi bir hassasiyeti var. Bu siyasi bir strateji çünkü kutuplaşmanın günün sonunda Erdoğan’ın işine yarayacağı, birbirine karşı kışkırtılmış ve diş bilemiş toplum kesimlerinin Erdoğan’a yeni bir zafer hediye edeceği endişesini taşıyorlar. Bu yüzden aslında, siyasi kariyeri boyunca sürekli olarak toplumu kutuplaştırarak ilerleyen ve kutuplaşma hattını oldukça keskin çizen Erdoğan’a karşı kaçak göçek bir savaş veriyorlar. Konuyu ısrarla bir kültür savaşının, kimlik çatışmasının konusu yapmadan ilerlemek gibi bir yol haritası var. Bu mantıksız değil çünkü Erdoğan’ın ekonomik başarısızlıklarının, bürokraside yarattığı verimsizliğin ve sürekli olarak maliyeti halka yükleyen kaynak üretme modelinin eleştirilebilmesi için oyunun kimlik veya kültür gibi konuların olmadığı alanda oynanması gerekiyor. Böylece muhafazakarlar da Erdoğan’ı kendi kimlik gruplarının hakkını savunan bir lider olarak görmekten vazgeçebilirler ve ona ülkeyi yönetmekte başarısız olmuş bir hükumet başkanı muamelesi yapabilirler.

Ancak muhalefetin bu stratejisi, Erdoğan’ın pes edeceği anlamına gelmiyor tabii ki. AKP’nin geleneksel ve sosyal medyadaki aparatçikleri ve trolleri, muhafazakarların sürekli olarak varoluşsal bir tehdit ile birlikte yaşadıklarını, AKP’nin iktidarı kaybetmeleri durumunda yeniden “öz yurtlarında garip öz vatanlarında parya olacaklarını” vurguluyorlar. Bu yüzden her seçim öncesi, başörtülü bir vatandaşa saldıran bir akıl hastası peyda oluyor veya feminist grupların bir sokak eylemi sırasında ezanı ıslıkladıkları gibi yalanlar patlatılıyor. Aklı başında her muhalifin bu tip haberler karşısında canı sıkılırken, AKP’li isimler muhafazakar konsolidasyonu sağlayabileceklerini düşünerek keyifleniyorlar. Bu yüzden muhalefet ne kadar sakınırsa sakınsın, yaklaşık 30 yıldır aynı taktikle bu oyunu oynayan Erdoğan’ın vazgeçmesi pek mümkün değil. Hele ki ekonominin durumu ortadayken ve seçim sürecine girilirken, AKP’den enflasyon veya şeffaflık tartışmasına katılmasını bekleyenler maalesef hayal göreceklerdir. Muhalif olan, AKP’nin doğal tabanı olarak gördüğü kesimlere olabildiğince vulgar bir şekilde tasvir edilip sunulmaya devam edecek. Bu öyle bir propagandadır ki Beyaz Türk, terör sevici, ateist, komünist, Batının uşağı, Fetöcü, darbeci,  Siyonist, Ermeni, Alevi gibi kendi tabanına sevimsiz gelebilecek her sıfat aslında birbirine girer ve aynı kavram halini alır. Bunun adı Erdoğan muhalifliğidir aslında. Dolayısıyla AKP, muhalefeti olabildiğince marjinal şekilde temsil etmesi için en göze çarpan figürleri seçer ve öne çıkarır. Kendi halinde apolitik ve cüretkar sahne kıyafetleriyle adından söz ettiren bir sanatçının, kayda alındığını bilmeden arkadaşlarına yaptığı bir espri birden bire ortaya çıkar ve bütün ülke bunu konuşmaya başlar. İmam hatip liseleri, İslam’ın sancağına dönüşür, Gülşen ise İslam düşmanı klasik bir muhalif olur. Artık muhalefetin önünde bir yol ayrımı vardır: Ya Gülşen’in uğradığı bariz haksızlık ve hukuksuzluğa karşı itiraz edecek ve AKP’nin muhalefete atadığı karakteri kabul edecektir ya da susup, meselenin etrafından dolaşıp fiili olarak AKP’nin temsil ettiği seçmenin asli unsur olduğunu kabul edecektir. 

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Elias Canetti, sürü oluşumundan bahsederken avlanma isteğinin insanları sürüleştirdiğini söyler. Avın peşinden, pusular kurarak ilerleyen ve onu kendi arkadaşlarından ayırarak avlamayı murad eden av sürüleri vardır. İptal kültürü biraz da bu tip av sürülerini andırır. Ne var ki sürü yaratmanın amacı avlanmak olduğu kadar sürüye katılan insanları da eşitlemek ve onlar arasındaki farklılıkları ortadan kaldırmaktır. Artık tek mesele avın üzerine çullanmak ve bir zafer duygusu tattırmaktır. Sürü genişlemek ister, avlamakta başarısız oldukça hırslanır ve hırslandıkça daha kırılgan hale gelir. Ava kolay ulaşmak ise sürüyü besler ve devamlılığı sağlar. Bu yüzden muhafazakarların iptal kültürü, iktidarın desteğiyle desteğiyle bir av partisine dönüşmüş durumda. İptal edilen festivaller, tutuklanan şarkıcılar, topluma dayatılan türdeşlik avlandıkça daha da genişleyecek ve birbirine bağlı hale gelecek. Buna karşı koymanın yolu sürünün kutsal bir davanın neferleri değil, et peşine düşmüş aç insanlardan oluşmuş olduğunu ortaya koymaktır. İfşa edilmesi, karşı koyulması gereken de budur. Gülşen’i tevil etmenin veyahut seçimlere kadar muhafazakar iptal kültüründen saklanmanın anlamı da yoktur, görüldüğü üzere faydası da.