Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Cumhuriyet tarihinin bitmek bilmez hikayesi: Devlet-tarikat ilişkileri

Cumhuriyet gazetesinde yer alan habere göre İsmailağa Cemaati’nden Adem Şener ile Mehmet Talu, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu ziyaret etti.

Ruşen Çakır, devlet-tarikat ilişkilerini değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Bugün saat 16:00’da Ahmet Şık’la Sedat Peker’in son iddiaları hakkında, siz izleyicilerin de katılabileceği bir yayın yapacağız. Başka bir şey yapmayı düşünmüyordum; fakat sabah bizim Gökçe, yayın toplantımızda Cumhuriyet gazetesinin bir haberini gösterdi. Haberde, iki ayrı bakanın İsmailağa Cemaati’ni ziyâret ettikleri, bunu da sonra sosyal medya hesaplarından paylaştıkları anlatılıyor.

“Bekir Bozdağ ve Süleyman Soylu’nun cemaat sevgisi” diye bir haber. Bu haberi görünce, benim gazetecilik hayatımda peşimi bırakmayan tarîkatlar/cemaatler ile devletin ilişkisine değinmek istedim. Bu yayın, birazcık bilenler için söyleyeyim, “Gomaşinen” tadında olacak. Gazetecilik hayâtımda bu konuda yaşadığım birtakım olaylardan bahsederek anlatmak istiyorum. 

Yıllar önce, İsmailağa Cemaati’nin merkezi olan İstanbul Fatih Çarşamba’da, genç bir gazeteci olarak dolaştığımda, birden bir arabaya Mahmut Hoca’nın, Mahmut Ustaosmanoğlu’nun tekerlekli sandalyeyle konulduğunu gördüm — geçenlerde hayâtını kaybetti biliyorsunuz. Bir yerden bir yere gidecekti ve daha o târihte –yanılmıyorsam 86 yılıydı, ya 85 ya 86–, onu görünce kendisiyle konuşmak istedim. Konuşamadım tabiî ki ve İsmailağa Cemaati’nden birisiyle röportaj yaptık. Fotoğraf çekmemize izin vermediler; kendilerinin çektiği çok güzel fotoğrafları –belli ki işi bilen, çok profesyonel birisine çektirmişlerdi–, o fotoğrafları verip kullanmamızı istemişlerdi.

Kapalı bir cemaatti — her cemaat gibi. Çünkü Türkiye’de ana akım olarak bakıldığı zaman, özellikle medyada bir irticâ avcılığı vardı. Bütün cemaatler, tarîkatlar vs. bir şekilde suçlu gibi tâkip edilip öyle haberleştiriliyordu. Şimdi, bu fotoğraflara baktığımız zaman, nereden nereye… İşin rengi tamamen değişmiş. Artık kendini gizleyen değil açık açık yapan, devletle ilişkisini açık açık sürdüren cemaatler var. “Bu fotoğrafları kim niye çektirir, kim niye yayınlar, yayınlatır?” konusuna bilâhare geleceğim; ama şu tarîkatlar ve devlet ilişkisi konusu öteden beri insanları çok cezbeder. Bir şekilde bir câzibesi vardır, merak ederler: “Hangi tarîkat kimi destekliyor/destekleyecek?” gibi sorularla. 

Aslında, bu bir kandırmacadır. Bu kandırmacaya herkes bir şekilde teşne olur gider. Yıllarca böyleydi. Cemaatler, tarîkatlar, yasak olmalarına rağmen meşrû bir şekilde faaliyet yürütürler ve devletle iyi ilişki kurmaya çalışırlar, devlette etkili olmaya çalışırlar, Fethullah Gülen örneğinde olduğu gibi organize bir şekilde bâzıları devlete sızmaya çalışır, devletin başında olan kişiler de onları olabildiğince merkezden uzak, ama kendilerinin yanında tutmak isterler, kullanmak isterler. Karşılıklı bir kullanma ilişkisi vardır.

Kimin kimi daha çok kullandığı, dönem dönem, bir de becerilere göre değişirdi. Yıllar önce İstanbul’da Moda’da oturuyordum, bekârdım ve bir çocukluk arkadaşım beni ziyârete gelmişti. Onu bir yerden aldım… cep telefonları vs. olmadığı bir zaman. Yani, yıl herhalde yine 86-87, öyle bir tarih. Çocukluk arkadaşım, Nakşibendîliğin meşhur Menzil Dergâhı’nın üyesiydi, hâlâ öyle ve ben onu karşıladığım zaman birden kafasını çevirdi, dedi ki: “Ya, şurada…” dedi, “Turgut Sunalp oturuyor.” 

Turgut Sunalp’ı bilmeyenler için söyleyelim: Emekli orgeneral, 12 Eylül’den sonra Milliyetçi Demokrat Partisi’ni (MDP) kurdu. Kenan Evren’in, darbecilerin bizzat desteklediği partinin genel başkanıydı. Yani Türkiye’de devlet denilince akla ilk gelen isimlerden birisiydi ve partisinin ilk seçimlerde birinci parti olacağı düşünülürken, üç partinin girdiği seçimde üçüncü oldu ve parti kısa süre sonra kapandı. 

Her neyse, ben arkadaşıma dedim ki: “Senin ne alâkan var Turgut Sunalp’le? Nereden biliyorsun evini?” Ben, bizim oralarda oturduğunu biliyordum, ama nerede olduğunu bilmiyordum. Bana dedi ki: “Ya, biz zamânında Seydâ Hazretleri’nin işini halletmek için onu ziyârete gelmiştik.” 

Olay şuydu, 12 Eylül döneminde “Seydâ” denen Menzil Tarîkatı’nın Şeyhi Abdülreşid Erol Çanakkale’ye sürgüne yollandı. Menzil köyüne ziyâretler yasaklandı, kendisi de irticâyla mücadele kapsamında sürgüne yollandı. İşte, benim arkadaşım da başkalarıyla birlikte Turgut Sunalp’e ziyârete gidiyorlar ve bir pazarlığa oturuyorlar. Seydâ’nın sürgününün sonlanması karşılığında Menzil tarîkatının seçimlerde MDP’yi, Milliyetçi Demokrasi Partisi’ni destekleyeceği sözü veriliyor. 

Bu sözü verdiler, ne derece yerine getirdiler bilmiyorum; ama sözü verip yerine getirseler de getirmeseler de, Milliyetçi Demokrasi Partisi’nin orada üçüncü parti olmasını engellemeye güçleri yetmezdi, yetmedi — en azından onu görüyoruz. Yani o parti, darbecilerin partisi olarak rezil oldu; ama Menzilciler İstanbul Moda’da, emekli orgeneral ve parti genel başkanıyla oturup, “Siz bizim şeyhimizi serbest bırakın, biz de size oy verelim” diye pazarlık ediyorlar ve arkadaşım bana şunu dedi: “Pazarlık boyunca viskisini içiyordu” dedi. Böyle bir olay.

Böyle bir aldatmaca, karşılıklı yalan üzerine kurulu bir ilişki, tarîkatlarla devletin kurduğu ilişki, devlete tâlip olanların kurduğu ilişki. Her seçim öncesi, “Kim kimi destekleyecek?” vs. diye hep söyleniyor; ama sonunda tarîkat şeyhleri aynı anda birçok kişiye söz verebildikleri gibi, onlar “Şu partiye oy vereceğiz” dediği zaman tüm müritlerinin de o partiye oy vereceklerini söylemek çok da akıl kârı değil. 

Bugüne gelelim: Şimdi, Cumhuriyet gazetesinin haberini okuduğum zaman gülümsedim. Yani hâlâ şöyle bir haber yapılıyor: “Bâzı konser ve festivaller, 1925’te çıkarılan 677 sayılı yasayla yasaklanmasına karşın faaliyetlerini sürdüren cemaat ve tarîkatlara bağlı dinci çevreler tarafından hedefe konuldu.” 

Yani ne diyor? 1925’te tarîkatlar şu sayılı yasayla yasaklandı; ama faaliyetleri hâlâ sürüyor ve onlar konserleri, festivalleri hedef gösterdiler, tamam. Şu, şu festivaller yasaklandı, bundan memnun olan İsmailağa Tarîkatı’nın, Nakşibendîliğin temsilcisi iki kişinin isimleri de var. Birisi Mehmet Talu. Mehmet Talu’yu biliyorum zâten. Millî Gazete’de yıllarca köşe yazısı yazmıştı. Diğeri çok bildiğim birisi değil: Şener soy adlı birisi, Âdem Şener, evet. Mehmet Talu’yla Âdem Şener.

Fotoğraflara bakalım, iki ziyâret yapıyorlar. Önce, 17 Ağustos’ta Bozdağ’ı ziyâret ettiklerini duyuruyor Şener sosyal medya hesabından. Yani Âdem Şener diyor ki: “Biz Bakan Bekir Bozdağ’ı ziyâret ettik”. Bir hafta sonra da Süleyman Soylu’ya ziyâretlerinin fotoğrafını paylaşıyor Âdem Şener. “Bakanı ziyâret ettik ve kendilerine hizmetlerimiz hakkında bilgiler verdik; vatanımız ve milletimiz hakkında hayır duaları ettik” vs.. 

Bu arada, tabiî ki bu festivallerin engellenmiş olmasından ne kadar mutlu olduklarını da dile getirmişler. Şimdi, bu fotoğraflar niye çekilir? Neden çekilir? Eskiden beri, bu buluşmalar hep olurdu. Bakanlar doğrudan kendi makamlarında yaparlar mıydı? Pek yapmazlardı, ama başka yerlerde de görüşürlerdi, siyâsetçiler görüşürdü. Genellikle siyâsetçiler seçim öncesinde ayaklarına giderdi, ama diğer zamanlarda tarîkat temsilcilerinin de gittiklerini biliyoruz. 

Böyle bir fotoğrafa baktığımız zaman aklımıza ne geliyor? İşte, İsmailağa Cemaati AKP iktidârını destekliyor. Bunu zâten biliyoruz; ama İsmailağa Cemaati’nin AKP iktidârını desteklemesi AKP’nin bir sonraki seçimi almasını çok da mümkün kılacağa benzemiyor. Dolayısıyla, çok da anlamlı bir destek değil. Yani, şöyle anlamlı bir destek değil: Kritik bir destek değil. 

İsmailağa Cemaati dese ki, “Biz artık AKP’yi desteklemiyoruz, Erdoğan’ı desteklemiyoruz”; diyelim ki “Saadet Partisi’ni ya da Gelecek Partisi’ni ya da İYİ Parti’yi destekliyoruz” dese, bir değişiklik olduğu için bunun bir haber değeri olabilir; ama seçim sonuçlarını belirleme iddiaları kesinlikle yok. Bunca yıllık tecrübemle bunu söyleyebilirim. 

Hangi tarîkat olursa olsun, en güçlü olduğu düşünülen yapılar, meselâ Fethullahçılar bir ara çok güçlüydüler, sosyal İslâm’ın merkezinde yer alıyorlardı. AKP’yle kavgaya girdikten sonra bağımsız adaylar çıkarttılar ve bağımsız adaylar çok komik oylar aldı. En güçlü olarak bilinen Fethullahçılar bile seçimlerde başarılı olamadılar. Dolayısıyla tarîkatların, cemaatlerin doğrudan siyâsette belirleme gücü olduğu bence hiçbir şekilde inandırıcı değil. Tabiî ki bir etkileri var, tabiî ki insanlarını seçim kampanyasında seferber ederlerse o partiye birtakım katkıları olabilir; ama unutmayın: Ters etki de yaratabilir.

Sarıklı cübbeli bir İsmailağa müridinin ya da bir grubun kalkıp bir yerde bir parti için oy istemesi, o partinin aleyhine de olabilir. Sürekli şöyle görmemek lâzım: “Bunlar bir şey istiyorlarsa elde ederler” değil. Çünkü birçok yerde kendilerinin hiç de iyi karşılanmadığını, kendilerinden hoşlanılmadığını biliyoruz.

Bu fotoğraflara baktığım zaman, aklıma şu geldi: Bu, kesinlikle bakanlardan ziyâde, İsmailağa’daki kişilerin önemsediği bir olay. Bakanlar, tabiî ki Süleyman Soylu da Bekir Bozdağ da İsmailağa Cemaati’nden insanlar geldiği zaman onlara, “Gelmeyin kardeşim, doğru olmaz” diyecek halleri yok; ama bu fotoğrafları esas olarak paylaşanların, meselâ Âdem Şener’in istediğini düşünüyorum. 

Çünkü tarîkatlar, özellikle son olayda, yani Mahmut Hoca’nın ölümünün ardından, İsmailağa Cemaati’nin geleceğinin ne olduğunu çok da bilemediğimiz şu anda bir geçiş sürecinde, tamam. Yeni biri atandı, kimse de pek îtiraz etmedi diye gözüküyor; ama onun da çok yaşlı olduğunu düşünürsek, orada çok ciddî iktidar kavgaları olduğunu ya da olabileceğini akılda tutmak lâzım.

Bence esas olarak buraya giden kişiler bakanlarla fotoğraf çektirip ve bunları da yayınlayarak kendilerine cemaat içerisinde güç devşirmeye ya da güçlerini artırmaya çalışıyorlar ve burada bir anlamda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin önde gelen iki bakanlığını, İçişleri ve Adalet Bakanlığı’nı bir şekilde kullanıyorlar bence. Bakan beyler bu konuda benim bu yorumuma ne derler bilmiyorum; ama rahatsız da olsalar, böyle bir şeyin olduğunu ve yıllarca esrârengiz gördüğümüz, derin anlamlar yüklediğimiz tarîkat-devlet ilişkilerinin aslında çok basit, karşılıklı çıkarlar ve kimi zaman da küçük çıkarlar üzerine kurulu olduğunu bilmekte yarar var. 

İşin içerisinde “hayır duaları”, “hizmet” vs. gibi kavramlar giriyor, ama bunların içerisinde çok da fazla din, iman yok. Yani dünyevî temaslar bunlar. Tabiî ki protokol olarak birtakım şeyler söyleniyor ediliyor, birtakım davranışlar sergileniyor olabilir. Zâten İsmailağacılar’ın kılık kıyâfetleri de başlı başına bir olay. Diğer yandan da tabiî sembolik olarak şu da olabilir — Cumhuriyet gazetesini kızdıran bu olmuş: Yani, devletin tepesinde cübbeli sarıklı tarîkatçılar var, bakanlar tarafından ağırlanıyorlar. 

Bu artık çoktan normalleşti. Gazetenin de bunu artık bir şekilde, istemese de kabullenmesi lâzım. Hatırlayalım, cemaatin şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu öldüğünde, cenâze namazı kılınırken en ön safta kim vardı? Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Cumhurbaşkanı’nın tarîkat şeyhinin cenâzesinde en ön safta olduğu bir ülke — ki ben çok da yanlış bir şey olduğunu düşünmüyorum, Erdoğan için en azından. Başka bir cumhurbaşkanı gitmeyebilirdi, ama Erdoğan Mahmut Hoca’nın cenâzesine cumhurbaşkanı olsa da olmasa da muhakkak gidecekti herhalde.

Cumhurbaşkanı kimliğiyle gitmiş olması da işi tabiî ki daha farklı yerlere taşıyor; ama cumhurbaşkanının İsmailağa Şeyhi’nin cenâzesine katıldığı bir ülkede, cemaat temsilcilerinin bakanlıklarda görülmesini sizin önemli bir şeymiş gibi, bir skandal gibi vermenizin çok da fazla bir âlemi yok. En fazla ne oluyor? Benim gibi, bu konularda bıkmadan konuşabilecek bir gazetecinin eline malzeme veriyorsunuz. 

Evet, şunu söyleyeyim: bunca yıl yaşadıklarım, gördüklerim, devlet-cemaat ilişkilerini çok da abartmamak gerektiğini, eninde sonunda karşılıklı olarak herkesin kendi çıkarının peşinde olduğunu, her tarafın az verip çok almak peşinde olduğunu, kimi zaman birinin kimi zaman diğerinin kimi zaman hepsinin birden kaybettiğini görüyoruz. İşte, şu anda o fotoğrafları tekrar verelim: Bekir Bozdağ’ın ve Süleyman Soylu’nun fotoğrafları. Aslında nedir bu? Öyle bir lâf var değil mi? “Kaybedenler kulübü”, “kaybedenler buluşması”.  Birbirlerine destek oluyorlar, ama bence hem cemaatler ve özel olarak İsmailağa Cemaati, hem de AKP iktidârı kaybediyor. Birbirlerine destek olsalar da kaybedecekler, birbirlerinden ayrılsalar da kaybedecekler. 

Evet, saat 16:00’da Ahmet Şık’la karşınızda olacağız. Biraz –nasıl diyeyim?– acayip bir yayın olacağını şimdiden söyleyebilirim. Sedat Peker’in son iddialarının yeni bir dönem açtığını görüyoruz. Sizlerin sorularınızla berâber, bunu bütün boyutlarıyla ele almaya çalışacağız. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.