Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Emre Erdoğan yazdı: Seçmen yolsuzluğu affeder mi?

Ülkemizde çeşitli-türlü döngüler var ve biraz uzun yaşarsanız her şeyden birkaç defa görmeniz mümkün oluyor. Örneğin bulunduğumuz coğrafya gereği karşı karşıya kaldığımız depremler, orman yangınları ve benzeri doğal felaketler ve bizim bu doğal felaketler karşısındaki çaresizliğimiz… Başka bir örnek; cümleten fakirleşmemize yol açan ekonomik krizler ve onu takip eden istikrar programları ya da on yıllık döngüler bozulmuş olsa da askerin siyasete müdahalesi de bu tür döngüler arasında. Tarihsel olayların en az iki defa tekrarlandığını, ilkinde trajedi olanın daha sonra farsa dönüştüğünü düşünenler arasındaysanız, yaşamımızın bir dizi fars üzerine kurulduğunu söyleyebiliriz; başrolünde olmasak eğlendirici bir dizi fars.

Bir dizi siyasetçi ve iş insanının karıştığı yolsuzluklar ve kamuoyunun bu yolsuzluklara verdiği reaksiyondan doğan bir tür “Temiz Eller” umudu da bahsi geçen döngülerden. Osmanlı’yı geçelim, daha cumhuriyetin ilk günlerinden itibaren servetin devlet eliyle dağıtımından istifade ederek zenginleşme, yani şu anda yeni keşfetmiş gibi davrandığımız “ahbap-çavuş kapitalizmi” egemen üretim tarzımız olmuş durumda. Serveti yoktan var, vardan yok eden devlet olunca da siyaset ve ticaretin el ele yürümesi şaşırtıcı değil. Bir gün ülkemiz zenginlerinin servetlerinin kaynaklarının dökümünü yapabilecek olursak nasıl bir fars içerisinde olduğumuzu kolaylıkla anlarız.

Devlet eliyle zengin yetiştirme döngüleri de bir şekilde siyasetçi ve tüccarların iç içe geçen faaliyetlerinin ipliklerinin pazara dökülmesiyle kırılıyor ya da biçim değiştiriyor. Hayali ihracat, bankerler, İSKİ, İLKSAN, TÜRKBANK ve 17-25 Aralık isimleriyle anılan yolsuzluk skandalları toplumda geniş bir infial doğuruyor; hatta İtalya benzeri bir “Temiz Eller” operasyonu umudu uyandırıyor ancak bir süre sonra hafızalardan silinip sıradanlaşıyor. Umudumuz olan “temiz bir siyaset” de başka bir bahara erteleniyor, yapanın da yanına kâr kalıyor çoğunlukla.

Burada hep akla takılan konu, vatandaşın yolsuzluklara karşı toleransı; yani yapıp da yakalanana karşı hoşgörü eşiğinin yüksek olup olmadığı. Aslında yapanın yanına kâr kalıyorsa; haydi yargı sistemi cezalandırmıyor, vatandaş da mı hesap sormuyor, bunu merak ediyoruz. Yakın döneme baktığımızda İSKİ skandalının SHP’ye, TÜRKBANK meselesinin ANAP’a pahalıya mal olduğu öne sürülebilir ama aksi yönde kanıt da sunmak kolay.

Ülkedeki yolsuzlukların vatandaşın oy verme eğilimini etkileyip etkilemediği sadece ülkemizde değil, hemen her coğrafyada sıkça sorulan bir soru. Yolsuzluğa karışmış politikacılar bunun bedelini sandıkta ödüyorlarsa, biraz daha çekingen davranabilirler ya da en azından değecek boyutta yolsuzluğa girişebilirler düşüncesi var. Ancak kâğıt üzerinde çalışan bu mantık, gerçek hayatta işlemiyor; hem de sadece ülkemiz gibi “gelişmekte olan ülkelerde” değil, ABD ya da Japonya gibi “ileri” demokrasilerde de yozlaştığı bilinen siyasetçiler seçim kazanmaya ve çarklarını döndürmeye devam ediyorlar. 

“Vatandaşlar neden yolsuzluğa karşı hoşgörülü?” diye sorduğumuzda verilebilecek bir dizi yanıt var, kısaca özetleyelim. Öncelikle bir yolsuzluğun var olduğundan haberdar olmaları gerekiyor. “Bu devirde haberdar olmayan mı var?” diyebilirsiniz ama herkesin kendi “yankı odası”nda takıldığı ve medyanın da aşırı kutuplaştığı bir bilgi ortamında; farklı parti taraftarları farklı algılara kolaylıkla sahip olabilirler ve ortada yolsuzluk suçlaması varsa dahi farkına varmayan vatandaşlar var olabilir. İkincisi, diyelim yolsuzluktan haberdar oldular, bu kez de “Kim yaptı?” ve “Kim sorumlu?” soruları sıraya diziliyor. Ne yazık ki, farklı çalışmalar gösteriyor ki eğer yolsuzluğu yapan kendi tarafındansa, vatandaşlar hoş görmeye daha fazla eğilimli olabiliyorlar; öteki taraftansa cezalandırma eğilimleri artıyor. Gelelim “Kim sorumlu?” sorusunun yanıtına… Bu soruya bir önceki soruyla beraber yanıt vermek mümkün, “Bizimkiler yapmaz” ya da “Onlarsa, kesin yapmıştır”; burada da kabilecilik devreye giriyor. Bir adım daha ileri gidelim, yolsuzluk yapanın “dış kapının mandalı” olduğu, “münferit bir hadiseden ileri gitmediği” ve tabii ki siyasi parti liderliğinin konudan haberdar olmadığı da insanları ikna eden bir argüman olabilir. Özellikle siyasi rekabetin magazinleştiği ve liderlerin kahramanlara dönüştüğü bu dönemde, kimse kahramanına leke sürdürmek istemeyebilir. Üçüncü aşamaya geldiğimizdeyse mesele cezalandırmak için elde araç olup olmadığıyla ilişkileniyor. Eğer vatandaş yolsuzluk yapan üzerinde doğrudan bir sopaya sahipse, cezalandırma eğilimi artabiliyor; ABD ya da İngiltere’de gördüğümüz dar bölge sistemleri bunu kolaylaştırıyor. Ama vatandaşın oyuyla icraat eyleyen arasındaki bağ kopmuşsa, diyelim bizimki gibi bir cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi varsa; yolsuzluk yapan siyasetçiyi cezalandırmak çok zorlaşıyor, Tapu-Kadastro memurunun yolsuzluğunun cezasını başkan adayına kesmek çok kolay bir şey değil.

Vatandaşı yolsuzluğa karşı hoşgörülü kılan bütün bu etkenlere ekleyeceklerimiz tabii ki var. Örneğin; eğer işler tıkırındaysa, ekonomi büyüyorsa, insanlar iş bulup karınlarını doyurabiliyorlarsa; yolsuzluk yapan siyasetçiye karşı hoşgörü daha fazla oluyor, bizim çok iyi tanıdığımız “Çalıyorlar, ama yapıyorlar” açıklamasına yakın bir açıklama bu. İnsanların kısa vadeli öncelikleri yolsuzluktan görebilecekleri zarardan daha somut gözükebilir. Ekonomik büyüme, yolsuzlukların üstünü örten bir tül perde işlevi görebilir. Daha da önemlisi, vatandaşlar arasında yolsuzluklardan doğrudan istifade edenler olabilir. Bu kolaylıkla imar izni alabilmekten, seçim döneminde bazı maddi teşvikler almaya uzanan geniş bir yelpazeyi kapsayabilir. Türkiye’de kaç kişi bu tür işlere karışıyor bilmek mümkün değil, adli istatistikler ünlü bir deyişle sadece “başarısız” suçlu sayısını gösterdiğinden onlara güvenemiyoruz.

Aslında yolsuzluğa karşı hoşgörüyü sağlayabilecek en önemli unsur, ülkenin iş yapma kültürü olabilir. Anomi diyoruz, vatandaşların toplumsal ya da ahlaki herhangi bir kural yokmuş, her yol mübahmış gibi davrandıkları bir durum var. On dokuzuncu yüzyıldan kalma bir kavram; toplumun kentleşme, sanayisizleşme ve benzeri kökten değişime girdiği dönemlerde insanların var olan değerleriyle bağları kopuyor ve bu hayatta nasıl mutlu ve başarılı olacaklarına dair pusulalarını kaybediyorlar. O zaman da Vahşi Batı tarzı bir “her yol mübah” bakış açısı yaşamı domine ediyor. İnsanların hala yaşama tutunmalarını sağlayan bazı geleneksel kurumlar -diyelim Kilise, cemaat- ya da onları daha az kırılgan kılacak güvenlik ağları -diyelim sosyal devlet- varsa, anominin düzeyi daha düşük oluyor; aksi takdirde ortalık toz duman. Bu duruma örnek olarak trafik kurallarına uymamak, emniyet şeridini keyfince kullanmak, kaçak su-elektrik kullanmak ve benzeri davranışları sayıyoruz. Bazılarının “la-ahlaki” bireyselcilik adı verdiği bu tutum, vatandaşları yakın çevresi yani kabilesi haricinde kimseyi umursamadan sadece kendi çıkarını kolladığı bir davranış biçimine itiyor. Böyle bir durumda da insanların yolsuzluklara karşı pek de hassasiyet taşımamaları şaşırtıcı olmuyor. Bilmek isterseniz ülkemizde insanların yüzde 80’inin anomi skoru on üzerinden beşin, yüzde 20’sinin on üzerinden sekizin üzerinde, bu rakamlar uzun zamandır da aynı.

Şu noktada daha pratik bir soruyu yanıtlamaya odaklanabiliriz, Türkiye’de geçen hafta gündemi sarsan yolsuzluk iddialarının seçmen üzerindeki etkisi ne olur? Kutuplaşmış medya ortamımızda vatandaşın kayda değer bir kısmının bu yolsuzluk iddialarından haberdar olmayacağı açık, buna en az üçte biri diyebiliriz. Haberdar olanların bir kısmı için sorumlu belli, hükümet. Muhalefet seçmenlerinin tamamı ülkedeki her türlü kötü gidişten olduğu gibi, bu konudan da hükümeti sorumlu tutacak. Ama Cumhur İttifakı seçmenleri için durum böyle değil muhtemelen, bir kısmı sorumluluğu hiç üstüne alınmaz ki bir kısmı da “dış kapının mandalı” ve “münferit olaylar” söylemini benimseyecek. İlla ayrılık arayacak olursak, MHP seçmenlerinin daha ikircikli yaklaşacaklarını söyleyebiliriz, onların da en az üçte biri sorumluluğu “dış mihraklarda” arayabilir. Şu andaki ekonomik durum vatandaşlarının “Yapıyorlar ama…” demesine pek ihtimal vermiyor ancak genel olarak içinde bulunduğumuz anomi ortamı hoşgörüyü biraz arttırabilir. Nihai analizde seçmenlerin en az üçte ikisinin bu durumdan hoşnutsuz olacağını speküle etmek mümkün ama söz konusu sandık olduğunda bu hoşnutsuzluğu oy tercihine yansıtanların oranı çok daha az olur.

O zaman ikinci pratik soruya geçelim. Hep böyle mi olacak? Yani, insanlar ülkemiz servetini yağmalarken biz seyirci kalmaya devam mı edeceğiz? Saydığımız davranışsal etkenler ve yapısal değişkenler yüzünden yolsuzluk hep mi hoş görülecek? Bu evrensel bir sorun ve henüz sihirli formül bulunmadı. Seçim piyasasında gündemi yolsuzluklarla mücadele olan bir siyasal parti varsa, seçmenin yolsuzluk hoşgörüsünün azaldığı söyleniyo ancak genelde de bu aktörler iktidara geldiklerinde yolsuzluklarla mücadeleyi ikinci plana attıkları ve hatta müesses nizamla uzlaştıkları için hayal kırıklıklarına daha fazla yol açıyorlar ve yerlerini yalancı pehlivan popülist liderlere bırakıyorlar -Berlusconi’yi bir düşünün-. Bu şartlar altında umudu anaakım muhalefete, yani “Altılı Masa” unsurlarına bağlamak gerekiyor, eğer yolsuzluk sorununu yoksulluk ile ilişkilendirmeyi ve sorunun münferit değil sistemik olduğunu bağıra bağıra söyleyebilirlerse ve hatta ajandalarının bir numaralı konusu yapabilirlerse; belki birkaç kişiyi daha ikna edebilirler. Tabii bunun için kendi ellerinin temiz olduğundan da son derece emin olmaları gerekiyor, yoksa bu kavga-gürültü içerisinde “ters tepme etkisi” çok daha fazla olur, evdeki bulgurdan da olabilirler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.