İYİ Parti, merkez parti olma iddiasını kaybediyor mu?
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “Ben başbakanlığa adayım” çıkışı oy oranlarındaki artışı durdurdu mu?
Ruşen Çakır, izleyicilerin de soru ve yorumlarıyla katıldığı yayında yorumladı.
- Oku: Ruşen Çakır yazdı: Meral Akşener’in kaçırmakta olduğu müthiş fırsat
- İzle: (ÖZET) Muhalefet 2. turda KA-ZA-NA-MAZ | Ruşen Çakır-Bekir Ağırdır yayınının en önemli bölümleri
- İzle: (ÖZET) Ruşen Çakır-Özer Sencar yayınının en önemli bölümleri | Mansur Yavaş, Kılıçdaroğlu ve Erdoğan
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Bugün sizlerin soru ve yorumlarınızla birlikte İYİ Parti’yi konuşacağız. İYİ Parti, büyük krizden en çok istifâde eden parti olabilir. Zâten şu anda istifâde ediyor; ancak önümüzde yapılacak seçimlerde eğer Adalet ve Kalkınma Partisi ve Tayyip Erdoğan büyük bir yenilgi alırsa –ki bu kuvvetle muhtemel– o zaman yaşanacak olan çözülmeden en fazla istifâde edecek partinin İYİ Parti olduğunu ve İYİ Parti’nin bir sonraki seçimde, hele parlamenter sisteme geçilirse Türkiye’nin birinci partisi olabileceğini söylüyorum uzun zamandan beri. Ama bir süredir bir şeylerde sorun var. Özellikle, Gürsel Tekin’in dile getirdiği “HDP’li bakan” meselesiyle berâber İYİ Parti’den gelen tepkiler. Tepkilere Meral Akşener’in de dâhil olmasıyla iyice netleşti bu. İYİ Parti, kitle partisi olmak yerine, kopmuş olduğu MHP’den tam olarak –en azından ideolojik olarak– kopamadığına dâir işâretler veriyor. İşte burada bir soru var: “Bu büyük fırsatı Akşener kaçırır mı?” Akşener diyorum; çünkü İYİ Parti deyince Akşener geliyor akla, büyük ölçüde o götürüyor işi. Ama parti içerisinden bâzı isimler, özellikle Kürt meselesi konusu söz konusu olduğu zaman “ârıza çıkartıyorlar” diyelim. Altılı Masa’nın geleceğini tehlikeye atacak çıkışlar yapabiliyorlar. Böyle bir dönemdeyiz. Bir diğer husus da tabiî ki cumhurbaşkanı adayının kim olacağı meselesinde İYİ Parti içerisinde her geçen gün artan “Kılıçdaroğlu olmasın” çıkışları.
Şimdi tekrar söylüyorum: Sorularınızı, görüşlerinizi ve eleştirilerinizi benim ve Medyascope’un YouTube sayfalarındaki chat bölümünden yazabilirsiniz. Zâten şimdiden gelen sorular var, onlara bakıyorum:
Başlığımızın sorusu, “İYİ Parti iyi gidiyor mu?” idi. Bir izleyicimiz şöyle demiş — arkadaşlar adını aktarmamışlar: “İyi gitmiyor. Ancak şöyle bir durum var: Türkiye’de sağ partiler memleket sorunlarını çözme niyetinde olduklarını iddia ettiklerinde başarılı oluyorlar.” Burada aslında Meral Akşener de bu iddiada. Yani siyâsî bir duruş sergilemekten ziyâde, somut sorunlara somut çözüm önerileri yapmaya çalışıyor. Benim izlediğim birtakım esnaf ziyâretlerinde –Tekirdağ’da izledim, Sakarya’da izledim– Akşener hep bunu yapıyor, bunu görüyoruz. Ama belli bir yerde siyâset konuşması gerekiyor. Siyâset konuşmaya çalıştığı zaman birtakım sorunlar çıkabiliyor.
Bir başka izleyicimiz demiş ki: “Bence de iyi gitmiyor. Renksiz, kokusuz, suya sabuna dokunmayan, gündemden uzak, ‘Allah kabul etsin’ cinsinden bir politika izleniyor.” Bu kadar olduğunu sanmıyorum; ama tehlikeli sularda yüzmekte kaçındıkları muhakkak. Birçok konuya girmiyor, Erdoğan’la sert kavgalara da girmiyor Akşener. Ama son olayda olduğu gibi, Kürt bakan olayında olduğu gibi bâzı toplara giriyor ve o toplarda da sorunlar çıkabiliyor.
Şimdi bugün Akşener, Ankara Etimesgut’ta –hâlâ orada olsa gerek; arkadaşlarımız tâkip ediyor–şu sözü söylemiş: “Kürtler’e yanlış bir kelime söylemeyeceğiz, söyletmeyeceğiz. Onlar da canları pahasına bu devletin yanında durdular.” Bu çok ilginç; çünkü Akşener bugüne kadar, özellikle böyle gezdiği ilçelerde, illerde bu tür konulara girmiyor; “Kürt” kelimesini de çok telaffuz etmiyor — zorunluluk olmadığı takdirde. Belli ki bu son eleştiriler nedeniyle bir şeyler söylemek ihtiyâcını hissetmiş. En azından Kürtler’e sâhip çıkıyor; “Kürtler’e yanlış bir kelime söylemiyoruz, söyletmeyeceğiz” diyor. Ama tabii bir şerh düşüyor: “Canları pahasına bu devletin yanında durdular”. Yani devlet için canını veren Kürtler, şu anda Akşener onların adını anıyor esas olarak. Ama bu da hiç yoktan iyidir diyelim — hani Kürt meselesini, en azından Kürtler’in varlığını söylüyor anlamında.
Ahmet Balcı diyor ki: “İYİ Parti’nin Mansur Yavaş ısrârı anlaşılabilir. Ama belirleyici olan Kürt oylarıysa, Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’nun adaylığı öne çıkar. İYİ Parti seçmeni gönülsüz de olsa oy verir; ama Kürt seçmeninin boykot kartı var.” Evet, bu ilginç ve karışık bir durum. Zâten Mansur Yavaş’ı öne çıkartan kişilerin büyük ölçüde hedefi; HDP oylarını almadan muhâlefetin cumhurbaşkanı çıkarabilme hesâbı. Yani onun dışındaki tüm adaylar ancak HDP oyuyla seçilebiliyorlar. Ancak Mansur Yavaş aday olursa, belki AKP’den ve MHP’den kopacak oylarla, HDP’nin oylarına ihtiyaç duyulmaksızın seçilebilir yaklaşımı var. Bu ne derece isâbetli bir yaklaşım, açıkçası emin değilim. Nitekim hem Özer Sencar hem Bekir Ağırdır, geçen hafta yayın yaptığım iki önde gelen araştırmacı, HDP oyu olmadan kazanmanın birinci ya da ikinci turda mümkün olmadığını söylüyorlar.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Mehmet Ali Bey diyor ki: “İYİ Parti iyi değil; felâket kötü gidiyor. Kendini kafatasçılığa sıkıştırdı. Akşener, Kürt meselesi, Bucak’ı ziyâret gibi konularla kitle partisi olamayacağını gösterdi.” Şimdi kafatasçılık bence aşırı; ama ben bunu dünkü yazımda, “Taşra milliyetçiliği” olarak söyledim ve Bucak ziyâreti de gerçekten çok önemli. Susurluk’un simge ismini, Şanlıurfa’ya gidip, Doğru Yol Partisi’nde eskiden birlikte hareket ettikleri kişiyi ziyâret etmesi; tam Kürt meselesinde bir açılım gibi bir şey yapacak mı diye beklenirken, tam da işte demin söylediğimiz “devlet için can veren Kürt” perspektifinde bir ziyâret oldu. Dolayısıyla belli kesimlerin bayağı bir tepkisini de aldı. Şimdi buradaki mesele şu: Kürt meselesine sâhip çıkmak ya da sâhip çıkıyormuş gibi yapmak, kitle partisi olmanın bence bir gereği. Nitekim geçmişte Doğru Yol Partisi’nde Süleyman Demirel 1995 seçimleri öncesi ilk ciddî çıkışını, “Kürt realitesini tanımak” iddiasıyla yaptı. Daha sonra cumhurbaşkanı olunca yerini bıraktığı Tansu Çiller de Bask modeli gibi bir şey telaffuz etti. Ne derece bu modeli biliyordu vs. bunlar ayrı bir şey. Demirel de Tansu Çiller de bu söylediklerinin peşinden gitmediler, o da ayrı bir şey; ancak böyle bir ihtiyaç duymuşlardı. Akşener’in böyle bir ihtiyaç bile duymaması, “mış gibi” yapmaya bile yeltenmemesi bir soru işâreti. İnsanların şöyle bir hesâbı var: Yani Kürt meselesini çözmek öyle kolay bir iş değil; bir seçimde alınacak oylarla vs. çözülecek bir şey değil; ama çözme niyetini en azından telaffuz etmenin başka kesimlerden oy getirebileceğini düşünebiliriz. Bir yandan bu nedenle Kürtler’den oy almayabilir; ama Kürt olmayan seçmenin içerisinde o partiye olan ilgiyi daha da güçlendirebilir Kürt meselesini çözme iddiası.
Mehmet Özkan diyor ki: “Zafer Partisi, İYİ Parti’nin dengesini ne kadar bozdu? Zafer Partisi’nden önce/sonra denebilir mi?” Bu ilginç bir soru, güzel bir soru. Dengeyi bozduğunu sanmıyorum Zafer Partisi’nin. Zafer Partisi genel olarak tüm siyâsî partileri bir şekilde etkiledi, bu sığınmacı meselesindeki aşırı pozisyon alışlarıyla. Ama şunu söyleyebilirim: İYİ Parti, merkez sağ partisi olmaktan uzaklaştıkça, kendisini tekrar taşra milliyetçiliğinin o dar kalıpları içerisine sıkıştırmaya başlayınca, Zafer Partisi gibi partilerin önü daha da açıldı diye düşünüyorum. Çünkü Zafer Partisi genellikle kentli seçmenlerden oy alıyor. Daha seküler kesimlerden oy alıyor ya da ilgi görüyor –daha seçime girmedi ama, kamuoyu araştırmalarında belli bir şeyi görüyoruz– ve bu da tam İYİ Parti’nin yakalamış olduğunu varsaydığımız yer. Yani İYİ Parti’nin gücü geleneksel taşra milliyetçiliğinden ziyâde, büyük kentlerdeki, metropollerdeki yeni tür milliyetçilik, daha seküler ağırlıklı yani muhâfazakâr olmayan milliyetçilik, daha orta sınıf milliyetçiliği ya da orta sınıf, ekonomik konularda liberal, devletçi olmayan kesimler. İşte şimdi bu bocalamadan en çok istifâde edecek olanın Zafer Partisi olacağını tahmin ediyorum.
Burak Pulat demiş ki: “DEVA Partisi hakkında ne düşünüyorsunuz?” Şunu düşünüyorum: DEVA Partisi’ne –dünkü yazıda da yazdım– ilk aşamada “Yeni ANAP olur mu?” diye bakıldı. İYİ Parti’ye de “Yeni Doğru Yol Partisi olur mu?” diye bakıldı. DEVA Partisi’nin ilk çıkışında bayağı bir ilgi vardı ve İYİ Parti’yi zorladı, merkez liderliği konusunda zorlar gibi oldu. Ama sonra birdenbire DEVA Partisi’nde bir dinginlik hâsıl oldu diyelim. Bunun değişik nedenleri var –olabilir, tartışmalı bir konu– ve DEVA’nın durduğu yerde İYİ Parti’nin yükselişe geçtiğini gördük. Fakat şimdi bir süredir İYİ Parti’deki yükselişin durduğunu söylüyor kamuoyu araştırmacıları ve DEVA Partisi’nin de birazcık daha kıpırdanmaya başladığını. Şu anda DEVA Partisi yakalar gibi olup, elinden kaçırır gibi olduğu merkeze yerleşme iddiasını, İYİ Parti’nin bu tür tereddütleriyle kullanabilir. Dünkü yazıda bahsettim meselâ: Ali Babacan Tunceli’ye gittiğinde –önceki gün yanılmıyorsam ya da cuma, cumartesi günü olabilir– Tunceli’de, “Tam da Kürt meselesi ve Alevî meselesinin çözülme zamânı” gibi bir cümle etmiş. Bunu açık açık Tunceli’de söylemiş — “mış gibi” mi yapmış, gerçekten bunu inanarak mı söylemiş; bunun bence hiçbir önemi yok, bunu söylemiş olması önemli, bir bağlayıcılığı var. İşte kimse Ali Babacan’a kalkıp; “Ali Babacan’ın partisi Kürtçü ya da Alevîci” diyemez. Ama Ali Babacan’ın partisinin, DEVA Partisi’nin sağcı bir parti olduğu, merkeze niyetlendiği ve Kürt sorununu, Alevî sorununu çözme iddiasını dile getirdiği söylenebilir. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Bir anlamda DEVA Partisi şimdi İYİ Parti’nin bocalamalarından istifâde edecek olabilir. Demin Zafer Partisi için söyledim, şimdi de DEVA Partisi için aynı şekilde söylenebilir.
Yeşim Miller diyor ki: “İYİ Parti’de, ülkenin hayâtî öncelik listesindeki sıralamaya göre gitmediğinin, bu şekilde kendi sonunu getireceğinin farkında değil mi partililer? Strateji uzmanları uyuyor mu? Zaman duygusal reaksiyonların zamânı değil.” Evet, bu duygusal reaksiyon meselesi, refleks meselesi. Ülkücü hareketten gelen kadroların birtakım refleksleri var ve bu reflekslerin en ufak bir kıvılcımda hayâta geçtiğini görüyoruz. Ama İYİ Parti’de sâdece onlar yok. İYİ Parti’de ilk kez siyâsete giren isimler de var. Normal şartlarda, eğer bugün var olsaydı Doğru Yol Partisi’nde ya da ANAP’ta siyâset yapabilecek türde kişiler de var ve tabiî ki MHP’den kopan ülkücü geçmişli kişiler de var — öncelikle bunların hepsinin bir karması. Burada partiye rengini Akşener veriyor ve Akşener genellikle ülkücü geçmişi reddetmeyip; ama onun ötesinde bir merkez sağ, yani yeni bir Süleyman Demirel olmaya çalışır gibiydi. Ama son olayda da gördük ki kimi durumda o ülkücü refleksin yanında yer alabiliyor ve dolayısıyla orada bir tıkanmayı hep birlikte yaşıyorlar. Şunu özellikle söylememe izin verin: Bakın, biliyoruz ki Akşener ülkücü kökenli, o partinin içerisinde çok sayıda ülkücü var; bunlar milliyetçi insanlar, tamam, zâten biliyoruz. Bizim, kamuoyunun, bu partiye ilgi duyan insanların merak ettiği bunların ne kadar milliyetçi olduğu değil — zâten onu biliyoruz. Bu ekibin, Türkiye’yi yönetmeye tâlip bu kadronun, milliyetçi olmayan insanlarla nasıl diyalog kurabileceği. Yani herkesi milliyetçi olmaya mı çağırıyorlar, kendileri gibi olmaya mı çağırıyorlar; yoksa biz böyleyiz, ama hepimizin sorunlarını hep birlikte çözebiliriz mi demek istiyorlar? Merkez partisi böyle bir şey. AKP’nin ilk iktidâra geldiği zamânı hatırlayın. Hepimiz biliyorduk ki AKP İslâmî hareketten gelen insanların çoğunlukta olduğu bir parti. Kuruluş aşamasında az da olsa başka kesimlerden insanlar da oldu ve AKP uzun bir süre, kendisinin ne kadar dindar, muhâfazakâr, İslâmcı vs. olduğunu değil; tam tersine Avrupa Birliği’ni ne kadar istediğini, demokrasiyi ne kadar çok istediğini söyleyerek geldi. Şimdi denecektir ki: “Bunların hepsinden vazgeçti”. Olabilir; ama o târihte AKP’nin iktidâra gelmesinde ve uzun süre iktidarda kalmasında esas mesele, onun zâten cepte olan kimliği değildi. Cepte olan kimliğini kenara koyup, üstüne koymak istediği yeni politikalardaydı. Şimdi İYİ Parti’de de yeni politikalar seslendirme arayışlarını görüyoruz; ama bir bakıyoruz, beklenmedik bir durum olduğunda, özellikle Kürt meselesinde hemen o klasik, bildiğimiz standart açıklamalara geliyoruz.
Bir izleyicimiz sormuş: “Mansur Yavaş aday olursa sol seçmenin ona oy vereceğini kim söyledi? Sâdece HDP seçmenini söylemiyorum. Sosyal demokrat seçmen de oy verir mi emin değilim.” Daha çok HDP seçmeninde sorun olur. Ankara’da meselâ sosyal demokratlar verdiler. Cumhurbaşkanlığına da pekâlâ verebilirler.
Çağan Deniz Yücel: “Siz Akşener’in İçişleri Bakanlığı geçmişiyle ilgili ne düşünüyorsunuz? Halk nezdinde çok göz ardı ediliyor gibi.” Akşener’in İçişleri Bakanlığı ile Mehmet Ağar’ın İçişleri Bakanlığı karıştırılıyor. Çok kısa bir süre kaldı ve tam da 28 Şubat’ın ortasında kaldı. Sonuçta o dönemin, 90’lı yılların Doğru Yol Partisi’nin bir içişleri bakanıydı; ama Mehmet Ağar’ın sicilinin ona birebir aktarılmasının çok hakkaniyetli olduğunu düşünmüyorum.
Bir izleyicimiz: “Kılıçdaroğlu, ‘Ya beni ortak yapın, ya masayı siz devirin’ diyor. Masayı Kılıçdaroğlu devirdi denmesini istemiyor. Akşener de masayı devirmeden Kılıçdaroğlu’nun önünü kesmeye çalışıyor.” Keşke bu kadar basit olsaydı. Bu kadar basit değil. Çok daha karışık olduğunu düşünüyorum adaylık meselesinin. Akşener masayı devirmeden Kılıçdaroğlu’nun önünü kesmeye çalışıyor mu çok emin değilim. Ama İYİ Parti’den çok kişinin Kılıçdaroğlu’nun adaylığına alenen karşı çıktığını biliyoruz, istemediklerini biliyoruz. Ama Akşener’den hiçbir şekilde bağlayıcı bir şekilde “İstemiyoruz” diye bir şey çıkmadı. Hâlâ bu konu ortada duruyor.
Kemal İslim: “Kürt sorunu için açılım, süreç gibi kelimeler maalesef halkın büyük kesiminde ters tepiyor. Meclis’te tüm partiler aynı masada oturup demokratik reform komisyonu kursalar iyi bir başlangıç olabilir mi?” Olabilir. Ama açılım, süreç gibi şeylerin çok antipatik olduğunu sanmıyorum. Erdoğan kapattığı için şimdi kötü oldu. Erdoğan, sonrasında bundan kötü bir şeymiş gibi bahsetmeseydi farklı olabilirdi. Ama her halükârda bunun Meclis’te olması fikrinin, çok ciddî bir şekilde yeni dönemde –HDP dâhil, Selahattin Demirtaş da bunu söylüyor, CHP bunu söylüyor– daha fazla kabul gördüğü ortada.
Muaz Şeker demiş ki: “İYİ Parti, Altılı Masa’ya hiç oturmasaydı, tek başına seçimlere girseydi; MHP’den daha fazla oy alırdı.” Sonra ne olacaktı? Alırdı, o kadar. Diyelim ki milletvekili sayısı 10 fazla, 20 fazla olurdu. Ne olacak? Hiçbir şey yok. Bu Başkanlık Sistemi’nde hiçbir etkisi yok. Önemli olan cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak ya da oraya kendi tercih ettiği birisinin seçilmesini sağlamak, Meclis’te de yapılacak ilk seçimde o birlikte hareket edilenlerle güçlü bir çoğunluk oluşturabilmek. Bunu yapabilmesi lâzım. Yoksa herkes tek başına girebilir. CHP de girer, İYİ Parti de girer; ama sonuçta onların tek başına girmeleri AKP’nin ve Erdoğan’ın tekrar kazanması anlamına gelir. O noktayı çoktan geçtik. Yani artık böyle bir seçenek tekrar gündemimizde değil. İYİ Parti en kötü ihtimalle kendi başına seçime girer, atıyorum %15 oy alır, şu kadar milletvekili çıkartır, hattâ Meral Akşener cumhurbaşkanı adayı olur, geçen sefer aldığından diyelim ki 5 puan daha fazla oy alır; bunların hiçbirisinin hiçbir anlamı yok. %50+1 oyu alan bütün her şeyi alıyor; diğerlerine hiçbir şey kalmıyor. Böyle bir oyun kurdu Erdoğan Başkanlık Sistemi’nde. Dolayısıyla bu söylenenlerin bir anlamı olmuyor.
Serkan Özdamar: “İYİ Parti’nin büyümesine engel olacak çıkmazları var mı?” Bence yok; ama Özer Sencar’ın o “bagaj” dediği şeyden kurtulamıyor. Bu çıkmaz değil. Tekrar söylüyorum: Kimse onlardan, “Vallahi billahi biz artık ülkücü değiliz, Türk milliyetçisi değiliz” vs. demesini beklemiyor; ama her vesîleyle bunları tekrar tekrar ortaya çıkartmaları, “O zaman niye MHP’den ayrıldınız?” ya da “Sizin rakibiniz MHP” demeyi gerektiriyor. Burada önemli olan, İYİ Parti’nin ve Akşener’in Cumhur İttifâkı’nın söylemlerine, sınırlarına hapsolması; halbuki bunları aşarak, onların dayattığı beka meselesi, güvenlik eksenli perspektif, özgürlükleri geri plana iten perspektifin dışına çıkabilmesi ve oradan konuşabilmesi gerekiyor. Ama görüyoruz ki değişik vesîlelerle tekrar tekrar aynı beka meselesine geliyoruz. Burada şunu diyeceklerdir ve çok da haksız değiller: “Birileri tahrik ediyor”. İşte, diyor ya Akşener: “Bize parmak sallıyorlar” filan. Olabilir; ama siyâset bunları da yönetebilmek sanatı. Şimdi Gürsel Tekin bir yerde bir şey söyledi. Hâlâ neden söyledi, ne gerek vardı anlaşılır gibi değil; ama dedi, söyledi, HDP’li neden olmasın vs.. Söylediği şey aslında mantık dışı değil; ama bir krize yol açtı. Bunun üzerine İYİ Partililer’in bu kadar kuyruğa girip buna cevap vermeleri ne kadar gerekliydi açıkçası çok emin değilim.
Kazım Esin demiş ki: “Tek yol birlik olmak”. Yani bunlar kolay lâflar; ama hayâta geçirmek öyle kolay değil. Birbirine benzemeyen 6 parti var ve her birinin farklı bir geçmişleri, farklı bir kitlesi var, farklı beklentiler var. İşte burada ortak noktaları bulabilmek gerekiyor ve seçimi kazanabilmek için 6 partinin dışındaki kesimleri de bir şekilde akılda tutmak gerekiyor.
Bir izleyicimiz: “İYİ Parti, ülkücülüğü kararlı bir şekilde geri plana alıp HDP ile masaya oturarak gerçekten merkez sağ vizyonuyla kampanya yaparsa 2023’te sonuç ne olur sizce?” Kaybeder. Yani şimdi ifrat ve tefrite girmeyelim. Kimsenin, İYİ Parti’nin HDP ile masaya oturarak kampanya yapmasını beklediği yok. Bu, İYİ Parti’nin kaldırabileceği bir şey değil. Belki bunun sonucunda Altılı Masa’nın adayı kazanır; ama İYİ Parti bundan çok ciddî bir şekilde yara alır. Burada aslında şöyle bir husus vardı: Altılı Masa’da HDP ile ilişkiler bir anlamda CHP’ye ihâle edilmişti — özellikle Kılıçdaroğlu’na. İYİ Parti de sessizliği tercih ediyordu. Nasıl olsa Kılıçdaroğlu, CHP, bir şekilde HDP’nin desteğini, endirekt yani doğrudan olmayan desteğini sağlar. Sâdece sorun çıkartmamak, hattâ biliyorsunuz, Meral Akşener arada sırada lâf eden birtakım isimleri etkisizleştirdi partisinde; özellikle HDP konusunda her vesîleyle birtakım çıkış yapanları. Ama son olayda ilginç bir şekilde o tutumundan vazgeçti, kendisi de orada yer aldı ve çok ciddî bir şekilde net çıkışlar yapma ihtiyâcı hissetti. Bence bugün Etimesgut’ta söylediği, önceki çıkışlarının çok da doğru olmadığını gördüğünü gösteriyor. Belki erken bir değerlendirme olabilir; ama sâdece bu konuda bu kadar menfî konuşmak, sert konuşmak… her ne kadar şunu söylüyorlarsa da: “Kürtler HDP’den ibâret değil”. Ama biliyoruz ki HDP ile ilgili söylenen şeylerin hepsinin bir şekilde ucu Kürtler’e dokunuyor. Şimdi söylediği, “Devlet için canını veren Kürtler” göndermesinin, bir önceki durumdan biraz daha merkeze doğru olduğunu söylemek mümkün.
Ege Hepşen demiş ki: “Benim merak ettiğim konu şu; İYİ Parti neden Kürt sorununa bu kadar eğilmeli ki? Kürt sorununa eğilmek Cumhur İttifâkı’ndan Millet İttifâkı’na geçişi engellemez mi? Seçimi riske atmaz mı?” Şimdi bir kere çok da fazla eğilme meselesinden bahsetmediğimi düşünüyorum. Yani “mış gibi” yapmak, bu konuda sessiz kalmak, çok da fazla bu konuya girmemek belki, ya da daha böyle sâkin sözler etmek. Yani Kürtler’in varlığını kabul etmek; ama bu konuda kendi milliyetçi duruşuna da halel getirecek çıkışlar yapmamak. Ama böyle her şeyi bir kavga üzerinden; “Aynı masada kesin olmayız; şu olmaz, bu olmaz” çıkışlarının durduk yere sorun çıkarttığı kanısındayım. Onun dışında meselâ, “Kürt sorunu Türkiye’de vardır” demesi hâlinde oy kaybedeceğini sanmıyorum. Yani bunu Türkiye’de zamânında, 1991’de Süleyman Demirel yapabildi. 2022’de Meral Akşener niye yapamasın? Yani o süre içerisinde Erdoğan’ın iddia ettiği gibi sorun mu çözüldü? O zaman desin ki: “Evet, bir Kürt sorunumuz vardı, ama Allah razı olsun Erdoğan çözdü” desin. Öyle bir şey de diyemeyeceğine göre… Oradaki duruşun daha dikkatli olması gerekiyor. Yani buna çok angaje olması gerekmiyor. Ama en azından, bugün yaptığı gibi bu ülkede Kürtler’in yaşadığını kabul etmesi gerekiyor.
Evet, bayağı bir yorum geliyor.
“İYİ Parti’nin belki de en büyük şanssızlığı, Koray Aydın ve Yavuz Ağıralioğlu’nun orada olması” demiş Zuhal Topaloğlu. Yani bu isimlerin bu konularda çok sorun çıkardığı muhakkak; ama olay sâdece onlardan ibâret değil sanki.
Bir başka izleyicimiz: “Altılı Masa’nın zayıf halkası İYİ Parti’dir” demiş. Sanmıyorum. Şu anda bir sorun var; ama bu, Masa’nın dağılması sorunu değil. Bence Masa dağılmaz ve İYİ Parti ve CHP bu Masa’yı var eden iki parti. Onlar olmasa bu Masa olmazdı. Yani bunun temelinde Millet İttifâkı var zâten. Zayıf halka olduğunu sanmıyorum. Bir kopuş olacağını sanmıyorum. Hattâ bu son dönemde yaşananlardan dolayı İYİ Parti’nin bir şekilde Erdoğan’a hizmet ettiğini vs. söyleyen, bu konularda komplo teorileri üretenler var; bunların doğru olduğunu açıkçası sanmıyorum. Ama şurası muhakkak: Erdoğan elindeki tüm imkânlarla, CHP’yi de, İYİ Parti’yi de, DEVA’yı da, Gelecek’i de, Saadet’i de, Demokrat Parti’yi de, HDP’yi de karıştımak için, diğerleriyle aralarında sorun çıkmasını teşvik etmek için elinden geleni yapacaktır. Ama bu söylediğimiz olayların, Erdoğan’dan ya da iktidardan bağımsız refleksler olduğu kanısındayım.
John Oxford: “Anlattığınız denklemde birinin geri adım atması gerekiyor. Ya İYİ Parti Kemal Bey’i destekleyecek ya da Kemal Bey geri çekilecek. Ama Kemal Bey artık aday olmazsa CHP’nin intihârı olur gibime geliyor.” Evet. Tartışmanın bir boyutu da Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı meselesi tabiî ki. Aslında HDP meselesinin gelip uzandığı yer de burası. Dolayısıyla izleyicimiz iyi söylemiş. Geri adımlık bir mesele midir bilmiyorum; ama bir uzlaşma olması gerekiyor. Adayda uzlaşılması gerekiyor. Uzlaşılacak isim Kemal Kılıçdaroğlu mudur emin değilim. En çok öne çıkan ilk ismin o olduğu muhakkak. Ama o ismi Altılı Masa’ya Kılıçdaroğlu söyleyecek. Muhtemelen kendisini söyleyecek ya da “Ben düşünmüyorum; ama şu arkadaşımız olsun” diye bir isim söyleyecek. O isimde mutâbakata varılacak diye düşünüyorum — kendisinde ya da kendisi yerine önereceği isimde. O ismi düşünürken de tabiî ki HDP oylarını alıp alamayacağını da düşünüyor olacak.
Tekin Metin: “CHP iktidar söyleminin yerine kendi söylemini geliştirerek HDP ile demokratik zeminde, demokratik toplum ve özgürlükler zemininde açık iletişim kurmalıdır. Böylelikle İYİ Parti’ye sınırını göstermelidir.” Hiç gerçekçi bir öneri olduğu kanısında değilim. CHP bunu yapmaz, yapamaz. HDP’nin de şu aşamada böyle bir büyük beklentisi olduğunu sanmıyorum. Önümüzdeki beklediğimiz seçimin akışına, yani Türkiye’nin gidişine çok uygun bir olay değil. Belki seçimden sonra bu dediğiniz şeylere yönelik birtakım açılımlar olabilir; ama seçime dek o kadar açık bir angajmana girmeyi iki tarafın da isteyeceğini sanmıyorum.
Bir izleyicimiz demiş ki: “Kemal Kılıçdaroğlu adaylıktan vazgeçerse İYİ Parti ile arası düzelir.” Sanmıyorum. Olayın sâdece Kılıçdaroğlu meselesi olduğunu sanmıyorum — adaylıktan vazgeçme meselesi. Yani şöyle düşünelim: Bu, masadaki bir pazarlık meselesi mi yoksa başka bir mesele mi? Tabiî ki pazarlık boyutu var; ama bence esas mesele, İYİ Parti’deki kadroların hâlâ önlerinde kendilerini neyin beklediğini tam olarak fark etmemeleri. O benim “müthiş fırsat” dediğim olay. Hâlâ ayakları geri geri gidiyor. Halbuki önleri çok açık. Onu gördükleri andan îtibâren –yani onu iyice görmesine herkes görüyor da–, onu iyice sindirmeleri ve onun gereklerine göre hareket etmeleri durumunda, ne Altılı Masa’da sorun olur ne CHP’de sorun olur ne başka bir şey. Şu anda İYİ Parti için bence en ideal senaryo; bu seçim değil, bir sonraki seçim. Yani cumhurbaşkanı seçimini muhâlefet kazanacak, mümkünse Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e götürecek ve daha sonra bir seçim olacak Türkiye’de. İşte İYİ Parti’nin esas hedefi o olmalı sanki. Bana öyle geliyor. Bunu bir geçiş olarak görmeli. Bunu bir geçiş olarak değil; kalıcı bir süreç olarak görürse, o zaman bütün bu köşe kapmacalar filan anlamlı. Ancak Akşener’in “Ben başbakanlığa tâlibim” demesi bence akıllıca bir hareketti. Çok isâbetli bir hareketti. İleri görüşlü bir hareketti bu. Çok eleştirildi; onu siyâseten sınırladığını söyleyenler oldu. Evet, artıları ve eksiler var; ama bana göre artıları daha çoktu. Şimdi sanki Akşener yine cumhurbaşkanı adayı olabilirmiş gibi bir pozisyonda gidiyor. Bu muğlaklığın ortadan kalkması gerekiyor.
Samet Şehin diyor ki: “Tüm anketlerde, sosyal medyada ve sokakta Mansur Yavaş’ın ismi öne çıkarken neden seçim riske atılıyor, anlam veremiyorum.” Çok güzel de işte, yine burada Özer Bey’in söylediğine geleceğiz: “Erdoğan, Mansur Yavaş’ı perîşan eder” dedi. Yani anketlerde çıkanla kampanya sonucunda çıkacak olanın aynı olacağını söylemek çok da gerçekçi değil. Tabiî ki anketlerin bir değeri var; ama Mansur Yavaş şu hâliyle, bir şey söylemeyerek, siyâsî konulara hiç girmeyerek belli bir kredi yakaladı. Ama aday olması durumunda, siyâset konuşmaya başladığı, kampanya yaptığı andan îtibâren onu koruyabilecek mi, artırabilecek mi?
Bir izleyicimiz demiş ki: “İYİ Parti’ye gereğinden fazla değer ve önem atfediyorsunuz”. Sanmıyorum; hattâ gereğinden az önem ve değer atfetmiş olabilirim. Yani şunu söyleyeyim: Bir gezide –yanılmıyorsam Akşener’in Sakarya gezisindeydi, tâkip ettiğim gezisinde–, kendisiyle esnaf ziyâretinde karşılaştık, ayaküstü konuştuk. Zamânında bilenler bilir, ben gazeteci olarak Refah Partisi çalıştım, daha sonra AKP vs.. Refah Partisi yıllarında meslektaşlarım benimle dalga geçerlerdi: “Ya, başka işin mi yok?” filan diye. Sonra bunun çok ciddî, ileri görüşlü bir yatırım olduğunu gördüler. Ben de Meral Hanım’a onu söyledim. Yatırım yaptığımı söyledim. Bence İYİ Parti, Türkiye’nin geleceğinde çok önemli roller oynayabilecek bir parti. Ama şu hâliyle baktığım zaman bunu tam olarak idrak edebildiklerini düşünmüyorum. İdrak etmişlerse de gereğini yerine getirmekte çok ciddî bocaladıklarını düşünüyorum. Yani önemli rol oynayacak olmaları illâki olumluluk atfetmek anlamına gelmez. Ben bir gözlemci olarak söylüyorum. Sonuçta kendime oy verecek parti aramıyorum. Tahlil, yani yeni tâbirle analiz yapıyorum ve İYİ Parti’nin –tabiî birebir aynı değil ama– merkezin o çöktüğü zamanda önünü alabildiğine açık bulan AKP’yi bir anlamda andırdığını görüyorum — bir anlamda, tam anlamıyla değil. İşte bunu nasıl fark edemezler? Bir ara oylarının çok yükseldiği dönemlerde ya da kamuoyu araştırmalarında gerçekten istim üzerindeydi. Ama birden patinaj yapmaya başladı ve bu patinajı bence kendileri etti, kendileri buluyor. Ben öyle düşünüyorum. Dolayısıyla hak ettiklerinden daha az önem atfediyor olabilirim. Sâdece İYİ Parti konuşarak da yapabilirim, tabiî siz bıkarsınız, izleyiciler bıkar. Hattâ İYİ Partililer de bıkar; ama inanın ben bıkmayabilirim. Ama bunu yapabilmek için de tabiî İYİ Parti’nin bize bu konuda üzerinde konuşabileceğimiz malzeme üretebilmesi lâzım.
Bülent Murabıt: “Mansur Yavaş’ın adaylığını istemiyor olmanızda Yavaş’ın ülkücü kökenli olmasının etkisi var mıdır?” Ben Mansur Yavaş’ın adaylığını istemiyorum filan diye bir şey söylemedim. Kusura bakmayın. Mansur Bey’i de tanırım ve hukukumuz da iyidir. Öyle adaylığına karşı çıkıyor filan değilim. Eğer Altılı Masa, Mansur Yavaş’ın adaylığında mutâbık kalırsa bizim gibilere söyleyecek bir şey kalmaz. Sonuç olarak herkesin adaylık ihtimâli üzerinde, bütün yönleriyle bir şeyler söylemeye çalışıyoruz. Sonuçta ülkücü kökenli olması nedeniyle HDP’liler oy vermekten imtinâ edebilir demek başka bir şey. Bu bir değerlendirme yani. Yoksa şu âna kadar herkes bana birtakım yaftalar –yani sâdece bana değil tabiî başkalarına da– yapıştırmakta çok acele ediyorlar. Hattâ kimi istediğimi bile söylüyorlar; ama inanın vallahi billahi kimi istediğimi ben bile bilmiyorum şu anda. Yani benim gönlümden geçen isim vs. gibi bir isim gerçekten yok. Yani ister inanın ister inanmayın; böyle bir isim yok. Bütün isimleri tek tek, ayrı ayrı, artılarıyla eksileriyle değerlendirmeye çalışıyorum ve her geçen gün de bu yaptığım değerlendirmelerde birtakım değişiklikler oluyor. Yani bir şey saptamış ve onu doğrulamaya çalışıyor değilim. Meselâ İYİ Parti’nin, yeni Doğru Yol olacağını ve bir sonraki seçimin birinci partisi olacağını düşündüğümü söyledim. Şimdi yaşananlarda bu düşüncemi revize etmeye çalışıyorum. Belki yarın tekrar durum değiştiğinde de onu söylerim. Yani böyle bir şeylere inanıp, onları anlatmak, onları empoze etmek gibi bir şey yok. Böyle anlaşılıyorsa da o zaman anlatımımda bir sorun var demektir, sorumlusu ben olurum.
Ayşe Hanım demiş ki: “İYİ Parti, ‘Ömer’in Yolu’ diyerek baştan diğer mezheplere koyduğu mesâfeyi göstermedi mi?” Şimdi, bu “Ömer’in Yolu” meselesi ilginçti. Faruk Acar bir dönem danışmanlık yaptı. Faruk Bey’le de geçen konuştum. Umarım yakında kendisiyle bir yayın yapma imkânı olur. Yıllar önce çok yayın yaptık kendisiyle Medyascope’ta. Sonra AKP için çalışmaya başlayınca ara verdi. Sonra bu ‘‘Ömer’in Yolu’’nu yaptı. “Ömer’in Yolu” meselesinin mezhep boyutu var tabiî, Alevîler açısından baktığımız zaman olabilir; ama İYİ Parti’nin bu kadar muhâfazakâr bir göndermeye ihtiyâcı yok. Yani kimsenin, onların Hz. Ömer’e gönderme yapmasıyla, “İşte, aradığımız parti budur” diyeceği yok. Atatürk olsa anlarım – ki ona da çok gerek yok. Ama Hz. Ömer’e kadar gitmenin çok bir anlamı yok.
Selahattin Tuncay demiş ki: “Meral Hanım Sedat Bucak’tan ne umuyor?” Yani ne umduğunu bilmiyorum, ama ne bulduğunu söyleyebilirim: Birçok kişide bir burukluk yarattı. “Ah işte! Sedat Bucak’a da sâhip çıktı. Helâl olsun Meral Hanım’a, Meral Abla’ya” diyen çok olmamıştır. Ama bu izleyicimizin sorusu gibi, “Ya, ne alâkası var? Nereden çıktı şimdi bu Sedat Bucak?” diyenler çok olmuştur.
Ali Osman Bilgin: “İnsanlar ne kadar bilgili olursa da, bâzen duyguları karar ve fikirlerini etkiler. Siz de AKP’nin gitme ihtimâlini çok yüksek görüyorsunuz. Sizce bu konuda ne kadar duygusalsınız?” Hiç duygusal olduğumu sanmıyorum. Yıllar önce Refah Partisi’nin, sonra AKP’nin gelmekte olduğunu söylediğimde çok kişi bana lâf etti, dalga geçti vs.. Şimdi gitmekte olduğunu söylediğimde de bu sefer, insanlar beni sâbit fikirli, duygularıyla konuşan, temennîlerini dile getiren vs. diye yorumluyorlar. Duyguyla alâkası yok. Benim yıllardır izlediğim Recep Tayyip Erdoğan’dan geriye pek bir şey kalmadı. Bir de üstüne bir yığın, başta ekonomi olmak üzere, sorun eklenince, artık buradan toparlamasının mümkün olmadığını uzun bir süredir söylüyorum. Bunun duyguyla vs. ile bir alâkası yok. Yanlış değerlendirme yaparsam yanlış değerlendirme olduğunu söylerim. Ama eminim, yani burada duygu karıştırılacak bir şey yok. Niye karıştırayım ki yani? Böyle bir şey yok.
İsmail Evcil demiş ki: “Ruşen Abi, sizce bir gün Türkiye’de sol iktidar olabilir mi?” Sanmıyorum. Olsa da ben göremem herhalde. Bir solcuya yakışan da herhalde solun iktidâra geldiğini görmeden ölmek olur. Bir de bu var tabiî. En büyük hayal kırıklıkları da zamânında, dünyanın dört bir tarafında komünistler, sosyalistler –artık ne derseniz– iktidâra geldiklerinde yaşandı birçok ülkede. Çünkü o rejimler, özellikle insan hakları açısından çok ciddî sorunlar doğurdu maalesef. Böyle bir şey var. Dolayısıyla belki görmeden ölmek daha iyidir. Çünkü ondan sonra yaşanacak –hele Türkiye gibi bir ülkeyi yönetmek vs., bunlar çok zor işler–, yaşanacak hayal kırıklıklarını dünya gözüyle görmeden gitmek daha iyi olabilir bence.
Evet, yavaş yavaş toparlayalım. Çok soru ve yorum var.
Zeynel Bey demiş ki: “İYİ Parti, merkez sağ parti olsaydı %40 oranını yakalama potansiyeli vardı. Ama ırkçı saplantılardan kurtulamadığı için %12’lerde oy alınıyor”. 40 olur muydu bilmiyorum; ama Türkiye’nin birinci partisi olmaya doğru bayağı bir gidebilirdi. Şu hâliyle yeniden uğraşması gerekecek herhalde.
Mehmet Güney’in sorusuyla bitirelim: “İYİ Parti’nin içindeki, Meral Akşener’e karşı muhâlefetin partide hâlâ güçlü olduğunu düşünüyor musunuz?” Burada bir muhâlefet yok, benim bildiğim kadarıyla. İYİ Parti’de Meral Akşener’e karşı, “Partinin başına ben geçeyim” filan diyen kimse olduğunu sanmıyorum. Meral Akşener’in genel başkanlığında mutâbıklar. Hattâ ilk zamanlarında biliyorsunuz –Afyon’da mı ne?– bir yerde, kamp hâlindeyken Meral Akşener yarıda bıraktı kampı, geri döndü. Bıraktı, “Ne hâliniz varsa görün” dedi ve apar topar geri çağırdılar. Çünkü o olmadan o parti olmaz. Dolayısıyla Meral Akşener’in liderliğine bir îtiraz yok; ama Meral Akşener’in liderliğinde kendi damgalarının olmasını isteyen çok kişi var ve onun alanını daraltıyor bu tür manevralar. Dolayısıyla bir muhâlefet değil. Meral Akşener’i bir şekilde, kendilerine uygun şekilde dizayn etmek isteyen kişiler var, “odaklar” var diyelim. Zaman zaman etkili oluyorlar, zaman zaman olamıyorlar. Şu hâliyle baktığımız zaman, son olayda Meral Akşener’in genellikle bu şeye kapıldığını gözledim. Buradan tekrar toparlayıp, ipleri iyice yeniden eline alıp, tekrar yeni Doğru Yol Partisi ya da yeni ANAP –bana Doğru Yol Partisi daha uygun gibi geliyor– ya da yeni merkez sağ parti, merkez sağın yeni lideri, lider partisi olma iddiasını üstlenecek mi onu göreceğiz.
Evet, çok oldu. Bayağı güzel sorular ve yorumlar geldi. “İYİ Parti’de işler iyi gidiyor mu?” sorusunu ele aldık. Hepinize çok teşekkür ediyorum. Medyascope’u desteklemeye devam etmenizi ricâ ediyorum. Özellikle bu seçim sürecinde çok şeyler yapmayı düşünüyoruz. Ama bunları yapabilmemiz için ayaklarımızın çok sağlam yere basması gerekiyor. Bu da ancak sizlerin katkılarıyla, destekleriyle olur. Şimdiden çok teşekkür ediyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.