Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Burak Bilgehan Özpek yazdı: Kılıçdaroğlu’nun sol popülizmi

Son bir yıldır Kemal Kılıçdaroğlu’nun muhalefetin başkan adayı olma mücadelesini izliyoruz. Kemal Bey’in ekibi oldukça zor bir işi başardı ve geçtiğimiz sene anketlerde dördüncü sırada yer alan ve Erdoğan karşısında hiç şans tanınmayan bir ismi en güçlü aday yaptı. Hükumetin ekonomiyi mahvetmesi ve enflasyonun patlamasıyla birlikte, muhaliflerin seçimi kazanacaklarına dair inançları aşağı yukarı bir senedir sarsılmaz bir şekilde devam ediyor. Bu inanç, Kılıçdaroğlu’nun da adaylık isteğini arttırdı. Muhtemelen CHP Genel Başkanı’nın, 2014 ve 2018 seçimlerinde aday olmamasının sebebi Erdoğan karşısında pek bir şansının olmadığını düşünmesiydi. Ancak şu anda durum oldukça farklı. Muhalefet ortak bir aday olarak kimi çıkartırsa çıkartsın, memnuniyetsiz halk kitlelerinin tabiri caizse paşa paşa gidip ona oy vereceği düşünülüyor. Yani hali hazırda yüzde 45’lik bir kesim var ve bu kesimin adayın kim olduğuna dikkat etmeden, Erdoğan ile bir beş sene daha geçirmek istemediği için oy vereceği hesap ediliyor. Dolayısıyla, siyasi enerjileri ve popülariteleri ile öne çıkan İmamoğlu, Yavaş ve Akşener gibi isimlerin anlamı da, önemi de azalıyor. Bu yüzde 45, aday olacak kişinin adeta tapulu malı olarak görülüyor. Aday kim olacaksa, onun üzerine hemen zimmetlenecek. 

Bu yüzden, 2023 seçimlerine heyecan katan şey muhalefetteki isimlerin birbirleriyle olan mücadelesi oluyor. Kemal Bey’in bu mücadele sırasında izlediği stratejinin temel olarak iki ayağı var. Birincisi, muhalefet gruplarını siyasetsizleştirmek. Bunu başarmak için Altılı Masa teklifi ile geldi ve yaklaşık bir senedir beş partiyi siyasi pazarlıklardan uzak tutmayı başardı. Küçük partilerin sisteme dahil edilmesi ile birlikte, İYİ Parti’nin yüzde 10’luk 2018 oyu ve partinin anketlerdeki yükselişi anlamsızlaştırıldı. Yani bazı anketlerde yüzde 20’ye ulaşan İYİ Parti ile oy oranları yüzde 2’nin altında olan diğer partiler eşitlendi. Kemal Bey burada, yüzde 25-30 bandındaki Cumhuriyet Halk Partisi’nin de aslında etkisinden feragat ettiğini söyledi ve dünyevi hırslarından arınmış bir lider portresi çizdi. Ne var ki bu feragat hiçbir anlam ifade etmedi çünkü Altılı Masa somut hiçbir siyasi proje üretemedi ve siyasi bir seçim ittifakı hüviyetine bürünemedi. Güçlendirilmiş parlamenter sistem mutabakatı, seçimi kazanmayı değil zaten halihazırda kazanılmış bir seçimden sonra yapılacakları içeriyordu. Yani seçimi kazanmak, üzerinde düşünülmesi pek icap etmeyen ufak bir ayrıntı olarak görüldü. Haliyle, başkan adayının kim olacağı, içeriği boş ve okuyanların hiçbir şey anlamadığı muğlak bir tarife hapsedildi. Diğer bir ifadeyle önemsizleştirildi. Böylece, güçleri birbirine eşitlenmiş ve seçime dair hiçbir siyasi proje geliştirmeyen altı parti bir ittifaka mahkum edildi. Tabiri caizse parti siyaseti pasifize edildi.

(Fotoğraf: Alp Eren Kaya)

Kılıçdaroğlu’nun ikinci stratejisi ise, kendi siyasi markasını öne çıkartarak sol popülizm ile post-Kemalizm karışımı bir söylemi benimsedi. Sol popülizm, muhtarlara yardımcı atanması, Urfalı çiftçilere bedava elektrik sağlanması, Esnaf Bakanlığı’nın kurulması gibi liberal ekonomistlerin istihza ile yaklaşacağı sözlerden fazlasını içeriyordu. Bundan üç sene önce Selin Sayek Böke tarafından dile getirilen “kamulaştırma” söylemi ve “Beşli çete” ile hesaplaşma vurgusu daha sık yapılmaya başlandı. Günün sonunda Kılıçdaroğlu, kendisini imtiyazlı bir elite karşı suskun halkın sesini temsil eden bir halk kahramanı olarak sundu ki bu Laclau’nun popülizm tanımına çok uygun. Ona göre popülizm, toplumu iki kampa bölen politik sınırları inşa eder ve iktidar sahiplerine karşı ezilenleri ve kaybedenleri seferber etmek için belirli söylemlere başvurur. Amaç hegemonik bir yapıya karşı halkı yeniden özne yapmaktır. Bu baştan çıkartıcı tanım Kılıçdaroğlu tarafından benimsendi ve hayatı siyah ve beyazdan ibaret gören, gri alanlara müsaade etmeyen siyaset tarzı hortladı. Kılıçdaroğlu’nun “Ya benimle birliktesiniz ya da karşımdasınız” söylemi, onun adaylığına karşı yöneltilen her itirazın hızlı bir şekilde yaftalanmasına, itirazı yapanların da çıkar gruplarına hizmet ettikleri şeklinde damgalanmasına yol açtı. Yolsuzlukların karşısında olan herkes Kemal Bey’i desteklemeliydi. Kemal Bey’i desteklemek yolsuzluk karşıtlığı konusunda tazelenen imandı. 

Yine Kemal Bey’in etrafında yer alan ve belli ki Mouffe’un sol popülist argümanlarını oldukça dikkatli okumuş entelektüellerin, mutedil bir reformculuktan radikal bir reformculuğa geçiş fikrini öne sürdüklerini iddia edebiliriz. Bunun göstergesi ise belli bir paradigma içinde tedrici bir reformu savunmak yerine yöntemi önemsizleştirerek amacı vurgulamaktır. Bu ise modern ve demokratik ulus-devletin yasal çerçevesi içinde liberal ekonominin paradigmasıyla çelişmeyecek yöntemlerin aşağılanması ve topyekün reddedilmesini gerektirir. Bu radikal tutum amacın ahlakiliğiyle meşrulaştırılır. Bu ahlaki misyon halkın bir özne olarak hakkını geri almasıdır. Bu açıdan bakıldığında İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Bilge Yılmaz’ın kamulaştırma süreçlerine dair öncelikli olarak bağımsız yargının inşa edilmesi gerektiğini söylemesi sol popülist hareket için bir ihanete tekabül eder. Yavaşlayan, formaliteye boğulan ve tereddüt eden ihanet içindedir. Benzer bir olguyu, sağ popülist Ümit Özdağ’ın göçmenler konusundaki tavrından aşinayız aslında. Özdağ da, göçmen meselesini bir güvenlik sorunu olarak ele almış ve göçmenleri gönderme kararlılığı dışındaki her teknik yorumu bir tereddüt, samimiyetsizlik ve halkı aldatma stratejisi olarak görmüş ve kendi terimleriyle bunu yapanları ifşa etmişti. 

Son olarak, sol popülizmin karizmatik ve tutkulu liderlere yaptığı vurguyu da hatırlamak gerekir. Kılıçdaroğlu, bu sorunu, yukarıda da bahsettiğim yüzde 45’lik kesimin sorgusuz sualsiz desteği ile kapatabiliyor. Üstelik Erdoğan yönetiminden bıkmış insanların, kendi adaylığına itiraz ederek masadan kalkanları da cezalandıracağını düşünüyor. Yani, ana gövdesini kendisinin oluşturduğu bir muhalefetin, her itiraz edeni Erdoğan ile çalışmakla suçlayabileceğinin farkında. Bunun için, Kemal Bey’in karizmatik kişiliğine gerek kalmadan CHP’ye yakın güçlü medya kurumlarının büyük bir hızla seferber edileceğini, hatta şimdiye kadar edildiğini de söylemem gerekiyor. Böylece, Kemal Bey aslında kendisi dışındaki herkesten daha karizmatik ve daha uygun aday olma imkan ve kabiliyetine sahip.

Bununla birlikte, seçimi kazanmak için gerekli Kürt ve muhafazakar oyları için geliştirilen helalleşme söylemi de Kemal Bey’in kişiliğinin barış için kefalet olarak sunulmasından başka bir şey değil. Onun sakin ve beyefendi kişiliği, mağdur edilmiş kesimler ile empati kurmasına ve onlara güven telkin etmesine yardımcı oluyor. Bu tam olarak sol popülistlerin idealindeki lider tipi değil. Aslına bakarsanız, o lider tipi Selahattin Demirtaş’tı ve eğer hapsedilmeseydi bu işi hakkıyla yapabilirdi. Ama yine de Kılıçdaroğlu’nun kişilik özellikleri dışlanmış toplumsal grupları cezbetmek için kullanılıyor. Bununla birlikte, bu grupların entelektüel hayattaki temsilcileri de, Kemal Bey’in masaya yumruğunu vurarak kendi zihinlerinde resmettikleri CHP tabanını “dönüştürdüğü” için oldukça sevinçliler. Yani, onlar Kemal Bey’in dervişliği yerine “beton Kemalist” veya “azgın azınlık” olarak tanımladıkları seküler kesime göz açtırmayan tavrını takdir ediyorlar. Ama sonucu değiştirmiyor. Biricikleşen, diğerlerinden farklı bir misyona ve özelliklere sahip bir lider olgusu var karşımızda ve sol popülizmin formülüne uyuyor.

Günün sonunda, yüzde 10’luk bir kesimi etkilemek için siyasi karizmaya ihtiyaç duyan, geride kalan yüzde 45’lik kesimin halihazırda cepte olduğunu bilmenin rahatı içinde ve diğer adaylardan farklılaşmak için sol popülizmin ahlakçı tavrına bürünen bir Kılıçdaroğlu stratejisi izliyoruz. Bu elbette ki partisinin yıllarca olabildiğince merkezde tutan ve dengeli bir siyaset izlemek isteyen, aslında bundan de keyif alan, yıllarca yüksek bürokratlık yapmış Kemal Bey için sürdürmesi zor bir pozisyon. Yıllardır devam eden sağ popülist AKP iktidarına karşı, yerel seçimlerde alınan ideolojik tonu düşük tutulmuş ve merkez siyasetin zaferi olarak değerlendirebilecek bir başarı varken, başkan adaylığı sürecinde izlenen sol popülist strateji kendi içinde ciddi riskler ve dengesizlikler barındırıyor. Muhalefet içindeki sağ seçmenin memnuniyetsizliği, bu alanın marjinal partiler tarafından sömürülmesini beraberinde getirebilir mesela. Kemal Bey’in adaylığı için kamuoyu yaratmakla görevli sosyal medya ajansları, anketçiler ve gazetecilerin zaman içinde ciddi bir alerji yaratma ihtimalleri de hiç az değil. Hepsinden önemlisi, bir eli muhafazakarlara diğer eli Kürtler’e uzanan ve sol popülist bir paradigma değişikliği öneren Kılıçdaroğlu’nun seküler, kentli, orta sınıf insanlara yani CHP’nin ana omurgasına sadece Erdoğan’dan kurtulmayı vaat etmesi yeterli gelmeyebilir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.