Araştırmacı ve eski AKP Milletvekili Suat Kınıklıoğlu, sosyal medya hesabından Türkiye’de yaklaşan genel seçime Batılı ülkelerin bakışıyla ilgili değerlendirmelerde bulundu. Kınıklıoğlu “Kimsenin moralini bozmak istemem ama önemli başkentlerin diplomatları ile yaptığım görüşmelerde beklenti rejimin devam edeceği yönünde. Muhalefetin seçimi kazanabileceğine ilişkin senaryo sürpriz olarak görülüyor” diye yazdı. Ruşen Çakır, Kınıklıoğlu ile Batı’nın muhalefetin Erdoğan’ı yenebileceğine neden inanmadığını konuştu.
Kınıklıoğlu, sosyal medya hesabından Türkiye’de yaklaşan genel seçime Batılı ülkelerin bakışıyla ilgili olarak “Kimsenin moralini bozmak istemem ama önemli başkentlerin diplomatları ile yaptığım görüşmelerde beklenti rejimin devam edeceği yönünde. Muhalefetin seçimi kazanabileceğine ilişkin senaryo sürpriz olarak görülüyor. Şunu da ekleyelim: Bu diplomatların böyle düşünüyor olmaları sonucun böyle olacağı anlamına gelmez. Şu aşamaya kadar olanların dışarıda nasıl değerlendirildiğini gösterir. Sonucu belirleyecek olan seçmen ve siyasetçilerin akıl, strateji ve kararlılığıdır. Yapılacak çok iş var” diye yazdı.
“Batı’nın, Erdoğan’ı işbirliği içinde olan bir aktör olarak görmediğini düşünüyorum”
Batı’nın Erdoğan’ın kazanma ihtimalini mecburen kabullendiğini söyleyen Kınıklıoğlu, Batı’da Erdoğan’a karşı bir bezginliğin olduğunu belirtti. Kınıklıoğlu “Batı’nın, Erdoğan’ı işbirliği içinde olan bir aktör olarak görmediğini düşünüyorum” dedi.
Batı Türkiye’deki muhalefeti tanıyor mu?
Kınıklıoğlu, Türkiye’de birkaç yıldır iktidarın başka ülkelerle temas etmeyi “vatana ihanet” ile eşitlenir bir konuma getirdiğini söyledi. Muhalefeti dünyada kimsenin tanımadığını belirten Kınıklıoğlu, muhalefetin de kimseyle temas kurmadığına dikkat çekti. Muhalefetin iktidarın siyasetine angaje olduğunu söyleyen Kınıklıoğlu, “Muhalefet ve muhalefetin dış politika sözcüleri, büyük oranda iktidarın siyasetine angaje olmuş durumda. Pek farklı öneri de bulunamıyor. Muhalefet bu konuda sınıfta kaldı” diye konuştu.
“Muhalefetin iktidarın kurguladığı çerçeve dışına çıkabilme kararlılığını göstermesi gerekiyor”
Kılıçdaroğlu’nun ABD ve İngiltere ziyaretlerinde herhangi bir siyasiyle görüşmemesi hakkında da konuşan Kınıklıoğlu, muhalefetin iktidarın kurguladığı çerçeve dışına çıkabilme kararlığını göstermesi gerektiğini söyledi: “Çıkacaksınız, bir konuşma yapacaksınız, dünyadaki bütün siyasilerin yaptığı gibi. Türkiye’nin görüşlerini, eğer iktidara gelirseniz nasıl bir siyaset düşündüğünüzü anlatacaksınız.”
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Medyascope'un haftalık e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her çarşamba mail kutunuzda.
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Eski milletvekili, dış politika uzmanı Suat Kınıklıoğlu’yla Batı dünyasının Türkiye’de yaklaşan seçimlere nasıl baktığını konuşacağız. Suat, merhaba.
Suat Kınıklıoğlu: Merhaba Ruşen.
Ruşen Çakır: Batı dünyasının nasıl baktığını Batı’da yaşayan birisiyle konuşmak tabiî daha iyi oluyor. Senin bir ayağın İsveç’te, bir ayağın İngiltere’de, Almanya’da. Arada Türkiye’ye de uğradığın oluyor. Şimdi Suat, dün bir tweet attın sosyal medyada ve ortalık karıştı diyeceğim. Önce bir tweet’i görelim. Ne diyorsun: “Kimsenin moralini bozmak istemem, ama önemli başkentlerin diplomatları ile yaptığım görüşmelerde beklenti, rejimin devam edeceği yönünde. Muhâlefetin seçimi kazanabileceğine ilişkin senaryo sürpriz olarak görülüyor.” Sonra devam ediyorsun; ama bu ilki yeter. “Yapacak çok iş var” diye bitiriyorsun. “Sonucu belirleyecek olan seçmendir” diyorsun. Şimdi Batı merkezlerinde bu söylediğin, Erdoğan’ın yeniden kazanacağı — aslında “Erdoğan” diyorlar, değil mi? Yani “iktidar” demiyorlar da ‘‘Erdoğan” diyorlar, değil mi?
Suat Kınıklıoğlu: Evet, daha çok Erdoğan lâfını kullanıyorlar. Yani aslında kurumsal bir yapı var Türkiye’de, oluşmuş bir rejim var. Eğer siyâset bilimi terminolojisini uygulamak istersek bir rejim var ortada. Ama yurtdışında tabiî daha çok Erdoğan’ın kişiliğinde şekilleniyor bu algı. Erdoğan’ın kaybedeceği beklentisi çok yüksek değil açıkçası. Beni de zaman zaman şaşırtan bir derecede bu yorumları duyuyorum. Açıkçası biraz da şaşırdım bu tweet’lere bu kadar ilgi olmasına. Çünkü sabahleyin kalktığımda baktım bir sürü tâkipçi artmış. Bir sürü yorum filan olmuş. Unutmuştum da açıkçası o tweet’i attığımı. Okuduktan sonra anladım durumu. Ama durum bu.
Ruşen Çakır: İstersen adım adım gidelim. Çünkü bu yayını yapmak istememin bir nedeni de, benim de benzer olaylara çok tanık olmam. Yani şöyle söyleyeyim: Yabancı diplomat, gazeteci, yatırımcı vs. değişik şekillerde insanlarla konuşuyorum. Meselâ Erdoğan için benim dediğim bir şey var biliyorsun: “Erdoğan çoktan kaybetti; ama kazanan yok” filan diye, insanlar bana biraz şöyle bakıyorlar — biraz değil, fazlasıyla: “Ya, biz yanlış adama geldik galiba. Bu adam sallıyor” diye bakıyorlar ve birazcık konuşunca da çoğunun, Erdoğan’ın kaybından ziyâde kazancını –hani var ya? Borsa tâbiriyle– “satın aldıklarını” görüyorum. Dolayısıyla senin bu söylediklerin beni şaşırttığından değil, tam tersine benim gördüklerimle benzeştiği için söyleyeceğim. Şimdi burada önce, “iktidar”dan ziyâde “Erdoğan” deniyor, birincisi bu. İkincisi, şu önemli bence, muhâlefette çok yaygın olan bir inanış var: “Erdoğan ne yapar ne eder, kaybetmez” diye bir inanış var. Ama bu Batılılar’ın bakışı sanki böyle değil. Ne dersin?
Suat Kınıklıoğlu: Benim temaslarımda elde ettiğim izlenim, bir kere şu gerçeği yansıtıyor. Bir kere Tayyip Erdoğan, daha doğrusu Adalet ve Kalkınma Partisi ve Tayyip Erdoğan, seçim kampanyaları ve özellikle seçim günü ve gecesinde ne olacağıyla ilgili ve bunun nasıl yönetilmesi gerektiğiyle ilgili Türkiye’deki en organize aktör siyâset sahnesinde. Bir kere çok tecrübeli — hem yerel seçimlerde, hem genel seçimlerde, hem referandumlarda. Hem de 2017’de gördüğümüz, 2014’te benim Ankara’da yaşadığım gibi birçok kriz durumlarını da seçim gecesi kendi lehine çevirme becerisini gösterebilen bir aktör. Bunu biliyorlar. Bunu görüyorlar. Tabiî ikincisi, bu şekillenen algı –belki bunu konuşacağız, soracaksın ama– tabiî muhâlefetin ne yaptığıyla da ilgili birazcık ve muhâlefetin yurtdışında ne kadar az…
Ruşen Çakır: Ona geleceğiz. Ona sonra gelelim, şimdi Erdoğan’dan devam edelim. Yani Erdoğan’ın seçim tecrübesini söylüyorsun. Deneyimini ve tabiî ki imkânlarını da söylüyorsun. Burada şöyle önemli bir nokta var tabiî: Bu onların istediği bir şey mi, yoksa mecbûren kabullendikleri bir şey mi? Yani Erdoğan’ın kazanma ihtimâlini, istedikleri için mi söylüyorlar; yoksa istemeye istemeye mi söylüyorlar?
Suat Kınıklıoğlu: Mecbûren kabullendikleri bir şey olarak görüyorum ben. Bugün bu tweet’lerime atılan cevaplar içerisinde çok sevdiğim birkaç kişinin de, Batı’nın esâsında Erdoğan’ı istediği ve Erdoğan’ı sözüm ona “kullanabildiği” yolunda yorumlar vardı. Ben buna katılmıyorum. Batı’da esâsında Erdoğan’dan çok umutlu olmayan, her ne kadar milyonlarca mülteciyi Türkiye’de tutmasına rağmen, yine de bir bezginlik, bir öngörülemezlik var ve özellikle şimdi bölgede, Rusya, Ukrayna, İran’daki olaylar, Suriye vs. bu bağlamda çok işbirliği içinde olan bir aktör olarak görmediklerini düşünüyorum. Yani senin söylediğin ikinci şık geçerli: Batı aslında Erdoğan’la devam etmeyi pek istemiyor; ama mecbûren bu ihtimâli görüyor ve bu ihtimal karşısında da kendini sağlama almak istiyor. Kazanırsa karşı tarafta gözükmek istemiyor. Yani Erdoğan’la “papaz olmak istemiyor” açıkçası. Çünkü çok önemli konular var. Sâdece Rusya ve Ukrayna meselesi bile kendi içinde Erdoğan’la papaz olmamayı gerektirecek kadar önemli bir konu. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılımı, İran’da önümüzdeki süreçte neler olacak kestirmek zor. Suriye, Irak, Ortadoğu, her zaman dediğimiz gibi, Türkiye’nin arsa değerinden dolayı çok çok önemli olan konular. Yani Batı’nın kendi çıkarlarının arkasında bunları Erdoğan’sız düşünmek şu aşamada onlar açısından hatâ olur.
Ruşen Çakır: Peki bu son dönemde Erdoğan’ın artık seri hâlinde yaptığı U dönüşleri sonuçta Batı nezdindeki kendisine yönelik birtakım sorunları, rahatsızlıkları azaltıyor mu? Meselâ İsrail’le, şimdi Mısır’la düzeltti, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan… Batı’ya yönelik dilinde de bir yumuşama var. Eskisi gibi her başı sıkıştığında kavga etmiyor. Bir tek Yunanistan meselesi önemli bir olay olarak duruyor; ama sanki onu da hep böyle belli bir düzeyin ötesine taşımıyor gibi. Tam senin alanların bunlar, çok iyi biliyorum. Meselâ Türk-Yunan anlaşmazlığında Erdoğan sürekli gündeme getiriyor, ama Yunanistan’ın Batı’dan, Avrupa Birliği’nden ve ABD’den çok yoğun destek alıyor olmasını da göz önüne alıyor. Hattâ bir yerde Yunanistan’la bu kadar kavga etmesinin nedenlerinden birisi de belki özellikle ABD’de kendisinin göremediği ilgiyi Yunanistan Başbakanı’nın görmesi herhâlde.
Suat Kınıklıoğlu: Evet. Yani ben Yunanistan ve bu adalar meselesinin senin söylediğin gibi belirli bir kıvamda tutulmasına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Îcap ederse, ihtiyaç olursa bu konuda gerginlik seviyesinin yükseltilebileceği bir kıvamda kalması isteniyor bence. Çünkü önümüzdeki 6-7 ayda kamuoyu araştırmaları, Türkiye içindeki seçim kampanyası vs. ne olur ne biter kestirmek zor. Yani 1996’yı hatırlayalım. O zaman Tansu Çiller hükümetinin işte o SAS komandolarını bir adacığa çıkartması, oraya bayrak dikilmesi filan… bunları unutmamak lâzım. Siyâsî hâfızamızı bu anlamda bâzen tâzelemekte fayda var. Ama İsrail, Mısır, BAE, Suudi Arabistan vs. gibi ülkelerle bir yumuşamaya gidilmesi Batı’daki şüpheli bakışı kırdı mı? Bence hayır; ama bir nebze olumlu karşılandı tabiî. Geçenlerde sizin programlardan birinde galiba Ayşe Çavdar söylemişti. Yani şeyi de unutmamak lâzım, Batı da bu anlamda ikiyüzlü. Suudi Arabistan konusuna bakarsan eğer, Muhammed Bin Selman’la barışmaya Biden, bir de doğrudan, yaşına rağmen uçağa atlayıp Suudi Arabistan’a gitti. Yani uluslararası sistemde maalesef beklediğimiz kadar bir tutarlılık, özellikle şimdiki gibi kriz zamanlarında yok. Ama bu hamleler, yani İsrail’le bir miktar normalleşme, diğer tarafta Mısır vs.. Şimdi, ben bunların birazcık iktisâdî de olduğunu düşünüyorum. Özellikle Ortadoğu’ya, yani Mısır, BAE, Suudi Arabistan gibi açılımların birazcık Türkiye ekonomisinin seçime kadar sürdürülebilir, hattâ ve hattâ emeklilere, işçilere vs. bir miktar seçim baharını yaşatabilecek bir finansmana ihtiyaç olduğundan dolayı burada bir finansman gayreti, yani sâiki olduğunu da düşünüyorum; ama tabiî tek sebep değil yani. Bu Batı’da da tabiî ki olumlu karşılanıyor. Son olarak şunu söyleyeyim tabiî: Yunanistan başbakanına Amerikan Kongresi’nde konuşma ayrıcalığı verildi. Bu öyle her gidene de verilen bir şey değil. O da orada tâlihsiz bir şekilde bu konuşmayı çok fazla bir şekilde Türkiye’ye yüklenmek aracı olarak kullandı. Tabiî bu Tayyip Bey’in hiç hoşuna gitmedi. Türkiye, biliyorsun çok rahatsız, yani Yunanistan’ın sürekli ABD’yi veya Avrupalılar’ı arkasına alıp Türkiye ile mücâdeleye girişmesinden. Ama bir şeyi unutuyoruz: Yunanistan çok küçük bir ülke ve esâsında zayıf bir ülke. Dolayısıyla onları arkasına almadan Türkiye ile bir şekilde bir denge sağlaması mümkün değil.
Ruşen Çakır: Peki, muhâlefete gelelim. Diyorsun ki muhâlefetin kazanma senaryosu satın alınmıyor, pek ilgi görmüyor. Sürpriz olarak görülüyor diyorsun. Bunun birçok nedeni var herhalde. Ama öncelikle şunu sorayım: Batı, Türkiye’deki muhâlefeti tanıyor mu, biliyor mu ya da bilgisi ne ölçüde?
Suat Kınıklıoğlu: Ya maalesef. Yani ben birkaç yıldır bunları özellikle Twitter’da veya başka yerlerde yazıyorum. Türkiye o kadar çok bir iç siyâsî çerçeveye sıkıştı ki ve bunu iktidar çok başarılı bir şekilde kurguladı ki, yani neredeyse dışarıyla temas etmek, dışarıda görüşmeler yapmak vatana ihânetle eşitlenir bir noktaya geldi. Yani her ne kadar çok kötü planlanmış olsa da, her ne kadar bir sürü sıkıntısı olsa da Sayın Kılıçdaroğlu’nun ABD gezisini ve bunun içeride nasıl yankılandığını gördük. Yani muhâlefeti maalesef kimse tanımıyor dışarıda. Yani muhâlefetin dış siyâsetinin de Türkiye için, yani iç siyâsete de ne vaat ettiğini pek kimse bilmiyor. Temas etmiyorlar, gelmiyorlar, görüşmüyorlar. Yani siyâset birazcık insandan insana yapılır. Sâdece tweet atarak siyâset olmaz. Gideceksiniz, yabancı başkentlerde konuşacaksınız. Yeni muhâtaplar edineceksiniz. Onlar sizi tanıyacak. Size güven duyacak. Nasıl bir siyâset önerdiğinizi anlatacaksınız en kötü ihtimalle. Yani bugün Türkiye’deki muhâlefet ve muhâlefetin dış politika sözcüleri büyük oranda, bâzı istisnâları tenzih ederek söylüyorum, büyük oranda iktidârın siyâsetine tamâmıyla angaje olmuş durumda ve pek farklı bir öneride bulunamıyor. Dolayısıyla yabancılar açısından bilinen bir ad varken; yani zaafları, zayıflıkları ve güçlü tarafları bilinen bir aktör varken, altı ve HDP’yi katarsanız belki yedi parçalı bir muhâlefetin nasıl bir dış siyâset geliştirebileceğini kestirmek yabancılar açısından çok daha zor. Burada muhâlefet maalesef birazcık sınıfta kaldı. Dışarıyla çok temas etmiyorlar, görüşmeler yapmıyorlar. Liderlerin çıkması lâzım. Küresel bir dünyada yaşıyoruz. Her şey birbirini etkiliyor. İran’da olaylar oluyor. Rusya’da, Ukrayna’da olaylar oluyor. Yani sâdece şu Rusya-Ukrayna meselesinin Türk iç siyâsetinde konuşma şekline ve tartışılma biçimine bakarsan, muhâlefetin daha çok çok yapması gereken ödevlerinin olduğunu görüyoruz. Dışarıya daha fazla açılmak lâzım. Biz yalnız yaşamıyoruz.
Ruşen Çakır: Burada istersen Kılıçdaroğlu’nun ABD meselesini biraz deşelim. Sen bir düşünce kuruluşunda yöneticilik yapıyordun yıllar önce. Benim de ABD’de gazeteci olduğum zamanlar Washington’da çok karşılaştık. Ömer Taşpınar, sen, ben çok muhabbet ettik. Sen Amerikan sistemini de bayağı biliyorsun. Sonra iktidar partisinden milletvekili oldun ve dış politika bağlamında uluslararası alanda çok temasların oldu, ABD dâhil. Şimdi Kılıçdaroğlu ABD’ye gitti ve siyâsetçilerle görüşmemeyi irâdî olarak istedi. Hani başvurdu da kabul edilmedi değil; istemedi görüşmeyi. İngiltere’ye gitti, sâdece yatırımcılarla görüştü. Normalde şu anda Almanya’da olması gerekiyordu; ama onu Aralık başına erteledi biliyorsun. Ama Almanya’da da herhalde siyâsetçilerle görüşmeyecekti. Şimdi oradaki mantık: İcâzet almış izlenimi vermemek. Onu biliyoruz. Ama senin de bahsettiğin gibi, kimseyle görüşmese bile sırf ABD’ye gitti diye “İcâzet almaya gitti” propagandası zâten yapılıyor. Burada bir muhâlefet liderinin Amerika Birleşik Devletleri’ne gittiğinde ya da İngiltere’ye ya da Almanya’ya ya da Fransa’ya gittiğinde, ülkeyi yönetenlerle “muhâtap olma”sı –nasıl söyleyeyim? Sen demin bahsettin, ama onu biraz daha açalım– yani muhâtap olması kadar doğal bir şey olamaz sanki. Yani ben hâlâ şey gibi bakıyorum, yani “Nasıl olur da olur? diye bakıyorum.
Suat Kınıklıoğlu: Yani haklısın. Burada çok büyük bir tezat var. Bir yandan büyük Türkiye, dünya devleti, dünyanın en stratejik coğrafyalarından birinde olduğumuzu söylüyoruz, iddia ediyoruz ve ana muhâlefet lideri böyle bir devletin…
Ruşen Çakır: Pardon. Bir de bu arada cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda da ısrarcı.
Suat Kınıklıoğlu: Yani bu ülkenin yönetimine, bu dünya devletinin, bu büyük devletin, bu stratejik konumda yer almış devletin yönetimine tâlip. Bunu her hâliyle belli ediyor ve oraya gidiyor, orada bir binânın arkasından şey çektiriyor veya orada birtakım şeyler yapıyor, siyâsî olmayan aktiviteler yapıyor. Ama buna rağmen mâliyetini de ödüyor. Yani yine iç siyâsette sanki oraya icâzet almaya gitmiş gibi vs. o suçlamalara maruz kalıyor. Burada yırtılması gereken şey; iktidârın kurguladığı o çerçevenin dışına çıkabilme irâdesini gösterme kararlılığı lâzım. Yani çıkacaksınız, orada ABD senatörleriyle bir kahvaltı yaparsınız. Bir konuşma yaparsınız; bütün dünya liderlerinin yaptığı gibi, bütün yabancı siyâsetçilerin yaptığı gibi. Orada Türkiye’nin görüşlerini, eğer iktidâra gelirseniz nasıl bir dış siyâset düşündüğünüzü, hangi ülkelerle ne tür ilişkiler tasarladığınızı anlatırsınız. Türkiye’ye de büyük mesajlar verirsiniz. İşte, sen de biliyorsun tabiî, o birlikte Washington’a gidip geldiğimiz zamanlarda bu tür ziyâretler iç kamuoyuna da önemli mesajlar vermek için çok büyük fırsatlardır. Her siyâsetçi bunu kullanmak ister. Orada yaşayan Türkler’le bir araya gelirsiniz. Yani her şeyi bırakın, milyonlarca Türk yurtdışında yaşıyor, oy veriyorlar. Yani onların görüşlerini, düşüncelerini almak da önemli. Ama maalesef içerideki bu kurgu, bu çerçeve öyle kalın ki, muhâlefet bu çerçevenin dışına çıkma cesâretini gösteremiyor ve bu çerçevenin dışına çıkma cesâretini göstermesi durumunda haklı argümanları öne süremiyor. Yani bir yandan büyük bir devlet olduğunuzu, dünya devleti olduğunuzu, stratejik bir konumda olduğunuzu; işte Balkanlar, Karadeniz, Kafkasya, Doğu Akdeniz, Orta Doğu, Kuzey Afrika gibi bölgelerin kesişim noktasında olduğunuzu söyleyeceksiniz, bu ülkenin yönetimine tâlip olacaksınız; ama dışarıyla ben hiç konuşmayayım, etmeyeyim, ben oraya gitmeyeyim; aman orada bana işte bir şey derler filan diye, o olmaz. Yani bence yanlış.
Ruşen Çakır: CHP’den konuştuk. İYİ Parti hakkında ne dersin? Ben şunu hatırlıyorum: İYİ Parti ilk ortaya çıktığında yabancılar çok merak ediyorlardı Meral Akşener’i ve partiyi, çok soruyorlardı. Meselâ ABD’de Ortadoğu Enstitüsü’nün bir toplantısına gittiğimde Türkiye’yi tâkip eden çok sayıda kişinin ilk sorduğu şeylerden birisi oydu ve bir de tabiî Ekrem İmamoğlu — zâten parlayan bir yıldız olarak. Ama son dönemde sanki… ya da ben karşılaşmıyorum, sen çünkü değişik toplantılara filan katılıyorsun. Dış politika bağlamında değişik yerlerde ve Türkiye’den geldiğin için herhalde birtakım sorulara da muhâtap oluyorsun. Muhâlefeti soruyorlar mı ve özel olarak İYİ Parti’yi ve Meral Akşener’i soruyorlar mı? Bir ilgi ve merak var mı?
Suat Kınıklıoğlu: Son dönemde, senin de söylediğin gibi en çok sorulan aktör İYİ Parti ve Meral Hanım. Meral Hanım’ı çok tanımıyorlar. Meral Hanım’ı Batı medyasının tanıttığı biçimde ve özellikle 90’lı yıllardaki o İçişleri Bakanlığı dönemiyle târif ediyor genellikle yabancı basın. Ama tabiî kadın olması çok büyük bir avantaj. Muhâlefetin önemli bir aktörünün bir kadın olması kendi içinde önemli görünüyor. Fakat dediğim gibi onlar da, İYİ Parti de yeteri kadar dışarı çıkmıyorlar. Meral Hanım gördüğüm kadarıyla yurtdışı seyahati pek yapmıyor. Her ne kadar ekibi özellikle Rusya ve Ukrayna meselesinde çok doğru bir söylem geliştirmiş olsa da, çok vicdanlı ve Türk dünyasını da önceleyen Kırım Tatarları’nı önceleyen bir söylem geliştirilmiş olsa da, tabiî ki esas olan bu liderin yabancı başkentlerde bu görüşleri tekrarlayabilmesi, bunun organizasyonunun yapılması. Yani bugün eğer iktidâra tâlip olan bir partinin genel başkanı Berlin’e, Washington’a, Paris’e, Londra’ya, aynı şekilde Suudi Arabistan’a, karışık olmasa şu anda durum Tahran’a; yani bölgesine, sâdece Batı değil gerekirse Pekin’e de gidebilmesi, konuşabilmesi lâzım; görüşlerini, nasıl bir Türkiye hayal ettiğini, nasıl bir ülke tasavvur ettiğini anlatmalı yabancı muhâtaplarına. Şu anda bence tabiî artık seçim sath-ı mâiline girildi, bunun zamânını bulmak muhtemelen biraz zor olacak; ama seçime girmeden önce, yani şu sürece girmeden önce bunların yapılmış olması lâzımdı — ki Türkiye’de muhâlefet denilince akla gelen ilk isim ve bu muhâlefetin nasıl bir Türkiye tasavvur ettiği yabancı başkentlerde de biliniyor olmalıydı, ama olmadı. Fakat yine söylüyorum, diğer partilerle karşılaştırmak gerekirse İYİ Parti bana göre göreceli olarak daha iyi bir konumda, daha iyi bir performans sergiledi; ama dışarıda yeteri kadar tanındığına inanmıyorum. Yani dışarıda yeteri kadar bilinmiyor, zâten o yüzden de çok soruyorlar: “Ne düşünüyorsun Meral Hanım’la ilgili, İYİ Parti’yle ilgili? Ne öneriyorlar? Türkiye için ne istiyorlar? Nasıl bir dış politika öngörüyorlar?” vs. diye.
Ruşen Çakır: Peki son olarak senin o ikinci tweet’inde söylemeye çalıştığın hususa gelecek olursak. Tabiî ki ülkenin yeni iktidârını seçmen belirleyecek; belki Erdoğan tekrar seçilecek belki muhâlefetin adayı seçilecek. Ama bu anlamda dünyanın ve özellikle Batı dünyasının bir önemi de var. Batı’nın, Erdoğan’ın yeniden kazanma ihtimâlini yüksek görüyor olmasının Erdoğan’a nasıl bir hayrı var ve muhâlefete nasıl bir olumsuz etkisi var? Sonuçta oyu onlar kullanmayacak. Ama herhalde dış politika uzmanlarına hep en çok sorulan sorulardan birisidir bu. Yani klasik, seçimlerde dış politikanın ya da dünyanın nasıl algılandığının nasıl bir önemi var? Şu söyleniyor biliyorsun: “Ekonomi böyleyken, enflasyon bu kadar yüksekken, ABD’nin, Avrupa Birliği’nin kimi desteklediğinin, kimin hakkında ne düşündüğünün ne önemi var?” diye bir şey söyleniyor. Bunu sana soracak olursam ne dersin?
Suat Kınıklıoğlu: Bunu iki boyutuyla ele almak isterim. Birincisi, bu dünyada yalnız yaşamıyoruz. Herkes, her ülke ve her şey birbirini etkiliyor. Yani Afganistan’dan çıkan mültecinin ülkemize gelip İstanbul’un bir banliyösünde yaşıyor olması da bizi etkiliyor. İran’da kadınların başlattığı muhâlefet hareketinin yansımaları da bizi etkiliyor. Rusya ve Ukrayna’daki savaş da etkiliyor. Dolayısıyla Türkiye’de kimin iktidarda olacağı da dünyayı etkiliyor. Öncelikle komşularımızı ve dünyayı etkiliyor. Bir bu boyutu var. Evet, haklısın, seçimlerde dış politika birinci öncelikte bir konu değil; ama Türkiye zihinlerde ve kimliğinde o kadar bölünmüş bir ülke ki, önerdiğiniz dış siyâset sâdece teknik bir konu olmaktan çıkıyor; kim olduğumuza, nereye âit olduğumuza ve ne olmak istediğimizi de anlatan bir boyuta geliyor. Dolayısıyla o birtakım diplomatların bir başkentin unutulan bir toplantı salonunda konuştukları teknik bir konu olmaktan çıkıyor; Twitter’da, sosyal medyada, Zoom’da, YouTube’da kimliğimizi tanımlayan bir konum hâline geliyor. Bu birinci boyutu. İkinci tarafı ise, benim daha çok önemsediğim taraf; kimin kazanacağına yönelik olan algı seçim gecesi çok önemli olacak. Çünkü seçimin selâmeti ve seçimin güvenliği bence çok önemli bir konu olacak o gece, öncesinde ve sonrasında. Dolayısıyla eğer dışarıdaki beklenti ve algı, muhâlefetin kaybedeceği veya iktidârın devam edeceği yönünde ise, o gece olabilecek özellikle olumsuz şeyler bir şekilde o algıya yedirilebilir ve kabul edilebilir hâle gelebilir. Dolayısıyla muhâlefetin üzerinde bir ödev daha var. Eğer o geceyle ilgili, sayımla ilgili, seçim sonuçlarının toplanması, televizyonlara aktarılması vs. bununla ilgili bir endîşeleri varsa, dış dünyanın da bu süreci nasıl algıladığı ve gördüğü de seçimin selâmeti açısından önemlidir. Ben bunu birebir yaşadım. AK Parti’nin kapatılma dâvâsında, yurtdışının bu kapatılma dâvâsını nasıl algıladığı meselesi, içeride de ve dışarıda da çok önemli bir etki yaptı sonucunun tecellî etmesine. Dolayısıyla ben bunu küçümsememeleri gerektiğini düşünüyorum. Umarım olmaz, sâdece ihtiyâten söylüyorum. Umarım temiz, saydam, âdil bir seçim olur. Ama eğer olmazsa ve bununla ilgili birtakım şikâyetler, serzenişler, îtirazlar gündeme gelecekse; dış dünyanın bu seçimi ve muhtemel galibi nasıl algıladığı meselesi önemli olacaktır.
Ruşen Çakır: Suat, çok teşekkürler. Bayağı iyi bir yayın oldu. Sana İsveç’i de sormak isterdim; ama onu başka yayınlara saklayalım. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği ve Türkiye’nin pozisyonu meselesi şu anda çok güncel bir konu. Ama sanki sorunlar çözüldü gibi, değil mi? Öyle kısaca bir sormuş olayım yine.
Suat Kınıklıoğlu: Bu ara bir sessizlik var. Ben onu hayra yoruyorum. Biraz Amerikalılar’ın ve önemli Avrupa ülkelerinin de gayri resmî olarak Ankara’ya ilettiği bâzı mesajlar var. Yani birazcık artık, hani burayı toparlayalım, süreci tamamlayalım yönünde. Sanki Ankara da o mesajı alacak gibi. Zâten bunu seçimle birlikte de görmek lâzım. Ama tam olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi bu katılımı onaylamadan da oldu dememek lâzım.
Ruşen Çakır: Tekrar çok sağol Suat. İzleyicilerimize de bizi izledikleri için teşekkür ediyoruz. Suat Kınıklıoğlu’yla Batı’nın Türkiye’deki yaklaşan seçimleri nasıl tâkip ettiği ve kimin kazanma ihtimâlini yüksek gördüğünü konuştuk. Kendisine teşekkürler. Sizlere de teşekkürler. İyi günler.