Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Emre Erdoğan yazdı: Bir siyasi mesele olarak zaman

Alice Harikalar Diyarı’nın “Delilerin Çay Partisi” bölümünde Alice, Mart Tavşanı ve Şapkacı’yla bir çay masasının etrafında buluşur ve çay saatine hapsedilmiş Şapkacı’nın dramını paylaşır, Şapkacı için her zaman saat altıdır ve bu yüzden de sadece günleri gösteren bir saat kullanır, hep aynı saatteyseniz akrep ve yelkovana neden ihtiyaç duyasınız ki? Aslında son derece ciddi bir matematikçi olan Charles Lutwidge Dodgson modernlikle birlikte dayatılmakta olan zaman anlayışıyla dalga geçer: “Zaman ile iyi ilişkiler kurarsan, saat senin istediğin hemen hemen her şeyi yapar. Örneğin, var say ki saat sabahın dokuzu, tam derse başlama zamanı: Zaman’ın kulağına sadece fısıldaman yeter, saat bir çırpıda ilerleyiverir! Bir bakmışsın, bir buçuk, öğle yemeği zamanı!”, burada Zaman şey değil, kişi olarak anılır.

Bir asrı yıllara, yılı günlere, günleri saatlere, saatleri dakikalara ve dakikaları saniyelere bölüp bilgisayarlar sayesinde en küçük birimine kadar dilim dilim doğradığımız zaman -bu kez şey- aslında bize öğretilen ve umduğumuz gibi lineer, düz bir çizgi üzerinde akmaz, kendi kafasına göre uzar ve kısalır. Şapkacı’nın bahsettiği gibi sıkıcı bir konuşmayı dinleyen herkes zamanın akmadığını ve hatta durduğunu bilir, başka zamanlardaysa zaman “Su gibi akıp gider”. 

Sorun elbette zamanda değil, sorun, içinde yaşadığı doğaya illa ki bir hiza ve biçim vermek isteyen insan aklıyla yaşamın kendisindeki uyumsuzlukta. Zamanın fiziksel bir gerçeklik olmadığı konusunda fizikçiler uzlaştılar bile, Newton’ın Evren’i kusursuz bir saat olarak resmetmesi, Einstein’in veciz bir şekilde ifade ettiği gibi kocaman bir illüzyon, bahsetmemiz gereken şey zamanın kendisi değil, zamanı nasıl algıladığımız olmalı.

İnsanın zamanı algılayan tek canlı olduğu söyleniyor -nasıl bilindiyse- olaylar arasında zamansal bir sıralama kuran, eşanlı ya da birbirini takip eden olarak tasnif edebilen tek bir canlı varmış, o da insan. Vücudumuzun kendisine ait bir zamanı var, “Sirkadiyen Ritim” deniyor, günün 24 saat olmasına uyum sağlamış bir döngü ve beynimizdeki yaklaşık yirmi bin nöron tarafından kontrol edilen, ışığa duyarlı bir “büyük iç saatten” bahsediyoruz. Bu biyolojik saat, bütün varlıklarda var ancak olayları geçmiş, şimdi ve gelecek diye tasnif etme zaafı sadece insana özgü.

Zaman fiziksel bir gerçeklik değilse, zaman algımızı ne belirliyor derseniz, şunu dikkate atmamız gerekiyor. Alışık olduğumuz şeyleri çok da dikkat etmeden deneyimliyoruz, o zaman, zaman hızla akıp geçiyor. Yeni bir deneyimse karşılaştığımız, o zaman anlamamız biraz vakit alıyor, zaman yavaşlıyor. Hatırlamak dediğimiz şey hafızadaki bilgileri inşa etmek, bir olayın ne kadar sürdüğünü hatırlamaya çalıştığımızda birçok etken devreye girip “dünü” bozuyor. Üstelik iddiaya göre beynimizde birden fazla saat varmış ve hatırlarken aralarından biri yarışı kazanıp “Ne kadar sürdü?” sorusuna yanıt veriyormuş.

Zamanı yaratmayı insan beyni gibi kusurlu bir araca bırakınca, sonucun hatalı olması da kaçınılmaz. Örneğin bir deneyimi ölçtüğümüz süreden daha kısa ya da uzun olarak hatırlamamıza “Kappa etkisi” adı veriliyormuş, iki yolculuk aynı süreyi alsa bile, daha uzak mesafeli olanın daha uzun sürdüğüne inanmamız bu tür bir etki. Bir de “durmuş saat illüzyonu” var, zamanın ilerlemediğini ve durduğumuzu düşündüğümüz anlar, bilim insanları bu anların görmeyle algı arasındaki iletişimin kopmasıyla mümkün olduğunu söylüyorlar. “Oddball – Tuhaf Top” etkisi denen başka bir illüzyona göre de bir şeye dikkat kesildiğimiz zaman o an uzuyor ve yavaşlıyor. Bazılarına göre evrimin bize armağanı bu, beklenmedik bir uyaranla karşılaştığımızda onun dost mu düşman mı olduğunu anlamamız için gereken zamanı bu illüzyona borçluyuz. Hayatımızın tehlikeye girdiği anları hatırladığımızda her şeyin “yavaş çekim” olması, bu illüzyon sayesinde. Eğlendiğimiz zaman “zaman uçuyor”, sıkıcı bir işle uğraşırken duruyor. Başkalarının duygularını anlamaya çalıştığımızda zaman yavaşlarken, yaşlandıkça zamanın daha hızlı geçtiğinden şikayet ediyoruz, bu arada çocuklarda zaman algısı büyüdükçe gelişiyor. Aldığımız ilaçların, meditasyonun, yaşadığımız stresin ve psikolojik travmaların hepsinin zamanı nasıl algıladığımız üzerinde etkisi var.

Dünü, üstelik yanlış inşa ediyorsak ve sadece şimdide yaşıyorsak, gelecek ne? Zamanda fiziksel olmasa da zihnen yolculuk yapabilmek bir insan yetisi, gelecekte olabilecekleri şimdiymiş gibi sadece biz hayal edebiliyoruz, üstelik o deneyimleri fizyolojik olarak da hissedebiliyoruz, kendini kandırmanın çok iyi bir yolu… Bilim insanları geleceği düşlerken ve geçmişi hatırlarken beynimizi aynı şekilde kullandığımızı söylüyorlar, Hamilton müzikalinde söylendiği gibi “Ölümümü o kadar çok düşledim ki şimdi bir hatıra gibi…” cümlesi boşuna değil. Şimdiden kaçmak için daha iyi bir bizin olduğu geleceğe sığınmak güzel bir mücadele yöntemi.

Doğal olarak geçmişi hatırlarken ne kadar kötüysek, geleceği hayal ederken de o kadar kusurluyuz. Gelecekteki biz, şu andaki bizden çok daha iyi oluyor nedense ve işin kötüsü, gelecek dediğimiz şey de olduğundan daha yakın bir zaman. Şaşırtıcı değil, yakın gelecekte olacak iyi şeyleri daha sonra olacak daha iyi şeylere tercih ediyoruz. “Hiperbolik İndirgeme” adı verilen bu mekanizma veciz bir şekilde “Bugünkü tavuk yarınki kazdan yeğdir” olarak özetleniyor, kısa vadeli ödüllere odaklanmamızı sağlayan bir tür miyopluk. Ekonomistlerin ve psikologların çok kafa yordukları bir mesele bu, hatta önlerine bir kutu kurabiye konduğunda daha fazlası için bekleyebilen çocukların yaşamda daha başarılı olduklarını bile öne sürüyorlar.

Demokrasinin aslında miyopik bir durum olduğunu söyleyenler var. Siyasetçiler her zaman kısa vadeli güzel öneriler sunuyorlar insanlara, seçmenler de uzun vadeli kazançlardansa yakın gelecekteki kazançlarına bakıyorlar. Aslında önlerine bir kutu kurabiye konulan çocukların kararlarını etkileyen bir mesele de burada, çocuklar “Bekle, daha fazlası var!” diyen kişiyi tanıyorlarsa bekliyorlarmış, yok yabancıysa hemen yemeye koyuluyorlarmış. Seçmenin de siyasetçi vermişken almaması beklenemez herhalde, aradaki güvensizlik ilişkisi göz önünde tutulursa.

Aslında zamanın feci halde bir siyasi mesele olduğunu ayrıca belirtmemize hiç gerek yok, sabahın kör karanlığında işe gitmek için koyulduğumuz her gün bize bunu hatırlatıyor. Newton’un “dev evrensel saatiyle” ulus-devletin neredeyse aynı anda zuhur etmesinden anlamamız gerekirdi bunu. Başlangıç noktası nedense Greenwich olan standart zaman dilimlerinin icat edilmesinin sebebi, trenlerin istasyona varış saatini düzenlemek, İspanyollar akşam yemeğini gün ışığında yesinler diye değil. Fabrikadaki işçilere bir düzen vermeyi isteyen Taylor’ın elinde kronometresiyle dolaşması şaşırtıcı değil, kontrolörlerin işi zaten zamanı kontrol etmek. Bizim de kendimize ait bir öykümüz var elbette, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün mucitleri Hayri İrdal ve Halit Ayarcı’nın dertleri ülkedeki her saatin aynı anda aynı saati göstermesidir, bunu başarabilmek için kocaman bir bürokrasi kurmaya girişirler, neticede “Refahın yolu sağlam bir zaman anlayışından geçer”.

Bir de sabır meselesi var. İnsanın olmasını çok arzuladığı bir şeyin gerçekleşmesini beklerken kendisine telkin etmesi söylenen sabır, “Sabret gönül bir gün olur bu hasret biter” şarkısında söylendiği gibi. Batı felsefesi sabır kavramını ya normatif bir mesele olarak görmüş, ya da Budizm’e havale etmiş. İnsanların sahip olması gereken bir erdem olarak tanımlanan sabır, “Sabır acıdır ama meyvesi tatlıdır” gibi deyimlerde ifadesini bulmuş. Aslında sabretmek dediğimiz şey, zaman konusunda kendimizi manipüle etmekten başka bir şey değil, zihni zaman yolculuğumuzda her şeyin daha güzel olduğu, daha iyi bir ana varabilmeyi umut etmek ile ilişkili. Evrimsel psikolojinin “Her şerde hayır vardır” şiarını benimsemek zorunda olmasak da sabretmeyi mümkün kılan zihni kusurumuzun yaşadığımız zor günleri katlanılır kılmak için yaşamsal bir işlevi var, kıymetini bilelim.

Dünün ve yarının zihnin bir inşası olduğu, bugününse sürekli ölümlülüğümüzü hatırlattığı bir yaşamda, saatin 12:00’dan 00:01’e bir dakikalık yolculuğunun yepyeni bir başlangıç olduğu yanılgısına sıkı sıkıya sarılalım, her gün olan bir şey değil nasıl olsa. Zamandan bahsedip Tanpınar ile bitirmemek olmaz, 2023 güzel bir yıl olsun.

Ne içindeyim zamanın,

Ne de büsbütün dışında;

Yekpâre, geniş bir ânın

Parçalanmaz akışında.

Ahmet Hamdi Tanpınar

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.