Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Öner Günçavdı yazdı: Sivil siyaseti dışlamadan ekonomik dönüşüm sağlamak – Sonuç

II. Dünya Savaşı sonrası dönemdeki kalkınma pratiklerinin sonucu olarak sabit sermaye birikiminin nasıl ve hangi iktisadi faaliyetler üzerinden yapıldığı ele alınırken, birikim sürecinde yaşanan tıkanmaların nasıl aşıldığını önceki altı yazımızda tartışmıştık.

Türkiye örneğinde bu tıkanıklıkların aşılmasında sivil siyaset etkisiz kalmış, ülke siyasi sistemi defalarca dışsal müdahalelere açık hale gelmiştir. Askeri darbeleri bu dışsal müdahalelere örnek olarak düşünmek gerekir.

İşbaşındaki her siyasi iktidar, kendi yönetimi altında belli bir sermaye birikim süreci tanımlar ve o birikimi gerçekleştirecek nitelikte ekonomi politikaları uygulamaya koyar. Bu aynı zamanda iktisadi kalkınma pratiğinin beklenen sonuçlarındandır. Hatta diyebiliriz ki her siyasi iktidarın belli bir sermaye birikim sürecine önderlik etmesi zorunludur. Aksi halde ne sürdürülebilir bir refah modeli ortaya konulabilir ne de iktidarın sürekliliğini sağlayacak kamuoyu desteği üretilebilir.

Ancak bir noktadan sonra, benimsenmiş olan birikim modelinin sürdürülebilmesi yeterli iktisadi kaynak olmadığı için zorlaşabilir. Bazen de tercih edilen birikim modeli ekonomide ortaya çıkan yeni koşullara uygun olmayabilir. Böyle zamanlarda bu birikim modelinde ısrar etmek, kaynaklar elvermediği için fiyatlardaki artışlarla kendini belli eder. Yüksek faiz, yükselen kur ve enflasyonun ortaya çıkması, aslında izlenen birikim modelindeki tıkanıklıkların habercisidir. Tıpkı bugün olduğu gibi.

Bir birikim modelinin sürdürülebilirliği zora girdiğinde birikim modelinin değiştirilmesi gerekli olabilir. Ancak gelirleri ve refah düzeyleri bu birikim modeline bağlı olan kesimlerin muhalefeti genellikle siyasi iktidarların bu dönüşüme rıza göstermesini engeller. Tüm yarattığı ekonomik sıkıntılara rağmen, eskimiş, modası geçmiş ve iktisadi koşullarla uyumu bozulmuş birikim modeli toplumun tüm kesimlerine refah üretmek için değil de, daha çok gelirleri bu modelle bağlı olan dar bir kesime refah transferi yapmak için kullanılmaya başlanır. Siyasiler bu şekilde, bu modelin etrafında toplanmış kesimlerin siyasi desteğini alarak iktidarda kalmaya çalışırlar.

Türkiye ekonomisinde geçmişte yaşadığımız ekonomik krizlerin ana sebebi, iktidarların birikim modelini değiştirmenin doğuracağı siyasi risklerle yüzleşmek istemeyen siyasetçilerin, bu şekilde ekonomik koşullarla uyumunu kaybetmiş birikim modellerinde ısrar etmeleridir. Sırasıyla 1958, 1960, 1970’lerin başları, 1979-1980, 1988-1990, 1994, 1998 ve nihayet 2001 krizlerinin ortak noktaları hep budur.

Sivil siyasetin bu krizleri aşmak için gösterdiği gayret yeterli olmadığında, birikim modelinin değişimi için iktisadi sisteme dışarıdan müdahaleler zaruri olmuş ve genellikle askerlerin müdahaleleriyle birikim modeli ve bunun etrafında oluşan iktidar koalisyonları değiştirilebilmiştir.

Bu bakımdan ülkemizdeki askeri darbeleri sadece siyasi gelişmelere dayamak doğru değildir. Zira askerlerin gerek sivil bürokrasi ile gerekse iş çevreleri ile güçlü ve uzun süreli iş ilişkileri bulunmaktaydı. Aslında onları böyle müdahalede bulunmaya teşvik eden de, bu ilişkiler ve bu kesimlerden gördükleri destekti. Bu yüzden iktidara geldiklerinde ekonominin yönetiminde ciddi sorunlarla karşılaşmadılar. Bu desteği, değişimin ortaya çıkardığı toplumsal muhalefeti bastırmak için son derecede kullanışlı ve pratik bir araç olarak kullandılar.

Bugün iktisadi olarak yaşadığımız sıkıntılar 1988’deki koşullara benzerlik gösteriyor. O günlerde iktidar olan ANAP ve Başbakan Turgut Özal, iktisadi sıkıntıları aşabilmek için 32 numaralı kararnameyi çıkartarak ekonomide karşı karşıya kalınan mali kaynak sıkıntısını aşmaya çalışmış ve bu kararla ekonominin kurumsal yapısında çok önemli bir değişikliğe imza atmıştır. Sermaye akımları serbest bırakılırken, yüksek faiz uygulamasıyla ülkenin tasarruf açığı yabancıların getireceği finansal kaynaklarla kapatılmaya başlanmıştır. Bu değişiklik o günlerdeki birikim ve refah modelinin bir süre daha devam ettirilebilmesine olanak sağlamıştır.

Bugün de AKP iktidarı ekonomide bunun tam tersi kurumsal değişikliklere giderek, mevcut sermaye birikim modelini devam ettirmeyi hedefliyor. Bu da bugünkü birikim modelinin en önemli unsuru olarak görülen düşük tutulan faizler ve yüksek ama istikrarlı kur, mali piyasaların kurumsal yapılarında tahribat yapılarak sürdürülmeye çalışılıyor. Yaptıklarını kamuoyunun dikkatlerinden kaçırma telaşı ile 32 numaralı kararnamenin gereklerine tamamen ters uygulamalar ile seçime kadar zaman kazanmanın peşindeler. Ancak bu birikim modelinin devam etmesi ülkeyi önü alınamayan yüksek enflasyon sarmalına mahkûm hale getiriyor.

Görünen o ki, iktidar seçimi kazanırsa bu modeli sürdürmeye devam edecek. Modelin sürdürülebilirliğini sağlayacak koşulların olmaması ister istemez iktidarın önleyemeyeceği yüksek enflasyonist bir süreci tetikleyecektir. Toplumun tamamı için refah üretmekte yetersiz kalacak olan bu birikim modeli, ekonomide hâlihazırda üretilen refahın iktidara yakın çevrelere yönelik olarak yeniden dağıtımını sağlamak için kullanılacaktır.

Birikim modeli ve iktidarın geleceğini, bu sürece toplumun daha ne kadar tahammül göstereceği belirleyecektir. Zira bugün için ülkedeki iktisadi ve siyasi gidişe dışarıdan müdahale edecek askeri bir yapı bulunmuyor. Ancak onun yerine, sivil iktidara sadık güvenlik ve adalet bürokrasisi daha önce askerlerin eliyle yapılan müdahaleler ve baskıcı yönetim pratiklerini, sivil siyasi liderlerin hizmetine sunuyor. Anayasanın ve hukukun dışına çıkan eylemler de bu bağlamda dışsal bir müdahale olarak görülebilir.

Bu kez yapılan bu müdahaleler geçmiştekilerden farklı olarak birikim modelinde bir değişimi öngörmek yerine,  daha çok mevcut birikim modelinin sürdürülebilirliğini sağlamaya yönelik olacaktır. Zira siyaseten iktidarın yıpranmışlığı onun eski birikim modeli etrafında kümelenmiş kesimleri terk edip, yeni bir birikim modeli etrafında kümelenmiş yeni bir iktidar koalisyonu yaratmasına imkân vermemektedir.

15 Temmuz 2016’daki askeri darbe girişimi ülkenin darbe geleneğini sürdürmeye ve iktisadi birikim sürecini değiştirmeye yönelik bir dışsal müdahale gibi görülse de, yol açtığı sonuçlar bakımından geçmişte başarılı olmuş darbelerden çok da farklı sonuçlar doğurmamıştır. Bir farkı, o günlerde askerler yönetim erkini otoriter bir tarzda kullanırken, askerlerin başarısız girişiminin yol açtığı sivil siyaset aynı otoriter rejimi ülkede kurmuştur.

Bir diğer önemli farkı ise geçmişteki darbelerin her biri ülkede geçerli olan sermaye birikim modellerine müdahale ederek, onu değiştirmiş ve yeni birikim modeli etrafında yeni bir iktidar koalisyonu oluşturmuştur. Ancak hemen hemen hepsinde dönüşüm, kalkınma bakımından daha “ileri” olan sermaye birikim modeline doğru gerçekleşmiştir. Örneğin 1950’lerdeki ticari sermaye birikim sürecinin 1960 darbesi ile sanayi birikim sürecine dönüştürülmesi gibi. Ya da 1980’lerde olduğu gibi, sanayi birikim süreçlerinin uluslararası rekabetçilik kriteri etrafında yeniden organizasyonuna yönelerek…

Oysa 15 Temmuz 2016 sonrasında AKP iktidarı kendine bağlı, kendi sözünden çıkmayacak ve kamu kaynaklarından beslenecek inşaat ve ticari faaliyetlere dayanan bir sermaye birikim sürecini başlattı. Bugüne kadar bu birikim modelinin bileşenlerine, özellikle kamu kaynakları üzerinden ciddi miktarlarda servet transferleri yaptı. AKP kendi sermaye grubunu, biraz da “modası geçmiş” bir yöntemle yaratmaya başladı.

Aslında oluşturulan refah üreten bir sermaye birikim süreci değildi. Daha çok tüketen, hâlihazırda var olanın yeniden dağılımını sağlayan bir birikim modeliydi. Tıpkı 1990’lı yıllarda olduğu gibi. Bu nedenle ekonomide görülen çalkantılar ve ortaya çıkan makroiktisadi istikrarsızlıklar normaldi. Ama çok daha ilginç olan, yıllarca kendisinin geçmişteki siyasi yapı ve düşüncelerden farklı olduğu iddiasında bulunan iktidarın, aradan geçen yirmi yılın sonunda geçmişin benzeri olan bir düzenden medet ummaya başlamasıdır. Bu aynı zamanda ibretlik bir durumdur, hem iktidar hem de Türkiye için.

İktidarın 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında oluşturmaya çalıştığı sermaye birikim modeli, Türkiye iktisat tarihinde görülen en ilkel birikim modelidir. 1950’li yıllarda Demokrat Parti’nin (DP) izlediği altyapı ve bayındırlık yatırımları üzerinden ülkede yeni bir ticari sermaye birikimi süreci başlatılmıştı. AKP iktidarı da çareyi 1950’lerde uygulanıp bitmiş olan sermaye birikim modelinde bulmuştur. Bu niteliği ile iktidarın kendine bağlı bir sermaye grubu yaratmayı amaçladığı ve kaynakları geçmiş tecrübelerde aradığı bu birikim modeli, “gerici” bir özellik göstermektedir.

İktidarın, 14 Mayıs’ta yapılacağı açıklanan genel seçimlere yönelik kampanyasını DP’nin 1950 yılındaki siyasi söylemlerini kullanarak başlatması sanırım kaderin garip bir cilvesi olarak görülebilir.

Oysaki geçmişteki her bir dışsal müdahale sonunda kalkınma süreci bakımından sermaye birikimi çok daha ileri seviyelere taşınmıştır. Önce ticari sermaye birikiminin sanayi sermaye birikimine dönüşümü sağlanmış, ardından sanayi sermaye birikiminin uluslararası rekabetçilik kriteri bakımından yeniden organizasyonu, yapılandırılması gerçekleştirilmiştir.

Maalesef 15 Temmuz, ülkemizde tüm birikim sürecini geriye götüren ve bunun için kaynak tüketen bir dönüşüme vesile olmuştur. Tıpkı 1950’lerde olduğu gibi, bu birikim modeli döviz tüketimi yüksek olan bir birikim modelidir ve sürdürülebilirliği dışarıdan gelecek sermayenin sürekliliğine bağlıdır.  Dışarıdan kaynak temininde sıkıntı yaşandığı bir durumda böyle bir birikim modelinin ülkedeki makroiktisadi istikrarı bozucu etkisi kaçınılmazdır. Bugün Türkiye’de yaşadığımız tam da budur. Çözüm ise bu birikim modelini değiştirmek; hatta dönüştürmektir. Günümüzün iklim, çevre ve bölüşüm gibi öncelikleri gözetecek şekilde sanayi üzerinden sermaye birikimi modeline geri dönmektir.

Neoliberal düşüncenin tüm dünyada hâkim olmaya başladığı 1980’lerde, sanayi üzerinde gerçekleştirilecek sermaye birikiminin uluslararası rekabetçiliği gözetecek nitelikte olması gibi, bugünkü birikim süreçleri de çevreye karşı duyarlı, geçmişe göre çok daha kapsayıcı bir birikim modeli olmak zorundadır. Dönüşümün kriterleri bugün için bunlardır.

Peki, olmazsa ne olur?

Mevcut sermaye birikim modelinin bu şekliyle sürdürülebilmesi mümkün değildir. Bu model refah yaratan değil, mevcut refahı yeniden dağıtan bir modeldir. Uzun süre toplumda bu modele yönelik kamuoyu rızası üretebilmek mümkün olmayacaktır.

Daha çok dış kaynağa ihtiyaç duyan böyle bir modelde, dış kaynak bulamadığında içeriden kaynak bulmanın ve bunun için de ekonomideki makroiktisadi istikrarı tehlikeye atmanın göze alınması gerekecektir. Bu da zaman içinde toplumsal muhalefetin güçlenerek iktidarın karşısına geçmesine neden olacaktır.  En azından beklentimiz bu yöndedir.

Sermaye birikim sürecinin dönüştürülme meselesi muhalefet için de aynı derecede önemlidir. Önümüzdeki seçimde iktidara gelinmesi halinde, bu dönüşümü gerçekleştiremeyen bir muhalefet kendini 1990’lı yıllardaki siyasi rekabetin içinde bulacaktır. Bu da refah yaratan değil, ama mevcut refahın yeniden dağıtımını amaçlayan bir birikim modelinin devreye sokulmasıyla sonuçlanır ki ekonomideki istikrarı tamamen bozar. Ülke 2001’deki gibi büyük bir krizi beklemeye koyulur.

Tecrübelerimiz bundan kaçınılması gerektiğini göstermektedir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.