Depremin dördüncü gününe Hatay-Antakya merkezde girdik. Gece ve sabahın erken saatleri oldukça soğuktu. Merkezde çeşitli bölgelerde farklı farklı belediyelerin mobil büfeleri, hem sıcak çorba hem de peynir, zeytin, reçel ve patates kızartması içeren kahvaltı dağıtıyordu. Saat 07:30 gibi erken bir saat olmasına rağmen büfeler önünde azımsanmayacak uzunlukta kuyruklar oluşmuştu.
Kahvaltı kuyruğunda tanıştığımız ilk kişi Kıbrıs’ta üniversite okuyan bir gençti. Annesi ve kardeşi enkaz altında olan genç, depremin ertesi günü Antakya’ya gelmiş ancak herhangi bir profesyonel arama-kurtarma çalışması yapılmadığı için ailesini enkazdan çıkaramamış. “Ben Kıbrıs’tan geliyorum. Bakıyorum devlet gelmemiş, bu nasıl iş?” diye isyan eden genç, gözyaşlarını tutamayarak Hatay’ın bir daha asla eskisi gibi olamayacağını söyledi.
Aynı sırada sıcak çorba için bekleyen iki kişi bize buralı olup olmadığımızı sordu. İstanbul’dan geldiğimizi, gazeteci olduğumuzu söyleyince “Anlatalım da ne halde olduğumuzu görün, gidin yazın” diyerek kalan son yakıtlarıyla Ortaklar Köyü’den merkeze erzak almaya geldiklerini, köylerinin yıkılmadığını ancak herkesin sokakta sabahladığını, hiçbir yardım gelmediğini ve şaşırmış durumda olduklarını anlattı.
Şehir merkezine artık çok sayıda yardım ve gönüllü ekip gelmişti. Merkezde yiyecek ve gıda sorunu nispeten çözülmüş görünse de şehirde hâlâ elektrik, su ve internet yok.
Konuştuğumuz gönüllülerin ve Hataylı yurttaşların en çok dile getirdiği şey hijyen problemi. Antakya’da hâlâ tam anlamıyla tuvalete girilebilecek hiçbir yer yok.
Öğleden sonra Antakya’nın farklı mahallelerini gezmeye karar verdik. Bugün merkezden biraz uzaklaşıp ilk geldiğimiz mahalle Esentepe’ydi. Burada durum oldukça kötüydü. Mahalledeki pek çok enkazda arama kurtarma çalışmaları yeni başlamıştı ve çoğu enkazdan kimse canlı birini çıkarmayı beklemiyordu.
Esentepe Mahallesi’ndeki Hatay Asri Mezarlığı’nın önünde ölüsünü araçla getiren pek çok kişi gördük. Kimi bagajda taşıyordu, kimi arka koltukta. Mezarlığın girişinde sağ tarafta ise bir aile yaktıkları ateşin başında oturuyordu. Yanlarına gidip konuşunca Suriyeli göçmen bir aile olduklarını öğrendim. Üç küçük çocuğun olduğu ailede anne ve baba Türkçe konuşamıyordu. Yanlarındaki akrabalarının yaptığı çeviriyle aile bize kimliklerinin ve bütün paralarının enkazda kaldığını, evlerinin yerle bir olduğunu, deprem gecesinden beri mezarlıkta kaldıklarını dile getirdi. Baba bize geceleri uyudukları eski cenaze aracını gösterdi. Adana’ya gitmek istediklerini ancak otobüslerin çocuklar için dahi kişi başı 600 lira istediğini anlatan aile, bizden yardım ihtiyaçlarını duyurmamızı istedi.
Mezarlığın tam karşısındaki Kartapu Apartmanı ise bizi hem felaket hem de bir umut ışığıyla karşıladı. 15 yaşındaki Suriyeli Luna’nın enkazdan sesi geliyordu. Bizim saat 14:30 civarı takip etmeye başladığımız kurtarma çalışmaları bu haberi yazdığımız 23:00 sularında da devam ediyordu ve Luna enkazdan hâlâ ses veriyordu.
Luna kazı yapan madencilerle konuştuktan sonra, bir gün önce aynı enkazdan çıkarılan babasıyla da konuştu. Babasına ilk sorduğu soru ise “Annem nasıl?” oldu.
Luna’nın annesi ve üç kardeşi hâlâ enkaz altında. Ve arama kurtarma çalışması yapan ekipler ne kadar seslense de onlardan ses alamadılar.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.