Medyascope’a yazdığım ilk yazının başlığı ‘‘Hepimizin yeni bir hikayeye ihtiyacı var’’ idi.
Geçtiğimiz yıl Ağustos ayında, HDP’nin Diyarbakır İstasyon Meydanı’nda düzenlediği mitingdeki gözlemlerim bu başlığı seçmeme vesile olmuştu.
Kürtlerin uzun bir mücadele ardından elde ettikleri siyasal kazanımları ve görece huzur ortamını tarumar eden AKP-MHP iktidarına nihayet bir son verme ihtimali taşıyan genel seçimlerin startının verildiği bu mitinge katılım azdı. Heyecan ise hiç yoktu.
Zira, hiç kimse seçimlere giderken ya da seçimlerden sonra oluşabilecek herhangi bir siyasal denklemde Kürt sorununa barışçıl bir çözümün gündeme geleceğini düşünmüyordu.
AKP-MHP iktidarı aslında sadece Kürtlerin elde ettiği siyasal kazanımları ve görece huzur ortamını tarumar etmedi…
Birkaç ay sonra yüzüncü yılını idrak edecek olan Türkiye Cumhuriyeti’ne dair bilinen her şey de bu iktidar döneminde tarumar oldu.
Devletin işleyişi ve yapısı değişti, kurumlarının içi boşaltıldı; devletiyle her daim bölünmez bir bütün kabul edilen millete dair yeni devlete uygun sınıfsal, kültürel, siyasal kodlar türetildi.
Üstelik tüm bu olanlar göstere göstere, adeta bir meydan okuma edasıyla gerçekleştirildi.
2018’de, genel seçimler sonrası iktidar sahnesine ‘‘Başkan” olarak çıkan Erdoğan açıkça söylemişti: ‘‘Geçmişte yol açtığı siyasi, sosyal ve ekonomik kaoslar sebebiyle ülkemize çok büyük bedeller ödeten bir sistemi artık geride bırakıyoruz’’.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bu açıklama, tevellütü 1923 olan Türkiye Cumhuriyeti’nin ölüm ilanı niteliğindeydi.
Tam da bu nedenle, Artı Gerçek’te 2018 genel seçimleri sonrası kurulan yeni hükümeti tartıştığım yazının başlığını ‘‘Bir cenaze töreninin ardından’’ koymuştum.
Fakat tüm bunlar olurken, Türkiye’de ne siyasal ne toplumsal muhalefet güçlü bir itirazda bulunabildi. İtiraz edenlerin de gücü gündemi belirlemeye yetmedi.
Yıkım gün be gün iktidardan devlete, devletten toplumun kılcal damarlarına kadar derinleşerek yayılırken, kahir ekseriyet yaşadığı her bir şokun ardından, Aziz Nesin’in bir hikayesinde geçtiği gibi, ‘‘Du bakali nolcek?’’ moduna girdi.
Bu ‘‘Du bakali nolcek?’’ modu, sanırım, biraz da Cumhuriyet’in kurucu ve mevcut durumda ana muhalefet partisi olan CHP’nin eninde sonunda bir aksiyon alacağı beklentisine dayanıyordu.
Ancak, herkesin malumu olduğu üzere CHP liderinin söylediği en fazla ‘‘Böyle bir şey olabilir mi?’’, yaptığı ise iktidar denkleminin bir benzerini muhalefette kurmak oldu.
Ve sistem kitlendi…
Bir seçim yapılacak olsa bile Türkiye’nin girdiği yolda herkesin nihayet nefes alabileceği bir “exit’’e ulaşılamayacağı görüldü…
Onun için, Diyarbakır İstasyon Meydanı’ndaki gözlemlerimi tüm Türkiye’ye teşmil ederek, aslında hepimizin yeni bir hikayeye ihtiyacı var demiştim 2022’de…
Nihayetinde, yıl 2023 oldu…
Acaba hangi ittifakın labirentinde boğulmaya devam edeceğiz diye beklerken, bir depremle birlikte yalnızca milletin değil, devletin de çatısı çöktü…
Seçimler ne zaman yapılacak olursa olsun, her anlamda bir yeniden kuruluş gelinen aşamada kaçınılmaz görünüyor.
Bu yeniden kuruluş fırsatının görünen tek siyasi sermayesi ise bir önceki yazımda da altını çizdiğim ‘‘millet’’ düzleminde tezahür eden dayanışma ve duygu birliği.
Birkaç ay sonra elli iki yaşında olacağım. Kendimi bildim bileli Türkiye’deki siyasi gelişmeleri yakından izlemeye çalışırım. Seçtiğim meslek icabı da elimden geldiğince Türkiye’nin tarihinde ne olmuş bitmiş okumaya, öğrenmeye çabaladım…
Fakat bu deprem sonrası yaşanan biçimde ve ölçekte toplumsal ve tümüyle sivil bir seferberliğe hiç şahit olmadım. Söz konusu dayanışma ve duygu birliği eliyle her şeyden önce kuruluşundan bu yana Türkiye Cumhuriyeti’nin doğusu ve batısı arasında yıllar içinde açılan mesafe sanki azaldı; neredeyse kopma noktasına gelen toplumsal bağı tamir etmek için olağanüstü bir fırsat doğdu. Daha da önemlisi, bu fırsat anında Türk-Kürt farklılaşması, çatışması silikleşti, en azından ‘‘millet’’ düzleminde bir ortak kader duygusu ve zemini yakalandı.
Geçtiğimiz günlerde konuştuğum Kürdistan Komünist Partisi Genel Başkanı Sinan Çiftyürek dikkatimi çekti: ‘‘Sen yazında insanların hala ‘Allah devletimize zeval vermesin’ dediğini yazmışsın ama ben burada depremzedelerin arasında böyle dendiğini duymadım. Mesela Adıyaman’ın Balyan köyünden biri daha bugün ‘Artık Allah devlete zeval vermesin demiycez, Allah milllete zeval vermesin diycez’ dedi’’.
Çiftyürek ve sahada günlerdir depremzedelerle birlikte olan başkalarından da anladığım şu ki, devletle zayıf da olsa bir bağ kurabilmiş olan Kürtler bile artık devletten umudunu kesmiş ama bu milletten umutlu…
Bugün deprem felaketinin adresi tüm Türkiye. Ama yarın, bu seferberlik hali ister istemez yoğunluğunu kaybettiğinde, herkes yavaş yavaş evlerine çekildiğinde ateşin en çok düştüğü yeri yaktığı daha iyi anlaşılacak. O gün, herkesten çok Kürtler ağır bir bedelle karşı karşıya olduklarını görecek. Çünkü bu depremin adresi Türkiye olsa da merkez üssü on ilin çoğunluğunu oluşturanlar Kürtler. Ve bugün Kürtleri Türkiye’ye bağlayan tek kaynak da millet düzleminde yaşanan bu dayanışma ve duygu birliği.
Dolayısıyla, Türkiye enkazından yeşeren bu yeni ortaklaşma deneyiminin korunması, çoğaltılması ve sürdürülmesi gerekiyor. Sadece Kürtlerin devletle kuramadığı bağı milletle kurmasının yarattığı tarihi fırsatı kaçırmamak için değil. Yeniden kuruluşun kaçınılmaz olduğu bir anda, nihayet herkesin nefes alabileceği bir ‘‘exit’’e ulaşmak için de gerekli bu…
Yani ‘‘Du bakali nolcek’’ demenin zamanı değil artık.
Zira olan oldu…
Yeni bir hikaye yazmanın zamanı geldi.
Bu yeni hikayeyi yazacak biri varsa, o da belli ki devlet değil, bu millet…