Türkiye’nin kader seçimine 51 gün kaldı. Bugünün (24 Mart) son dakika gelişmesi Yeniden Refah Partisi ve HÜDA PAR’dan geldi. Yeniden Refah Partisi, Cumhur İttifakı’na katıldı. Parti yetkilileri ittifak protokolüne imza atmak için Yüksek Seçim Kurulu’na geldi. Öte yandan, cumhurbaşkanlığı seçiminde Cumhur İttifakı’na destek vereceklerini açıklayan HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, 14 Mayıs seçimlerine AKP listelerinden gireceklerini duyurdu.
Peki şimdi ne olacak? HDP’nin örtülü desteği Kılıçdaroğlu’na istediği oy oranını sağlar mı? Muharrem İnce’nin başarı şansı ne? 100 bin imzayı kimler toplayabilir?
Ruşen Çakır ve Kemal Can, Haftaya Bakış’ta tartışıyor.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız ve haftanın öne çıkan olaylarını Kemal Can’la konuşacağız. Kemal, merhaba.
Kemal Can: Merhaba Ruşen.
Ruşen Çakır: Haftanın öne çıkan çok olayı var, ama en son, sıcağı sıcağına, son bir saatin olayıyla başlayalım.
Kemal Can: Günün olayı.
Ruşen Çakır: Evet, en önemli gelişme, Yeniden Refah Partisi tekrar çark etti ve Cumhur İttifâkı’na dâhil oldu. Fatih Erbakan 50 binin üzerinde imza toplamışken cumhurbaşkanı adaylığından vazgeçti. Bu arada HÜDA PAR da Cumhur İttifâkı’na parti olarak dâhil oldu; ama AKP listelerinden seçime gireceğini, onun dışında seçime girmeyeceğini îlân etti. Böyle bir bomba olayla başladık ve tekrar başladığımız yere döndük. Yeniden Refah’ın çekilmesinin ardından, “Acaba HÜDA PAR’da da sorun çıkar mı?” denmişti. Sonuçta birisinin sorunu hallolunca diğerininki de hallolmuş. Cumhur İttifâkı, Erdoğan, artık alabileceği her şeyi almış gözüküyor ittifakta. Sonuçta ortaya, içinde AKP-MHP-Büyük Birlik Partisi-Yeniden Refah Partisi ve HÜDA PAR olan acayip bir koalisyon çıktı.
Muharrem İnce kısmına gelmeden önce şunu söyleyeyim: Ben bu konuyu sıcağı sıcağına, Gülçin Karabağ ve Gökçe Çiçek Kösedağı ile yayında yorumladım biraz önce ve bunun, aslında muhâlefetin işini kolaylaştırabileceğini söyledim. Onun için sen nasıl değerlendirdiğini anlat, sonra biraz üzerinde konuşalım.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Kemal Can: Bu ihtimaller konuşulurken de değerlendirmiştik aslında. İşin iki boyutu var. Birincisi, ittifakta olmalarının ya da olmamalarının matematik birtakım sonuçları olacak. Çeşitli anketlerde oyu %1-1,5 çıkan Yeniden Refah Partisi daha da az çıkar. Ama bölgesel olarak bir oyu olan, bâzı merkezlerde blok oy çıkartabilecek, o anlamda da lokal bir etkisi olabilecek HÜDA PAR var. BBP’nin, daha önceki seçimde de zâten AKP listelerinden girmişliği var. Ortaya çıkan bu dalgalanmaların sonunda toplam matematik sonucu, Cumhur İttifâkı’nı bir anda bambaşka bir sayısal seviyeye taşımış olması ihtimâli zayıf. Üstelik bu böyle bir dalgalanma ile yaşandığı için ve açıkçası Yeniden Refah Partisi’nde, daha önce Fatih Erbakan’ın da bizzat söylediği gibi, seçmeninin bir kısmının bu konuda özellikle Cumhur İttifâkı’yla ilgili birtakım rahatsızlıklarının olması da söz konusu olunca, anketlerde görünen o %1,5’un tam olarak bu toplama dâhil edilip edilmeyeceği tartışmalı bir şey. İşin böyle bir matematik tarafı var. Ama sonuçta, daha önce muhâlefetin yaşadığına benzer biçimde bir “eşeği kaybedip bulma” hâdisesi oldu bir hafta içerisinde. Oldukça kötü yönetilmiş bir pazarlık süreci, ilginç ifâdelerle yapılan bir ret, sonra tuhaf biçimde toparlanıp birdenbire dönülen başka bir hamle.
Bu meselenin siyâsî tarafına gelince, o senin dediğin tablo çok belirleyici. Cumhur İttifâkı’nın, seçmen gözünde ve kendisinin algısında neye tekabül ettiğini gösteren bir şey. AKP’yi bu ittifâkın ana unsuru sayarsak, senin söylediğin gibi, ittifâka dâhil olanlar MHP, BBP, Yeniden Refah Partisi ve HÜDA PAR. Bu, 70’lerin siyâsî yelpâze mantığıyla, Türkiye’de temel siyasi akımları böyle bir yelpâze içerisinde yerleştirirken ifâde edilen “radikal sağ, aşırı sağ” diyebileceğin en uç unsurları toparlayan ve sâdece o unsurları yanına katan değil, onların taleplerine cevap verecek biçimde onlarla ittifak kuran bir AKP tablosu var. Türkiye’de 20 yıldan daha uzun bir süredir –aslında AKP iktidârında iyice belirginleşti, ama ondan önce başlayan bir süreç bu–, siyâsî merkezin hızla kendi sağına doğru ilerlediği, sıklet merkezinin iyice sağda oluşmaya başladığı, iyice uca kaydığı bir tablo görüyorduk. Şimdi bu tablonun içerisinde, iktidar ittifâkı, kendi sağına yaslanarak, ama sâdece kendi sağını kendisine çağırarak değil, onun bütün taleplerine cevap verecek biçimde… Önce İstanbul Sözleşmesi’ni yürürlükten kaldırarak, sonra kadınlara karşı şiddet meselesinde, çok kritik, kendi seçmeninin, hatta muhâfazakâr kadınların önemli bir kısmının bile reaksiyon gösterebileceği birtakım tâvizler vererek, üstelik bir televizyon yayınında Cumhurbaşkanı’nın “HÜDA PAR yöneticileri bizim alâkamız yok dediler. Onlara kötü isnatlarda bulunmanın gereği yok. Hiçbir alâkası yok onların. Gayet düzgün bir yerli ve millî yapıdır” dediği bir resimle karşı karşıyayız. Bu aslında senin dediğin gibi başka bir siyâsî sonuç verecek. O siyâsî sonuç da, bu iktidârın kendisini nerede konumlandırdığı, kendisine desteği nerede târif ettiği ve dolayısıyla ona bakan seçmenin de onu yerleştireceği yerle ilgili bir netleşme içeriyor aslında. Bence siyâsî sonucu matematik sonucundan daha ilginç bir sonuç bu.
Ruşen Çakır: Bugün Mehmet Ali Çalışkan ve Ulaş Tol’la bir yayın yaptım. Hani Bekir Ağırdır’ın, “Millet İttifâkı’nın rûhu yok” diye bir lâfı var. Bunu sordum kendilerine. Onlar da, “Zâten bu seçimde kimsenin rûhu yok. Çünkü bu seçim bir mühendislik işi. Aritmetik üzerinden giden bir seçim” diye cevapladırlar. Bu bir yere kadar anlaşılır bir şey. Ama sonuçta bir heyecan yaratma anlamında, gerçekten Bekir’in dediği doğru. Ama şimdi, karşısına çıkan bu ittifâka karşı Millet İttifâkı bir ruh yakalayabilir. Meselâ sâdece kadın meselesi üzerinden bile yürüyebilir — ki Kılıçdaroğlu bunu sürekli söylüyordu. Kadın haklarını savunma perspektifi bile tek başına hiç reddedemeyeceği bir mesele. En fazla, “Biz bu konuları konuşmadık, böyle söz vermedik” diyeceklerdir. Ama biliyoruz ki HÜDA PAR’ın da, Yeniden Refah’ın da Türkiye’nin en önemli sorunuymuş gibi en fazla tekrarladıkları husus bu: Nafakadır, şudur budur. Bu yolla kadının haklarını gasp etme perspektifi öne çıkıyor. Kadın meselesi bile tek başına muhâlefete, Millet İttifâkı’na bir ruh hediye edebilir sanki.
Kemal Can: Bekir Ağırdır onu söylerken, muhâlefet ittifâkının kendisini târifteki probleminden bahsediyor. Ama senin söylediğin şey şunu tamamlıyor: Aslında neye karşı oldun? Şimdiye kadar iktidârın muhâlefet ittifâkıyla ilgili kullandığı argüman neydi? “Bize karşı olmaktan başka vasıfları yok. Erdoğan’ı seçtirmek istemiyorlar.” Bütün sermâyeleri bu. Bu da bir ruh târif etmiyordu. Ama şimdi, onlar kendilerini doğru târif edemeseler bile, karşısında yer alan blok öyle iyi kendini târif ediyor ki, neye karşı olduğunu anlatma ihtiyâcı bile doğmayacak netlikte bir tablo ortaya çıkıyor. Bir yandan, eğer talîmatları yerine getirmezse Anayasa Mahkemesi’nin bile kapatılması gerektiğini söyleyen, belirli etnik gruplara, birtakım başka siyâsî aktörlere, “öteki” diye târif ettiği herkese neredeyse hiçbir hayat alanı tanımayacak bir sertlikte tavır koyan bir milliyetçi tutum, onun yanına, senin dediğin gibi kadın meselesinden başlayarak, muhâfazakârlaşma ya da dindarlaştırma işinin ifrâta ve bütün hakların kaybına doğru ilerleyen, yani kendileri için eksik olan özgürlükleri sağlamak değil, başkaları için kazanılmış her şeyi geri alarak onları yoksun bırakmak üzerine örgütlenmiş bir taarruzla karşı karşıyalar.
Dolayısıyla, muhâlefetin kendini târifte zorlanması, iktidârın kendisini târifiyle rahatlamış oluyor. İktidar kendini öyle bir yere konumlayıp, öyle târif ediyor ki, muhâlefet neye karşı olduğunu anlatmakta hem çok önemli fırsatlara sâhip oluyor, hem de aslında kendisini târif etmese bile, karşısında durduğu şey o kadar bağıran ve iddiasını ortaya koyan bir şey ki, onun karşısındaki reaktör… Bir de başka çok temel bir değişken var. Bütün bu süreç içerisinde bu sayısal denge terse dönmüş durumda şu anda. İktidârın bu hâlinden, yönetememe, başaramama, çözememe, problem yaratma gibi ekonomiden depreme kadar pek çok unsurun yanı sıra, aynı zamanda bu ürkütücülüğü giderek artıran… Muhâlefet için hep, “Karşı tarafa güven verin, onların endîşelerini kaldırın ki kazanabilin” talebi var ya? Ama iktidarın tam tersini yaptığını görüyoruz. İktidar, karşısında yer alanların endîşelerini yatıştırmaya değil, tam tersine o endîşeleri büyütmeye yol açabilecek hamleler yapıyor. Üstelik de bunu sayısal olarak azınlıkta olduğu bir durumda yapıyor. Yani kendi çekirdeğine, hattâ kendi çekirdeğinden bile daha geride bir yere çekilerek yapıyor. Muhâlefet başarılı bir kampanya yürütsün ya da yürütmesin, artık seçmende, daha önceki başka meselelerde gördüğümüz gibi kendiliğinden gelişen bir siyâsî süzme yeteneğini harekete geçirip, neyin nerede yer aldığını, neyin karşısında durulması gerektiğini çok rahat anlayabileceği bir netlik oluştu.
Ruşen Çakır: Şimdi buradan Muharrem İnce meselesine geçebiliriz. Muharrem İnce’nin seçime katılması durumunda, seçimin ikinci tura kalma ihtimâlinin yüksek olduğunu savunan epeyce kamuoyu araştırmacıları var. En son, Kılıçdaroğlu ile Muharrem İnce arasında karşılıklı mesajlaşmalar oldu biliyorsun. Kılıçdaroğlu Halk TV’de gayet yumuşak bir mesaj verdi. Muharrem İnce de bir gazeteci üzerinden, yine yumuşak bir cevap verdi. Bir araya gelecekler, o belli ve bir pazarlık yapacaklar. “Ne olacak?” diye beklerken, şimdi bu olay yaşandı. Aslında imzâ toplamada Muharrem İnce Fatih Erbakan’la yarışıyordu. Hattâ iktidar yanlıları Muharrem İnce için, muhâlefet yanlıları da Fatih Erbakan için imzâ veriyormuş diye birtakım rivâyetler var. Şimdi Fatih Erbakan ve partisi çekildi. Artık bir tarafta bu uç sağ ittifâkı şekillendikten sonra, Muharrem İnce’ye herhalde çok daha rahat şu söylenecektir: “Bak, adamlar birleşiyor. Sen niye ayrı gayrı gidiyorsun? Sen de gel, bölücü olma”. Hattâ hem diğer partiler diyecektir, hem de ona meyyal olan seçmenlerin içerisinde de, “Dün îtibâriyle böyleydi, ama şimdi karşıdaki bloka bakıp aslında ayrı girmemek daha iyi olabilir” fikri herhalde daha güçlü bir şekilde yeşerebilir. Ne dersin?
Kemal Can: İhtimal dâhilinde. Biraz önce söylediğim, seçmenin bâzen siyâsî aktörlerden, bâzı araştırmacılardan bile daha sağduyulu bir süzme yaptığını çeşitli hâdiselerde gördük. Son muhâlefet krizinde de gördük. Muhâlefet seçmeni bu konularda bâzen yüksek siyâsî deneyimli… Çünkü yıllardır çok ilginç bir süreç yaşandı ve herkes bundan bir şey öğrendi; seçmen de bir şeyler öğrendi. İkincisi de, biraz insiyâkî olarak, hissiyle de bâzı şeyleri seziyor ve oraya doğru hamle ediyor; kendisini temsil eden aktörleri de o alana doğru zorluyor — bunu gördük. Dolayısıyla burada böyle bir sürecin işlemesi ihtimâli yüksek bana kalırsa.
Ayrıca, bu imzâ meselesindeki tablo bir başka şey de gösteriyor aslında: Uğur Dündar’la yaptığı programda Muharrem İnce, kadrosuyla ilgili soruya, “Benim bir kadrom var. Hattâ o kadronun bir kısmı, benim kadrom olduğunu henüz bilmiyor” demişti ya? Galiba seçmenlerinin bir kısmı da aynı durumda. Muharrem İnce’nin seçmeni olduğunu bilmeyen bir seçmen grubu var anlaşılan. Hem bunu araştırmacılar buluyorlar, hem de Muharrem İnce vehmediyor kendine. Ama üçüncü gün doluyor. 100 bin imzâ kıyaslanacaksa eğer, çok yeni kurulmuş bir partiyken, İYİ Parti’nin 2018’de, ilk gün değil, saatler îtibâriyle… Çünkü teşkilâtlanma ve mobilize etme kabiliyetini buradan anlayabiliriz. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın verilerine göre Memleket Partisi’nin zâten 40 bine yakın üyesi olduğu görünüyor. Yani üyelerini imzâya götürmüş olsa, zâten bu kadar imzâyı topluyor olması gerekiyor.
Ruşen Çakır: Muharrem İnce’ye yöneldiği varsayılan ya da anketlerde ona oy vereceğini söyleyen insanlarda, Muharrem İnce’nin bir programına değil de, diğerlerine olan öfkeyle ona oy vermek ve ona çok da fazla bağlanmamak gibi bir eğilim görülüyor. Bu bir zamanların Cem Uzan örneğine çok benzetiliyor. Cem Uzan’da fazladan, iş insanı, medya patronu olma gibi özellikleri de vardı.
Kemal Can: Bir de “Mazot 1 lira olacak” gibi bir vaadi vardı.
Ruşen Çakır: Oy verme zamânı geldiğinde oy verebilir, ama bir iki saatini harcayıp, onun için imzâ vermek gerektiğinde üşenebilecek bir seçmen profili olabilir. Onu sürekli tutabilmek de kolay değil; ama bunun aynı zamanda diğerlerine yönelik protestonun artması durumunda artma ihtimâli de var.
Kemal Can: Konunun uzmanları çok daha doğru cevaplayacaktır, ama benim bu kadar yıllık siyâsî gözlemlerim, izlediğim seçim ve anket sonuçları arasındaki ilişkiye baktığımda gördüğüm şöyle bir şey var: Anketler tepki oylarını her zaman daha yüksek ölçüyorlar. Bu da çok anlaşılır bir şey. Çünkü size gelen ve sorular soran birine tepkinizi ifâde etmek çok daha kolay. “Hepsine kızdım, hiç vermeyeceğim” demek ya da “Gidip çok marjinal bir partiye oy atacağım” demek, reaksiyonunu anlatmak için çok kolay olan bir şey. Ama senin dediğin gibi, İlçe Seçim Kurulu’na imzâ vereceksin ya da sandığa gidip oy atacaksın meselesi gündeme geldiğinde, o öyle realize olmuyor. Çünkü her seçimden önce protesto oyu diye bir şey çıkıyor ve bazen %7’lere, 8’lere çıkıyor bu oy. Ama seçimlerde hiç o oyu görmüyoruz. “Ben sandığa gitmeyeceğim” diyenlerin bir kısmının gittiğini görüyoruz. Çünkü anketler, bağlılıklar kadar reaksiyonu daha yüksek ölçüyorlar. Bir sürü insan bu anlamda bir potansiyel rahatsızlığı, bir îtirazı; kimi kendi partisine, kimi genel olarak muhalefet partilerine, neye îtiraz ediyorsa onu, bu îtirazın adresi olmaya aday olan birini işâret edebiliyor.
Ama ben süreç içerisinde bunu artırıcı etkinin ne olacağını bilmiyorum. Şu anda, “Kılıçdaroğlu aday oldu” diye tepki duyan, “HDP adayı çıkarmadı” diye tepki duyan ya da şu bu neyse, bu tepki potansiyelinin hangi yeni değişkenlerle büyüyecek ve bir alternatif arayacak hâle geleceğini…
Ruşen Çakır: Meselâ, Yavuz Ağıralioğlu’nun çıkışı…
Kemal Can: Bunun cevâbını verebilen bir yorum duymadım henüz.
Ruşen Çakır: Bu son olayların ardından, yani Yeniden Refah ve HÜDA PAR’ın Cumhur İttifâkı’na girmesinden sonra, herhalde ilgi bayağı azalacaktır diye tahmin ediyorum.
Kemal Can: Muharrem İnce’nin ilk çıkışı, Meral Akşener’in Altılı Masa’dan kalkmasının hemen akabinde, “Nerede kalmıştık?” diye yazdığı Twitter paylaşımıyla başladı ve o hareketlenme de öyle ölçülmeye başlandı. Zaten muhâlefette bir kriz çıkması üzerinden ve muhâlefetin kazanma ihtimâlini durdurabilecek bir tehlike olarak pozisyon alan birinin pazarlık şansı artar, ama desteğinin artması için bir gerekçe bulmak zor. Yani tutabildiği tepki oranında, onun pazarlık şansı artar. Geçen gün Adını Koyalım’da söylediğim gibi, “Beni maça almazsanız topunuzu keserim” diyebilir hakîkaten. Birtakım insanlar buna iknâ olabilir. Şimdi o tartışma götürür. “Hangisi doğru?” konusunda benim bir fikrim var, ama öyle olsa bile, bunun seçim sonuçlarını etkileme biçiminin çok değişmeyeceğini, bu potansiyelin büyümeyeceğini, ama şu anda bir âciliyete itme havasını görüyorum. Şöyle bir şey var: Bazı muhâlefet seçmeninde, bâzı yorumcularda, “Bunu geciktirmeden hemen yapın. Hemen koşarak gidin ve bu işi bitirin” havası var. Onun ne kadar isâbetli olduğu konusunda benim tereddütlerim var açıkçası.
Ruşen Çakır: Benim çok tereddüdüm yok. Sonuçta Muharrem İnce ve Kemal Kılıçdaroğlu yıllarca birlikte çalışmış. “Aralarında neden fark var?” diye sorsan, bunların çoğu ıvır zıvırdır. Ivır zıvır dediğim, siyâsî olarak farklılık değil. Muharrem İnce en fazla, “Orada Davutoğlu, Babacan olmaması lazım” diyor. “Bunlar laikliği yok ediyorlar, ülkeyi bölecekler” gibi bir şey söylemiyor. Yani böyle büyük bir sorun yok.
Son olarak şunu da konuşalım: HDP ve müttefikleri, Kılıçdaroğlu’nun adını vermeden destek verdi. Bu aslında beklenen bir şeydi; şaşırmadık. Sonuç olarak dünyanın sonu gelmedi.
Kemal Can: Ama CHP’liler çadır vermek için HDP üyeliği istiyorlarmış ya!
Ruşen Çakır: Çadır değil, konteyner. Ama gördüğüm kadarıyla hiç de bir şey olmadı.
Kemal Can: Olacağı kadar oldu. Olandan daha fazlası olmadı diyelim. Bundan neyi kastediyorum? İktidar şimdiye kadar söylediklerinden… Çünkü böyle bir açıklama yapılmadan önce de, yok “masanın altında”, yok “masanın arkasında”, yok “yedinci ortak”… ne diyorlarsa aynı şeyleri söylüyorlar. Erdoğan gene çıktı, “Meclis’te teröristleri destekleyenler var” dedi. Bunlar zâten bildiğimiz şeyler, yeni bir durum yok. Sonra Yavuz Ağıralioğlu çıktı; çünkü Yavuz Ağıralioğlu daha önce de bunları söylüyordu. Bunun gerçekleşmesi durumunda birdenbire çok daha yıkıcı etkiler yaratabileceği iddiası, tıpkı daha önceki krizde olduğu gibi, gerçekleşmedi işte. Onun için ben diyorum ki: “Seçmen artık pozitif ihtimâlin kokusunu çok kuvvetli biçimde almış durumda. Ve o, şu anda bütün diğer hamleleri, kışkırtmaları, provokasyon ya da manipülasyonları zayıflatan bir etki yaratıyor. Eskiden, pozitif sonuç ihtimâli düşük, tedirginlik büyük olduğu için, o tedirginliğe konuşan herkes, gücünün üstünde bir pazarlık şansı elde ediyordu ya da masada tedirginliğe ve endîşeye oynayan avantajlı oluyordu. Ve o, kendini büyüten bir etki yaratıyordu. Şimdi, çoğunluk olan — ya da büyük duygu: Pozitif değişim enerjisi. Dolayısıyla bunun güçlü olduğu bir durumda, tedirginliğe, endîşeye yatırım yapanlar, onu kurcalayarak sonuç almaya çalışanlar –iktidar başta olmak üzere– etki kaybettiler.
Şimdi, biraz önce ilk turda konuştuğumuz şey; artık endîşe terse dönmüş durumda. Yani oluşan iktidar ittifâkı az kalsaydı, AKP ve MHP de uçlaşma anlamında çok bir tablo vermiyorlardı ama, o bile yetmedi onlara. Hani o kadar ki, bu bile kesmedi. “Çok daha fazlasını istiyoruz” duygusu endîşeyi karşıya geçirmiş durumda. Bence bu, seçmende, bütün araştırmalardan ve siyâsî aktörlerin hamlelerinden daha belirgin bir etkiye sâhip.
Ruşen Çakır: Konuşmadığımız bir şey kaldı mı?
Kemal Can: Mutlaka vardır.
Ruşen Çakır: Mehmet Şimşek hakkında bir şey söylemek ister misin?
Kemal Can: Hayır. Yani özel olarak bir şey söylemeye gerek olacak bir durum değil. Zâten Erdoğan son konuşmasında da gene kendisinin reddedilmediğini, “Ben öyle bir şey istemediğim için böyle bir cevap çıktı” demeye getirmiş.
Ruşen Çakır: Bunu hep söylüyorum, ama bence Mehmet Şimşek, “Tayyip Bey beni geri çağırdığına göre durum gerçekten vahim” deyip korktu girmedi.
Kemal Can: Bir de tabiî araya deprem de girdi ama, seçim, erken seçim, adaylık meseleleri, muhâlefet krizi, imzâ toplandı toplanmadı meseleleri yüzünden, şu anda karmaşık bir türbülans var. Ama bir yandan da, ekonomik kriz ve ekonomik krizin artçı etkileri de devam ediyor. Tamam, seçime 1,5 ay gibi kısa bir süre var, ama Erdoğan’ın, yılbaşından îtibâren başladığı seçim ekonomisini uygulama fırsatı da yok. O tür rahatlatma hamleleri ve çok güçlü bir seçim kampanyası da olmayacağı için, şu andaki genel tablo belirleyici olacak.
Ruşen Çakır: Bakanları milletvekili adayı yapıyor.
Kemal Can: O da ayrı bir şey tabiî. Onu hiç konuşmadık. Sen Erdoğan’ın endîşe verici olarak görülen bu sessizliği üzerine bir yayın yaptın. Erdoğan çıktı konuştu. Peki, ne anlattı? “Konuşmuyor, konuşmuyor, demek ki bildiği var” deniyor ya? Konuştuklarını da gördük işte. Oradan da bir şey çıkmadı. Üstelik “taşıyıcı vitrin” diye kabinenin bakanlarını büyük şehirlerden aday gösteriyor. Büyükşehirlerin önemi şuradan geliyor: İktidar, 2019’dan îtibâren büyükşehirlerde büyük bir gerileme içerisinde. Büyükşehirlerin motoru olacak, oradaki oyu taşıyacak aktör diye çıkartabildiği şey, hepsi birbirinden başarısız kabine üyeleri.
Ruşen Çakır: Birçoğunun adını bile bilmiyoruz. Meselâ Fuat Oktay Ankara’da 1. sıradan aday olacakmış. Yani şimdi, Ankara’da “Aa! Fuat Oktay buradaymış. Ben oyumu şuna verecektim, vazgeçiyorum ona veriyorum” diyecek kaç seçmen var? Her seçimde iyi kötü vitrine koyacak birtakım isimler bulunabiliyordu. Artık vitrin diye bir şey kalmadı. Çünkü zâten tek adam yönetimi kimsenin güç göstermesine izin vermediği için, sonuçta ortaya öne sürebileceği insan da kalmıyor.
Kemal Can: Bilmiyorum tabiî onun nasıl neticeleneceğini, ama YSK ile ilgili bir seri îtiraz gelecek zâten. Erdoğan’ın adaylığından başlayarak pek çok konuda YSK’ya îtiraz başvuruları gelecek. Bir başvuru meselesi de galiba bakanlarla ilgili olacak. Çünkü aslında şu andaki bakanlar devlet memuru ve istifâ etmediler. Öyle bir durum da var. Bunun hukukî mülâhazası ayrı, ama ciddî bir mesele olarak duruyor aslında.
Ruşen Çakır: Evet. Şimdi nur topu gibi yeni bir genişletilmiş Cumhur İttifâkı’mız oldu. Hayırlara vesîle olsun diyelim. Bence Türkiye için çok hayırlı olacak. “Haftaya Bakış”ı burada noktalıyoruz. Haftaya tekrar görüşmek üzere, iyi günler.
Kemal Can: İyi günler.