CHP Genel Başkanı ve Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, bayram ziyareti için gittiği Adıyaman’da çeşitli provokasyonlara maruz kaldı. Ancak Kılıçdaroğlu sakinliğinden taviz vermeden kampanyasına devam ediyor.
Bu provokasyonları ve Kılıçdaroğlu’nun sakinliğini nasıl değerlendirmek gerek?
Ruşen Çakır, Medyascope canlı yayınında izleyicilerle birlikte yorumluyor.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Sizlerle birlikte bir yayın yapıyoruz. Artık bunları pazartesileri genellikle yapar olduk, ama kural değil. Geçen hafta da böyle yapmıştık. Bu hafta da sizlerin katılımıyla bir yayın yapıyoruz. Konu: “Provokasyonlar ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun sâkinliği”. Çünkü geçen haftaya damgasını basan olaylar aslında bu oldu. Kılıçdaroğlu’nun Alevî videosu çok ciddî bir etki yarattı. O etkiyi geçiştirmek isteyen, etkiyi kırmak isteyen iktidar sözcüleri değişik açıklamalar yaptılar, yapmaya devam ediyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Süleyman Soylu da sürekli bu konuda cevap yetiştirmeye çalışıyor. Ama bir diğer yandan da bayramın ilk günü Adıyaman’a giden Kılıçdaroğlu’na yönelik peş peşe birtakım provokasyonlar oldu biliyorsunuz. Saldırılar oldu, provokasyonlar oldu. Ama bunlar sonuç getirmedi. Neden getirmedi? Çünkü CHP, özellikle Kemal Kılıçdaroğlu sâkin bir şekilde karşıladı, çok tepki vermedi. Daha sonra da yaptığı videoların hemen hemen hepsinde, “Biz işimize bakalım. Sâkinliğimizi koruyalım” diyerek topluma yönelik birtakım vaatlerini videolar hâlinde dile getirdi. En son yaptığı videoda –“Yiğitler” diye bir video yaptı, malûm, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu ile birlikte–, onların cumhurbaşkanı yardımcısı olarak hangi görevleri üstleneceklerini anlattı ve an îtibâriyle de Kars’talar. Kars’ta miting yapıyorlar. Sabah Ardahan’da yaptılar. Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu Kılıçdaroğlu’na eşlik ediyor. Tam bir istim üzerinde diyelim Kılıçdaroğlu ve sâkin bir şekilde vaatlerini sıralıyor, mitinglerini yapıyor, daha da yapacak. Ortak mitingler de olacak ve iktidar çevrelerinden genellikle agresif birtakım tepkiler var.
Evet, burada sizlerin de katılımıyla bu yayını yapıyoruz. Nasıl olacak? Benim ve Medyascope’un YouTube sayfalarında canlı yayında chat bölümünde sorularınızı, yorumlarınızı, eleştirilerinizi yazarsanız arkadaşlar bana iletecek ve ben de burada onları kullanarak, kimi zaman cevap vererek ya da doğrudan aktararak bu yayını yapacağız.
Emrah Yıldız: “Ben bir HDP seçmeniyim. Pervin Buldan’ın dünkü çıkışının haklı, ama zamansız ve faydasız olduğu kanaatindeyim. Siz ne dersiniz bu konuda? Teşekkür ederim, iyi yayınlar”. Valla inanın Pervin Buldan’ın bu çıkışından haberim yok. Demek ki ben ihmal ettim. Arkadaşlar bana bu çıkışın ne olduğu hakkında bir bağlantı yollarlarsa ondan sonra tekrar bakıp bu konuya değinmek isterim. Şimdilik bunu bir kenara koyalım.
Bir izleyici diyor ki — önce “patron” demiş bana: “Sen burada pozitif konuşuyorsun, ama sizin Medyascope şehir şehir seçim videolarında, seçmenin %80’i AKP diyor”. %80’i AKP diyor mu bilmiyorum; ama daha çok Anadolu’dan videolar yayınlanıyor. Zâten Anadolu’da, İç Anadolu’da, Doğu Anadolu’da, Karadeniz’de AKP’nin üstünlüğü var. Ama bu üstünlüğün eskisi kadar olmadığı yolunda da gözlemler var. %80 olduğunu düşünmüyorum. Ama seçimin esas kaderini belirleyecek olan yerler büyükşehirler olacak. Büyükşehirlerde; İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Antalya, Aydın, Manisa gibi yerlerde trendin ne olduğunu son yerel seçimlerde görmüştük. Tabiî ki Anadolu’nun da bir önemi var. Ama nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu yerler, özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminin kaderini belirleyecekler. Bir de Güneydoğu var, malûm; orada da çok güçlü bir Yeşil Sol Parti realitesi var.
“İYİ Parti Kılıçdaroğlu’nun ‘Kürtler ve Alevî’ videolarına sessiz kaldı. İYİ Parti’nin Kılıçdaroğlu’na yeteri kadar destek verdiğini düşünüyor musunuz?” “Kürtler” videosuna olabilir, ama “Alevî” videosuna sâhip çıktıklarını gördüm. Tam ne kadar yaptılar? Diğer liderlerin yaptığı kadar yaptılar mı? Bunu ölçme durumunda değilim. Ama bir tutukluk olduğu kesin. Fakat İYİ Parti’nin tutuk olması çok genel bir şey. Hâlâ 3 Mart’taki krizin ve orada yaşadıkları kaybın etkisini atabilmiş değiller, telâfî edebilmiş değiller. İYİ Parti’nin genel olarak kendisinin bir sorunu var, bu sorun içerisinde. Şunu da söyleyelim: Belki bu konuda yaptıkları eskisi kadar görülmüyor da olabilir. Ama Meral Akşener yine televizyon yayınlarına başladı. Bu akşam meselâ Sözcü televizyonuna çıkacak. Orada herhalde bu konu da sorulacaktır. Orada bu soruya ne cevap vereceği önemli olacak. Şunu da biliyoruz ki; artık yaptığı mitinglerde, “Bir oy Kemal’e Bir oy Meral’e” diye oy istiyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusunda bir tereddüdü yok artık. Daha önce Kılıçdaroğlu’yla çok sayıda miting yapacağı söyleniyordu. Fakat en son düzenlemeyle bakıldı ki ayrı ayrı mitingler yapacaklar. Birisi bir yerde, birisi bir başka yerde. Kılıçdaroğlu genellikle, bugün olduğu gibi, günde iki, hattâ bâzen üç miting yapıyor. Çünkü Kars’tan sonra da Uşak’a geçecek. Meral Akşener de günde ortalama iki miting yapacağa benziyor. Üç büyük şehirde de bütün Millet İttifâkı liderlerinin katılacağı mitingler olacak. Bunların ilki İzmir’de, daha sonra İstanbul’da, daha sonra da Ankara’da. Buralarda daha net bir şekilde görme imkânımız olacak.
Dilara Kes: “CHP’nin yeni kadroları eski AKP’lilerle dolduğu için tepki oyu olarak İnce’yi destekleyecek küskün CHP’lilerle ilgili düşünceniz nedir?” Bunun ilk gün biraz köpürdüğünü, ama sonra çok da fazla etki yaratmayacağını düşünüyorum. İnce’nin de hem kendisinin hem Memleket Partisi’nin oylarının her geçen gün azalmakta olduğunu söylüyorlar araştırmacılar. Bu da beni hiç şaşırtmıyor. O ilk baştaki, özellikle Sadullah Ergin üzerinden çıkan ilk tepkilerin zaman içerisinde yatışacağını düşünüyorum. Çünkü bir yerden sonra insanlar cumhurbaşkanlığı seçiminin bir an önce, ilk turda hallolmasını ve Meclis’te de şu andaki muhâlefetin belli bir güçte olmasını tercih edecekler gibi geliyor bana.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Mustafa Hakyemez: “Hatırlarsınız, daha 6 ay öncesine kadar ‘Kılıçdaroğlu kesin kaybeder’ derken, kazanacağından o kadar emin hâle geldik ki muhâlefet ikinci tura kalmaması için uğraşıyor.” Mustafa Bey orada şöyle bir mesele vardı: “Kesin kazanamaz” diyenler vardı, ama şunu diyenler de çoktu: “Diğer adayların şansı daha yüksek gözüküyor” — ki böyleydi kamuoyu araştırmalarında. Kılıçdaroğlu, Mansur Yavaş’tan ve Ekrem İmamoğlu’ndan sonra geliyordu. Ama bu demek değildi ki Kılıçdaroğlu kazanamaz. Sonuçta “kazanacak aday” diye Kılıçdaroğlu aleyhine yürütülen karşı propagandaların çok da gerçekçi olmadığı, çok da samîmî olmadığı ortaya çıktı. Millet İttifâkı’nın göstereceği aday kim olursa olsun o mutâbakat sağlandığı anda kazanma ihtimâli zâten otomatik olarak yükselecekti. Nitekim öyle oldu ve ardından Kılıçdaroğlu yürüttüğü kampanyayla adım adım “Kazanır” düşüncesini güçlendirdi. Ve şimdi şöyle bir olay daha fazla gündeme geliyor: “Kazanacak aday” olması dışında, muhâlefet cenâhı tarafından Kılıçdaroğlu “kazanması gereken aday” olarak telaffuz ediliyor ve sizin de dediğiniz gibi ilk turda bu işin halledilmesi konusunda da bayağı bir çaba var. Evet, doğru; 6 ay öncesinde Kılıçdaroğlu’na burun kıvıran çok kişi vardı. Onların büyük bir kısmı da şimdi, “Tabiî ki kazanır, keşke birinci turda kazansa” noktasına gelmiş durumdalar.
İbrahim Öztürk: “Kemal Bey’in ‘Kürtler’ videosu sizce neden beklenen ilgiyi görmedi?” Aslında çok ilgisiz kalındığı söylenemez. Ama orada daha bir ötekinden bahsediyordu. Alevî videosunun bu kadar büyük ilgi görmesinin en önde gelen nedeni, kendisini koyması, “Ben Alevîyim” demesi. Bir kere bu husus önemli. Bir diğer husus da, zâten muhâlefet iktidârın elinden Kürt kartını yerel seçimlerde almıştı. Kürt meselesini zâten büyük ölçüde çözmüştü muhâlefet. Öte yandan HDP konusunda eleştiri getiren, HDP üzerinden muhâlefeti yıpratmaya çalışan iktidar, HDP ile Kürt meselesi konusunda yarışan HÜDA PAR’ı kattı. Dolayısıyla eli o anlamda zayıfladı. Ama Alevîlik meselesi öyle değildi. Alevîlik meselesi ilk defa dile geliyor ve muhtemelen iktidar yanlıları tarafından açık ya da örtülü bir şekilde kullanılacak bir husustu. Nitekim seccâde olayında, Erdoğan dâhil hepsi bunu bir şekilde kullandılar, kullanmaya çalıştılar. Burada hem kendini tanımladı, ilk defa kamusal alanda kimliğine sâhip çıktı; ama aynı zamanda da Alevî kimliğine sâhip çıkarken öyle bir duruş sergiledi ki, iktidârın bu silâhı kullanmasını elinden aldı. Ve bu anlamıyla bakıldığı zaman çok önemli bir çıkış ve bence şu âna kadar bu seçim kampanyasının birinci sıradaki olayıdır. Daha sonra başka şeyler yaşanır mı bilemiyorum.
Burak Özcan: “Devlet Bahçeli’nin sessizliğini nasıl değerlendiriyorsunuz? O da Erdoğan’ın kaybettiğini kabul etti mi sizce?” Çok sessiz değil, ses çıkartıyor. Mitingler yapıyor. Bugün yanılmıyorsam Çankırı’da olması lâzım. İftarlarda da konuştu. Ama çok ilgi görmüyor, söyledikleri çok heyecan yaratmıyor. En son Kılıçdaroğlu’nun Alevî videosuyla ilgili de bir şeyler söyledi. Çok da etkili olmadı. Ama sizin de dediğiniz gibi kaybı kabullenme meselesi olabilir sanki. Ben buna, izleyenler bilir, ortak listeyi reddettiği açıklamasında; “Galiba Devlet Bahçeli bu seçimin kaybedildiğini düşünüyor” demiştim. Biraz gerçekçi davranırsa herhalde işlerin çok parlak olmadığını görüyordur. Bir de şunu unutmayalım: Devlet Bahçeli’nin seçimin gidişâtını değiştirebilecek… yani şöyle söyleyeyim: Cumhur İttifâkı’nın daha kötü bir sonuç almasını sağlayabilir belki birtakım çıkışlarıyla, ama Devlet Bahçeli bir şey yapacak ve Cumhur İttifâkı’nın oyu artacak, böyle bir olay yok. İstese de ittifâkın oylarını artırabilecek bir durumda değil.
Serhat Baş: “Kürtlerin yoğun yaşadığı şehirlerde HDP ile AKP arasındaki rekabete CHP ve İYİ Parti’nin katılabileceğini düşünüyor musunuz?” Güneydoğu’da olmaz. Güneydoğu’da şöyle bir şey var: CHP, HDP seçmeninin ve hattâ AKP seçmeninin ikinci partisi olarak çok dikkat çekiyor. Ama şu anda birinci partileri olduğu için, CHP’nin tek tük milletvekili çıkarma ihtimâli belki olabilir, Diyarbakır’da ve belki Van’da, belki Şanlıurfa’da. İYİ Parti’nin şansının çok daha az olduğu kanısındayım. Ama Kürtlerin yoğun yaşadığı büyük şehirlerde Kürt seçmenden oy alma konusunda CHP’de geleneksel olarak bir çekicilik var. Yani daha önceki seçimlerde, 2015 seçimlerinde İstanbul’da, ben de şahsen dolaştığımda çok tanık olmuştum; Kürt olup CHP’ye oy veren epey insan var, İzmir’de var. Büyükşehirlerde daha fazla olabiliyor. Ama yine de büyükşehirlerde de esas çoğunluğun, özellikle yakın dönemde göç etmiş olanlarda çoğunluğun HDP ya da bir ölçüde AKP olduğu muhakkak. Dolayısıyla rekabetin HDP ile AKP arasında olduğunu söylemek lâzım. Ama AKP bu konuda gerçekten çok zor durumda. Öyle ki imdâdına yetişmesi için HÜDA PAR’ı işin içerisinde kattı.
Gabriel: “Muharrem İnce’nin Sinan Oğan’dan daha az oy alma ihtimâli her geçen gün artıyor. Niye kimse Oğan’dan bahsetmiyor?” Ben bahsettim. Geçen kendisiyle stüdyoda yayın da yaptık. Çok çalışıyor, çok yorgundu Sinan Oğan. İzleyenler de görmüştür. Muharrem İnce’yi geçer mi bilemem; ama sonuç olarak kendisinin beklediği %10’ların üstünde bir oyu alma ihtimâli olduğunu açıkçası düşünmüyorum. Burada Sinan Oğan’ın en büyük sorunlarından birisi de –onu herhalde kendisi de görüyordur– Zafer Partisi’nin adayı olarak çıkması ve Zafer Partisi’nin büyük bir düşüş içerisinde olması. Zafer Partisi bir ara çok yükselişteydi. O zaman çıksa çok daha fazla ilgi görürdü. Ama şimdi Zafer Partisi düşüyor. Düşerken Sinan Oğan’ı da aşağı çekiyor — öyle söylemek mümkün.
Görkem Öge: “Kılıçdaroğlu gerçekten çok doğru hamleler yapıyor. Ama sizce seçilince; kaybettiği 9 seçimi, en az 10 yıllık yanlış politikaları ve ülkenin düştüğü noktayı telâfî edebilecek mi?” Bakın Görkem Bey –Görkem Bey dedim ama, Görkem adında kadın tanıdığım da var– bunlar doğru, evet. Zamânında kaybetti, yanlışlar yaptı vs.; ama şu anda insanlar bunu pek düşünme noktasında değiller. Bunu da kabul edin. Bakalım, eğer seçilirse bundan sonra ne yapacak? O kadar çok şey vaat ediyor ki bunların çoğu popülist olarak damgalanabilecek vaatler. Bunları nasıl gerçekleştirecekler açıkçası çok merak da ediyorum. Zor bir süreç olacak, seçilmesi hâlinde. Çünkü bir yeniden inşânın söz konusu olması lâzım. Âcil ekonomik sorunlar var. Bütün bunlarla işi çok da kolay olmayacak. Ve geçmişe bakıp, “Ya, geçmişte de şunu yapmıştı, bunu yapmıştı” diye insanlar çok da fazla oyalanamayacak.
Mehmet Emin Keskin: “Ruşen Bey, yandaş sözde gazeteciler sizce de çok ağır hakaretler, iftirâlar yapmıyor mu? Bunlardan hesap sorulmayacak mı?” Mehmet Emin Bey, merak etmeyin, onlar eğer seçim kaybedilirse, yani destekledikleri Erdoğan kaybederse, birçok kişiden çok daha fazla, yeni dönemin iktidârına yaslanmaya, yanaşmaya çalışacaklar. Hiç merak etmeyin. Çünkü şu anda Erdoğan iktidârını en çok destekleyenlerin bâzıları, zamânında Erdoğan’a en sert hakaretleri, küfürleri eden kişilerdi, bunu da unutmayın. Dolayısıyla burada omurgası olan insanlardan bahsetmiyoruz. Tabiî ki korkacaklardır, ürkeceklerdir; ama sonra hiçbir şey olmamış gibi davranmaya ya da “Ya, o kadar çok uyardım ettim, dinletemedim, bilseniz neler yaptım, neler geldi başıma” vs. diye bize birtakım hikâyeler anlatacaklardır. Çok da fazla iplememek lâzım açıkçası bu kişileri.
Hakan Ünal: “Adıyaman’a gidemeyen Kılıçdaroğlu’nun diğer ittifak partilerinin de desteğiyle yeniden gitmesi daha doğru olmaz mı?” Yani gitmedi değil, gitti. Ama orada birtakım sorunlar yaşandı. Bakın, işte bu ince bir nokta; sâkinlik derken bunu söylüyorum. Yani böyle birtakım gerginliklerin üstüne üstüne gideceğine, bunu yok saymak ve orada sorun çıkmadan sâkin bir şekilde yoluna devam etmek. Bu gerçekten önemli bir tercih. Yoksa oraya da çıkartma yaparlar, şu da olur, meydan okurlar vs.. Ama belki de onlardan böyle şeyler isteniyordur. Dolayısıyla bana göre şu hâliyle saldırganlar, provokasyon yapanlar yaptıklarıyla kaldılar. Elleri avuçları boş kaldı. Ama buna karşılık, meselâ o gün görmüşsünüzdür; “Fâtiha bile bilmiyor” diye adamın birisi kalkıyor, hakaret ediyor. Ama sonuçta kimse –ya da çok az kişi dışında, öyle diyelim–, orada Kılıçdaroğlu’nu suçlamıyor, o kişiyi suçluyor. Dolayısıyla orada Kılıçdaroğlu belki o kişiye yönelik birtakım lâflar etseydi bu etkiyi yaratmazdı. Sonuçta o videoya baktığımız zaman –arkadaşımız Ayşegül Karagöz çekti onu sâdece, o da ilginç bir şey; o kadar gazetecinin izlediği bir olayda bunu sâdece Medyascope’un çekmiş olması da bizim övünç kaynağımız, onu da vurgulayayım– orada o duruşuyla Kılıçdaroğlu bayağı bir takdir topladı. Saldırgan kişi de saldırganlığıyla kaldı ve kimi destekliyorsa o desteklediklerinin aleyhine bir hareket yapmış oldu.
Özden Kırilen: “Muhâlefetin kampanyası AKP seçmenine ne kadar ulaşıyor? Vaatler, ekonomik kalkınma planları vs.? Yoksa mevzû artık sâdece %60’ı konsolide etmek mi? Kemik AKP vee MHP seçmenini kırmak mümkün olacak mı?” Şöyle söyleyeyim: Büyükşehirlerde, meselâ İstanbul’da biz görüyoruz her yerde, billboardlarda vs. afişler var, şunlar var, bunlar var. İnsanlar metroya bindiğinde de görüyor, başka yerde de görüyor. Olabildiğince ellerindeki bütün imkânları kullanıyorlar, kullanmaya da devam edecekler ve belli bir ilgi de yaratıyorlar. Bunun sonucunda bunlara bakıp oy verme tercihini değiştiren olur mu olmaz mı bilemem. Ama etkili bir kampanya yaptığınız zaman, siz orada söylediklerinizin dışında gücünüzü göstermiş olursunuz. Kararlılığınızı göstermiş olursunuz. Bu da –hani derler ya?– dosta ve düşmana verilmiş mesajlar olur. Şu hâliyle bakıldığı zaman, Kılıçdaroğlu’nun kampanyasının ana hatlarıyla başarılı olduğu kanısındayım. Haberdar olmak isteyen bir şekilde olur; haberdar olmak istemeyen de kulağını tıkar. Zâten böyle bir şey var. Bir de şunu unutmamak lâzım: AKP-MHP seçmenini esas çekecek olan parti CHP değil. Meselâ MHP seçmenini İYİ Parti’nin, AKP seçmenini Saadet, Gelecek, DEVA’nın daha çok çekmesi lâzım. Bir sorun varsa –ki var– büyük ölçüde bu partilerden kaynaklanıyor. CHP ve Kılıçdaroğlu elinden geleni yapıyor gibi bir görüntü var.
Alpay Acar: “Meclis çoğunluğunu iktidar alır, cumhurbaşkanlığı seçimini Kılıçdaroğlu kazanırsa, sizce uzlaşma olur mu, yoksa sistem tıkanır mı?” Alpay Bey, sistem tıkanmaz. Erdoğan öyle bir sistem kurdu ki, Meclis’i görmeden, ciddîye almadan cumhurbaşkanı zâten kararnâmelerle birçok şeyi yapabiliyor. Böyle bir durumda zâten böyle olur ve Erdoğan böyle bir sistem inşâ ettiğine pişman olur. Kaldı ki Meclis çoğunluğunu iktidar alacak diye bir şey yok. Muhtemelen ne iktidar ne muhâlefet ya da ne Cumhur ne Millet İttifâkı alabilecek. Emek ve Özgürlük İttifâkı kilit bir rol oynayacak. Dolayısıyla burada bir sistem tıkanması meselesi olacağını düşünmüyorum.
Ahmet Yasin Yılmaz: “Kendini muhâlif diye tanımlayan bâzı gazetecilerin ısrarla negatif bir hava yaratmaya çalıştığını düşünüyorum. Siz bir gazeteci olarak bunu nasıl yorumluyorsunuz?” Kimi, neyi kastettiğinizi bilmiyorum. İnsanlar nasıl düşünüyorlarsa öyle konuşsunlar. Negatif görüyorlarsa, kendini muhâlif görüp, ama muhâlefetin kazanma ihtimâlini zayıf görüyorsa onu öyle söylesin. Yalnız orada şöyle bir husus var — bakın şimdi bunu söyledim diye birileri yine lâf edecek ama: “Muhâlif gazeteci” lâfı iyi bir lâf değil. Ben şahsen muhâlif gazeteci filan değilim; ben gazeteciyim. Medyascope da muhâlif bir yayın organı filan değil. Biz bir yayın organıyız. Dolayısıyla işimizi yapıyoruz. Kendini muhâlif olarak göstermek ve ondan sonra da, “Ya işte muhâlefet böyle, ne yazık ki şöyle yapamıyor, böyle yapamıyor” diye konuşmak birçok açıdan sorunlu. Bir gazetecinin kendini muhâlif ya da iktidar yanlısı olarak göstermesinin gazeteciliğin kendisine aykırı bir şey olduğunu özellikle vurgulamak isterim.
Suat Oktay Şenocak: “Kandil, YPG ve HDP neden Erdoğan’ın işine yarayacak açıklamalar yapıyor? Gerçekten Erdoğan’ın gitmesini istediklerine inanıyor musunuz?” Bakın, Kandil ve YPG’nin açıklama yaptığını nereden öğreniyorsunuz; daha çok iktidârın YouTube’a filan verdiği reklamlardan. Bizim Medyascope yayınlarının öncesinde de oluyor bu. Bunlar, bizim YouTube îlânları, reklamları, rastgele dağıtılan şeyler. Bizim irâdemizde olan şeyler değil. İktidar bunu böyle kullanıyor olabilir; ama bunların çok da önemli olduğu kanısında değilim. HDP, Erdoğan’ın işine yarayacak açıklama yapıyor mu? Yapıyor olabilir. Ama HDP de sonuçta kendisi bağımsız bir parti. Kendi bildiğini anlatacaktır. Kime nasıl yarıyor vs. meselesi…, onlara sorsanız yaptıkları açıklamayla Erdoğan’a karşı mücâdele ettiklerini söyleyeceklerdir. Dolayısıyla bırakın isteyen istediği açıklamayı yapsın. Açıklamaları, “Şunun işine yarıyor, bunun işine yaramıyor” şeklinde değerlendirmek çok da önemli bir husus değil.
Güneşli Pazartesi: “Erdoğan büyük farkla kaybederse istifâ eder mi sizce?” Nereden istifâ edecek? Zâten kaybederse cumhurbaşkanlığı bitmiş oluyor. AKP Genel Başkanlığı’nı kastediyorsanız, etmez, yani hemen etmez. O çok büyük bir adım olur. Ama belki zamanla bırakmayı düşünür. Bilemiyorum.
Renan: “Muhtemel bir muhâlefet yenilgisi yaşanırsa, nasıl bir Türkiye geleceği görüyorsunuz? Daha baskıcı bir yönetime evrileceğimiz âşikâr, ancak bunun sınırı nedir? Bir çerçeve çizer misiniz?” Daha baskıcı olacağının bir garantisi yok. Çünkü Erdoğan seçim yaklaştıkça baskılarını artırdı. Çünkü seçimi kaybetme endîşesi vardı ve var. Ama diyelim ki seçimleri kazanırsa, sanmıyorum ama kazanırsa, daha bir 5 senesi olacak ve dolayısıyla daha rahat hareket edebilir. Hattâ belki baskının dozunu da biraz azaltabilir. Yani illâki artıracak diye bir zorunluluk yok. Çünkü önünde bir zaman, hani deadline olmayacak. Rahat rahat 5 yılı daha olacak. Belki ilk başta ekonomide bile rasyonel birtakım şeyler yapabilir. Tekrar “yerli ekonomi modeli” filan gibi şeyleri daha sonraya saklayabilir. Dolayısıyla Erdoğan’ın kazanması hâlinde otomatik olarak gaza daha fazla basacağını söylemek çok mutlak değil. Tabiî ki olabilir. Çünkü baskıyı sevdi Erdoğan. Demokrasiden, hukuk devletinden uzaklaşmaktan çok mutlu. Bunu daha güçlü bir şekilde sürdürmek isteyebilir. Fakat bunun belli bir yerden sonra kendisine de zarar verdiğini düşünerek belki bir ölçüde hafifletebilir. Ama dediğim gibi: Kazanırsa. Kazanma ihtimâlinin çok yüksek olduğunu düşünmüyorum.
Mustafa Tanış: “TİP sizce kaç bandında oy alır? Milletvekili çıkartabilir mi?” Yarın Ahmet Şık’la bir yayın yapacağız. Orada ona sorarım bunu. Benim söyleyeceklerimin hepsi nâfile yani, onu öyle söyleyeyim. “Yeşil Sol Parti ülke genelinde %10’u geçer mi sizce, ne düşünüyorsunuz?” Bir kere baraj %10 değil, %7’ye indi. Ama Yeşil Sol Parti %10’u da rahatlıkla geçer. Ne kadar geçer, onu bilemiyorum. Her hâlükârda milletvekili sokacaklar. TİP konusunda dediğim gibi, ben, aldıkları karârın doğru olmadığını söyledim. Daha da fazla bunun üzerine üzerine gitmenin bir âlemi yok. Çünkü artık bu saatten sonra yapacak bir şey de kalmadı.
Ali Erkam Öcal: “Bâzıları diyor ki: ‘Seçim ikinci tura kalırsa oyların korunması zor’. İlk turda nasıl koruduysan aynı şekilde koruyacaksın, iş olup bitecek. Tek seçim olacak. Yoğunlaşma daha kolay” demiş. Evet, dediğiniz doğru. Muhtemelen ikinci turda fark iyice açılacak, İstanbul örneğinde de gördüğümüz gibi. Ama insanların ne olur ne olmaz diye bir an önce bunu ilk turda bitirmek istediklerini de biliyoruz ve bunu da anlayışla karşılamak lâzım.
Berk Çirişçi: “Seçim ikinci tura kalırsa sizce provokasyonlar artar mı? O iki haftada neler görebiliriz? Hâlâ kazanmanın anahtarı sâkinlik ve Erdoğan’ı değil halkı muhâtap almak mı?” Tam da o. Yani muhâlefet halka konuştuğu zaman, topluma konuştuğu zaman, doğrudan mesajlar verdiği zaman, bunu samîmî bir şekilde yaptığı zaman daha etkili oluyor. Aksi takdirde Erdoğan’ı muhâtap aldığı zaman Erdoğan’ın elini güçlendiriyor. Bakın şimdi ne oldu? Kılıçdaroğlu kalktı, bir Alevî videosu yaptı. “Ben Alevîyim” dedi. “Bu ayıp bir şey değil” dedi. “Önemli olan namuslu olmak” vs. dedi. Ve şimdi günlerdir görüyoruz ki Erdoğan bir yandan, Soylu bir yandan, bir başkası bir yandan, Bahçeli bir yandan, Ümit Özdağ bambaşka bir yandan, herkes kalkıp Kılıçdaroğlu’na lâf yetiştirmeye çalışıyorlar ve dolayısıyla Kılıçdaroğlu gündemi belirlemiş oluyor. Ona yönelik her îtiraz, her karşı çıkış Kılıçdaroğlu’nun hânesine yazıyor. Burada Kılıçdaroğlu, meselâ Alevîlik üzerine söyledikleri üzerine kendisine söylenenlere cevap verse, bu etkisi kalkacak. Meselâ en son “Fâtiha olayı”nda olduğu gibi. Orada kalkıp, “Yani ben Alevîyim diye Fâtiha bilmediğimi mi söylüyorsunuz?” dese –ki demesi çok normal olurdu–, o bile aleyhine olurdu. Hiç böyle bir şey söylemedi, oluruna bıraktı ve o kişi o söylediğiyle rezil oldu. Kılıçdaroğlu da bunu muhâtap almadığı için daha fazla ilgi gördü. Dolayısıyla her türlü provokasyona karşı yapılacak olan şey: Provokasyona gelmemek. Çünkü adı üstünde; provokasyon yapanlar sizi bir yere çekmeye çalışıyor. Yoksa yani bu bir kavga îlânı değil. Meselâ şunu diyenler oldu: “Saldırıyı savuşturmanın en etkili yolu karşı saldırıdır”. Hayır, böyle bir ortamda değil; çünkü güçler eşit değil. Yani sizin eliniz kolunuz bağlı, öteki taraf tamâmen serbest. Adıyaman’daki o mezar başındaki adamın yaptığının onda birini bir muhâlif Erdoğan’a yapsa, herhalde hâlâ içerideydi. Öteki kişinin ne olduğunu bilmiyoruz, zâten merak da etmiyoruz — başına bir şey gelmemiştir devlet tarafından diye. Yani sonuçta eşitliğin olmadığı bir yerde, saldırıya karşı saldırı filan gibi perspektiflerin hiçbir anlamı yok.
Umut K.: “Millet İttifâkı’nın olası zaferi sonrası bakanlarını şimdiden açıklaması politik olarak doğru bir hamle olur mu?” Bence olur. Eğer bakanlarına güveniyorlarsa, gerçekten parlak isimlerse, bunları şimdiden çıkartıp kamuoyuna sunmalarında çok büyük yarar var.
Serap Ustaoğlu: “Yeşil Sol ana muhâlefet olabilir mi?” Olamaz. Böyle bir ihtimal yok. Ama kritik bir rol oynayacağını tahmin ediyorum. Millet ya da Cumhur İttifâkı çoğunluğu sağlayamazsa, her ikisi de Meclis’te çoğunluk olabilmek için Yeşil Sol’a ihtiyaç duyacak. Dolayısıyla ana muhâlefet olmasa bile en kritik muhâlefet ya da en kritik parti, grup olacaklar.
Türker Çelik: “Bu seçimi, ‘cehennemin kapılarının kapanacağı seçim’ diye düşünenler var. Yakın gelecekte hızla kalkınan, farklılıklarıyla zenginleşen, özgürlüklerle innovasyon merkezi bir Türkiye için umutlu musunuz?” Türker Bey, ummak istiyorum. Öyle bir lâf vardı. Yani şu kapı kapansın, sonrasına bakalım. Ama bütün bu saydığınız şeylerin hepsi çok güzel şeyler. Ben dünya hâlinde –artık 61 yaşımdayım– bu dediklerinizi görebilir miyim? Keşke görsem. Ama açıkçası o kadar zor ki, o kadar sorun var ki, o kadar şey var ki ve hiç kolay değil yani.
Mustafa Hakyemez: “Dünkü Kılıçdaroğlu, Yavaş ve İmamoğlu videosu hakkında ne düşünüyorsunuz?” Yani iyi düşünmüşler. Akıllıca bir hamle olduğunu düşünüyorum. Orada artık Kılıçdaroğlu iki belediye başkanını yanına alarak bu işi yapması gerektiğini kavramış durumda. Afişlerde, billboard’larda da böyle görüyoruz, mitinglerde de böyle yapıyor. Çünkü kendisi tam olarak beklentileri karşılayamıyor. Onun için hem Yavaş’ın hem İmamoğlu’nun ayrı ayrı câzibelerini kullanıyor ki bu onların da işine yarıyor. İmamoğlu’yla ilgili bir yayın yaptım cumartesi günü, “İmamoğlu faktörü” diye, izleyenler vardır. Herkesin kazandığı bir şey oluyor sonuçta. İmamoğlu da buradan kazançlı çıkıyor, Kılıçdaroğlu da Mansur Yavaş da. Yani böylece birbirleriyle sorun yaşamak, mesâfe koymak yerine yan yana durmak gerçekten hepsine birden kazandırıyor.
Kent Kenter: “Hangi anketlere güvenelim?” Zor soru. Yani hepsine şüpheyle bakın derim. Ama hepsine de analitik bir şekilde, eleştirel bir şekilde bakın. Ama şu hâliyle şuna güvenin, buna güvenin demek istemiyorum.
Kubilay Ay: “Sizce diğer seçimlere göre şu an ne farklı? Muhâlefetin seçimi kazanmasına duyulan bu umut sizce yerinde mi?” Bir kere inisiyatif kesinlikle muhâlefetin elinde. Anketler de böyle söylüyor. Kampanyaya baktığımız zaman, Erdoğan’ın kampanyası “Doğru adam, doğru zaman, doğru adımlar” vs.. “Doğruluk” üzerinden giden pozitif bir kampanya. Ama Erdoğan, en son Sultanahmet’te olduğu gibi negatif kampanyaya çevirip muhâlefeti yuhalatıyor, “siyâsî mevtâ” yapma çağrısında bulunuyor vs.. Ama muhâlefete baktığımız zaman, muhâlefet sâkin sâkin işini yapıyor. Dolayısıyla bu hâliyle bakıldığı zaman, bu çerçevede bakıldığı zaman, artılar esas olarak muhâlefette gözüküyor. Yerel seçimde de böyleydi. İnsanlar bunu tam kabullenemediler. Yerel seçimde Erdoğan ve Bahçeli, yaydıkları o beka, “Bunlar bölecek, bunlar ülkeyi paramparça edecek, elektrik faturalarını PKK’lılar toplayacak” vs. gibi söylemlerin işe yarayacağını sandılar. Hiçbir işe yaramadığını gördüler. Burada onları bile yapamıyorlar. Çünkü şu hâliyle bakıldığı zaman muhâlefeti, Kılıçdaroğlu’nu karalama kampanyası bile yapamayan bir iktidar var. Doğalgazı 1-2 ay ücretsiz vermek filan gibi birtakım vaatlerin ötesine gidemeyen bir iktidar var. Dolayısıyla dengeler şu hâliyle bakıldığı zaman muhâlefetten yana. 3 hafta gibi bir zaman kaldı. Bu arada nasıl değişir? Şu hâliyle gidişat, muhâlefetin sürekli, Kılıçdaroğlu’nun sürekli üstüne koyduğu; iktidârın tek kaygısının da en azından kendi kitlesini korumaya çalışmak ve seçimi ikinci tura bıraktırmak olduğu bir durum var. Muhâlefet ilk turda kazanmak isterken, iktidar ikinci tura bıraktırmak istiyor. Ve ikinci tura da kimin sâyesinde bıraktıracak? Muharrem İnce ve bir ölçüde de Sinan Oğan sâyesinde. Yani iktidar kendi ayakları üzerinde duramıyor. Bunu özellikle görmek lâzım.
“Sevan Nişanyan, ‘Kılıçdaroğlu bugün de yarın da öbür gün de 10 sene sonra da 1000 seçim de olsa kazanamaz. Çünkü hiçbir fikri temsil etmiyor’ diyor. Ne düşünürsünüz?” diyor. Sevan’ı yıllar önceden tanırım. Uzun zamandır görüşmüyoruz. Zâten kendisi yurtdışında. Gerçekten ilginç birisi olduğu, Türkiye ortalamasının üzerinde bir zekâsı olduğu vs. hepsi doğru. Ama bu iddiasını tek bir şeyle bile ânında çürütebiliriz: 2019 yerel seçimleri. 2019 yerel seçimlerini kim kazandı? Kılıçdaroğlu kazandı. Ekrem İmamoğlu’nu Beylikdüzü’nden alıp, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak kim gösterdi? Kılıçdaroğlu gösterdi. Tamam, eyvallah; ama bir yerden sonra daha bir insaflı olmakta yarar var. Kılıçdaroğlu’nun çok şeyi kaybettiği muhakkak; ama kazandıkları da muhakkak. Ve şu anda da hiç fena götürmüyor. Bunları da görmek lâzım. “Nasıl olsa kazanamaz” filan gibi şeyler yok. Siyâsette böyle bir şey yok. “Nasıl olsa kaybetmez” denen bir Erdoğan, “Nasıl olsa kazanamaz” denen bir Kılıçdaroğlu var. O zaman biz niye bu kadar uğraşıyoruz ki? Ben bu yayını niye yapıyorum? “Nasıl olsa kazanamaz, nasıl olsa kaybetmez” deriz, iş biter. Bu olay bu kadar basit değil. Yerel seçimde de böyle dediler, sonrasını gördüler. 25 yıl sonra İstanbul ve Ankara’yı kaybetmiş bir Erdoğan var. Yani bunu hiç hafife almayın. 25 yıl… O arada, 25 yılda neler yaşandı? 28 Şubatlar, şunlar bunlar… Ve o çizgi İstanbul ve hattâ Ankara’da da hep Melih Gökçek kazandı, biliyorsunuz. Sonra ama ne oldu? Erdoğan, Melih Gökçek’i istifâ ettirdi. Bunları ne çabuk unuttuk? Yerine en güvendiği isimlerden birisini koydu, yani resmen sandıkta perîşan oldu. İstanbul’a en güvendiği ismi koydu, aynı şekilde kaybettiler. Yenilgiyi kabul etmediler, bir daha gittiler pehlivan misâli; daha kötü yenildiler. Yani bunları unutmayın. Bunlar unutulacak şeyler değil zâten.
Feyyaz Kaplan: “Olası bir kaybın ardından Erdoğan nasıl bir yol izler? Yenilgiyi kabul eder mi? Kabul ederse sonrası için nasıl bir rol üstlenir?” Yenilgiyi kabul eder tabiî. Etmeyip de ne yapacak? Direnmek istese nasıl direnecek? Trump bunu yapmaya çalıştı, olmadı. Bizde de olmaz. Herhalde muhâlefette kalıp, iktidârın bu kadar sorunun altında kalmasını bekler ve sıranın tekrar kendisine gelmesini bekler. Burada tabiî ki önemli olan, muhâlefetin bu işin altından kalkıp kalkamayacağı olur.
Tam da bunu sormuş Burak Soykan: “AK Parti’nin bu seçimleri kaybedip erken seçimde geri döneceği söylentilerine yorumunuz nedir?” Bunu Temel Karamollaoğlu’na sordum. O da, “Erdoğan daha çok bekler” diye cevap vermişti. Eğer işin ciddiyetini anlarlarsa –ki muhâlefet anlamış gözüküyor– daha sonra da birbirlerine muhtaç olduklarını görecekler ve olabildiğince işleri yolunda götürmeye çalışacaklar. Tabiî ki ellerine yüzlerine bulaştırırlarsa ülkede iktidârı kaybedebilirler; ama kaybedecekleri iktidârı yeniden AKP’nin alacağının garantisi yok. Yepyeni birileri, yepyeni bir parti de çıkabilir ya da şu andaki muhâlefet blokunun içerisinden bir ya da iki parti öne çıkabilir vs.. Yani bunun, şu anda muhâlefette, Millet İttifâkı’nda şekillenen yeni iktidârın göreve geldikten sonra kaybetmesi durumunda, tek alternatifinin AKP ve Erdoğan olduğu kanısında değilim. Başka seçenekler de pekâlâ çıkabilir. Ama her şeyden önce Temel Karamollaoğlu’nun söylediği gibi, onu boşuna bekliyor olabilir AKP. Muhâlefet biraz dirâyetli çıkarsa pekâlâ işleri rayına koyabilir. Neden olmasın?
Orçun Saltık: “Hem CHP hem İYİ Parti bakanlık taleplerini mitinglerde yapmaya başladı. Ekonomi Bakanlığı konusunda partiler arası büyük çekişme olacak gibi. Sizce bakanlık paylaşımında sorunlar çıkacak mıdır?” İllâki tartışma vardır; ama herhalde paylaşıyorlardır. Yani kalkıp onu da sonraya bırakmamışlardır diye düşünüyorum; ama tabiî belli de olmaz. 3 Mart’ı yaşamış insanlarız.
Evet, yavaş yavaş toparlıyoruz. Bakıyorum, atladıklarım var mı diye.
İbrahim Öztürk: “DEVA ve Gelecek sizce faydadan çok bagaj değil midir muhâlefet için?” Değil. Sonuçta onların da bir katkıları muhakkak var. Çok daha fazla olabilirdi, ama bunu daha önce de değişik vesîlelerle konuştuk; bir şekilde bir yerde tıkandılar. Özellikle DEVA Partisi ilk başta çok büyük bir girizgâh yaptı; ama sonrasını getiremedi. Neden olduğunu da tam olarak anlayabildiklerini ya da anlamak istediklerini sanmıyorum. Bu muhâsebeyi, hesaplaşmayı kendi içlerinde yapamadılar. Ama sonuçta ilginç bir şekilde partileşmeyi becermiş, ama henüz tabanlarını oluşturamamış partiler olarak karşımıza çıkıyorlar. Yoksa partiler kadrolarıyla bayağı bir ayaktalar.
Hüseyin Kaya: “Mitinglerde Kılıçdaroğlu, İmamoğlu ve Yavaş farklı konulardan bahsediyor. Plan dâhilinde hepsi farklı bir seçmen grubuna mı sesleniyor? Başarılı bir strateji mi bu?” Yani herhalde aralarında işbölümü yapıyorlardır, konu paylaşıyorlardır. Ben Mansur Yavaş’ı hiç canlı olarak izlemedim, ama İmamoğlu’nu izledim. İmamoğlu bayağı iyi bir hatip, onu söylemek lâzım. Kılıçdaroğlu’ndan daha iyi bir hatip olduğu da muhakkak. Mansur Yavaş’ın da çok da kötü olmadığını görüyorum, videolara bakıyorum. Sonuçta herkesin ayrı bir yeri var diyelim. Aynı şeyleri tekrar tekrar söylemek yerine farklı şeyler söylemeleri daha anlaşılır bir husus. Onu özellikle vurgulamak lâzım.
Feyyaz Kaplan: “Olası bir kazanma durumunda muhâlefet içinde helâlleşme ve hesaplaşma üzerinden bir kriz çıkar mı?” Özellikle hesaplaşma konusunda çıkabilir tabiî. Kimlerden nasıl hesap sorulacağı açısından bakıldığında, Gelecek, DEVA ve hattâ İYİ Parti’nin bâzı çekinceleri, rezervleri olabilir. Bunların hepsi zor işler gerçekten. Tabiî burada, özellikle bürokraside nasıl bir dirençle karşılaşacakları da önemli. Eğer bürokrasi, iktidar değişirse, değiştikten sonra, bunu doğal bir şekilde karşılarsa hesaplaşma hikâyesi daha az olur. Ama içeriden dinamitlemeye çalıştığı görülen birileri çıkarsa, o zaman daha sert bir hesaplaşma olacaktır. Orada da ârıza çıkma ihtimâli gerçekten var.
Evet, yine bayağı bir tempolu, çok verimli bir yayın oldu.
Mert Çuhadar: “Muharrem İnce’ye giden tepki oyları sizce seçime yaklaşırken kime gidecek? Yoksa İnce’de kalacak mı?” Büyük ölçüde Kılıçdaroğlu’na doğru gideceğini ve gitmekte olduğunu düşünüyorum. Ama hâlâ belli bir oyu olduğu muhakkak. 3 hafta içerisinde daha da azalabilir. Hattâ benim bir, iddiam demeyeceğim de öyle bir tahminim var: Muharrem İnce belli bir aşamadan sonra çekilebilir de. Hâlâ çok az da olsa böyle bir ihtimâlin olduğu kanısındayım.
“Deprem bölgesinde hayâtını kaybetmiş on binlerce vatandaşımız var. Geçersiz oyların geçerli kılındığını biliyoruz. Benzer bir olayın önüne geçilmesi için neler yapılıyor?” Muhâlefet partilerinin bu konuyu herhalde çalışıyor olmaları lâzım. Bayağı bir şeyler yaptıklarını biliyoruz, ama zamanla anlaşılır. Detaylarını zamanla göreceğiz herhalde.
Evet, yine çok yoğun katılımlı, soru ve yorumlarla güzel bir yayın oldu. Hepinize çok teşekkür ediyorum. Bunları sürdüreceğiz. Yarın dediğim gibi Ahmet Şık’la bir yayınımız olacak. Çarşamba günü de Hatem Ete ile aylık “Seçim Panoraması”nı yapacağız. Nisan ayının sonuçlarını değerlendireceğiz. Arada başka yayınlarımız da olacak. Ve mitingler başladı. Mitingleri arkadaşlarımız yerinden izliyorlar. Ben de bâzılarına gideceğim. En önemlisi, ilk büyük miting İzmir’de olacak bu pazar günü. Pazar günü bütün Millet İttifâkı’nın katılacağı mitingi Medyascope olarak çok geniş bir şekilde, benim de dâhil olduğum bir ekiple izleyip oradan canlı yayınlarla sizlere aktarmaya çalışacağız. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.