Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Adını Koyalım (104): Seçimler ilk turda biter mi?

Seçimlerin ilk turda bitmesi nelere bağlı?

Millet İttifakı, İnce ve Oğan’ın oylarını kendisine çekebilir mi?

Akşener ve Kılıçdaroğlu’nun kampanyaları ne kadar uyum içinde?

Bu hafta Adını Koyalım’da Ayşe Çavdar’ın yokluğunda; Ruşen Çakır, Kemal Can ve Edgar Şar tartışıyor.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Edgar Şar: İyi akşamlar. “Adını Koyalım”dan herkese merhaba. Bu akşam Ruşen Çakır ve Kemal Can’la birlikteyiz. Ayşe Çavdar maalesefbir iş seyahati sebebiyle bugün aramızda değil, ama kendisine selâmlarımızı iletelim. Hoş geldiniz.

Çakır-Can: Hoş bulduk.

Edgar Şar: Bugünkü başlığımız “Seçimler ilk turda biter mi?” Aslında bir süredir tartıştığımız bir başlık bu; yeni bir başlık değil, ama seçime yaklaştıkça bu konudaki gelişmeler de sürdüğü için yine de konuşmaya değer bir konu. 

Ruşen Çakır: Daha önce Seçim ikinci tura kalır mı?” diye konuşmuştuk, şimdi “İlk turda biter mi?” diye konuşuyoruz. Aslında seçtiğimiz başlık seçimlerinin bile bir anlamı var.

Edgar Şar: Evet, bir anlamı var. O gidişat hakîkaten öyle mi, onu da sormuş olacağım. O zaman seninle başlayalım Ruşen Abi. Seçime yaklaştıkça Memleket Partisi’nin oyları biraz eriyor. Muharrem İnce’nin oyları da, partisine göre biraz daha yüksek seyretmesine rağmen, yine de azalıyor. Tabiî Memleket Partisi’nin oyları da önemli; çünkü Meclis aritmetiğini etkileyecek. Muharrem İnce’nin oy oranı, cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura gidip gitmemesi açısından önemli. Seçimin ilk turda bitmemesinin tek faktörü Muharrem İnce’ye mi bağlı, başka bir faktör yok mu?

Ruşen Çakır: Şöyle ilginç bir durum var: Bugün Hatem Ete ile yaptığımız yayında da konuştuk: Muharrem İnce’de düşüş varken Sinan Oğan’ın oylarında biraz artış var. Sinan Oğan’ı tamâmen devre dışı bırakmamak gerekiyor. Muharrem İnce’den kopan bâzı seçmenin Sinan Oğan’a gitme ihtimâlini de hesâba katmak gerekiyor. Ama genellikle ikisi birlikte artık telaffuz edilmeye başlandı. Daha önce sâdece, “Muharrem İnce seçimi ikinci tura bırakır” deniyordu — ki oyları %10’du, hattâ %10’un üzerinde gözüken yerler de vardı. Özellikle CHP’lilerin beklentisi oydu: “Muharrem İnce’nin oyları şimdi böyle çıkar, ama sonra düşer” diye hesapladılar — bu hesap kısmen tutmuş gibi görünüyor. Seçime 18 gün kaldı; 18 günde de düşme trendi devam edecek sanki. Ama Muharrem İnce’nin tek başına değil, Sinan Oğan’la birlikte seçimi ikinci tura bıraktırmasından bahsedebiliriz; şu hâliyle öyle gözüküyor. Ama bu 18 gün içerisinde Muharrem İnce’nin, oylarını artırmak bir kenara, muhâfaza edebilmesinin bile bir imkânı gözükmüyor. Çünkü Muharrem İnce olduğu yerde bir câzibe yarattı. Aslında insanlar Muharrem İnce’ye değil, onun durduğu yere geldiler ve bir şey bekliyorlar: “Tamam, peki, geldik de ne yapacağız?” beklentisi var; ama orada bir şey yok. Muharrem İnce iktidâra çok fazla bir şey söylemiyor; söyledikleri ağırlıkla muhâlefete yönelik: Aday listeleri, şu bu. Hattâ geçmişe yönelik birtakım suçlamalar, eleştiriler de var.  Yani oraya hızlıca gelenlerin de hızlı gitme ihtimalleri var. 

Önemli bir husus daha var: Türkiye’de %50+1 diye sihirli bir rakam var biliyorsun; hattâ kimilerine göre %60. Böyle bir baskın eğilim var. Bu çoğunluk Erdoğan döneminin kapanmasını istiyor. Bu arada, bütün bu süreçte, “Aday şu olsun, bu olsun, Kılıçdaroğlu kazanamaz” diyerek sonunda Muharrem İnce’ye de yönelenler oldu; ama hâlâ “Erdoğan dönemi kapansın” diyenler baskın. Bunda, Muharrem İnce’nin Erdoğan dönemini kapatmama ihtimâli olduğu düşüncesi de etkili oluyor bence. 

Kılıçdaroğlu’nun mitinglerinde, özellikle Konya gibi mitinglerde edindiğim izlenim şuydu: Aslında insanlar Kılıçdaroğlu’na gelmiyorlardı. Kılıçdaroğlu yerine Muharrem İnce de olsa – ki olmayacak– Ekrem İmamoğlu ya da Mansur Yavaş da olsa gideceklerdi. Çünkü insanlar oraya, adaya değil bir projeye…

Edgar Şar: Hükûmetin değişim ihtimâline gidiyorlar. 

Ruşen Çakır: Evet. İktidârın değişimine inanmışlar, buna angaje olmuşlar; bunun için oraya gidiyorlar. Dolayısıyla ben bu eğilimin çok güçlü, çok baskın olduğunu görüyorum. Muharrem İnce’nin dün sosyal medyada yine “Seçim iki turludur” ısrârı ve muhâlefete yönelik suçlamalarıyla, insanların artık bir yerden sonra bunun o projeye hizmet etmediğini düşündüklerini de görüyorum. Zâten oylarında azalma da var. Muharrem İnce, kendisine sâdece muhâlefetten oy gelmediği iddiasında; ama ben buna çok emin değilim. Sâdece muhâlefetten geliyor. Dolayısıyla geri dönenler, Muharrem İnce’yi bırakanlar da büyük bir ihtimalle muhâlefete dönecekler ve belki bağırlarına taş basarak Kılıçdaroğlu’na oy verecekler diye düşünüyorum. Bu anlamda, seçimin ilk turda bitme ihtimâlinin her geçen gün Kılıçdaroğlu lehine döndüğünü düşünüyorum. Zâten ilk turda bitmesi durumunda, Erdoğan’ın kazanma ihtimâli olduğunu hiç düşünmüyorum. Erdoğan’ın ilk turda %50+1 oy alabilmesinin imkânı yok. 

Edgar Şar: Benim bildiğim, hükûmete çok yakın anket firmalarında, meselâ Genar Araştırma’da bile Erdoğan’ın ilk turdaki oyu %48 gözüküyor. Onlar bile ikinci turda kazanacağını söylüyorlar.

Ruşen Çakır: Evet. Eğer ilk turda bitecekse bunu Kılıçdaroğlu bitirebilir.

O eğilim, Muharrem İnce + Sinan Oğan oyları nedeniyle bugün îtibâriyle zor gözüküyor. Ama 18 gün içerisinde bayağı değişeceğini düşünüyorum. Hatem Ete’nin söylediği, “Sandık başı seçimi” diye bir lâf var. O da şöyle: Oy verme konusunda hâlâ tereddütte olan ve sandığın başına gittiğinde oy kullanacak çok insan var. Sonuçta şöyle olacak: Bu seçim, Kılıçdaroğlu’na “Evet mi hayır mı?” seçimi değil, Erdoğan’a “Evet mi hayır mı?” seçimi olacak. Yani Erdoğan’ı istemeyenlerin Erdoğan’ın karşısındakine oy vermesi. Karşısındaki aday da Kılıçdaroğlu. İnsanlar sandık başına gittiklerinde –hepsi değil tabiî, çoğu– zâten kararını vermiş durumda. Ama seçimin kaderini belirleyebilecek sayıda insan sandık başına gidecek ve orada da, “Erdoğan’la tamam mı, devam mı?” diye oylayacak. Öyle bir oylama durumunda, Erdoğan’ın seçilmemesi ihtimâlinin daha yüksek olacağı kanısındayım.

Edgar Şar: Kemal Abi, seninle devam edelim. Muharrem İnce tek faktör değil, Sinan Oğan’la toplam bir oyları var ve bu ikisinin toplam oyu belli bir sayıyı geçince zaten ikinci tura kalınmış oluyor gibi bir yaklaşım vardı bugüne kadar. Herhalde sandık başında karar verenler de, “İktidâra mı oy versek, muhâlefete mi?” kararını vermeyecekler. O karar verildi zâten. Ama “Ben ilk turda Muharrem İnce’ye ya da Sinan Oğan’a belli bir tepki olarak vereyim, sonra bakarız” fikrinden, belki, “Zâten ikinci tura da kalsa Kılıçdaroğlu burada esas aday” deyip ona oy verme olarak algılıyorum. Dolayısıyla oradaki faktör herhalde o. Sen nasıl görüyorsun? Birinci turda bitip bitmeyeceğini belirleyecek olan hangi faktörler var?  

Kemal Can: Ruşen’in işâret ettiği, “Seçim ikinci tura kalır mı?” başlığıyla yaptığımız daha önceki yayında şöyle dediğimi gibi hatırlıyorum: “Erdoğan ve Kılıçdaroğlu dışındaki aktörlerin şu andaki potansiyeli her neyse, onun bundan sonraki haftalarda daha fazla olması için nasıl bir neden olabilir?” diye sorduğumu hatırlıyorum. Böyle bir neden bulunamayacağı için ne onların performansı açısından, ne bu konudaki kararsız seçmenin burada bir ışık görmesi gibi bir ihtimal olmasından, ne çok olağanüstü bir denge değişimini işâret edecek verinin ortaya çıkması mümkün olmadığı için, bunun zaman içerisinde sönümlenebileceği ve dolayısıyla belirleyici faktör olmaktan çıkabileceğini ve o zaman, birinci turda bitme ihtimâlinin hâlâ geçerli olduğunu söylemiştim. Şimdi veriler bu trendi doğruluyor. Çeşitli araştırmalarda farklı sönümlemeler var, ama genel olarak o köpüğün söndüğü görülüyor.

Ruşen’in biraz önce bahsettiği gibi, burada şöyle bir motivasyon var: Muharrem İnce’ye oy vereceklerin motivasyonu muhâlefete kızgınlık ya da iktidâra kızgın olanın muhâlefete gidemeyeni. Böyle târif edilen bir şey var. Ama temel motivasyonu kızgınlık. Yani, elinin şuna ya da buna gitmemesi. Protesto oy ağırlıklı seçmenin tercihi şu olabilir: “Ben Kılıçdaroğlu’na oy vermek istemiyorum. Şu nedenle kızdım, bu nedenle kızdım, şu politikasına kızdım, böyle davranmasına kızdım. Zâten sevmiyorum” diye oy vermeyebilir. Burada ona oy vermemek ya da sandığa gitmemek… Çünkü protesto biçimlerinden biri budur: “Benim bu listede oy vereceğim bir adayım yok”. Buna ek olarak, protesto oyunun kaç kişi olduğunu görmek istiyorsan, senin önüne aday olarak çıkan birine oy vererek orada gücünü göstermek istersin. Yani şunu yaratırsın: “Ben protesto ediyorum, bunları beğenmiyorum ve benim aslında kaç kişi olduğumu, benim hacmimi bir görsünler istiyorum”. O zaman da gider birine verirsin. Orada da problem, bu sönme devam ettiği için… 

Edgar Şar: Gösterme motivasyonu da azalıyor.

Kemal Can: Evet. Yüzde 5’in içinde olsan ne olacak? Bu trend artıyor olsa, o zaman o motivasyon da artar. “Bak, biz kızdık ve kızgın seçmen seçmenin %20’si hâline geldi” diyebilirsin. Bu bir motivasyon ya da kendini gösterme biçimidir. Ama o da bitiyor. Çünkü bu trend düştüğünde, %5’in içinde görünsen ne olacak görünmesen ne olacak? 

Ruşen Çakır: Ben burada bir araya gireyim. Biliyorsun Muharrem İnce başta, “İkinci tura ben kalırsam şu olur, Kılıçdaroğlu kalırsa bu olur” diyordu. Şimdi, “Seçim ikinci tura kalır” diyor, ama kendi kalma ihtimâlini çok öne çıkartan bir söylem geliştirmiyor. Yani “Ben girdim ve bu seçimi ikinci tura bırakacağım” minvâlinde konuşuyor. Yani sâdece ikinci tura bırakmış oluyor. Meselâ Muharrem İnce’nin böyle bir motivasyonu olabilir, ama Kemal’in söylediği o %5’in içerisinde olmak seçmen için nasıl bir motivasyon?

Kemal Can: Bunun dışında kala kala, “Seni başkan yaptırmayacağım” motivasyonu kalıyor. Hakîkaten kötülük. 

Edgar Şar: İkinci tura kaldığında da, bir pazarlık yapıp işin içine dâhil olmaya çalışmak ve “Ben o seçmeni orada temsil ettireceğim” iddiasını ortaya koymak. Böyle bir düşünce var mı?

Ruşen Çakır: Ama orada çok ciddî bir sorun var: İkinci tura kalındığı zaman, Muharrem İnce’nin, hattâ Sinan Oğan’ın, seçmenine tabiî ki “Kılıçdaroğlu’na ya da Erdoğan’a oy verin” demesinin bir anlamı olur; ama o seçmen zâten karârını kendi veren bir seçmen.

Edgar Şar: Gerek yok öyle bir şeye.

Ruşen Çakır: Evet. Diyelim Muharrem İnce pazarlık etti ve sonunda “Erdoğan’a oy verin” dedi. Erdoğan’a mı oy verecekler? Ya da “Kılıçdaroğlu’na oy verin” dese, Kemal’in dediği gibi “Onu başkan yaptırmayacağım” diye düşünecek olanlar, éKılıçdaroğlu’na oy vermeyecektim, ama mâdem Muharrem İnce istiyor, ona oy vereyim” demeyecek. Onların ikinci tura kalma durumundaki pazarlık güçleri, daha aday olmadan önceki pazarlık güçlerinden daha zayıf. 

Edgar Şar: Aslında orada hatâ yaptılar.

Kemal Can: Bu çok düşük bir pazarlık. 

Edgar Şar: Ya da Kemal Kılıçdaroğlu, “Ben Muharrem İnce ile hiç pazarlık yapmayacağım” dese, onun seçmeni gidip Erdoğan!a mı oy verecek yani? Yine nasıl düşünüyorlarsa öyle davranacaklar. 

Kemal Can: Dolayısıyla işin bu tarafında, yani seçimi ikinci tura bıraktırabilecek aktör olarak Oğan ve İnce’nin görülüyor olması ve onun seçmeninin toplam büyüklüğü meselesi, hem önümüzdeki günler îtibâriyle hem Ruşen’in söylediği gibi, sandık başında… Üç haftadır, o ilk ölçülen oylarda 2-3 puan, neredeyse günlük olarak aşağı doğru giden bir trend var. Hattâ bâzı araştırmalarda daha fazla düşüyor. Bu, seçime kadar böyle devam ettiği anda, ayrıca sandık başına gidildiğinde… Bunu daha önce de söylemiştim. Sizin izleyici yorumlarında da böyledir. Reaktif şey daha çok görünür. Çünkü bir şeyden memnun olan, çok yüksek bir reaksiyonla kendini ifâde etmez; memnun olmayan kendini daha yüksek ifâde eder. Birincisi bu. İkincisi, nihâî olarak gidip, belirleyici oyunu sandığa atmadan önce fikrini söylemek açısından daha rahat hisseder seçmen kendini. “Kızdım, oy vermeyeceğim” demek, sandığa gitmeden önce daha kolay bir şeydir. Dolayısıyla böyle bir faktör de var. Yani o sandık başı seçimi olması hikâyesi pek çok seçimde görülmüş. Bütün bunları alt alta koyduğumuzda, seçimi ikinci tura bırakabilecek potansiyelin belirleyiciliğinin giderek azaldığını, seçime kadar da etkisini zayıflatacağını düşünüyorum. 

Diğer hesaplama biçimi, yani ikinci tur hesaplamalarındaki temel yaklaşım şuydu: 2019 yerel seçiminden sonra ve ekonomik kriz tablosu ortaya çıktıktan sonra, biraz önce Ruşen’in söylediği gibi, araştırmalarda, iktidârın değişmesi ihtiyâcı hızlı biçimde yansımaya başladı ve hakîkaten dediği gibi %40-%60 oranının terse döndüğünü, bu iktidârın arkasındaki desteğin %40’lara kadar gerilediği araştırmalarda hâlâ çıkıyor. Ama orada iki temel referansla hep şöyle bir mantık yürütüldü: Birincisi, “İktidar %40’ın altına gitmiyor, bir alt direnme barajı oluşturdu, hattâ onun üstünü toparlayabilir” yorumları yapılıyordu. İkincisi: “Bu iktidardan kopan seçmen kararsız blokuna, gri alana kayıyor ve muhâlefet onları iknâ edebilecek”. Bu iki argümana dayalı olarak, “İktidar oy kaybediyor, ama muhâlefetin kazanması garantisi değil” deniyordu. Bunlar doğru tespitlere dayanıyor. Ama son haftalarda çok net biçimde şunu gördük: Tamam, bâzı araştırmalarda iktidar %40’ın altına düşüyor, ama çok da düşmüyor, bir direnme noktası var. Ama %43’ün üstüne de çıkamıyor. Bazı yandaş anketlerde daha yüksek rakamlar var; ama Erdoğan’ın oy ortalaması %43-44 bandında sıkışmış durumda. Yüzde 43 ortalamalı bir desteğin üstüne, bu ikinci tura bırakabilecekleri ekleyerek, muhâlefetin kazanamayacağı, ikinci tura kalacağı varsayımı kuruluyor. Bence ikinci tura kalıp kalmayacağını belirleyecek şey, o %43’ün, iddia edildiği gibi Erdoğan sâhaya çıktığında bir toparlanma yaratıp %43’e, 45’e çıkması, üstüne tepki oylarını da alarak ikinci tura itmesi. Ama bunun gerçekleşmediğini görüyoruz. Bence birinci tur ihtimâlini güçlü hâle getiren faktörlerden biri, burada bir hareket olmaması. Muhâlefet o gri alandaki seçmene güven vermeli, arkasına toplamalı. Bunu zaman zaman biz de dile getirdik. 

Ruşen’in söylediği gibi, bu iktidar ya da Erdoğan değişsin değişmesin, şu anda seçim, bu birinci tur/ikinci tur denklemi yüzünden öyle bir alana sıkıştı ki, temel program öncelikleri, vaatler, hattâ listeler ikincil hâle geldi. Burada tam tersine, yarım puan, 1 puan düşmeye başlarken, iktidârın da, Erdoğan’ın alana çıkması ve daha önceki seçimlerde de gördüğümüzden daha sert, daha saldırgan bir propaganda yürütmesine rağmen, o hep söylenen, son haftalarda çıkıp toparlamayı yaratamadığını, hattâ orada küçük küçük gerilemelerin yaşandığını görüyoruz. Erdoğan’ın oyları, artı tepki oyları, %50’yi toplayamadığında, zâten otomatik olarak öbür taraf %50’yi aşmış oluyor. Böyle bir denklem var yani.

Ruşen Çakır: Bir de, sâhaya çıkma konusunda da, meselâ dün gece Erdoğan’ın televizyonda yaşadığı sağlık sorunları meselesi ve bugünkü programını iptal etmesi — ki bunlar son derece değerli zamanlar. Meselâ bugün Kırıkkale, Sivas ve Yozgat’ta olacaktı, ama gidemedi. Bu da gösteriyor ki, artık her şeye kadir, istediği zaman istediği yere müdâhale edebilecek bir Erdoğan birçok açıdan yok. Meselâ geçenlerde burada Sinan Oğan’la yayın yaptığımda çok yorgundu — ki aslında genç bir adam. Yorgun, uykusuz ve bunu da söylemek ihtiyâcını hissediyor. 

Kemal Can: Buna ek olarak, şunu da söyleyeyim. Erdoğan sâhada bu aktiflikte yer alamazsa ya da aldığı şey eski etkileri yaratamıyorsa, geriye baktığında… Şimdi sözcü olarak ortada, Kılıçdaroğlu’na “soğan cücüğü” diyen bir Nebati’yi görüyoruz. Sonuçta vitrin de bu. Hani dengeyi değiştirecek ve ortalığı hareketlendirecek kim var ortada?

Ruşen Çakır: Meselâ geçen gün Süleyman Soylu buralara yakın bir yerde bir mahalle buluşmasındaydı. Onu da muhabir arkadaşımız Ali izledi.  Görüntülere bakıyorum, 100 kişi, 200 kişi var — Süleyman Soylu’dan bahsediyoruz. 

Kemal Can: Yeri gelmişken söyleyeyim, sen daha sonra belki bu konuda yayın yapacaksın ama Süleyman Soylu’nun, doğrudan seçmenle ilişki kuran ve Erdoğan sonrasının önemli aktörü olabilecek politik…

Edgar Şar: O zâten Sedat Peker’den önceydi galiba. 

Kemal Can: Hayır, Sedat Peker’le ilgisi yok. Bu, seçmenle doğrudan ilişki kurabilen, seçmene dokunan siyâsî aktör meselesinin kendisinde bir problem var.

Ruşen Çakır: Bir de, orada doğrudan ilişki olması için önce bir seçmen olması lâzım. Önce o seçmeni toplayacaksın, sonra doğrudan ilişki kuracaksın. Toplayamadıktan sonra o 200 kişi ile doğrudan ilişki kurduğun zaman çok fazla bir önemi olmuyor. Orada şöyle bir şey vardı — ki hâlâ var: Bir dönem troller besliyor, onlar aracılığıyla sosyal medyada, şurada burada kendini güçlü gösteriyordu. Ben onun pandemide istifâ ettiği zamânı hatırlıyorum.

Edgar Şar: Evet, pandeminin ilk dönemleriydi.  

Ruşen Çakır: Kemal’in hatırlattığı da o.  O târihte daha Sedat Peker yoktu. O dönemde de hiç istikbâli olmadığını söylemiştik. Çünkü bir şeyi kaçırıyor. Taş yerinde ağırdır. Demokrat Parti’den, Doğruyol Partisi’nden gelip, AKP’nin içerisinde sivrilebilmen için bir başka bir şey lâzım. Süleyman Soylu, arkasında MHP desteği olmasa orada ne kadar kalabilirdi? Ve nitekim Erdoğan kazanırsa, Soylu’yu bakan yapmayacak, milletvekili yapacak.

Kemal Can: Türkiye’de bu “lider partileri” meselesi bence yanlış anlaşılıyor ve yanlış kurgulanıyor. Liderler böyle kişisel, özel karizmalarıyla tabanlar toplamıyorlar. Zâten toplanmış tabanlar, kuvvetli liderlerle temsil edilmeyi istedikleri için lider partisine dönüşüyorlar. Bu ikisinin arasında fark var. O yüzden burada Macron’lar çıkmıyor. Tam tersine, yerleşmiş tabanlar kendilerine parlak aktörler arıyorlar ve aktörlere çok fazla anlam yüklüyorlar.

Edgar Şar: Muharrem İnce’nin de böyle bir sorunu var. O da kendine oy veren kitleyi öyle bir taban sanıyor.

Ruşen Çakır: Kendisini Macron’a benzetiyor, “Fransa’da Macron nasıl her iki bloku yırtıp attıysa, biz de Türkiye’de bir devrim yapacağız” dedi.

Edgar Şar: Macron bambaşka hikâye tabiî. 

Kemal Can: Sâdece kişisel bir şeyle bir teknokratın ya da Trump gibi özel bir adamın filan çıkıp… Yani iş böyle işlemiyor. Türkiye’de, hâlâ yerleşik siyâsî kimliklere dayalı taban refleksleri var. Onun dışında, yüzergezer bir kalabalık var. Onlar bâzen çok aktive olup, birdenbire böyle küçük aktörleri büyük bir şeye çevirebiliyor; ama o çok kısa ömürlü oluyor. Demem o ki, şimdi bu ikinci tur denklemini muhâlefetin varabildiği sınır açısından hesaplamaktan çok, aşağıdan yukarıya doğru iktidârın kendi sınırı, onun üstüne reaksiyon oyununun ne kadar oluşacağı üzerinden hesapladığımda, ikinci tur olasılığının, daha önce konuştuğumuz oturuma göre arttığı kanaatindeyim. O zaman da böyle düşünüyordum.

Edgar Şar: İkinci tura kalmama olasılığından söz ediyorsun. 

Kemal Can: Evet.

Edgar Şar: Yani sen Erdoğan en fazla %43-44’ü zorlayabiliyorsa, öbür tarafın sandık başındaki kararlarla birlikte, anketlere yansımayan bir şekilde de ilk turda bitebilme ihtimâli olduğunu söylüyorsun.  

Kemal Can: Evet. Bir not daha düşeyim: Oğan ve İnce arasında bir geçişkenlik oluyor, çünkü ikisi arasında şöyle bir fark var: Sinan Oğan biraz HDP işine girmekle birlikte, özellikle son döneminde, kampanyasını muhâlefete saldırmaktan çıkarttı, hattâ hafif pozitif bir içerik kazandırdı.

Edgar Şar: Annesi vefat ettiğinde, Kılıçdaroğlu’nun tâziyeye geldiğini belirtmesi gibi.

Kemal Can: Evet. Bu bence önemli bir şey.  

Edgar Şar: Ben tam Sinan Oğan’ı soruyordum zâten. Bir ufak tur da onunla ilgili yapalım.  Sinan Oğan’ın oyları yükseliyor gibi. Şöyle bir şey var: İlk turda, ne olursa olsun Erdoğan ya da Kılıçdaroğlu’na oy vermeyecek az da olsa bir kitle olabilir. Az da olsa önemli bir sayı bu; 1 puan, 2 puan önemli sayılar. Bu oylar Oğan’a da gidebilir. Oğan’ın Kılıçdaroğlu lehine oyunu azaltması mümkün mü? Meselâ, son zamanlarda Mansur Yavaş ve Akşener’in ayrı ayrı ve berâber sâhada olduğunu çok görüyoruz ve söylemleri de o milliyetçi tabana yönelik. Bunun bir karşılığı olacak mı Ruşen Abi?

Ruşen Çakır: Sinan Oğan’ın en önemli sorunu şu: Zafer Partisi’nin adayı olarak girdi. “Ata İttifâkı’nın adayı olarak girdi” diyorlar, ama diğer partilerin adını hatırlamıyorum bile, yoklar aslında onlar. Zafer Partisi’nin adayı olarak girdi, ama Zafer Partisi çöktü artık. İlk niyetlendiği zaman hâlâ Zafer Partisi’nin bir iddiası olabilirdi. Ama şimdi Zafer Partisi ile özdeşleşmiş olmanın verdiği bir handikapı var. Sinan Oğan’a kimler oy veriyor? Bir kere şunu unutmamak lâzım: Senin demin söylediğin gibi, Kılıçdaroğlu’nu ve Erdoğan’ı istemeyen ve kendini milliyetçi görenler. Milletvekili seçiminde, diyelim ki MHP’ye ya da İYİ Parti’ye, hatta BBP’ye oy verecek olup, cumhurbaşkanı adaylarının hiçbirisini kendisine yakın görmeyen insanlar var. Birinci grup bunlar. 

İkincisi, daha genç olması nedeniyle birtakım insanlar onu karizmatik bulabilirler; bunu akılda tutmak lâzım. Üçüncüsü, Muharrem İnce’ye yönelen protesto oyların bâzılarının, çok da fazla etkili olmadığını… Meselâ Muharrem İnce ve Sinan Oğan peş peşe Babala TV’ye çıktı. Muharrem İnce bağırıp çağırıyor. Sinan Oğan ise sâkin, donanımlı birisi. Babala TV’de bu farkı gördüm. Çok sayıda insan, konulara hâkimiyeti nedeniyle ona bir ilgi duyabiliyor. Yani protestolarına bir anlam yüklemek isteyen insanlar, “Eli yüzü düzgün, genç, istikbal vaat eden biri” deyip oy vermeye gidebilir. Dolayısıyla Sinan Oğan’ın oylarının çok artmasa bile çok da azalacağını sanmıyorum. Onun oylarını, aslında sert muhâlif olup da Kılıçdaroğlu’ndan hoşlanmayanlar kategorisi olarak görmemek lâzım. Daha ideolojik, daha onun kişiliğine yönelik olduğunu düşünüyorum. O anlamda Muharrem İnce’den daha avantajlı. Eğer Muharrem İnce son anda çekilmezse –ki ben çekileceğini düşünüyorum biliyorsunuz–, Sinan Oğan Muharrem İnce’den daha fazla oy alabilir. Çünkü onun bir ideolojik karşılığı, bir tarzı, duruşu var.

Edgar Şar: Sinan Oğan’ın oyları Kılıçdaroğlu’na gider mi?

Ruşen Çakır: İkinci turda gidebilir. 

Edgar Şar: Ya da Erdoğan’a dönecek olan var mı?

Ruşen Çakır: Oradaki mesele hangi motivasyonla gittiklerine bağlı. Meselâ biraz önce söylediğim gibi, milletvekili seçiminde İYİ Parti’ye oy verip, cumhurbaşkanlığı seçiminde Sinan Oğan’a oy verecek insanların, ikinci turda Kılıçdaroğlu’na oy verme ihtimâli daha yüksek olur. Ama milletvekili seçimde BBP ya da MHP’ye oy verip, cumhurbaşkanlığı seçiminde Sinan Oğan’a oy verecek olanların Erdoğan’a gitme ihtimâli var. Ama onun dışında, gençliği, duruşu, tarzı üzerinden gidenlerin bir kısmı sandığa da gitmez; onları unutmamak lâzım. Yani ilk turda seçtikleri aday ikinci tura kalmazsa bir kısmı sandığa da gitmeyecek Ama büyük bir kısmının Kılıçdaroğlu’na gideceğini sanıyorum. Muharrem İnce’den kopanların bir kısmının Sinan Oğan’a gitmekle birlikte, ezici bir çoğunluğunun Kılıçdaroğlu’na gideceğini düşünüyorum. 

İlk turda söylediğim gibi, bu seçim “Erdoğan mı, değil mi?” seçimi. Ama Kılıçdaroğlu son dönemdeki kampanyasıyla bir ağırlık da koydu; hakkını vermek lâzım. Muhâlefetin ortak adayı, no name-isimsiz bir aday olmanın dışında, özellikle Kürtler ve en mühimi Alevî videosu ile, “Ben Alevîyim” çıkışıyla gündemi belirledi. Kılıçdaroğlu, orada kendisine yönelik birtakım îtirazlar varsa onları da azaltacak bir kampanya yapıyor. Sonuçta, “Kılıçdaroğlu’na oy vermeyi düşünmüyordum, ama bu son Alevî çıkışı, sonra Adıyaman’da ona hakaret edip saldırmaları fazla oldu” diyerek Kılıçdaroğlu’na yönelecekler de olabilir. Kılıçdaroğlu’na yönelik muhâlif tabandaki antipatinin de –ki bu belli ölçülerde var; bâzıları Kılıçdaroğlu’nu istemiyor– kırılmakta olduğunu, Kılıçdaroğlu’nun bu kişilere bir tür zeytin dalı uzattığını görüyoruz. 

Meselâ Alevîlik çıkışını gençlere yönelik videoda yaptı. Çünkü gençlerin Muharrem İnce’ye gittiği söyleniyordu. Kılıçdaroğlu o çıkışı, o mesajı tüm Türkiye’ye verdi aslında, ama gençlere yöneldi. Onun dışında, sürekli olarak farklı toplum kesimlerine yönelik çok somut birtakım vaatlerde bulunuyor. Nasıl gerçekleşecek bilmiyorum, ama somut vaatlerde de bulunuyor. Sonuçta bir kampanya yapıyor ve başarılı bir kampanya olduğunu düşünüyorum.

Edgar Şar: Kemal Abi, senin Sinan Oğan’la ilgili söyleyeceğin bir şey var mı?

Kemal Can: Ruşen’in söylediklerine katılıyorum. Ek olarak şunu söyleyebilirim: 2015’ten îtibâren, referandum sürecinde de, 2018 cumhurbaşkanlığı seçiminde de, MHP tabanının bir kısmının Erdoğan’a oy vermediğini, Erdoğan’a ilişkin bir rezervi olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla Sinan Oğan’ın oyunun içerisinde MHP tabanının içerisinde yer alıp oyunu MHP’ye verecek, ama cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ı destekleyecek… Daha önceki bu tavrı, o oyu kullanmayarak yapıyorlardı. Yani gidip MHP’ye oylarını atıyorlardı. Çünkü daha önceki 2018 seçiminde de kendi partisi altına mühür basabildiği için gidip oraya oyuna atıyordu. MHP’nin kendi ismiyle seçime girmesinin nedeni de bu. O motivasyonu, o marka bağlılığını ya da o âidiyeti kullanıyor. Ama o âidiyetin hepsi Erdoğan’a gitmiyor. Onun bir kısmının Kılıçdaroğlu’na bile gitmiş bir oy olduğunu düşünebiliriz. Ama bir kısmı da bence böyle alternatif seçenekler arıyor. Dolayısıyla onların bir kısmından Sinan Oğan oy olabilir. Böyle bir potansiyel var. 

Onun için ben de Ruşen’e katılıyorum. Sinan Oğan için oy artışı çok beklemiyorum, ama Muharrem İnce hızında bir düşüş olmayacağını, daha dirençli bir oy olduğunu, daha ideolojik bir tercihi temsil ettiğini söyleyebiliriz. Ama ben yine o oyun bile sandık başı faktöründen etkileneceğini düşünüyorum son kertede. Çünkü siyâsî aktörler bunu çok üstüne basarak göstermeseler bile, seçmen kendi sorumluluğunun fazlasıyla farkında. Bunu muhâlefetin yaşadığı krizde de gördük, başka olaylarda da görüyoruz. Seçmen, bu seçimle ilgili kritik mesele konusunu kendisinin de bir sorumluluğu olarak algılamaya başlıyor ve bütün âidiyet unsurlarından bağımsız olarak, bu büyük ölçüde de sandık başında temel tercihleri belirleyecek faktörlerden biri. 

Kılıçdaroğlu’nun çok bütünlüklü ve bence de başarılı bir kampanyası var, o konuda Ruşen’e katılıyorum. Temel ezberleri değiştiren, vaatleri, somut pozisyon alışları dışında, biraz ezberleri zorlayan ve seçmenin, siyâsî aktörlerin biraz önüne çıkan tutumunu da daha görünür hâle getiren bir şey var.  Meselâ en temel ezberler neydi? HDP’yle, Kürtler’le yan yana gelinirse büyük bir kriz çıkar ve CHP, tıpkı 90’larda SHP’nin yaşadığı büyük problemi yaşar. İkincisi, bu Alevîlik meselesi yüzünden Kılıçdaroğlu’nu parça pinçik ederler. Üçüncüsü: “Hesaplaşma” söylemiyle muhâfazakârları tedirgin edip, “Beşli Çete’den bu paraları geri alacağım” gibi söylemlere çok yüklenirsen, bu rahatsızlık yaratır; muhâfazakâr seçmen kendine söyleniyor gibi algılar”. Bunların hepsi sıralanıyordu, hattâ bunun daha fazlası da var.

Edgar Şar:  Peki, bunların olmadığı mı ortaya çıktı?

Kemal Can: Bunların böyle her şeyi kilitleyen “Aman ha! El sürülmez!” şeyler olmadığı açıkça görüldü. 

Ruşen Çakır: Bu saydığın şeylerin hepsinin sağcı argümanları olduğunu biliyorsun, değil mi? 

Kemal Can: Çünkü solcular için sağcılık-solculuk bitti, sağcılar için devam ediyor. Bu argümanın temeli o zâten. Keşke bu ezberler daha önce terk edilebilmiş olsa ve muhâlefet cephesi bu konuda seçmenin açık olduğu kapılara daha önce hamle etmiş olsa, bu zamanı daha iyi kullanabilirdi. Tamam, bir yıldır, “Ben” diyerek kişisel bir kampanya yürütüyor; ama bunu vaatlerle, kadrosuyla, temel meselelerdeki pozisyonuyla ortaya koyduğu son düzlük. Bunun çok daha önce yapılabilmesi gerekiyordu. Hani hep söylenen “Bu kritik seçim” lâfı var ya? Bu cümleyi hakîkaten seçmenle ilişkilendirerek, onlarla kurarak… Hakan Altınay kitabında Gandi’nin, “Sorumluluğunu almadığın şeye hakkın yoktur” sözünü alıntılıyor. Bu sözü seçmene aksettirmek. Kılıçdaroğlu’nun gençlere, herkese söylerken kullandığı temel temalardan biri de o. “Bunun sorumluluğuna göre davranın.” “Oyunuzu bana verin” fikrinden başka bir şey söylüyor: “Kendinizle ilgili sorumluluğu alarak karârınızı verin”. Bu önemli bir şey bence. Bence bu, sandık başı tercihlerini önemli ölçüde etkileyecek. Bu da atmosfer işi. 

Edgar Şar: Şimdi bir devam sorusu sorayım, Ruşen Abi de bununla ilgili bir şeyler söyler, sonra programı bitiririz. Seçimi ikinci tura kalmadan bitirebilecek biri varsa, o da Kılıçdaroğlu’dur; bunu konuştuk. Kılıçdaroğlu’nun kampanyasını konuşalım. Birincisi, senin söylediğin, işi referanduma çevirmek ve kendisiyle ilgili değil de bu iktidarın devamıyla ilgili bir referanduma çevirmek durumu var. İkincisi, kadrosuyla, İmamoğlu ve Yavaş ile çıkıyor — ki çok uzun bir süre, bu iki ismin daha rahat kazanabileceği söyleniyordu. Adeta bir Voltran oluşturacak şekilde her yerde birlikte görüntü verdiler. İmamoğlu ve Yavaş’ın sâdece görüntüde değil, gerçekten somut rolleri olacağını bir şekilde gösterdiler. Bir tarafta bunlar var. Bir de Kılıçdaroğlu’nun “Kürtler” ve “Alevî” videoları gibi beklenmeyen çıkışlar yapması var. Öte yandan, Akşener’in kendi kampanyası da var ve orada sürekli “Kılıçdaroğlu’na oy veriné mesajı da var. Bu yeterli mi? Çünkü İYİ Parti’nin de ayrı bir listesi var. Onun ayrı bir kampanya yapması…

Kemal Can: Zâten ayrı bir dili de var. 

Edgar Şar: Doğru. Meselâ mitinglerinde kendi bayraklarıyla çıkıyorlar, ama orada CHP bayraklarını görmüyoruz. Afişleri de farklı. Akşener kampanyasında Kemal Kılıçdaroğlu’na yeterince yönlendirme yapıyor mu? Bu önemli bence.  Bir de, eleştirilen bir konu daha var. Dün Ali Babacan Fatih Altaylı’nın Teke Tek programındaydı. Fatih Altaylı, “Siz pek sâhada yoksunuz, miting yapmıyorsunuz, hiçbir şey yapmıyorsunuz” gibi bir eleştiride bulundu. Babacan, son haftalarda mitinglerin olacağını söyledi. Sorum şu: Kılıçdaroğlu’nun kampanyası, seçimin ilk turda bitmesi için yeterince etkili mi? “Daha başka yapılabilecek şeyler vardı, onları yapmıyorlar” gibi bir durum var mı? Önce sana sorayım, sonra Ruşen Abi cevaplasın.  

Kemal Can: Bence, bu seçimin birinci turda bitmesini sağlayacak en önemli faktör atmosfer. Son haftaya, kimin “Bu seçimi alıyor” havasıyla girdiği ve hem kendi seçmenini hem kendisine oy vermeyecek seçmeni de bu konuda nasıl etkilediği belirleyecek. Kampanyanın içine yerleştirilen dil, üslûp, aktörler, bunların hepsi önemli elbette. Ama en önemlisi, o havayı, o atmosferi yaratmak. Bence, Kılıçdaroğlu’nun kendi yürüttüğü kampanya, bütün diğer aktörlerin katılımıyla ilgili problemlere rağmen kendi başına bir hareketlilik sağladı; hem siyâsî iletişim açısından hem mesajları ve mesajlarından aldığı karşılık açısından. 

İYİ Parti dışındaki CHP listelerinden giren diğer aktörlerin sâhada çok olup olmadığı, medyada fazla görünür olup olmadıkları, toplama katkısı açısından büyük eksiklik midir bilemiyorum. Zâten araştırmalarda oy potansiyeli olarak da çok yüksek şeyler görünmüyor. Hattâ açıkçası, olmasalar daha mı iyi? Çünkü onların olması daha çok problem yaratıyor.

Edgar Şar: Meselâ Davutoğlu’nun sözleri sürekli başka tartışmalar açıyor.

Kemal Can: Davutoğlu’ndan adaylara kadar hepsi. Televizyonlara çıkıp Ergenekon tartışması açmak… 

Edgar Şar: Meselâ dün Ali Babacan, “Biz CHP’ye söyledik. Bütün seçmenimizi CHP’ye yönlendiremeyiz” diye bir açıklama yaptı. 

Kemal Can: Yani şimdi olumsuz konuşmak istemiyorum ama, bütün seçmeni ne kadar ki zâten? Ama önemli olan bu değil bence. Kılıçdaroğlu kampanyasının ve Altılı Masa mantığının içerisinde, bu tür bir sayısal analiz zâten yok. O yüzden, “Getirdiklerinden fazla şey aldılar” tartışması doğru, ama mesele o aritmetikle kurulmadı zâten. Burada önemli olan mesele, Kılıçdaroğlu’nun adaylığının açıklanmasının, Saadet Partisi Genel Merkezi’nin önünde yapılması, “Alevî” videosunun bu partiler tarafından paylaşılması, Kılıçdaroğlu’nun gayet isâbetli bir aday olabileceğinin bu isimler tarafından söylenmesi, kendi seçmenindeki alerjiyi kaldırıyor. Bunun için lâzım bir şey. Altılı Masa’daki bütün aktörlerin, sayısal bir mantıkla kurulmadığını, çoğulculuk meselesinin de, tıpkı Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın çok az sayıda insana temsil hakkı vermesi, çok küçük grupları görünür kılmaya çalışması gibi… Meselâ daha önce Garo Paylan neden HDP’den milletvekiliydi? Çok sayıda Ermeni oyu geldiği için mi?  Hayır. O başka bir şeyi sembolize ettiği için. Dolayısıyla meselelere biraz böyle bakmak lâzım.

Edgar Şar: Sen olaylara iyi yönüyle bakıyorsun. Ama “Kılıçdaroğlu kendi adaylığını dayatmak için böyle yaptı” diyenler de vardı. 

Kemal Can: Ben bu aritmetiğin öyle çalıştığını düşünmüyorum. Ben orada hakîkaten sayısal çoğunluk üzerinden kurulan, Altılı Masa’daki rey hakkıyla oluştuğunu düşünmüyorum.

Ruşen Çakır. Ben öyle olduğunu düşünüyorum.

Kemal Can. Tamam, sen öyle düşün. 

Edgar Şar: Düşük bir ihtimal gibi görünse de, Kılıçdaroğlu’nun seçimi kaybetmesi durumunda, bu tartışmayı çok harâretli şekilde başlatmaya hazırlanan veya o ihtimalde bunu yapacak olanlar var biliyorsunuz. Altılı Masa olayı yani.

Kemal Can: Tabiî. Hatırlarsanız, “kazanacak aday” tartışmalarının en civcivli zamanındaki anketlerde, “Kılıçdaroğlu’ndan daha iyi performans gösterecek adaylar” denilen adayların hiçbiri, hiçbir araştırmada birinci turu alamıyorlardı. Hepsi ikili sorularda Erdoğan’ı geçiyordu. Sayı olarak geçiyorlardı, ama ilk turda geçen araştırma çok sınırlıydı. Çünkü ikili sorulup onun anketleri konuluyordu insanların önüne. “Bu ikisi olursa bak kim kazanıyor?” gibi. O gürültüyü çıkaracakların spekülasyonunu söylüyorum: “Mansur Yavaş’ı aday yapsaydın, HDP de adayı çıkartsaydı”. Şimdi “Birinci turda olur mu?” diye bir oturum yapıyor olur muyduk biz? Çok basit bir soru.  O gürültüyü çıkartacaklar otursunlar bunu konuşsunlar.

Edgar Şar: O gürültüyü çıkartacakların bir kısmı zâten, “HDP yüzünden ilk turda kazanamadı” diyeceklerdi. Ona da ayrıca lâf söyleyecekler

Kemal Can: Her neyse. Ama demek istediğim şu: Bence, bu atmosferi belirleme açısından “Alandalar” ya da “Alanda değiller” meselesinin çok aritmetik bir mesele olarak tartışılması isâbetli olmayabilir. Aynı şekilde, meselâ İYİ Parti, Akşener, çok açık olarak mecbur kaldığı bir rekabetin içine girdi. Merkez partisi olmak gibi bir şey kurgulayıp, daha sonra, mecbûren hiç yapmak istemediği bir şeyi yapıyor; MHP ile milliyetçilik yarışına giriyor ve o yarışı sürdürmek zorunda.

Edgar Şar: Şu andaki kampanyada Akşener’in dili bunu mu yapıyor?

Kemal Can: Mecbûren. En azından bunu ihmal edemiyor. Daha önce çok da önemli bir unsur değildi kampanyanın içerisinde. Ama şimdi daha belirleyici bir unsur hâline geldi. İki nedenle öyle. Birincisi, taarruz oradan geliyor. Çünkü iktidar, beklendiği gibi oraya vurmaya çalışıyor, oradan bastırıyor. Dolayısıyla orada savunma kurma ihtiyâcı var.

Edgar Şar: “HDP ile birliktesiniz” meselesi. 

Kemal Can: İkincisi de rekabet. Hatırlarsan, MHP baraj altına, %7’ye düşmüştü. Basitçe şöyle bir matematik kurarsak; şu andaki anketlerde MHP büyük ölçüde %7 civârında çıkıyor, 35 artı eksi, 35’in altı da AKP çıkıyor.  Aslında 2002 oylarının seviyelerine yakın bir yerdeler. İlginç biçimde, AKP ve MHP’nin iktidar içerisindeki dengesi, seneler içinde neredeyse sâbit kalmış. 2015’te de MHP iktidar blokunun %20’sini oluşturuyordu, bugün de %20’sini teşkil ediyor. Burada hâlâ AKP’nin direndiği gibi, MHP’nin de direndiği bir alan var. Dolayısıyla bu kaçınılmaz bir rekabet.

Edgar Şar: Akşener’i izliyorsun. Akşener, Kılıçdaroğlu’na insanları çekmede önemli bir katkı sunabiliyor mu şu anda veya bir eksik var mı? 

Kemal Can: Şöyle bir şey: Altılı Masa’da yarattığı krizin açıklamaları meselesi hâlâ ayağına dolanıyor. Ve sık sık, mitinglerde değil ama televizyon yayınlarında hep onu îzah etme ihtiyâcı doğuyor. “İmamoğlu ve Mansur Yavaş benim sâyemde bu işe girdi” diye anlatıyor. Buna karşılık, Kılıçdaroğlu’nun İmamoğlu ve Mansur Yavaş’la çekip paylaştığı “Yiğitlerim” videosuyla iş birden şuna döndü: Akşener’in mitinglerine çıkan Mansur Yavaş, âdeta kiralık oyuncu gibi oraya gidiyor. Ama Kılıçdaroğlu o “Yiğitlerim” videosuyla, “Bunlar benim adamlarım” baskısını da koymuş oldu aslında. 

İYİ Parti’nin sâha kampanyasını çok izlemedim, çok iddialı bir şey söylemek istemem; ama özellikle Akşener’in söyleminde, Kılıçdaroğlu’nu ayrı bir yere koyduğunu, yani Altılı Masa’nın toplam kampanyası dışında, Kılıçdaroğlu’nu özel olarak işâret ettiğini, en son, “1 oy Kemal’e, 1 oy Meral’e” sloganıyla formüle ettiğini ve denklemi buradan birleştirdiğini görüyoruz. Ama kampanyaların ne dili ne ortak iddiaları, Erdoğan’ı göndermek dışında ve Kılıçdaroğlu’na bir oy istemek dışında, aynı kampanya haline dönüşmüş değil.

Edgar Şar: Evet. Ne kadar sayısal bilmiyorum, ama bence hâlâ Kılıçdaroğlu’na birilerini yönlendirebilmek için yapabileceği bir alan var.

Kemal Can: Ayrıca, meselâ birkaç mitinginde ekonomi kurmaylarını da çıkarttı; ama kadrosunu da öne çıkarttığını görmüyoruz. Başbakanlık iddiasındaki bir partinin bir kadrosunu mu tanıtıyor, hani henüz böyle bir hava da oluşturmadığını düşünüyorum Akşener’in. Ama dediğim gibi, bu iki hafta, birdenbire havanın değişebileceği bir denklem yaratabilir.

Edgar Şar: Ruşen Abi, aynı soruyu sana soracağım.  

Ruşen Çakır: Ben, Akşener’in şaşırtıcı bir şekilde yanlış bir kampanya yürüttüğünü düşünüyorum. Bunun üzerine ayrıca uzun uzun bir şeyler yapmaya niyetim var; ama şöyle özetleyebilirim: Akşener, kendisinin yeni şekillenecek olan iktidardaki yerini eksik anlatıyor. Başbakanlık iddiasını ortaya attı, ama bu konu artık onun ayağına dolanıyor. Çünkü bu seçim başbakanlık seçimi değil. Açıkçası, ben şunu yapmasını beklerdim: “Kemal Kılıçdaroğlu’nu seçerken aynı zamanda beni seçiyorsunuz. Ben, Kemal Kılıçdaroğlu ile berâber, bu yeni iktidârın en önemli insanı olacağım” fikrini vurgulamasını beklerdim. Yani eşitler arasında birinci, cumhurbaşkanı yardımcıları arasında birinci olacağını söyleyerek, aslında bir tür eş başkanlık gibi olacağını îmâ etmesini ve böyle olursa da, kendisinin yeni şekillenecek iktidardaki yerinin çok önemli olacağını söyleyerek, hem kendi partisinin oyunu artırır, hem de kendisine önem veren insanların Kılıçdaroğlu’na yönelmesini sağlardı. 

Edgar Şar: Kılıçdaroğlu ile berâber çektirdiği, “Birlikte kazanacağız” fotoğrafı yeterince etki sağlamadı mı? 

Ruşen Çakır: Tek başına yeterli değil. Kendisinin önemini, kendisinin yeni şekillenecek olan iktidardaki önemini yeterince vermiyor. 

Edgar Şar: Meselâ “İmamoğlu ve Yavaş, icrâcı, etkili cumhurbaşkanı yardımcıları olacak” diyor. Eh sen de olacaksın. 

Ruşen Çakır: Zaten şu andaki olay ne? Kılıçdaroğlu var, İmamoğlu var, Mansur Yavaş var ve sonra diğer liderler var. Halbuki vurgulanması gereken, Kılıçdaroğlu var, Akşener var, İmamoğlu ve Yavaş var ve sonra diğerlerinin olması. 

Kemal Can: O sıralamayla lâzım protokol listesi bozulmuş oldu yani.

Ruşen Çakır: Halbuki kendisini onun yukarısına taşıması lâzım. İlk başta söylediği başbakanlık iddiası o zaman ilginçti. Ama şurada seçime 18 gün kalmışken, başbakanlık meselesini konuşarak insanların kafasını karıştırıyor. Herkes şu anda başbakan seçmeyeceğini biliyor. 

Edgar Şar: “Birinci parti olayım” diyor, ama o da çok gerçekçi değil. 

Ruşen Çakır: Gerçekçi değil. En azından, “Ben ileride Başbakan olacağım, ama şu andaki konumum da çok önemli olacak” diyebilmesi lâzım.

Edgar Şar: Bir de şöyle bir şey var: Teknik bir konu olduğu için bu geçiş süreci meselesi atlandı, ama orada önemli bir husus var: Geçiş süreci Mutâbakat Metni’nde şöyle diyor: “Eğer biz başarabilirsek, 5 yıl içinde bir seçim olmaksızın parlamenter rejime geçeceğiz”.  Diyelim anayasayı değiştirdiler. Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı olarak parlamenter sisteme uygun bir sembolik cumhurbaşkanına dönüşecek ve Meclis içinden bir başbakan seçilecek. O da, normal olarak en yüksek oy alan parti hangisiyse onun lideri olur. 

Ruşen Çakır: O da AKP olur. 

Edgar Şar: Çoğunluğu oluşturabilen birinin olması lâzım. Ona da en yakın CHP olur.

Ruşen Çakır: Bu çok karışık bir mesele, istersen ona hiç girmeyelim. Ama şöyle bir şey var: Biraz önce Kemal, “Diğer partiler olmasa daha iyi olur” dedi ya? İYİ Parti için bunu söylemek çok mümkün değil. İYİ Parti’nin, çok güçlü bir şekilde kampanyada olabilmesi için, iktidarda da güçlü olacağını göstermesi ve bunu söylemesi lâzım. Kılıçdaroğlu’nun da, “Yiğitlerim” diyerek İmamoğlu ve Yavaş’a atfettiği şeyi Meral Akşener’e de atfetmesi lâzım. 

Görüştüğüm CHP’liler, İYİ Parti’nin silkinmesi gerektiğini söylüyor. Çünkü CHP’nin, seçimi garantileyebilmek için hem cumhurbaşkanlığını kazanmak hem de Meclis’te belli bir güce sâhip olabilmesi için İYİ Parti’ye ihtiyâcı var. Dolayısıyla İYİ Parti’nin daha fazla performans göstermesi lâzım. Bir ara oylarının %15 civârında olduğu söyleniyordu, şimdi hiç söylenmiyor. İYİ Parti ne kadar güçlü olursa, Kılıçdaroğlu’nun kazanma ve Meclis’i kontrol etme ihtimâli o kadar fazla olacak. Dolayısıyla, CHP’nin ve özellikle Kılıçdaroğlu’nun İYİ Parti’nin silkinmesine el atması gerekiyor. 

Meselâ ilk programda, Kılıçdaroğlu ve Akşener’in 10 küsur mitingi berâber yapacakları, İstanbul, Ankara ve İzmir’deki 3 mitingi de diğer liderlerle birlikte yapacakları söylenmişti. Sonra program değişti. Şimdi, Cuma günü Kocaeli’nde birlikte olacaklar, onun dışında üç büyükşehirde birlikte olacaklar. İlk programa baktığımızda, Akşener ve Kılıçdaroğlu birçok önemli yere birlikte gidiyorlardı ve yan yana sâhaya çıkıyorlardı, böylece seçimi birlikte kazanıyoruz havası oluşacaktı. Şimdiki programa baktığımızda, 6 parti birlikte kazanıyor havası oluşacak. Altı partinin birlikte kazanıyor olmasının bir anlamı var elbette; ama esas olarak, ikisinin birlikte kazanıyor olduğunu göstermeleri lâzımdı. Orada kim ne yapıyorsa bence yanlış yapıyor. Sonuçta bu, kazanmalarına engel olmayabilir; ama İYİ Parti’nin, Kemal’in söylediği gibi MHP ile yarışıyor olması hazin bir durum; o defteri çoktan kapatmış olması gerekirdi.

Kemal Can: Bu, Akşener’in çok istediği bir şey değil bence; mecbur kaldığı bir durum. Hattâ hiç istemediği bir şeyi yapmak zorunda kalıyor.

Ruşen Çakır: İyi de kendisi bunu kırabilir. Bunu yapmanın yolu, merkez parti iddiasını daha fazla gösterecek kadrolar ve söylemler olması. Yani çıkıp, birinci parti ve sonra başbakan olma iddiasını güçlendirecek şekilde bir duruş sergilemesi lâzım. Bu hâliyle bakıldığı zaman, Meral Akşener tek başına kampanya yapıyor. 

Edgar Şar: Ama bence o, ayrı listeleri olmasından kaynaklanıyor. Şu anda Akşener’in önceliği, İYİ Parti mührünü öne çıkardığı bir kampanya yapmak. 

Kemal Can: Altılı Masa krizi, sâdece problemin kendisinden dolayı değil, o öncesindeki tazyiki de tam olarak üzerinden atamamış durumda. Kılıçdaroğlu ile çok yan yana görünmesi, hattâ aynı listeler altında görünmesinin kendilerine kaybettireceği teziyle davranıyorlar hâlâ. 

Ruşen Çakır: Halbuki biraz önce Kemal’in saydığı, “Kürtler’le işbirliği yaparsa, Alevîlik bilmem ne olursa” diye söylendi ama hiçbir şey olmadı. 

Kemal Can: Hâlâ o argümanları kullanıyorlar.  

Ruşen Çakır: Aynı şekilde, şöyle bir inanış da var: “Bizim taban CHP’den alerji duyuyor” diye bir yaklaşımı görüp çok fazla yan yana durmamak istiyorlar; ama orada da yanlış yapıyorlar. Çünkü insanlar şunu görüyor: “Kazanırsa Kılıçdaroğlu kazanacak. İmamoğlu şu işlere bakacakmış. Mansur Yavaş bu işlere bakacakmış. Ee, Meral Akşener ne olacak?” Meral Hanım’ın ne yapacağı belli değil. Halbuki orada ikisi birlikte yan yana durup, bir tür “Eş Başkan” havası yaratabilse, kendisinin de oyu artacak. 

Kemal Can: Ama o treni “kazanacak aday” tartışmasında kaçırdı. 

Ruşen Çakır: Ama hâlâ binebileceği bir tren o. 

Edgar Şar: Şimdi spekülasyon yapmış olmayayım, ama bâzı anketlerde İYİ Parti’nin oyları hâlâ %10’un altında; o krizden sonra biraz düştü. Ama CHP’nin oyları arttı. Yani İYİ Parti CHP’ye oy kaybetti. Meral Akşener, belli ki bu veriden hareketle, ayrı bir kampanya yaparak o oyları kazanmaya çalışıyor. “Ben sürekli Kemal Bey ile berâber gözükürsem, enerjimi oraya taşırsam bunu değiştiremem. O yüzden ayrı yapayım” düşüncesini taşıyor.  

Ruşen Çakır: Halbuki orada çok basit bir hesap var. İYİ Parti’den kopanlar niye CHP’ye gidiyor? Demek ki kopanlar milliyetçi değil. İYİ Parti’ye, merkezde bir parti olduğu için gidiyorlar.

Kemal Can: Milliyetçi değilse bile, oy tercihini başka bir parametreye göre yapıyorlar. Liderlerin ya da liderlere akıl verenlerin ya da liderleri besleyen araştırma odaklarının bâzıları, hâlâ bunu ezber ve eski parametrelerle okuyorlar. 

Edgar Şar: Ve kimliksel okuyorlar.

Kemal Can: Evet, kimlik Türkiye’de oy davranışları üzerinde çok belirleyici. Ama bunu böyle neredeyse bir kader planına, bir fıtrata dönüştüren siyâsî yaklaşım, kendini tekrar edip, sürekli kendini tıkanıklığa sokan bir döngü yaratıyor.

Edgar Şar: Sonuçta, Akşener, Kemal Kılıçdaroğlu ile çok daha fazla görünerek, kampanya yaparak, hem ona daha çok katkı verebilir hem de kendi oyunu artırabilir. Herhalde bunda hemfikiriz. 

Ruşen Çakır: “Kazan kazan” olabilecek bir fırsatı, kaybederim korkusuyla teptiğini düşünüyorum. 

Edgar Şar: Evet. Ve ben bunun, CHP’den ziyâde ya da Kemal Kılıçdaroğlu’ndan ziyâde onların tercihi olduğunu düşünüyorum. Yani o program değiştiyse, bu, Kemal Bey’in tercihi değildir bence. 

Ruşen Çakır: Bilemiyorum, ama kim yaptıysa yanlış yaptığını düşünüyorum.

Edgar Şar: Peki, programı burada bitirelim, bayağı uzun konuştuk. Sevgili “Adını Koyalım” izleyicileri, bu hafta 3 kişi olmamıza rağmen epeyce konuştuk. Ama bu ikinci tur dinamiklerini sadece veriler üzerinden değil siyâsî dengeler açısından da değerlendirmiş olduk. Kemal Can ve Ruşen Çakır’a çok teşekkürler. Sizlere de izlediğiniz için teşekkürler, iyi akşamlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.