14 Mayıs seçimlerine 16 gün kaldı. Millet İttifakı cephesinde kampanya tam gaz devam ederken Cumhur İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, rahatsızlığı sebebiyle son üç gündeki etkinliklere uzaktan katılmak zorunda kaldı. Peki Erdoğan’ın sağlık durumunun seçim sonuçlarına etkisi olur mu?
30 Nisan Pazar günü Millet İttifakı İzmir’de ortak bir mitingde bir araya geliyor. Bu etkinlik için geç mi kalındı? Millet İttifakı’nı oluşturan liderler neden şimdiye kadar birlikte seçmen karşısına çıkmadı ve bunun seçim sonuçlarına etkisi ne olur?
Kemal Can ve Ruşen Çakır, Haftaya Bakış’ta yorumluyor.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Yine her hafta olduğu gibi Kemal Can’la haftanın öne çıkanolaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.
Kemal Can: Merhaba Ruşen.
Ruşen Çakır: Öncelikle bugünün haberiyle başlayalım: Emek ve Özgürlük İttifâkı beklendiği gibi Kemal Kılıçdaroğlu’na desteğini açıkladı. Aslında birkaç gün önce açıklanması bekleniyordu, gecikti. Acaba ne oldu diye bir tereddüt de hâsıl oldu; ama sonuçta açıklandı. Okumuşsundur, açıklamada şu vurgu var: Cumhurbaşkanlığı seçiminden daha çok Meclis seçimlerinin önemli olduğunu ve orada çok güçlü bir şekilde varlık göstereceklerini söylüyorlar. Ama cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceklerini söylüyorlar. Daha önce yaptıkları açıklamada aday çıkartmayacaklarını söylemişlerdi. Zâten Kılıçdaroğlu’nu destekleyecekleri belliydi. “Bu bir taktik mi acaba?” diye soruldu; ama sonra açıkça desteklerini dile getirdiler. Artık hiçbir spekülasyona yer olmayacak kadar her şey açık bir şekilde ortada. Bunun üzerine ne söylenebilir? Zâten iktidar çevreleri kullanıyorlardı. Şimdi onların kullandığı şey daha da resmîleşmiş oldu. Ama şu âna kadar pek bir şey elde edemediler, bundan sonra da pek elde edemeyecekler gibi. Ne dersin?
Kemal Can: Öyle görünüyor. Dün akşam da Sırrı Süreyya Önder’le berâber bir yayındaydık; o da benzer bir şey söyledi. Bunu daha önce burada da seninle konuşmuştuk. Hattâ sen de dikkat çekmiştin diye hatırlıyorum. Bu seçimden sonraki Meclis kombinasyonu hakîkaten ilginç olacak. Sonuç nasıl çıkarsa çıksın, ilginç bir Meclis tablosu çıkacak. Görünen o ki, 3 ittifakın Meclis’te önemli ağırlığı olacak. Yani ittifaklar, sâdece seçim sonuçlarını değil Meclis’teki ağırlığı da belirleyen bir işlev kazanacak. Dolayısıyla o geçiş dönemi, yeni süreç, birtakım açılımların ortaya konması gibi meselelerde, HDP’nin ve Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın kritik önemi var. Senin dediğin gibi, aslında aday çıkartmayacağını açıklayarak bir destek ortaya koymuştu. Bunu açık desteğe çevirmek için de iki türlü bir bekleme süreci yaşandı. Birincisi, Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın, kendi politik pozisyonları açısından bu konuda çok atak davranmaması işin bir tarafı. İkincisi de, Kılıçdaroğlu’nun bu tür bir süreçte, hemen öyle bir peşin destek açıklamasıyla, iktidârın istismarlarına açık hâle gelip gelmeyeceğiyle ilgili bir tartma fırsatı da yarattı. Hem Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın ve HDP’nin aday çıkartmayarak desteği, hem görüşmeleri, hem de şimdi bu süreç içerisinde bu desteğin çeşitli biçimlerde resmîleşmeden ifâde edilmesi, iktidârın bütün istismar çabalarına rağmen çok fazla karşılık bulmadı. Ne genel muhâlefet seçmeni buna bir reaksiyon verdi, ne de genel kamuoyunda bununla ilgili çok yüksek bir rahatsızlık duyuldu. Hattâ başka meseleler özellikle muhâlefet cephesinde daha fazla tartışıldı neredeyse. Dolayısıyla bu açıklamanın şimdi yapılmasının getirdiği bir rahatlık da var. Hattâ bu açıklamanın bir pozitif etkisinin olduğu da görüldü Kılıçdaroğlu’nun oylarında. Yani HDP’nin desteğini almış olması, zannedildiği gibi Kılıçdaroğlu’na güç kaybettirmediği gibi, şimdi artık birinci turda kazanma olasılığının bile ortaya çıkması –ki bu olasılık büyük ölçüde denklemdeki bu değişkene bağlıydı– artık pozitif etki yapmaya başladı. Yani Kılıçdaroğlu’nun birinci turda kazanabilir aday olduğu fikri, seçimin sonucunu belirleyecek en önemli etken hâline geldi; eksik parça tamamlanmış oldu bu açıklamayla.
Ruşen Çakır: Yani eksik parçanın adı konmuş oldu.
Kemal Can: Evet. Üstelik de bunun artık bir negatif etkisinin olmayacağından herkesin emin olduğu bir aşamada bu yapıldı. Gecikti mi? Bence sonuçları açısından sayısal tabloyu değiştiren bir durum değil. Sâdece, galiba bu iki haftayı belirleyecek en önemli faktör, kazanılacak seçimin birinci turda mı olacağı ya da ne kadar farklı olacağı konusu hâline geldiği için sayısal bir önemi var.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ruşen Çakır: Şimdi burada hassas bir konu var: Erdoğan’ın sağlık durumu meselesi. Hastalığı diyeceğim, ama en son dün kameraların karşısına çıktı ya da en azından online bağlandığını gördük. Ama bir rahatsızlığı var belli ki. Bugün de şu saatlerde Adana’ya yine online bağlanacak. Yarın İzmir’de bir mitingleri var; o mitinge katılacak mı katılmayacak mı bilmiyoruz. Miting açılışını online yapmak olur da, mitingi online yapmak herhalde biraz garip olur. Bu hastalığı nedir? Toparlıyor mu? Bunlar bir yana, ama şöyle bir husus var: Seçime 15 gün kaldı ve en önemli iki adaydan birisi, bir canlı yayını yarıda kesti, sonra geri döndü; ama sonra programlarını iptal etti. Yurt gezilerini iptal ediyor. Buradaki husus şu bence: Erdoğan’a hep atfedilen, aslında daha çok rakiplerinin atfettiği ama kendi tabanının da atfettiği, bir tür “kampanya canavarı” denilen, bu işi çok iyi yapan, sâhaya çıktığı zaman oyları değiştirebilen birisi. Ben özellikle başbakanlığı döneminde, AKP Genel Başkanı olarak yaptığı onlarca kampanyasını izledim. Çok profesyonel, o nabzı iyi tutabilen birisi. Ama zamanla bunun çok ciddî bir şekilde aşındığını düşünüyorum.
Şu anda kamuoyu araştırmalarının hemen hepsinde Kılıçdaroğlu önde gidiyor. Erdoğan’ın da son düzlükte, kampanyalarıyla sahaya çıkarak bunu değiştirebileceği varsayımı vardı. Hem muhâlefette bir korku, hem de kendi tabanında bir umut olarak vardı. Şu hâliyle, Erdoğan’ın sâhaya çıkıp çıkamayacağı bile belli değil. Muhtemelen çıkar, ama riskli olur. Sonuçta bir televizyon yayınını yarıda kesmek filan olabilir; ama bir mitingde bir rahatsızlanma hâlinde, çok daha zorlanabilir. Gerçekten ilginç bir süreç yaşanıyor. Online bağlantılarına baktığımız zaman –meselâ en son dünkü bağlantıda–, Cumhurbaşkanlığı Ofisi’nden gelen çok sağlam, çok güçlü bir imajı yok. Erdoğan, o kadar yere gitmiş bir siyâsetçi olarak, herhalde Akkuyu Nükleer Santrali’nin açılışına gitmek isterdi; orada olmak isterdi.
Kemal Can: Doğru, çok öne aldılar o açılışı zâten. Aslında Akkuyu bitmiş ve çalışmaya başlayan bir yer olmamasına rağmen, bu seçim sürecine hazırlandı, erkene çekildi.
Ruşen Çakır: Birçok şey öyle yapıldı zâten. Mesela bugün Adana’daki açılış, daha önce Ankara-Sivas Yüksek Hızlı Tren hattı seçim kampanyasına dâhil edildi. Erdoğan devlet imkânlarıyla seçim kampanyası yapıyor. Yarın miting var. Bir sonraki hafta sonu da İstanbul’da miting var. Aynı gün Millet İttifâkı’nın da İstanbul’da mitingi olacak. Bunlar çok önemli organizasyonlar olacak. Ama Erdoğan’ın bu mitinglere aktif olarak katılıp katılamayacağı net değil. Erdoğan katılmadığı zaman onun yerini doldurabilecek kimse de yok. Onu birazdan ayrıca konuşuruz. AKP’nin önde gelen isimleri olarak çıkanların, ağızlarını açtıkları zaman söyledikleri birbiriyle yarışıyor; bir de öyle bir durum var. Şimdi seçime 20 gün kala, sağlık meselesi bayağı etkili oldu. Bakalım son iki haftada Erdoğan’ın sağlık durumu nasıl olacak? Tabiî başka adaylarda da birtakım sağlık problemleri yaşanabilir; ama şu anda görüyoruz ki Erdoğan’ın bir rahatsızlığı var. Bu seçimin kaderini ciddî bir şekilde etkileyebilir. Bir de buradaki söylediğim husus, zâten lehinde olmayan seçimi çevirebilmek için fizikî anlamda elverişli bir konumda değil.
Son olarak şunu da söyleyeyim: Kimileri, Erdoğan’ın mağdûriyet yaratmak için bunu bilerek yaptığını söylüyor. Böyle bir mağdûriyet olamaz. İnsanlar kendilerini yönetecek kişide güç arıyor öncelikle — hele Türkiye’de. Dolayısıyla bu, Erdoğan’ın ve kurmaylarının asla isteyeceği bir durum değil. Bir mağdûriyet yaratmak için başka bir şey bulabilirler.
Kemal Can: O tür bir mağdûriyet değil bu. İşe yarar mağdûriyet var, işe yaramaz olan mağdûriyet var.
Ruşen Çakır: Zâten zorda olan seçimi daha da zorlayacak bir şey.
Kemal Can: Evet. Dünkü ve bugünkü programlarının ertelenmesi, bugünkü programa online katılması, senin söylediğin gibi, yarınki miting daha önemli olduğu için onu riske sokmamak olarak da yorumlanabilir. Tâbir yerindeyse, yatırımı ona yapıp şu anda biraz daha kendini toparlamasını ya da riski azaltmayı istemek de olabilir. O, spekülasyon yapılacak bir şey olarak duruyor. Yani durumu kötüleştiği için mi, yoksa önemli olanı garantiye almak için mi ertelendi? Ayrı bir konu. Onu yarın, muhtemelen öbür günlerde göreceğiz. Ama şimdi şu önemli: Senin biraz önce bahsettiğin gibi, Erdoğan, bu sağlık sorunu ya da başka engelleyici nedenlerden dolayı mı, o her zaman yapabildiğini yapamıyor, yoksa zâten yapamıyor, aslında bu biraz daha bahânesi mi oluyor? Çünkü “Centilmenlik gereği diğerleri de kampanyayı durdursun” diyenler de çıktı. Üstelik bunu söyleyen de bir iletişim profesörü.
Ruşen Çakır: Onunla iletişime geçmek lâzım.
Kemal Can: Neyse, şunu söylemek istiyorum. Bu meseleyi geçtiğimiz haftalarda da konuştuk. Hattâ geçen haftaki “Haftaya Bakış” ta ve bu haftaki “Adını Koyalım”da da konuştuk. Bu, yıllardır her seçimde hem bizim gözlemlediğimiz hem herkesin kabul ettiği, Erdoğan’ın sâhaya çıktığında, denge değiştiren etkisinin bütün bu sağlık sorunlarından ayrı olarak artık işlemediği; kendi üst sınırını, kampanyasını, kendini ne kadar zorlasa da değiştiremediğini gördük. Dolayısıyla bu kişisel performansıyla ilgili bir şey değil. Yani yine insanları, rakiplerini hakir görebiliyor, yine son derece saldırgan bir üslupla onları suçlayabiliyor, alay edebiliyor. Son birkaç haftadaki performans olarak “Seccâde” meselesini de gördük, devlet imkânlarını kullanarak yaptığı açılışları da gördük, “300 milyarı nereden getireceksin?” tartışmalarını da gördük. HDP, Kürt meselesi ve benzeri her türlü hâdisedeki kutuplaştırma argümanlarını zâten biliyoruz. Üstelik onun çevresindeki herkesin de Erdoğan’ın bu kampanya temalarını destekleyen çabalarını da gördük. Ama işlemeyen bir şey var. Bu, Erdoğan yorulduğu için, performansı düştüğü için, rahatsız olduğu için değil; bence, eski gücünde de olsa, eski enerjisinde de olsa, hiçbir sağlık sorunu olmasa da yaşayacağı bir şey. Dolayısıyla bunu ayırmak lâzım. Şimdi birileri şöyle yorumlar yapabilir…
Ruşen Çakır: “Hasta olmasaydı kazanacaktı” gibi.
Kemal Can: Evet. Ya da rahatsızlığı geçince düzeleceğini vaat eden bâzı şeyler söyleyebilirler; ama bence problem orada değil. Fakat bu problemin zâten yaşanmakta olan sorunu büyütmesi ihtimâli var. Alanda, üstüne bir şey koyarak, oyunu artırarak tabanını toparlayarak gidemediği gibi, alanda olmaması, olanı tutmak konusunda sıkıntı çıkartabilir. Asıl, bu saatten sonra üstüne bir şey koyması değil –zâten bence çok uzun bir zamandır üstüne bir şey koyamıyor, alana inip birdenbire dengeleri değiştiremiyor, tabloyu lehine çeviremiyor–; elde tuttuğunu şu ya da bu biçimde, ister kimlik âidiyetleri ile ister kutuplaştırma siyâsetiyle, ister konsolidasyon imkânlarıyla, tutabildiğini elinde tutması da sâdece onun performansına bağlı.
Ruşen Çakır: Biliyorsun ben uzun bir süredir “Erdoğan’ın krizi” diye bir şey anlatıyorum ve hep, “Erdoğan kaybetti ama kimin kazandığı belli değil” diyordum. Şimdi, artık kazanan belli oluyor. Ciddî bir Kılıçdaroğlu faktörü var. Kılıçdaroğlu bunu İmamoğlu’nun Mansur Yavaş’ın ve diğerlerinin de katkılarıyla yapıyor olabilir, ama Kılıçdaroğlu gerçekten artık belirleyici birisi oldu. Daha önce, Erdoğan kaybettiği için kazanmak zorunda kalan bir Kılıçdaroğlu’ndan, kazancını inşâ eden bir Kılıçdaroğlu’na geçtiğimizi düşünüyorum. Bunu yaparken de tabiî ki Erdoğan’ın krizinden yararlanıyor, Erdoğan’ın bıraktığı boşluklardan yararlanıyor. Olabilir; ama bunu kullandıkça da Erdoğan’ın krizini derinleştiriyor. Peş peşe gelen “Kürtler” videosu, “Alevî” videosu, dünkü Atatürk Havalimanı videosu… Atatürk Havalimanı meselesini 1 yıl önce yapsaydı, insanlar öyle bir geçiştirirdi. Şimdi milyonlarca kişi bunu izlemiş. Bunu biz de gözlemliyoruz. Meselâ Medyascope’ta Kılıçdaroğlu’nun fotoğrafının, videosunun olduğu yayınlara daha fazla ilgi olmaya başladı. Bunu eskiyle kıyaslayabiliyorsun, çok açık gözüküyor. Kılıçdaroğlu’nun daha önce yaptığı sosyal medya paylaşımlarıyla, bugünküler arasındaki farktan tut… Bunlar öyle organize trollerle falan yapılabilecek işler değil. Meselâ daha önce, Erdoğan düşüyordu ama kimse çıkmıyordu. Şimdi, o düşerken çıkan birisi var ve onun çıkışı, Erdoğan’ın düşüşünü daha da hızlandırıyor. Sonuçta bugün Erdoğan üretemiyor, üstüne koyamıyor ve şimdi de Kılıçdaroğlu’nun söylediklerine cevap veremiyor — Alevîlik olayında olduğu gibi. Erdoğan ona bir şeyler söylemeye çalışıyor, “Sana kim dedi Alevî misin değil misin? Bizim dinimizin tek adı var, o da İslâm’dır” diyor. Halbuki aslında orada tuzağa düşüyor. “Alevî Sünnî ne demek kardeşim? Bizim dinimiz İslâm” dediği zaman aslında ayrımcılık yapıyor. Kılıçdaroğlu nasıl bir şey yaptıysa, nasıl bir şey becerdiyse –ki tahmin ediyorum kendisi de bu kadarını beklemiyordu–, ilginç bir şekilde bir fenomen hâline geldi. Erdoğan artık ciddî bir şekilde onun gölgesinde kalıyor. Erdoğan’ın en istemediği yenilgi Kılıçdaroğlu’na yenilmektir.
Kemal Can: Ve en istemediği şeye doğru gidiyor.
Ruşen Çakır: Erdoğan şu anda onu yaşıyor. Anket sonuçlarının ne dediğini bir kenara bırakalım; onlar da bir şey söylüyor tabiî, ama seçim kampanyalarına nötr bir şekilde baktığınız zaman, bir tarafta gerçekten etkili bir kampanya var, diğer tarafta bir şey söyleyemeyen, mesaj iletemeyen bir kampanya var. Meselâ Erdoğan’ın kullandığı “Doğru Adam Doğru Adım” sloganını YouTube reklamlarında ya da billboard’larda görmesek, Erdoğan’dan duyamıyoruz bunu. Normalde bu bir slogandır ve o sloganı baş aktör taşır. Ama öyle olmuyor. Arkada bir yerde slogan duruyor, Erdoğan yine bildiğini okuyor. Ama Kılıçdaroğlu, “Sana söz yine baharlar gelecek” sloganını sürekli kullanıyor ve sürekli de insanlara, değişik toplum kesimlerine, “Sana söz veriyorum”, “Size söz veriyorum” diye konuşma yapıyor. İlginç bir şekilde işler tersine döndü, eşitsiz bir kampanyaya doğru gidiyor ve kampanyada aradaki fark bayağı açılıyor. Bunun üzerine bir de hastalık rahatsızlık eklenince, iş daha ciddîleşiyor. Bu, bâzı insanlara bir tür gerekçe olabilecek.
Kemal Can: Evet, bir de Erdoğan’ın alanında olmamasının şöyle bir problemi var — iktidar açısından ve iktidar sözcüleri açısından: Erdoğan diğer bütün sözcülerine ya da kampanyada görünür olan herkese, hattâ sokaktaki taraftarlarına bile temel şeyleri veren aktör. Yani o alanlarda, mitinglerde açılışlarda bir şey söylüyor; sonra bütün bakanlar, bütün mitinglere çıkan ya da esnaf ziyâreti yapan bütün adamları da onu tekrar ediyorlar. Seçmeni, sokakta, sokak röportajında aynı lâflarla onu tekrar ediyor. Çoğu da doğru olmayan iddialar. Meselâ Erdoğan, “Öcalan’ı serbest bırakacaklarmış” diyor, sonra herkesten bunu duyuyorsun. Seccâde çıkışı yapıyor, ondan sonra şampanya ve secde kıyaslaması görüyorsun. LGBT diyor, Süleyman Soylu oradan çıkıp bir şey söylüyor. Erdoğan, “Bunların beni devirmekten başka derdi yok” diyor, Soylu, “14 Mayıs darbe girişimidir” diyor. Dolayısıyla Erdoğan işâreti veriyor, lâfı söylüyor; bütün taraftarlarına ve kampanyasına sözü veren adam. O alanda olmayınca, bütün kampanya dilsizleşiyor. O konuşmayınca, ya abuk subuk şeyler söylemeye başlıyorlar ya aynı şeyleri tekrar ediyorlar. Çünkü Erdoğan, açılışta, mitingde, şurada burada, “Buna saldırın, bunu gündeme getirin, şuraya yüklenin” diye temel işâreti veriyor. Dolayısıyla kampanyada eksik olması, kendi performansının dışında bütün kampanyasının performansını etkiliyor. Alanda olmamasının böyle bir sonucu var.
Ruşen Çakır: Erdoğan, Bekir Bozdağ ya da Süleyman Soylu ve diğerleri, saydığın örneklerin hepsi savunmada ve söyledikleri negatif şeyler. Süleyman Soylu en son ne demişti? “Bunlar hayvanla insanı evlendirecek” diye acayip acayip şeyler söyledi. Ve sürekli “Bunlar var ya, bunlar darbe yapacak, bunlar bilmem ne yapacak, bunlar şampanya ile kutlayacak” gibi…
Kemal Can: Bir de, seçim galibiyetini darbe girişimi olarak târif etmek artık varılabilecek en uç nokta.
Ruşen Çakır: Ama hepsinde şöyle bir şey var: Halka, seçmene bir vaat yok. Seçmene, “Biz yine gelirsek şunu yapacağız bunu yapacağız” diye belki söylüyorlardır, ama dikkat çekmiyor. Dikkati çeken, muhâlefete lâf yetiştirmeye çalışmaları. Bu, aslında oyunun tersine döndüğünü gösteriyor. Türkiye’de muhâlefet yıllarca –aslında dünyanın her yerinde böyledir– sürekli iktidâra kızma, iktidârın ipliğini pazara çıkarma, ama bu arada kendi ipliğini göstermeme üzerine kuruluydu. Bence Kılıçdaroğlu’nun kampanyasının en önemli yönü, doğrudan topluma bir şeyler söylüyor olması. Topluma bir şeyler söyleme imkânları artık ellerinden kaymış olan, söyleyecek bir şeyleri kalmayanlar da, onun söylediklerine lâf yetiştirmeye çalışıyorlar. Mesela Kılıçdaroğlu “Alevilik” diyor, onlar, “Bu nereden çıkartıyor? Bölücülük yapıyor” diyorlar. Aslında pekâlâ, “Evet, doğru söyledi. Zâten biz bunu yaptık ve daha da güçlü bir şekilde yapacağız” diyemiyor bile. Yani sürekli bir negatiflik üzerine, sürekli agresif ve reaksiyon verme üzerine kurulu bir kampanya var. Benim bildiğim, bu tür kampanya yapanın kazanma şansı da yok.
Kemal Can: Bir de bir süredir kullandığı başka bir şey var. Meselâ sâdece yaptıklarını, hani eskiden çok kullandığı, “Köprüleri, yolları da biz yaptık, onu da yaptık, bunu da yaptık. Çamaşır makinesini de biz getirdik” ya da “Özgürlükleri biz getirdik” filan… Bunların bâzıları hiç doğru bilgilere dayanmasa bile bir zemin tutuyordu. Ama başkanlık referandumundan îtibâren, hikâye kuramama açığını hep yakın vâdede bir parlak gelecek iddiasıyla kapatmaya kalktı Erdoğan ve iktidar: “Şunu bir yapın, bak sonra şunu yapacağım”. “Referandumda ‘Evet’ deyin, güçlü Türkiye olacağız.” “400 vekil verin, şunu yapacağım.” “1 yıl daha verin, bunu alacaksınız.” “Bu kardeşinizi bir seçin, bak fâizi ne yapacağım.” Neredeyse 6-7 yıldır, biri referandum, biri seçim, biri yerel seçim, ama neredeyse her sene, yakın vâdeye bir hedef koymuş ve onun tam tersi olmuş. Ve sürekli, “Sonra yapacağım” diye iddia ettiği bir şeyle gelecek kurmaya çalışıyor.
Ruşen Çakır: Aslında bu, maçı uzatmak.
Kemal Can: Bu çok zayıf bir pozisyon. Hep kendisinin eksiği olarak gördüğü şey, geleceğe konuşamamak. Hikâye kuramamayı böyle kapatmaya çalışıyor. Yakın vâdeye somut hedef koyarak bunun sonuç alacağını zannediyorlar, ama bu tam tersi bir etki yaratıyor. Çünkü böyle yakın hedef koyduğunda, hatırlarsan, bu ekonomik kriz hikâyesinde, neredeyse 3 aylık revizyonlarla, “Enflasyon yılbaşına düzelecek, bahara düzelecek, Mart’ta düzelecek, seçime iki hâneyle gireceğiz, tek hâneyle gireceğiz, döviz şuraya düşecek” hikâyesiyle geldi. Şimdi hâlâ aynı şekilde, “Seçimi kazanınca, bak size şunu vereceğim” söylemleri devam ediyor. Bunlar çok zayıf argümanlar hâline geliyor artık. Dolayısıyla o saldırganlık meselesini zâten konuştuk — onun etkisi iyice zayıflamış durumda.
Bir de senin demin söylediğine bir şey ekleyeyim Kılıçdaroğlu faktörü açısından. Senin de işâret ettiğin gibi, “Kılıçdaroğlu iktidârın en çok istediği aday, Erdoğan en çok Kılıçdaroğlu’nu istiyor. Hattâ bunun için elinden ne geliyorsa yapıyor” tezinin ne kadar boş olduğunu gördük. İki türlü gördük. Birincisi, Kılıçdaroğlu tercihi kullanılırsa iktidârın kendiliğinden büyük avantaj kazanacağı iddiası çöktü. İkincisi, Kılıçdaroğlu karşısında kaybeden Erdoğan’ın, çok daha büyük, yenilgisini hezîmete çeviren bir durumda kalacağı ortaya çıktı. Ve daha önemli bir şey oldu: Kimlik siyâsetinin kutuplaştırdığı bloklardan bahsediliyor, çok haklı bir tarafı da var. Yani hâlâ çok büyük kütleler hâlinde o bloklar duruyor. Onlar sâbit kaldığı için de Türkiye’nin genel tablosunun değişmezliği konusunda bir genel ezber hâlâ geçerli.
Ama bir de meseleye değişenler penceresinden baktığımızda çok çarpıcı bir şey var: Bundan 5 yıl önce, Kılıçdaroğlu’nun çok sayıda aday arasındaki ölçümlerde alabildiği oy potansiyeli %20’leri bulmuyordu; en kabadayı araştırmalarda, %17 civârında bir oydan bahsediliyordu. Bugün, ilk turda seçimi alıp alamayacağı ihtimâlinden bahsediliyor. İlk turda seçimi almak demek %51 almak demek.
Ruşen Çakır: 50+1.
Kemal Can: Bu ne demek? Kılıçdaroğlu o oyunu 5 yıl içerisinde 3 katına çıkartmış demek. Şimdi bu, değişmez bir tabloyu mu gösteriyor? Bunun değiştirilemez bir tablo olduğunu iddia etmek… Erdoğan’ın her halükârda %40 alıyor olmasına bakarak bir değişmezlik atfediyorsan, yanlış bir okuma yapıyorsun demektir. Çünkü toplumdaki, siyâset alanındaki değişimleri, sâdece değişmeyen, aynı kalan bloklar üzerinden okursan eksik bir okuma yaparsın. Çünkü asıl işleyen, sonucu daha sonra ortaya çıkabilecek değişim dinamiklerini ıskalarsın, göremezsin. Rakamsal değişimler çok küçük küçük de olsa önemli bir değişim bu. Bu önemli değişimi görmediği için, insanlar çok basit bir ezberle, “Erdoğan %17 oy alanı tabiî ki karşısında ister” diyor. Bunu diyen pek çok insan için, bu denklemin dramatik bir değişim yarattığını da görmemiz lâzım. Bunu, Erdoğan’ın da, tıpkı bu ezberlerin sâhipleri gibi, değişmeze bakarak strateji kurmasından yaptığı hatâ yarattı. O değişmeze göre strateji kuran herkes kaybetti. Yayından önce seninle, “Kaybedenler Listesi” diye konuşuyorduk ya? Ayrım noktası da bence bu.
Ruşen Çakır: Meselâ şimdi öyle bir şey yaşadık ki son 1 yıl, hatta 6 ay diyelim. Ortadan kaybolan partiler var. Gelecek ve DEVA partileri. Yoklar. Bir ara var gibiydiler, şimdi yoklar. Büyük bir çıkış yakalayan Zafer Partisi de çöktü.
Kemal Can: Büyük potansiyel olacağı iddia ediliyordu.
Ruşen Çakır: Sonra Memleket Partisi çıktı. Yani yakın bir zamana kadar Muharrem İnce %10-12-13 oy aldığını, tek başına 2. tura bıraktığını, hattâ kendisinin 2. tura kalacağını söylüyordu. Ama şimdi çok ciddî bir erime yaşanıyor ve muhtemelen son güne kadar bu erime devam edecek.
Kemal Can: Bu sadece kendi iddiası değildi; bir sürü insanın da iddiasıydı. Yani, bunun ciddîye alınması gerektiği iddiası.
Ruşen Çakır: %13 olan birisini tabiî ki ciddîye alacaksın, ama şöyle bir şey var: Bu son yaşadığımız örnekler bize, özellikle bu seçimin çok acayip bir seçim olduğunu gösteriyor. “Târihî” olmasını, “İkinci yüzyıl” filan… onları ayırıyorum. Bu kadar iniş çıkış olabilir mi? Yani bir parti geliyor, “Bakın işte geliyor. Ümit Özdağ, mülteciler, sığınmacılar üzerinden yakaladı damarı” deniyordu. Sosyal medyada, her yerde Ümit Özdağ vardı. Şimdi sürekli çırpınıyor, artık hiç kimse bakmıyor bile. Memleket Partisi meselâ; yakın zamâna kadar büyük bir çıkıştaydı. Babala TV’deki o fragmandan sonra bir kırılma noktası oldu. Ondan dolayı oldu demiyorum, ama böyle bir dönüm noktası oldu. Artık Muharrem İnce’nin de çok fazla esâmesi okunmuyor. Bu arada Kılıçdaroğlu, sâkin sâkin, o video bu video, orada miting burada miting derken… ve öyle olağanüstü büyük mitingler yapmış da değil. Ama her yere gidiyor. Bugün Giresun’daydı yanılmıyorsam. Yarın Kayseri’ye gidecek. Isparta’ya da gidiyor galiba. Ben Kayseri’de de izleyeceğim. Pazar günü İzmir’de büyük miting var.
İstersen bunu konuşalım ve yayını bitirelim. Millet İttifâkı ilk defa tam kadro İzmir’de bir araya gelecek pazar günü. Sen de ben de gidiyoruz, mitingi yerinden izleyeceğiz ve Medyascope canlı yayınında anlatacağız. Onu da şimdiden söyleyelim. Bayağı geniş bir ekiple izleyeceğiz. Nihâyet ilk defâ hepsi birlikte büyük bir mitingde çıkacaklar. Daha sonra İstanbul ve en son Ankara’da yapacaklar aynı şekilde. 3 ilde 6 parti birden. Bu herhalde sembolik olacak. Yoksa Kılıçdaroğlu sanki tek başına götürüyor gibi kampanyayı.
Kemal Can: Öyle görünüyor. Öyle olmasından da çok rahatsızlık duyuyor mu emin değilim. Sayısal katkı açısından çok önemi yok yani. Ama meselâ İzmir mitinginde gidip gözlemek istediğim şey şu olacak. Kürsüde onların bir arada olmasının sembolik olacağını, bunun büyük bir şey yaratmayacağını, ama “Birlikte kazanıyoruz” fotoğrafının önemli bir sembol olduğunu kabul ediyorum. Ama asıl, ben alana, o 6 liderin seçmenlerinin ne kadar geleceğini, orada ne kadar kendini göstereceğini gözlemek istiyorum. Önemli olan bu. Yüzdelerden bahsetmiyorum; ama miting alanındaki görünürlük başka bir şey ifâde eder. Kendini orada ifâde etmek, orada bulunmak… Hatırlarsın, bunun en örnek tablosu 1 Mayıs’lardır. 1 Mayıs’larda, en küçük gruplar bile çok yüksek görünürlükle orada olmaya çalışırlar; çünkü orası bir vitrin gibidir, orada kendilerini ifâde ederler. Dolayısıyla ben biraz o gözleme önem veriyorum ve o tarafına bakacağım.
Anketlerde bu partilerin yüzdeleri düşük görünüyor. Hattâ İYİ Parti’nin yüzdesi de düşük görünüyor; ama bunların ne kadar ittifaktan koptukları için düşük göründüklerinden emin değilim. Belki o toplamın içerisinde yer almaya devam ediyorlar ve artık parti kimlikleri değil, ittifak kimlikleri ya da Kılıçdaroğlu’nu destekleyen seçmen kalabalığı olarak kendilerini târif etmeleri daha belirleyici hâle gelmiş durumda. Yani aslında Kılıçdaroğlu desteği de değil bu, senin söylediğin gibi: “Erdoğan referandumu”. “Erdoğan gitsin” blokunda kendini târif etmek daha belirleyici bir şey hâline dönüşüyor mu? O zaman onu daha net görebiliriz. O gözleme bakmak istiyorum.
Ama bu tarafında, kampanyaya tersinden negatif bir etki yaratmadıkları sürece, çok önemli aktörler olduğunu düşünmüyorum. Bu saatten sonra bence önemli olan, bu 6 partinin Kılıçdaroğlu’nun kampanyasına verdikleri destekten daha çok, Meclis çoğunluğunu belirleyecek olan alandaki çalışmalarına, yani kendi alabilecekleri için, maksimum enerjiyi alana yansıtmalarının daha önemli olduğunu düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Geçen gün Hatem Ete ile PanoramaTR’ninNisan ayı araştırmasıyla ilgili yaptığımız yayında onların raporunda da gözüküyor: CHP %28 civârında gözüküyordu. Artık diğer 4 parti sayılmıyor zâten. Hatem Ete, CHP’nin%30’a gelebileceğini söylüyor. Yalnız burada şöyle bir husus var: CHP %25 civârı bir partidir ya? Bu partilerin katılması nedeniyle oyu %30 olunca, “Diğer partiler gelince 5 puan da oradan geldi” denecek, ama bence öyle değil.
Kemal Can: Ama hatırlarsan, bu 91’deki Kutsal İttifak’ta da, belediye seçimlerinde de, bu tür…
Ruşen Çakır: Evet, herkes, “Oyu ben yükselttim” diyecek.
Kemal Can: Ama o iş öyle çalışmıyor
Ruşen Çakır: Ben şunu düşünüyorum: Şu son kampanya döneminde Kılıçdaroğlu’nun pozitif olarak yükseliyor olmasının CHP’yi de bir ölçüde kalkındırdığını düşünüyorum. Bu “kalkınma” lâfını da çok seviyorum. CHP %30 ve üstü alacaksa, bu artan oyların önemli bir kısmının CHP’ye yeni gelen oylar nedeniyle olacağını düşünüyorum. Ama bu tek liste olayı bizim bunu ölçmemizi mümkün kılmayacak. İttifaktaki diğer partiler, “Yıllarca %25’i geçememiş bir CHP var –ki doğru–, ama bizi ittifâka aldılar, oyları artı” diyecekler. O zaman şöyle bir husus var — tabiî bunu seçim sonrasında konuşmak daha çok mümkün olabilir: Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi taşımaya çalıştığı yeri de düşünecek olursak, tıpkı Numan Kurtulmuş’un ya da Süleyman Soylu’nun AKP’de eridiği gibi, bu partiler de –hepsi olmasa bile– CHP içinde eriyebilir. Mesela DEVA Partisi eriyebilir. Burada herkesin kazandığı bir formül varken, pekâlâ o da olabilir. Bunun çok spekülatif olduğunun farkındayım.
Kemal Can: Tabiî orada, hâlâ herkesin üstünde durduğu bir tek hesap var: İktidar değişikliği olup AKP yenilgisi gerçekleştiğinde, AKP dağıldığındaki parçalar üzerine kurulacak siyâset meselesi. Orada asıl belirleyici olan hikâye o olacak tabiî. Normal şartlarda dediğin olur, ama herkesin orada bir beklentisi var. Ama bu konuyu daha sonra belki konuşuruz. Seçimden sonra daha çok konuşacağız. Ben çok da onların beklediği gibi gelişmeyeceğini düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Çözülme olmayacak mı diyorsun?
Kemal Can: En azından, öyle beklendiği gibi olmayacağını düşünüyorum. Böyle darmadağın, herkesin büyükçe bir parça kopartabileceği bir şey olmayabilir.
Ruşen Çakır: Bakalım, göreceğiz. Burada bitirelim Kemal. Ben yarın Kayseri mitingindeyim. Pazar günü Kemal’le berâber İzmir’deyiz. Kayseri’de Temel Karamollaoğlu da olacakmış. İzmir’de ise, 6 parti de orada olacak. Onları da sizlere aktaracağız. “Haftaya Bakış”ı burada noktalıyoruz. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.