Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Seçime 1 kala | Ruşen Çakır ve Kemal Can Medyascope izleyicilerinin sorularını cevapladı

Seçime 24 saatten az bir süre kaldı. Cumhurbaşkanlığını kimin kazanacağı kadar TBMM kompozisyonunun nasıl oluşacağı da merak konusu.

Ruşen Çakır ve Kemal Can, Medyascope canlı yayınında izleyicilerin sorularını yanıtlıyor.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Seçime 1 gün kaldı. Saat 18.00’de seçim yasakları başlıyor. Seçime az bir süre kala, “Haftaya Bakış Özel” yayınıyla karşınızdayız. Mâlum dün ben Ankara’da miting izledim gün boyu. Kemal İstanbul’da olduğu için yayını yapamadık ve sonuçta böyle bir fikir geldi aklımıza ve şu âna kadar da bayağı ilgi gördü. Medyascope’un ve benim YouTube adreslerimizden, canlı yayının chat bölümüne sorularınızı, yorumlarınızı, eleştirilerinizi yazabilirsiniz. Sizlerin de katılımıyla, 1 saate yakın dinamik bir yayın yapacağız. Kemal, merhaba.

Kemal Can: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Epeyce soru geliyor. Sinan Oğan, YSK ile ilgili birtakım ayrıntı sorular var, ama daha genel bir şeyle başlayalım: Senin kafanda olay netleşti mi Kemal?

Kemal Can: Evet. Aslında benim kafamda epey öncesinde netleşmişti. Bundan yaklaşık 1 ay kadar önce, bir trend oluştu. Daha önce, bazen bir sallantılı grafik, bazen değişen birtakım dengeler söz konusu olsa da, yaklaşık bir aydır, kampanya netleştiği andan itibâren, yani bu 1 ayı, Kılıçdaroğlunun adaylığının netleştiği ve muhalefet ittifakının, seçmen zorlamasıyla tekrar bir arada olma mecburiyetinin doğduğu andan itibâren ve kampanya süresince, bâriz bir trend oluştu. Bu trendde de iki belirgin faktör vardı. Birincisi, daha önceki yıllarda görülmedik biçimde, Erdoğan’ın bir üst sınırı oluştuğu ve ne yaparsa yapsın asla o sınırı aşamadığını gördük. Buna karşılık muhalefetin, önce yavaş yavaş, sonra hızlanarak giden bir artış trendini gördük. Dolayısıyla bu sürecin buraya doğru gideceği, bu trendi değiştirecek çok olağanüstü bir şey olmadıkça, bunun seçimin sonucuna kadar, muhalefetin ve Kılıçdaroğlu’nun ilk turda kazanması olasılığını artırdığını düşünüyordum. Bu, geçtiğimiz birkaç haftada, sayısal olarak da, alandaki tablo olarak da bence netleşti. Yani benim beklediğim şey, beklediğimden daha net biçimde, seçimden önce ortaya çıktı.

Ruşen Çakır: Sorulara geçelim hemen: Hasan Ezer, “Cumhurbaşkanlığı seçimi 1. turda biter mi?” diye sormuş. Doğan Yaydar da, “Kılıçdaroğlu ilk turda kazanmış gibi görünüyor. Dönüş yok artık” demiş. Bir başka izleyicimiz de, “Çok ufak bir farkla kazanılırsa Yüksek Seçim Kurulu sonuçları onaylamaktan kaçınır mı?” diye sormuş.  Şimdi sen de netleşti diyorsun. Evet, ben de böyle düşünüyorum ve cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turda biteceğini düşünüyorum. İlk turda bitmesi hâlinde her halükârda fark açık olacak. Sinan Oğan seçime katıldığı için, onun oylarının da %3, %4 ya da %2 olacağını varsaydığımızda, Kemal Kılıçdaroğlu %51 bile alsa, Erdoğan’la arasında 3-4 puan fark olacak. Dolayısıyla böyle az farklı bir seçim olmaz. Az farklı seçim olabilmesinin yolu, ikinci tura kalıp, ikinci turda, birisinin %50,2 ötekinin %49,8 gibi bir şey olması lâzım. Ama ilk turda bitecek bir seçimin böyle bir ihtimali yok diyelim. 

Bir soru var, bunu sormadan edemeyeceğim: “Bir astrolog edasıyla siyasi olayları doğru tahmin etmenize rağmen, Altılı Ganyanda yatmanızı neye bağlıyorsunuz?” Bunu bana sormuşlar. 

Kemal Can: Atları siyasetçiler kadar iyi tanımamana bağlayabilirler.

Ruşen Çakır: Ya da, atları öngörmek, siyasetçileri öngörmek kadar kolay değil. Muharrem İnce öngörülmesi çok kolay birisiydi. Hatta dün Ankara’da bunun çok muhabbetini yaptık oradaki insanlarla. Kendisi bile bilmezken ben çekileceğini söylüyordum. O kadar belliydi ki oylarının azalacağı.

Kemal Can: Sadece, çekilmesinin bir anlamı olmadığı yere kadar bekledi. Olan bu oldu sadece. 

Ruşen Çakır: Evet. Ben Yeni partiler erken havlu attı başlığıyla bir yazı yazdım. Orada Muharrem İnce’den de bahsettim. Hatırlarsan, Memleket Partisi Genel Merkezi’nde Kılıçdaroğlu ve İnce bir görüşme yaptılar. Ortak açıklamada, Muharrem İnce Kılıçdaroğlu’na “Hoş geldiniz… Güle güle” diyerek onu küçük düşürmeye çalıştı. Onun yerine oturup pazarlık etseydi, birtakım şeyler almış olsaydı, hem seçimi daha net görürdük, hem de kendisi ileriye kalırdı. Ama şu hâliyle… 

Kemal Can: Ben de şunu söyleyeyim: Burada artık açıklıkla söylemekte bir mahzur yok: İyi ki de olmamış. Bir zamanlar muhalefet içerisinde bayağı Muharrem İnce’ye karşı olanlar da, ilk anda, “Ya tamam, ne istiyorsa verin. Aman ikinci tura kalmasın” diyorlardı hatırlarsan. Ama Muharrem İnce’nin şu performansına, o zaman o uçurulan %15’lere göre bir karşılıkla bir şey verilmiş olsa, ne kadar yazık olacaktı” diye düşünmek lazım. 

Ruşen Çakır: Eren Kurt şunu sormuş: “Erdoğan’ın dün 14 televizyon kanalında yayınlanan programı hakkında ne düşünüyorsunuz? Seçmeni etkiler mi?” Zaten 14 televizyon kanalına birden çıkması, bir kere olayın kendisi açısından ne kadar vahim olduğunu gösteriyor. Kemal, NTV’de beraber çalıştık, hatırlarsın: Erdoğan, başbakanlığı döneminde, tüm seçimler ve referandumlar öncesi son röportajlarını bize verirdi. Hepsinde bunu yapardı. O tarihte NTV herkese hitap eden bir kanaldı; maalesef artık değil. Ve orada, gerçekten sahici sorulara sahici cevaplar vermeye çalışarak, seçime böyle girerdi. Şimdi, 14 televizyon kanalına çıkıyor. Dolmabahçe’deki ofisinde 14 kişi karşısına dizilmiş. Zaten sorular belli, cevaplar belli. Bu, Erdoğan’ın aslında ne kadar güçsüz olduğunu gösteriyor, öyle değil mi?

Kemal Can: Evet. Bir de zaten Erdoğan’ın kaybetmesine neden olan en önemli dinamik, kendi seçmenine de, bütün ülkeye de, kendisini bir mecburiyet olarak dayatması. Kendisini bir mecburiyet olarak dayatmanın sembol görüntüsü. Bütün kanallarda sadece kendisinin olduğu bir tablo, aslında kaybetmesine neden olan şeyi göze sokmak. Üstelik de, o bilmem kaç kanalda yayınlanan programda, yeni hiçbir şey söyleyemeyeceği, hiçbir yeni açılım getiremeyeceği, hiçbir yeni iddiayı ortaya koymayacağı bir performans gösteriyor. Dolayısıyla ne inandırıcılık ne sonuç değiştirmeye yarayan bir şey var. 

Demin bahsettiğim netleşme meselesini biraz daha geriye taşırsak, aslında Erdoğan’ın bu neticeye gelmesini sağlayan trend, daha da önceden başlamıştı. Tam da bu yüzden başlamıştı zaten.

Ruşen Çakır: Sinan Oğan’la ilgili çok soru var. Özellikle bakanlık pazarlığı meselesini dile getirmiş biliyorsun. “ ‘İkinci turda bakanlık isteriz’ demesi, Oğan taraftarlarının konsolide olmasını sağlar mı?” diye bir soru var. Başka sorularda da tam tersine, bunun, onun lehine olduğunu söylüyor. Bence, Sinan Oğan artı Muharrem İnce, birlikte seçimi ikinci tura bırakabilirlerdi ve ikinci tura bırakmış olmakla, geleceğe bir yatırım yapacaklardı. Yani diyeceklerdi ki: “Bakın, biz %3 de alsak, %5 de alsak Türkiye’nin kaderini belirleyebildik”. Muharrem İnce artık o şansının kalmadığını gördüğü anda, geç de olsa bıraktı. Sinan Oğan’ın önünde şöyle bir seçenek var: Seçimi ikinci tura bırakabilecek mi? Bırakamadığı zaman ne olacak? Sinan Oğan’ın tek argümanı da elinden gitmiş olacak. “Seçimi ikinci tura bile bırakamadı” olacak ve çok büyük bir hüsran olacak. 

Muharrem İnce’nin çekilmesinden sonra Sinan Oğan’ın oylarının artacağını düşünenler var. Olabilir tabii, bu bir seçenek. Ama tam tersi de olabilir: Muharrem İnce’nin çekilmesinden sonra seçimin ikinci tura kalma ihtimali iyice azaldığı için, Sinan Oğan’ın da tek iddiası seçimi ikinci tura bırakmak olduğu için, oradan kaçışlar Erdoğan’a mı olur, Kılıçdaroğlu’na mı olur bilmiyorum. Ama şu anda Sinan Oğan’ın seçimin kaderini belirleme gücünün azaldığını düşünüyorum. Bir de, bu bakan pazarlığı meselesinin de, hani buna çok büyük ulvî amaçlar atfeden, dava üzerinden, milliyetçilik üzerinden bakan insanların da biraz tadını kaçırdığını düşünüyorum.

Kemal Can: Bir kere iki faktör var. Birincisi, senin söylediğin gibi, İnce ve Oğan birlikte, bu “Üçüncü Yol” tezinin ortak paketi olarak muamele görüyordu. Biri daha milliyetçi kesimin, diğeri daha CHP’nin tabanına hitap eden, daha ulusalcı bir taban. Ama sonuçta bir paket gibi. Yani üçüncü tura bırakabilecek ve iktidar ve muhalefet blokların dışında bir yekûn, bir adres gibi konumlanıyordu. Şimdi oranın bir ayağı çöktüğü için, tez birdenbire, öbürünün bütün hepsini üstlenmesi gibi bir sonuç doğurmaz. 

Ruşen Çakır: Birbirlerini besliyorlardı. 

Kemal Can: Onlar ikinci tura bırakma paketini beraber harmanlıyordu. Bence seçmenin kafasındaki böyle bir şeydi. Bu bakanlık hikâyesinde de, makamların, mevkilerin ancak teşkilatı olan, kadroları olan hareketler için bir anlamı var. Oğan’ın topladığı oy bir teşkilat oyu değil. Tam tersine, böyle bağımsız, herhangi bir teşkilatla bağı da olmayan… Çünkü onun teşkilat parçası eğer Zafer Partisi ise…

Ruşen Çakır: O da Ümit Özdağ ile başlayıp onunla bitiyor. 

Kemal Can: Bir de, çalışmaların hiçbirinde onun oy oranı da çok yüksek çıkmıyor. Dolayısıyla, “Bana bir şey çıkar” diye bir teşkilatın heyecan duyup asılması için bir gerekçe yok. Oğan yaptığı pazarlıkta kimlere bakanlık alacak ve o alınan bakanlıklar kimin işine yarayacak? 

Ruşen Çakır: Sen, ben, bizim oğlan. 

Kemal Can: Yani sıradan seçmeni heyecanlandıracak bir motivasyon değil. Makam, mevki, bakanlık pazarlıkları, teşkilatları hareketlendirecek dinamiklerdir. Burada güçlü bir teşkilat yok. Güçlü teşkilat olmadığını da imza toplamadaki zorluktan biliyoruz.

Ruşen Çakır: Ahmet Yasin Yılmaz diyor ki: “Türkiye’de bir daha siyasal İslamcı bir partinin iktidar olabileceğini düşünüyor musunuz?” Geçen gün Kadri Gürsel’le yaptığımız yayında bunu bayağı konuştuk. Siyasal İslam meselesini uzun bir süredir çalışan birisi olarak, 21 yıllık iktidarın tam anlamıyla siyasal İslam iktidarı olduğu söylenemez, ama sonuçta, bakıldığı zaman belli ölçülerde öyle de denebilir. Ama bunun çok büyük bir hezimet olduğunu ve bir daha kolay kolay belini doğrultamayacağını, hatta siyasal İslam’ın ötesinde, İslam dininin, yani dindarlığın da bundan çok ciddi bir şekilde olumsuz etkilendiğini düşünüyorum. Ne dersin?

Kemal Can: Ben, bu siyasal İslam ya da İslamcılıktan çok, daha sert, içinde milliyetçiliği de barındıran, kadın meselesinden diğer unsurlara kadar bütün temel haklarla ilgili son derece koyu bir muhafazakârlığın belirginleşeceğini düşünüyorum. Eğer AKP bir parti olarak devam edecekse, İslamcılık iddiasından çok, çok sert, bu son kurduğu HÜDA PAR’lı, Yeniden Refah Parti’li ve MHP’li koalisyonun çizdiği, Milliyetçi Cephe’nin de daha gerisinde bir muhafazakârlığı temsil eden bir içerik kazanacağını, dolayısıyla orada İslamcılığın belirleyici olmayacağını, dinî taassubun belirleyici olacağını, ama İslamcılık diye bildiğimiz o duruşun artık bir karşılığı olmayacağını düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Tam bunun devamı gibi, birkaç izleyicimiz, “Yenilirlerse, MHP ve AKP ne olur? Liderleri ne olur, değişir mi? Erdoğan emekliye mi ayrılır yoksa ana muhalefet lideri olarak yoluna devam eder mi?” diye sormuş. Bana bir müddet pek bir şey değişmeyecekmiş gibi geliyor. Özellikle, kaybederlerse yeni iktidarın çok zorlanacağını düşünecekler -ki doğru- ve onun kaybedip tekrar kendilerine sıranın gelmesini bekleyecek olabilirler. Bir müddet böyle gidecektir. Ben bunu Temel Karamollaoğlu ile yaptığım yayında kendisine sorduğumda, “Sayın Erdoğan daha çok bekler” demişti. Ama eğer muhalefet bir süre, işleri birazcık normal bir şekilde ileriye yönelik olarak yaparsa, çözülmeler başlar diye düşünüyorum. Bunun sonucunda da MHP de bir şekilde etkilenir. Ama MHP şunu yapabilir: Muhalefetteyken, “Herkes kendi yoluna” deyip Cumhur İttifakı’ndan ayrılabilir. “Ben iktidarın beğendiğim yerlerini desteklerim” de diyebilir. Çünkü büyük bir ihtimalle Meclis’te çoğunluk olamayacak. Tabii bazılarının iddia ettiği gibi, Cumhur İttifakı Meclis’te çoğunluğu alırsa -ki ben sanmıyorum- o zaman birlikte hareket ederler ve güçlü bir şekilde Kılıçdaroğlu’nun elini zorlaştırmaya çalışırlar. Ama çoğunluğu sağlayamazlarsa, o zaman HDP anahtar parti olur. Böyle bir durumda MHP de, “Bazı yasalara destek veririm” deyip, AKP’den de ayrışabilir mesela.

Kemal Can: Koalisyon tavrı dâhil, seçim sonrasında mevcut iktidarın muhalefete düştüğünde alacağı pozisyonu belirleyecek birkaç faktörden biri, alınacak sonuçtaki farklar. Erdoğan 8-10 puandan daha yüksek bir fark yiyerek, Cumhur İttifakı da 2002 seviyesinden bile aşağıya indiğinde, yani AKP’nin %30’lara yaklaşan bir yere, MHP’nin %7’lerde kaldığı bir yerde, çok yüksek bir muhalefet üretme şansı olmayabilir. Ama onun dışındaki seçeneklerde, yani %40’ların üzerinde tutunmuş Erdoğan’ın da %45’ler seviyesinde bir oy almayı başarabildiği bir durumda -ki ben bunu çok yüksek olasılık olarak görmüyorum- o zaman sert muhalefet yapma seçeneğini kullanacaklardır. 

Ama ben Türkiye’nin bundan sonraki siyasi yelpazesini, bu seçimle bayağı yeniden konuşacağımızı düşünüyorum. Biraz önce sana da söylediğim gibi, yani kabaca bundan sonraki siyasi yelpazenin şöyle biçimleneceğini düşünüyorum: Yaklaşık %20-25 civarında bayağı koyu muhafazakâr -bu, şu andaki, AKP listeleri altında seçime girenlerin oluşturduğu koalisyonun partisi: Sert, koyu, kadın haklarına, her şeye problemli yaklaşan bir koyu muhafazakâr hat. Ayrıca, belki tek partide, belki birden çok partinin olacağı, yine % 15-20 aralığında milliyetçi partiler bloku. Ya da tek partide buluşurlarsa böyle bir blok. Yüzde 30’lar civarında CHP. Yüzde 10’un üzerine çıkmış ve artık yerleşmiş bir HDP artı solla bir %15 gibi bir resim çıkacak. Dolayısıyla bu, seçimden önce çok konuşulan, “Büyük bir merkez sağ boşluğu var” hikâyesinin, bundan sonra daha küçük bir olasılık olarak gündemde olduğunu düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Tuncay Gündüzer şu soruyu sormuş: “Seçim sonrası sizin yol haritanız nedir? Kemal Can ile sizi tekrar ana akım medyada görecek miyiz? Sizleri davet ederlerse bu platformları çıkar mısınız?” Bir kere biz kendimiz ana akımız. Onun için diğerlerine iltifat etmiyoruz. Daha normal bir Türkiye’de, insanların bize reklam vermekten korkmadığı bir Türkiye’de, Medyascope’un uçacağını söylüyorum. O zaman Kemal’i de beni de daha çok göreceksiniz. Tabii yine Erdoğan’ın kazanması durumunda işler çok da parlak gitmeyebilir. Ama şu hâliyle görüldüğü kadarıyla bizim ana akım olma durumumuz, daha güçlü bir şekilde önümüzdeki dönemde devam edecek. 

“Sizi davet ederlerse bu platformlara çıkar mısınız?” diyorsunuz. Mesela Ankara’da mitingi izlerken, orada canlı yayın yapan birtakım kanallardan çağırdılar beni. Hiçbirine “Evet” cevabı vermedim, vermeyeceğim. Onlar kendi bildikleri gibi devam etsinler, biz kendi bildiğimiz gibi devam edelim. 

Ozan Kaya çok iyi bir soru sormuş: “Sizce kadınlar bu seçime neden bu kadar konu oldu? Kadın aday yok ama kadın hakları çok konuşuldu, pazarlık meselesi yapıldı. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?” Ne dersin Kemal?

Kemal Can: Aslında kadınların hep seçim sonuçlarında son derece belirleyici olduğu, hatta Türkiye’deki muhalefet performansı içerisinde de her kesimden kadının, kadın mücadelesinin önemli rolü olduğunu unutmayalım. Yani bu zorluğu, otoriter dönemin nefes aldıran çıkışlarının çoğunu kadınlar yaptı. Ama daha önemli olan, son dönemeçte, özellikle iktidar blokunun bu kadın meselesi üzerinden bunu bir pazarlık ve bazen aileyi bahane ederek, bazen Batı dünyasının ahlâki taarruzunu bahane ederek, dış güçleri bahane ederek koz olarak kullanmaya çalıştığı ve bunu, muhafazakârlığın motivasyonu için, iktidar, tıpkı Trump’ın “Beyazların ayrıcalıklarını kaybedip, Siyahların fazla özgürlük kazanması” iddiasını kullanması gibi bir teze çevirmeye çalıştı ve kadın meselesini burada araçsallaştırdı. İktidar, Kürt meselesine neredeyse yakın bir son düzlükte yine döndü; ama özellikle ittifakı kurarken, hem HÜDA PAR hem de yeniden Refah Partisi, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak gibi meseleleri, daha çok muhafazakâr direncin bir unsuru olarak kullanmaya kalktı ve o yüzden çok tartışıldı ve konuşuldu. 

Ruşen Çakır: TİP’le ilgili bir soru var. Eleştirel bir şekilde sorulmuş bir soru. Bir başka soru da şu: “Önümüzdeki dönemde sol sosyalist düşünce, güç kazanabilir mi?” diye sorulmuş. Benim görüşüm: TİP kendi listesiyle çıkmakla bence yanlış yaptı. Eğer ortak bir liste içerisinde belli sayıda milletvekilini garanti olarak alabilseydi -ki yeni dönemde yeni Meclis çok hareketli ve ilginç bir meclisi olacak- orada kaldığı yerden devam edebilir ve burada sol harekete bayağı bir güç katabilirdi. Ama bu attıkları adım çok riskli ve bence başarıya ulaşmayacak. Dolayısıyla, TİP’in yaşaması muhtemel bir hayal kırıklığı, tüm sola, sosyalist harekete kesilecek. Sen ne dersin?

Kemal Can: Ben de katılıyorum sana. Çünkü HDP’den ayrı liste yapmayıp, bileşenler içinde kalıp, HDP listelerinden, yani Yeşiller ve Sol Gelecek listelerinden giren diğer sosyalist gruplar, HDP içindeki bazı sosyalist isimler artı TİP, kolaylıkla yeni Meclis’te, üstelik yeni bir anayasanın yapılacağı ve yeni Türkiye’nin en azından inşa sürecinin tartışmasının yapılacağı platformda, çok daha etkili bir sosyalist grup hâlinde temsil edilebilirlerdi. Yani ortak listelerle çok daha yüksek sayıda milletvekili çıkartıp, bu milletvekilleri ile birlikte, HDP’nin kuracağı grubun yanında, bir de sosyalist grup kolaylıkla oluşabilirdi. Bu, seçimin sonucunda oluşacak Meclis’in yapısını çok değiştirirdi. Bütün simülasyonlar bize ortak listenin daha çok sonuç almaya uygun olduğunu gösteriyordu. TİP, burada kimilerinin haklı bulduğu kimilerinin sert eleştirdiği bir tercih kullandı. Bunun sonuçlarını seçimde göreceğiz. Ama ben de, şu andaki verilerle, kârdan zarar edilen, daha iyi olabilecek bir şeyden, daha küçük bir olasılık için vazgeçilen bir hamle olarak değerlendiriyorum açıkçası.

Ruşen Çakır:  İhsan Koçak Medyascope’a yönelik bir soru sormuş: “Tam yükselişte olduğunuz, gündemi tayin ettiğiniz dönemde, fonlama iddialarıyla önünüzü kesenlere ve arkasındaki yönlendirenlere dava açacak mısınız?” Hakikaten ne zaman güçlü olsak, ne zaman etkili olsak -ki seçim döneminde gösterdiğimiz performans da ortada-, bu iddialar dile getiriliyor. Ama artık gülüp geçiyoruz. Bunların önümüzü kestiği filan yok. Dava açmaya da gerek yok, ne halleri varsa görsünler. Biz halimizden memnunuz. Bu iddiaların cevabını zamanında verdik; her seferinde tekrar tekrar vermeye gerek yok.

Bir izleyicimiz “Rektörler gibi üst bürokrasinin topluca görevden alınmasını bekliyor musunuz?” diye sormuş. Mehmet Boza’nın sorusu da: “Kılıçdaroğlu seçimi kazandıktan sonra bürokraside ne yapar?” Birtakım isimlerin hızlıca değişeceği…

Kemal Can: Zaten yasaya göre değişmesi gerekiyor. 

Ruşen Çakır: Evet, yasaya göre otomatik olarak birçok şey gidiyor. Ama rektörlerin hemen hemen hepsinin gideceğini düşünüyorum. İlk olarak giden de herhalde Boğaziçi Üniversitesi Rektörü olacaktır. 

Kemal Can: Zaten bu sadece böyle bir hesaplaşma… Beni Medyascope’ta izleyenler biliyordur. Ben başından itibaren “devr-i sâbık”çıyım. Devr-i sâbık gerekli bir şeydir. İddia edildiği gibi negatif içeriği olan bir intikam hareketi değil, bir dönemin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılması talebinin karşılanması ihtiyacıdır. Çünkü seçmenin değişim ihtiyacının bir parçasıdır bu. Dolayısıyla bu konuda, Kılıçdaroğlu’nun, özellikle son dönemdeki performansında, açıkça ortaya koyduğu vaatleri var. Ve yine Altılı Masa’nın programında yer alan bazı vaatler var. Bunlar yerine getirildiğinde zaten bir mesafe alınmış olacak. 

Ama bunun ötesinde, suç teşkil eden şeylere ilişkin, hızlı biçimde… Yani yerel seçimlerden sonra çeşitli nedenlerle yapılamayan… Çünkü yerel seçimlerden sonra, AKP’li belediyelerin yolsuzluklarıyla ilgili pek çok dosya ortaya çıkartıldı. Ama çoğuna bakanlık izni verilmediği için devamı getirilemedi. Belki bu kalmış hesapların da görüleceği bir süreç başlayacak diye düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Güzel bir soru gelmiş yine: “Altılı Masa’da, Saadet, Gelecek gibi muhafazakâr partiler olmasaydı, Kılıçdaroğlu’nun oyları yine bu kadar artar mıydı?” Artmayabilirdi. Fakat Saadet Partisi’ni ayırıyorum, özellikle temel Karamollaoğlu’nun bu ittifakta, Kılıçdaroğlu’na verdiği destekte çok ayrı bir yeri var, onu görmek lazım. Ama Gelecek ve DEVA partilerinin bu kadar etkisiz olmalarını da açıkçası beklemiyordum – özellikle DEVA’nın. Çok büyük bir çöküş yaşadı DEVA. Birazcık performanslarını koruyabilselerdi, zaten bu yayına birçok soru gelmeyecekti. Mesela diyelim ki Gelecek ve DEVA partileri ikişer puan alabilseydi, bu net bir şekilde görebiliyor olsaydık, zaten HDP’nin oyları vs. diyerek, aritmetik ortadaydı. Ama bir yerde tıkandılar. Ya da görünen desteklerini de kaybetmeye başladılar.

Aslında ilginç bir durum bu. Zafer Partisi’nde ve Memleket Partisi’nde de böyle oldu. Bir ara çıktılar, sonra düştüler. DEVA Partisi bir ara bayağı bir ilgi uyandırdı, sonra düştü. Varlıkları tabii ki önemli; birtakım insanların tereddütlerini gideriyor, ama katabileceklerini tam katabilmiş olduklarını sanmıyorum. Ne dersin?

Kemal Can: Evet, böyle bir sorun yaşadı. Ama bu partilerin, özel olarak CHP’nin ya da Kılıçdaroğlu’nun alacağı oya yüzde olarak ne kadar katkıları olduğunun dışında bir etkileri var. Onu sen de söyledin: Asıl olarak Kılıçdaroğlu’nun yanında durmaları. Yani ona bir oy getirmeleri değil, onun yanında durmalarıyla yarattıkları bir paratoner etkisi var. Çünkü hep, “CHP’ye oy vermeyecek bir alerjik muhafazakâr taban var” iddiası vardı ya; onların nezdinde bir ses kanalını açması, Kılıçdaroğlu’nu ve CHP’yi hitap edilebilir hale getirmesi önemli bir faktör. Bu, oy desteği kadar belki lüzumlu bir şey. Hatta buna İYİ Parti’yi de kısmen katabiliriz. 

Ama seçmen bir süredir, 2018’den bu yana, 2019’u da içine alan dönemde, bu iktidarı değiştirebilecek dinamiklerle ilgili, imkân gördüğü yerlere önce bir teveccüh gösteriyor, bir dikkat çekiyor, bir seçenek olarak ortaya çıkabileceğini düşündüğü yerlere bir ilgi gösteriyor ve bu ilgi genellikle, aslında bir taban oluşması şeklinde olmuyor. Hatırlarsan, İYİ Parti’nin ilk çıktığı dönemde de, %30’lara kadar tırmanacağı varsayılan bir potansiyelle büyük bir rüzgâr yaratmıştı. Ama seçmen bir süre sonra, o imkânın bir parti olarak devamı ve performansına bakmaya başlıyor. Orada çok acayip dalgalanmalar gördüğü zaman desteğini çekiyor. Neredeyse bütün partiler bu dalgalanmayı yaşadı. Dediğin gibi Saadet Partisi’ni ayrı tutabiliriz; çünkü o neredeyse düz bir çizgide gitti. Ama diğerlerinin hepsinde, özellikle DEVA Partisi’nde; mesela %5’ler, %10’lar seviyesine kadar potansiyel ölçümlere konu olan bir partiydi DEVA Partisi. 

Mesela yine İYİ Parti’yi şundan dolayı katıyorum: %7’den %20’ye kadar gidebilen bir dalgalanma yaşaması… Yani 4 senelik bir partinin, 4 sene içerisinde böyle 10 puanlık, 15 puanlık dalgalanmalar yaşaması gerçekçi bir durum değil. İktidarlar yaşar, ama muhalefetteki partilerin böyle dalgalanma yaşaması performanslarıyla çok bağlantılı.

Ruşen Çakır: Hüseyin Kaya “ ‘Kazandığına inandırabilen, bu seçimi alacak’ demiştiniz. Hangi taraf bunu başardı?” diye sormuş. Çok açık bir şekilde Kılıçdaroğlu başardı. Erdoğan ve destekçilerinden gelen şeylerin büyük bir kısmı tehdit, gözdağı: yok 15 Temmuz, yok kaos, şu bu…

Kemal Can: Çok temel bir şey var: Kaybederlerse ne olacağını anlatan birisi, kendini kazanacak olarak kabul ettiremez. Bu kampanyanın tamamında, Bahçeli bir taraftan, Erdoğan bir taraftan, “Bunlar gelirse…” diye anlattılar. Bunu anlatan birisi kaybetmekten bahsediyordur. 

Ruşen Çakır: Ama öteki “Ben gelirsem…” diye anlattı. Bunu özellikle vurgulamak lazım. Ve tabii anketler artık daha netleştiğinde, Kılıçdaroğlu’nun bariz bir şekilde önde olduğu gözüktüğü zaman, oyu daha da artıyor. Yani hâlâ o eski, “Kılıçdaroğlu iyi adam, ama kazanamaz” düşüncesi de kırılmış durumda.

Kemal Can: Ya da “Bu iktidar bırakmaz, kaybetmez” düşüncesi.  

Ruşen Çakır: Bu “Bırakmaz” meselesiyle ilgili çok soru da var. “YSK şunu yapar mı?” “Bilmem ne bunu yapar mı?” vs.. Ama artık onları aştık galiba. Bir de tabii şöyle bir şey var: Şu anda sorular gelmedi, ama insanlar unuttu. Kemal biz bir yıldır seçimi tartışıyoruz, değil mi? “Adını Koyalım”da tartışıyoruz, “Haftaya Bakış”ta tartışıyoruz. Sen de, ben de ayrı ayrı yaptığımız yorumlarda, yazılarda bunu dile getiriyoruz. Hep “Bu seçim çok önemli” dedik. Evet, önemli. “Bu seçim çok sert geçecek” dendi. Tabii ki birtakım tatsızlıklar oldu: Adıyaman’da, Erzurum’da. Birtakım acayip acayip çiğ çıkışlar da oldu; ama öyle 2015 Haziran-Kasım seçimi arasında yaşananlar gibi olmadı Allah için. İnsanlar hep, “Bir arıza çıkacak” diye bakıyor. Ama bakıyorsun ki arıza çıkartamadıkları için değil, çıkartmak isteseler bile yapmıyorlar, yapamıyorlar. Böyle garip bir durum var bir de.

Kemal Can: Mesela Erzurum örneği çok bariz, Erzurum hadisesi; hatta öyle de kullanmaya çalıştılar ilk birkaç gün. Ama birdenbire tamamen ters teptiğini gördük. Bunun devamının olmaması, başka yerlerde benzer şeylerin olmaması, tamamen Erzurum’un tam aleyhte sonuç vermesiyle ilgili. Yani “Muhalefete büyük bir vatandaş tepkisi var” intibaını yaratmayıp, iktidarın böyle bir şeyi kaybetmenin şeyiyle manipüle ettiği ya da provoke ettiği fikrini doğurduğu için, tam tersi bir sonuç doğurdu. Belki araştırmalarla sonradan çıkar bunun rakamları, ama benim tahminim, hemen aynı günü içerisinde muhalefet lehine birkaç puan sonuç verdi.  

Ruşen Çakır: Özer Sencar öyle demiş. 

Kemal Can: Şu anda sayısal verileri bilmiyorum; ama çok açık biçimde sonuç vermediği gibi, terse sonuç verdiğini de gördük. Ama şunu söyleyeyim: Herkes her şeyi yapabilir; ama burada bakılacak şey, yaptıkları ne sonuç verir? İşte o taraftan baktığımızda görüyoruz ki istedikleri sonuç olmuyor bu.

Ruşen Çakır: Bir başka soru: Bunu bir iki kişi daha sormuş. Ahmet Güleç’ten aktarayım: “Millet İttifakı kazanırsa, Cumhur İttifakı parlamenter sisteme geçiş için Millet İttifakı’na destek verir mi?” Ben bunu epeydir söylüyorum, bence kesin verir. Çünkü şimdi seçimde Kılıçdaroğlu kazanıyor görünüyor. Ama şurası bir gerçek ki birinci parti hâlâ AKP. Eğer eski sistemde olsaydı ne olacaktı?

Kemal Can: Başbakanlık görevini alacaktı. 

Ruşen Çakır: Evet, koalisyon kurar kurmaz, ayrı, ama atanacaktı. Hatta Erdoğan, o televizyon programlarından birisinde, “%50 +1 bir oy şartını kaldırabiliriz” demiş. O, kendi etti kendi buldu. Şimdi de Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e de bence “Evet” diyebilir.

Kemal Can: Zaten bu tür dönemeçler, çokpartili hayata geçişten itibaren, iktidardaki partilerin seçim yasalarından birtakım başka idari düzenlemelere kadar, kendi iktidarlarını sağlamlaştırmak için yaptıkları her türlü hamle, eğer değişim dinamiği çok güçlü ise tam tersine dönüyor ve aslında o iktidarların büyük kaybetmesine neden oluyor. Aslında benzer bir süreci şimdi yaşıyoruz galiba. 50+1, bu iktidarın çeşitli faktörlerle, zaten oy ve destek kaybının başladığı süreci hızlandıran bir etki yarattı. Bunun daha avantajlı hale getirilmesi için yapılan bütün düzenlemelerde… mesela seçim yasasını değiştirdiler, ittifak düzenini değiştirdiler; ama bunların hepsi, bekledikleri avantajları sağlamadığı gibi, tam aleyhlerine işlemeye başladı. 

Bence bu seçimden sonra ortaya çıkan tabloda, oradan bir dönüşün zeminini arayacaklar. Ama orada belirleyici aktör olma şansları giderek azalıyor. Çünkü parlamenter sisteme dönüş perspektifine destek verebilirler; destek vermeleri avantajlarına. Ama o sistemin kurulmasında belirleyici olma şanslarını büyük ölçüde kaybetmiş durumdalar. 

Ruşen Çakır: Metehan Öztürk’ün sorusu: “Seçimin kazanılmasından sonra yakın zaman içinde Altılı Masa’da anlaşmazlık veya çözülme öngörüyor musunuz?” Ben görmüyorum. Sorun çıkabilir. Ama Erdoğan ve Bahçeli’nin orada beklediklerini gördükleri andan itibaren, uzun bir süre, olabildiğince az sorunla bu işi götürmeye ve iktidarın nimetlerinden faydalanmaya çalışacaklardır diye düşünüyorum.

Kemal Can: Evet, ama biraz önce sorulan soruya verdiğim cevapta, eğer bu seçimin sonuçları itibariyle, iktidar, sert ve yıkıcı bir muhalefet için uygun zemin olduğunu düşünürse, tıpkı şimdi iktidarını kaybetmemek için yaptığı gibi, o zaman da bu ortaklığı bozmak için çok daha aktif faaliyetler içerisinde olacaktır. Onların ne kadar sonuç vereceğine de bağlı biraz.

Ruşen Çakır: İsmail Burak Çelik “Dünkü Ankara mitingi neden Kılıçdaroğlu’nun kazanacağı hissini pekiştirdi sizde? Kazanma hissiyatı toplumda olduğu için mi?” diye bana sormuş. Dün böyle bir tweet atmıştım biliyorsun. Evet, tam da bunun için. O mitingde, artık insanların inandıklarını gördüm. Daha önceki mitinglerde de gördüm, ama Ankara’da çok daha net gördüm. Miting kadın ve genç ağırlıklıydı ve gerçekten inanıyorlardı. Çok kişiyle sohbet etme imkânım oldu. Açıkçası, adaylardan daha çok, insanlar inanıyor biliyor musun? Seninle gittiğimiz mitinglerde sen de tanık olmuşsundur. 

Kemal Can: İşte hepsi o trend. Bu her şeyde böyledir. Kazanılacak hissini veren şey, ister spor müsabakaları için takımların performansına bakın, ister herhangi bir ekonomik faaliyetteki performansa bakın, ister siyasi performanslara bakın, eğer her bir hamle, bir sonrakini biraz daha ileriye doğru taşıyorsa…  Yani İzmir mitinginden sonra İstanbul mitingi, İstanbul mitinginden sonra Ankara mitingi, bunun arasındaki bütün merhaleler, hem seçmeni yukarıya doğru çeken, hem bu performansı yürüten siyasetçileri ileriye doğru iten bir trend oluşturuyorsa, ki neredeyse bütün araştırmalarda zaten o trendi bariz biçimde görüyoruz; rakam farklı olsa bile, en azından yönünü aynı biçimde görüyoruz. Bu yukarıya doğru gidiş değişmedi. 

Ruşen Çakır: Çok sayıda “Meclis aritmetiği nasıl olur?” sorusu var. Ben daha önce tahminimi söylemiştim, tekrar söyleyeyim: Cumhur İttifakı daha çok milletvekili alır, ama 301’i bulamaz. İkinci sırada Millet İttifakı olur. Emek ve Özgürlük İttifakı, alacağı milletvekilleriyle önümüzdeki dönemin anahtar partisi olur. Ne dersin?

Kemal Can: Ben de aynı biçimde düşünüyorum. Burada belirleyici olacak, şu anda son araştırmalar ve anketler, büyük ölçüde cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine ölçümler. Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine olan “kazanabilir taraf” tablosu, bence milletvekili seçimlerini de etkileyecek. Cumhur İttifakı milletvekili sayısının, pek çok araştırmada çıkan seviyenin altına inme ihtimali de var. Çünkü beklenenin aksine -ki ben de o tür düşünenlerdendim- MHP’nin ayrı liste olarak girmesi nedeniyle, Cumhur İttifakı kendisi için avantaj olabilecek hamleyi yapmadı. Dolayısıyla ayrı listeler hâlinde girmesinden dolayı, zaten belirli bir milletvekili kaybına uğrayacak. Bir de buna şu andaki araştırma seviyelerinin biraz daha gerilemesine neden olan bir tablo da ortaya çıkarsa… Çünkü kazanacak taraf görüntüsü, muhtemelen milletvekili seçimlerindeki oy oranlarına da yansıyacak. 

Ruşen Çakır: Kemal bu “Bayburt milletvekili” meselesi nedir? Herkes “Ara seçimde Erdoğan Bayburt’tan milletvekili olur mu?1 diye soruyor. Bayburt olayı nedir sen biliyor musun? 

Kemal Can: Bilmiyorum, tek milletvekili olan yer olduğu için mi? Hani oradan bir kişi istifa edince…

Ruşen Çakır: Yani birisi istifa edecek ve şehrin temsili… Ya, neler buluyorsunuz arkadaşlar? Eyvallah. Ama bir durun, önce şu seçimi yapalım, ondan sonra bakalım. 

Kemal Can: Şu açıdan soruyorlar: Erdoğan şu anda milletvekili değil.

Ruşen Çakır: Dokunulmazlık meselesi için söylüyorlar.

Kemal Can: Eğer cumhurbaşkanlığını kaybederse milletvekili olabilir.

Ruşen Çakır: Hâlâ Sinan Oğan soruları geliyor. Çok şaşıranlar var. Onun Cumhur İttifakı’na doğru direksiyon kırdığını düşünen çok sayıda izleyici var. Başta da konuştuk. Bu böyledir. Tamamen ideolojik davranayım: Sağcılık böyle bir şey. İlk bölümde konuştuğumuzu tekrar söyleyeyim: Sinan Oğan’ın, Muharrem İnce çekildikten sonra seçimi ikinci tura bıraktırabilme ihtimalinin kalmadığı kanısındayım. Sen bir şey ekleyecek misin?

Kemal Can: Meral Akşener’in epeyce önce, “Cumhur İttifakı’na geçer misiniz?” sorularına karşı verdiği bir cevap vardı: “Biz gitsek bile tabanımız gelmez”. 

Ruşen Çakır: Evet, burada, senin oturduğun yerde oturup bu cevabı verdi.

Kemal Can: Bu cevabın, ister kendisi tekrar etsin ya da etmesin, bence Sinan Oğan için de bir karşılığı var. Sinan Oğan için destek ölçümünün içerisinde çok önemli bir kısım, destekledikleri isimde, ister pazarlıkla ister zımnî olarak, Cumhur İttifakı’ndan yana bir tavır görsün ya da görmesin, ciddi biçimde iktidar alerjisi, özellikle Erdoğan alerjisi olan bir kesim var. Bu kesimin, evet, belki şu ya da bu nedenle ya da HDP ile ittifak gibi gerekçelerle Kılıçdaroğlu’na oy vermeyeceğini bekleyebiliriz, ama gidip Erdoğan’a oy atma ihtimalleri bence son derece düşük. En fazla, oy atmayabilirler, seçime katılmayabilirler, böyle bir protesto gösterebilirler. Ama ben şu andaki desteğini, “Evet, hadi bakalım, böyle yapıyoruz” dese bile, Sinan Oğan’ın, ne birinci turda ne ikinci turda, bir tarafa yönlendirme kabiliyetinin sonsuz olmadığını düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Bir izleyicimiz, “Erdoğan ilk turda %51-52 alır. Bunu yazın bir kenara. Burada kendiniz çalıp kendiniz oynuyorsunuz. Son derece taraflı bir yayın oluyor” demiş. Peki, öyle olsun bakalım. 

Kemal Can: Son derece taraflı bir yorum yapmış. 

Ruşen Çakır: Tabii canım, %51-52 Erdoğan alır. AKP’nin içerisinde çok tanıdığım var. Son günlerde onlarla konuşuyorum. Şu âna kadar bana, “%51- 52 ile seçimi Erdoğan alıyor’’ diyene rastlamadım. Ama şunu diyenler var: “Bir iki ankette Tayyip Bey önde gözüküyor, ama %51-52’lerde de değil, %40’larda”.  

Kemal Can: Evet, ikinci tur için söylüyorlar onu. 

Ruşen Çakır: Barış Güven şunu sormuş: ‘’Sizce Kılıçdaroğlu CHP’yi sola yaklaştırdı mı?” Vallahi Kılıçdaroğlu bu dönemde CHP’yi her yere yaklaştırdı. Ülkücü işareti de verdi, muhafazakârları kazanmak için çok şey yaptı.  HDP ile de görüştü, TİP’le de görüştü, Sol Parti’yle de görüştü. Yabancı ülkelerde buna, “Herkesten alan parti” deniyor. Şu hâliyle sanki tam bir merkez partisi. Merkez solda olduğunu üç aşağı beş yukarı zaten kabul ediyorduk, merkez sağdaki boşluğu da o doldurmaya çalışıyor gibi. Ne dersin?

Kemal Can: Orada iki şeyi ayırmak lazım: Bir, vaatleri ve programı itibariyle epeyce sol popülist bir dil tutturduğunu görmemiz lazım. Ama bir yandan da, helalleşmeyle, milliyetçiliği iktidara bırakmamakla, başka bir pencereyi, başka bir açılımı da yedeklediğini, bunu boş bırakmadığını… Zaten Altılı Masa ve Millet İttifakı tablosuyla, Cumhurbaşkanı Yardımcıları ile oluşturduğu resimde bunu tamamladığını düşünüyorum. O yüzden, bir yönüyle kendi bireysel vaatleri açısından ve özellikle de ekonomi ve “Beşli Çete” söylemi, mesela Aile Sigortası gibi temalar etrafında da sol popülist bir dil tutturduğunu düşünebiliriz aslında.

Ruşen Çakır: Arman Fırat Kızılay, “Ruşen Bey, Muharrem İnce’nin geçen dönemki mitingine göre de kazanıyorduk, ama mitingdeki kalabalık, iyimserlik için ne derece doğru sizce?” diye sormuş. Birincisi, ben Maltepe’deki mitinge gitme ihtiyacı bile hissetmedim. Muharrem İnce’nin kazanma ihtimalinin hiç olmadığını biliyordum ve bunu da defalarca söyledim. Kalabalıkla bu iş olmuyor. Ankara mitingi, İstanbul mitingi, İzmir mitingi ya da mesela Kayseri mitingi. Kılıçdaroğlu’nun Kayseri mitingi, Kılıçdaroğlu’nun kazandığını gösteriyordu bana göre. Ama Kayseri’de Erdoğan tabii ki onun iki üç misli fazla miting yaptı. Önemli olan kalabalık değil, o kalabalığın neyi, nasıl yaşadığı meselesi. Biz gazeteciler birazcık bunu gözlemeye çalışıyoruz. Bunu her yerde elimden geldiğince yaptım. İnsanlarla konuştum, insanların hallerine tavırlarına baktım. 

Erdoğan’ın İstanbul’daki mitingine de gidip baktım. Arada çok büyük bir fark var. Ben bunu şöyle özetliyorum: Kılıçdaroğlu’nun mitingleri aşağıdan yukarı giden bir hareket. Diğeri yukarıdan aşağı. Ya da şöyle söyleyeyim: Dünkü Ankara mitinginde, aday Kılıçdaroğlu değil de, Mansur Yavaş olsaydı ya da Ekrem İmamoğlu veya Meral Akşener ya da adını şu anda bilmediğimiz birisi, o kalabalık herhalde yine orada olurdu. Ama Erdoğan’ın İstanbul’daki mitingine Erdoğan yerine başka birisi olsaydı, oraya insanlar gelmezdi. O insanlar gelmezdi, o kadar kalmazdı. Buradaki fark o. Burada, aşağıdan gelen bir hareketi görebiliyoruz mitinglerde. Önemli olan bu. Muharrem İnce meselesine gelince: Muharrem İnce, aşağıdan gelen şeyi anlamadı, anlamak istemedi ya da anlaması zaten mümkün değildi. Onu kendisinin yaptığını sandı ve onu çarçur etti. Ama Kılıçdaroğlu bunu yapmıyor. Ne dersin Kemal?

Kemal Can: Katılıyorum. Bu siyasi performans meselesi ve özellikle bireysel çıkışların siyasi etkileri konusu, hem siyasi iletişimciler açısından hem Türkiye’deki siyaset yorumcuları açısından hem geçmişte hem bugün çok iyi konumlandırılmış ve tartışılmış meseleler değil. Dolayısıyla 2018’de İnce’nin, kendi partisinden daha yüksek oy alması nedeniyle, yüksek bir performans göstermesinden değil, toplam bu değişim ihtimaline inançtaki zayıflıktan kaybedilmiş bir seçim vardı. Orada, özellikle diğer aktörlerin, mesela Selahattin Demirtaş’ın, mesela Meral Akşener’in, kendi partilerinin aldığı oy oranının altında performans göstermeleri ve çok iddia edilen, asıl olarak muhafazakâr kesimde Abdullah Gül’ün adaylığı üzerinden tartışılan ve o zamanlar Temel Karamollaoğlu’nun, belki kendi adayları olarak ona teklif götürmesini yaratan dinamik, eğer bu sefer olduğu gibi eklenmiş olsaydı, belki başka bir resim çıkardı. Veya “Adam kazandı” seçeneği olmasaydı, daha başka bir seçenek çıkardı.

Ama ben de Ruşen’e katılıyorum. Orada, bireysel performans değil, kazanabilme ihtimaline oluşan inançla ilgili bir problem vardı ve tam da bu inançsızlığı kullanarak, “Zor seçenekler, kriz geliyor” ihtimalini, kendisinin devam şansı olarak kullanan Erdoğan, o süreçten daha avantajlı çıktı. Dolayısıyla, sadece orada bir ihtimal olarak 2019 yerel seçimlerini kazandıran dinamiğin erken başlaması bir olasılıktı, ama başlamadı. 

Türkiye’de pek çok seçimde, bu dinamik biraz gecikmeli olarak başlıyor olabilir. Bunun örneğini 2013-2015 arasında da görüyoruz. Mesela 2013’te Gezi’nin sonrasında, 2014, büyük bir “Bakın yine de kazandı adam”dı. Ama 2015 Haziran’ında da ilk kez kaybı yaşamıştı. Dolayısıyla böyle gecikmeler bazen ortaya çıkabilir. 

Ruşen Çakır: Çok sayıda izleyici Aksoy Araştırma’nın sonuçlarını söylüyor: Kılıçdaroğlu’nu %47 ya da 48 gösteriyormuş. “Ne diyorsunuz?” diye soruyor izleyiciler. Olabilir. Mesela Türkiye Raporu da %50 gösteriyor. Ben ilk turda kazanma ihtimalinin yüksek olduğunu, ama kazanamazsa da ikinci turda kesin kazanacağını düşünüyorum.

Kemal Can: Aksoy Araştırma %48 mi gösteriyormuş? Yeni mi çıkmış?

Ruşen Çakır: Evet. Aslında daha çok soru var, ama yavaş yavaş toparlayalım. Benzer sorular gelmeye başladı. Yarın akşam burada, stüdyodayız. Bayağı uzun bir yayın olacak. Sence yeni bir dönem başlıyor mu? 

Kemal Can: Yeni başlayan dönemin yeniliğini o zaman konuşmaya başlayacağız. Ama bir dönemin kapandığını söyleyebiliriz. Hani herkesin açtığı bir parantez vardı ya; parantez 80 yıllık mıydı, 20 yıllık mıydı, 25 yıllık mıydı, göreceğiz.  Ben açıkçası yeni dönemin nasıl açıldığını bilmiyorum, ama bir dönemin kapandığını söyleyebileceğimizi düşünüyorum yarın akşam. 

Ruşen Çakır: Evet, ben de aynı kanıdayım. Yarın bizi izleyin. Ama bugün saat 18.00’de, yasaklardan önce, “Erdoğan neden kaybediyor?” diye bir yayın yapacağım, onu da izlemenizi diliyorum. Çok teşekkürler, çok güzel bir yayın oldu. Gelen çok sayıda soruyu atladık, ama hepsi bir yerden sonra tekrara dönmüştü. 

Yarın Medyascope’u izleyin. Çok güzel bir yayın olacak, şimdiden buna söz veriyorum. Tekrar görüşmek üzere, iyi günler.

Kemal Can: İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.