Eşkıyalık düzeninde Erdoğan ile uzlaşmış bir kitleyle mücadele ediyoruz. Düzenin mafya eliyle korunmasında ittifak etmiş bir kitleyle. Kendi menfaatinin kardeşlerini ve yurdunu öldürmekte olduğunu aklına ve vicdanına bir türlü anlatamadığımız kardeşlerimizle mücadele ediyoruz. Sorular ve cevapların hükmü çoktan bitti. Cansiperane mücadele ediyoruz; gözünü kan, para, kindarlık ve hırs bürümüş Kabil nesliyle.
Biz ne biliriz para için kan dökmeyi, ne anlarız üç kuruşluk menfaat için orman yakmaktan. Aklımız ermez sadece ve sadece iktidarı ve talan düzenini korumak için şeytana pabucunu ters giydirmeye. Aklımız sıra çalışıp kazanmak hevesiyle didinir, kendimize, ürettiklerimize inanır ve bekleriz umutla, hak ettiğimiz kadarını kazanmayı. Çünkü yani başka ne yapabiliriz ki? İşte bu yüzden birbirimize laf geçiremiyor, birbirimizi anlayamıyoruz. Habil, Kabil’i acımasız buluyor; Kabil, Habil’i ahmak. Böyle ahmaklık başım gözüm üstüne, hiçbir masumun hakkına girmedim ya. Ancak iyiler, kötüler kadar hırslı; iyiler, kötüler kadar cevval; iyiler, kötüler kadar iyi savaşmadıkça asla kazanamayacağız. Daha önce de yazmıştım. Bu savaşı iyiler mi kazanır, kötüler mi bilmiyorum ama kazananlar vazgeçmeyenler olacak. Vazgeçmeyeceğiz, vazgeçmiyoruz zaten çünkü onların düzeninde bize hayat yok, onlar gibi yaşamasını da bilmeyiz zaten. Ancak onlar bizim düzenimizde zor da olsa yaşayabilirler. Zor da olsa kabullenebilirler adaletle hükmolunmasını.
Bilenleriniz vardır, bakalım bu seçimde ne haltlar karıştıracaklar merakıyla AKP’de sandık görevlisi olmuştum. Eğitimlerde bolca hamaset ve riyakârlığa katlandıktan sonra sandıkta büyük bir dümen peşinde olmadıklarını anladım. En nihayetinde YSK ellerindeydi, polis ellerindeydi, mahkemeler ellerindeydi. Ama dillerinden düşürmedikleri “Her bir oyun peşinden koşun” telaşı bana iyi gelmişti. Tıpkı bizim gibi onlar da her bir oyun peşinden koşmalıyız diyorlardı, demek ki yenileceklerinden korkuyorlardı. Yahut yapacakları hırsızlık dikkat çekmesin diye, oyunu kuralına göre oynuyor görünmek istiyorlardı. Aman en ufak bir usulsüzlüğe tutanak tutturun, derhal okul sorumlunuzu, avukatlarımızı arayın diyorlardı sanki hukuk devletindeymişiz gibi. Sanki ülkeyi CHP yönetiyormuş da zulmü arşa varmış da artık dayanamıyorlarmış da bu seçimi mutlaka almalılarmış gibi. Demek ki gidişi ertelemek için ellerinden geleni artlarına koymayacaklardı, aman mert olsunlar da varsın itekleye itekleye gönderelim.
Son toplantı elbette AKP’ye yaraşır biçimde yemekliydi. Kardeşinizden şüphe etmeyin, yemedim o yemeği, ancak ifşa olmamak için bir bahane sundum elbette. Çünkü AKP’li olmak, yemek için orada olmak demekti, o gün oraya gelenlerin büyük çoğunluğu zaten o yemek hatırına oradaydı. Hırsızlıkta mahir birinci sıradaki vekil adayı büyük bir kaygıyla gülümsüyor, devletimizin bekası için ricacı oluyor, göğsüne bastırdığı eliyle baş selamı veriyor ve laf anlatmaktan çatallaşmış sesiyle “Oylarımız size emanet, Allah’a emanet olun, selametle” diyordu. Hırsızlıktan razı düzen korucuları alkışlarla uğurluyorlardı vekillerini az sonra oturacakları masanın sabırsızlığıyla. Salon boşalırken ışıldayan bakışlarla gözünü masaya dikenler, düğüne gelir gibi çoluk çocuk eğitime gelenler, bir kişilik tabağın etrafına dört kişi oturuyorlardı büyük bir pişkinlikle.
Heyecandan uyuyamadım, 14 Mayıs sabahı erkenden kalktım, duble Türk kahvemi içtim ve yola çıktım. Okul bahçesinde bir yerde bir kişi, başka bir yerde iki kişi, üç, beş kişilik gruplar vardı. Her birinin partilerinin ne olduğunu iddia edebilirim ama ispatlayamam. Ve işte orada, AKP’liler yirmi kişilik grup halinde toplanmış partiden gelen kumanyayla kahvaltı ediyorlar, aç acına yapılmaz çünkü o iş. Vatanseverlik? Pehhh.. “Evveeet son haramları yiyoruz çocuklar” diyerekten yaklaştım yanlarına, tabii, aynen böyle söyledim suratlarına. Nerdeee.. Orada olduğumu okul sorumlusuna haber verdikten sonra yavaşça uzaklaştım ailesinden utanan bir çocuk gibi. İşte onlar da o zaman işkillendiler benden ama artık çok geçti.
Oy süreci neredeyse tamamen sorunsuz geçti. Gençler çoğunluktaydı ve öyle heveslilerdi ki biri mührü tak diye vuruyor, yan sınıflardan mühür kırılmış haberleri geliyordu, muzaffer bir komutan gibi çıkıyordu kabinden gençler büyük bir özgüvenle, kocaman gülümseyen çehreleriyle. “Neden o kadar sert vurdun?” diyoruz, “Yirmi yıldır bu günü bekledim ben” diyor. Hemen peşine soruyor, “Akşam oy sayılırken izleyebilir miyim?” Ba ba ba, demokrasi neferine bak sen, oyunun peşinde de koşacakmış. Kimden öğrendin sen bu yaşta sorumluluk almayı bakayım? Akşam oy sayılırken arkadaşıyla birlikte geldi gerçekten. Sandık başkanı pusulaları okurken kalp dede, kalp dede dedikçe yüzündeki gülümseme büyüyordu, peş peşe sülale halinde Kabil sülalesi, Kabil sülalesi çıktıkça sövüyordu yedi sülalelerine. AKP müşahitlerinin çizdikleri kalp dede çarpıları yüreklerine inecekti. Bizim sandıktan kalp dedemiz çıktı. Okuldaki AKP görevlilerinin suratları bir karış, WhatsApp grubuna atılan ıslak imzalı tutanaklardan da anlaşılıyor, okulda kalp dedemiz önde. Okul sorumlusu çok gergin, bu millet nasıl böyle bir imanı boğar?
Eve giderken walkman’le müzik dinleyerek sokaklarda dans eden Yaşar Alptekin gibiyim, seçim haftası yüzüme yerleşen sırıtmama hâlâ engel olamıyorum. Bu kadar kolay kazanmış olamayız, Allah vere bu gece birilerini öldürmese Kabil nesli diyorum. Eve girdiğimde bir bakıyorum televizyonda son hafta anketlerde Kılıçdaroğlu için çıkan oran Erdoğan’a, Erdoğan için çıkan oran Kılıçdaroğlu’na yazılmış. Kıskançlar, yalan söylüyorlar, asla inanmıyorum ama öyle yorgun ve uykusuzum ki gördüğüm manzaranın da tezatlığıyla bu iğrençliğe bakamayacağım diyerek yatıyorum. Ertesi sabah gördüğüm oranlara inanamıyorum, CHP’yi HDP teması sebebiyle teröre destek çıkmakla suçlayanlar, dört HÜDA-PAR’lıyı Meclis’e almışlar tıpkı vatanı savunuyoruz derken Kozmik Oda’ya FETÖ’cüleri aldıkları gibi. Mafya Hareketi Partisi mani ve tekerleme okuyarak, türkü çığırarak yüzde 10 oy almış. Sinan Oğan yüzde 5 almış, bunu bekliyordum zaten ama kırmızı ve sarı rengin yanında yazan rakamlarda fena halde bir terslik var.
Sosyal medyaya bakıyorum herkes milliyetçilik neden yükseldi analizleri yapıyor. Deprem bölgesinde yüksek çıkan AKP oyları için depremzedelere “oh olsun” diyorlar. Kimi de onlar adına romantik cümleler kuruyor. Ya realite? AKP deprem sonrası kurtarma çalışmalarını ihmal etti ancak kendi seçmen bölgesine özel yardım ve ekip gönderdi, hizmet organizasyonu için belediyelerini ve psikolojik destek için Diyanet personelini, “psikolojik destek için Diyanet personelini” hep o bölgelere yönlendirdi. Bir an önce suçunu örtmek için / vatandaşın çadırdan kurtulması için sarsıntılar devam ederken temel attı. Sarsıntı devam ederken temel atılır mı? Atılmaz elbette ancak hükümeti de seçmeni de kadercidir ve felaketten kurtulmuş insanlar olarak bir an önce düzenin yeniden tesisi için “bir şey olmaz” umuduna yaslanırlar. Seçim öncesi deprem bölgesinde yapılan sokak röportajları zaten kendini belli ediyordu, vatandaşlar bir an önce başlayan inşaatlardan memnunlardı, Allah’tan gelen felaket sonrası hükümetleri yanlarındaydı. Üstelik yeniden ekonomik faaliyetlerine dönecek birçok insan vardı o sektörde. Depremzedelere bedava konut vereceğini söyleyen Kılıçdaroğlu kanun adamıydı, o parayı legal yollardan bulacaktı da, inşaat öncesi zemin etüdü yaptıracaktı da, hak yemeden ucuz ev yapmaya kalkacaktı. Bir defa müteahhitin cebine üç-beş kâğıt fazladan sıkıştırmazsan bitirmez ki o işi, biliyorlar, tanıyorlar birbirlerini. Başka türlü yönetilmeyi de bilmediler bu zamana kadar. Bölgelerine gidenler onları razı etmek için hep sağcılara sağ övdü nereden bilsinler başka türlüsünün mümkün olabileceğini?
Dönelim milliyetçilik meselesine, çocukluğumuzdan beri hepimize milliyetçilik propagandası yapılması yetmiyormuş gibi birçok yorumcunun da dile getirdiği üzere özellikle son on yılda TV ekranlarında, basılı medyada, sosyal medyada, okullarda, belediyelerin ve bakanlıkların gençlik etkinliklerinde her gün dozu artan bir milliyetçilik propagandası yapılıyor. Hükümet bu konuda gemi öyle azıya almış ki Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiçbir liderin söylemeye cesaret edemeyeceği bir vaadi, hiç çekinmeden söyleyebildi:
“Şehitler tepesi asla boş kalmayacak” !!!
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bu ne demek ya hu? Şehitlik vadeden bir lider!! Çok ilginç değil mi, güçlü ordu vurgusu yapıyor, terörü bitireceğiz diyor ama şehitlik vadediyor. Bir yandan Suriye’de Ezidi kadınları alıp-satıp tecavüz eden IŞİD’lilere yeşil pasaport sağlanıyor, bir yandan içinde olmamamız gereken bir savaşta evlatlarımız can veriyor, bir yandan İHA-SİHA’larla militarizm şovuyla güçlü devlet ve milliyetçilik söylemi üstleniliyor. Çelişkili gibi geliyor değil mi ama Erdoğan’ın tutarlılık sorunu olmayan seçmenine SİHA övmesi için şehitler tepesinin asla boş kalmaması gerekiyor. Kanla beslediği Kabil’leri bu durumdan işkillenmiyor. Ne acı, ait olmadığımız bir savaşı bile isteye körükleyip, iktidar şovu yapmak için bunca acı yaşatmak!
Çevremden ve sosyal medyadan görüyorum ki birçok kişi “bunlar aptal” diyerek geçiştiriyor mevzuyu. Kabil’lere aptal derseniz, sonuçlarına katlanırsınız. Asla anlamadığınız bir savaşta sebebini bilemediğiniz dayaklar yer ve şaşakalırsınız. Kötülüğe laf anlatılabilir mi, anlatılamaz ama soyu kurutulabilir. İşte bu yüzden açıkça ve ısrarla doğru bildiklerinizi anlatmaktan vazgeçmemelisiniz. Yeni dimağlar henüz körelmeden dönüştürmek için.
Nasıl olsa en baskın grup onlar ve oldukça da saflar, öyleyse biz de onlar gibi konuşup kandırıverelim şunları derseniz ters teper. AKP’lilerin kandırılmadıklarını, bu düzenden razı olduklarını defalarca yazdım. Ancak hükümetin çaldığı minareye geçirdiği din, siyasal İslam ve milliyetçilik söylemine aldanıp milliyetçilere milliyetçilik över, sağcılarla sağcılık yarıştırır, siyasal İslamcılar’a “Benim de dedem hacıydı” derseniz sizi dereye sulu götürür, susuz getirirler. Israrla doğru bildiğinizi anlatmalı ancak bunun için de kibirli bir dil kullanmamalı, onları kazanmak için değil, yeni nesle ulaşabilmek için. Nasıl olsa haklıyım diye hür fikirlerine saygı duyup insanların kendi kendine sizi anlamasını beklememelisiniz, bütün iletişim kanallarına yayılmalısınız. Onlar nasıl misyoner gibi yıllardır aptal, cahil, yobaz, faşist deseniz de demeseniz de konuşmaktan ve anlatmaktan asla vazgeçmiyorsa, bir kişinin dahi peşinden koşuyorsa, siz de her fırsatta adaleti, eşitliği, emeğin mükâfatını, kısaca erdemli ve ahlaklı olmak gereğini ısrarla haykırmalısınız. Başlar size dönmeli, insanlar cesaretinize hayret etmeli ve alışık olmadıkları bir şey duymalı. İçin için utanmalı ve mahcup olmalılar, en azından haykırmayı bırakıp susmalılar. Çocukları hayal kırıklığıyla dolu bakışlarla onları yargılamalı ve ben sizin gibi değilim diyebilmeli.
Böyle cesur, açık ve mert olduğunuz müddetçe Alevi olduğu için seçilmez denilen Kılıçdaroğlu’nun Alevi videosu milyonlarca izlenir. Biz Kürt meselesini Kürtler’i öldürerek değil, onlarla uzlaşacak zemini oluşturarak bitireceğiz demelisiniz çekinmeden. Sağcılarla sağcılık, milliyetçilerle milliyetçilik yarıştırdığınız müddetçe neden başlar size dönsün?
Kampanyasında bugüne kadar herkesi kucaklayıcı bir dil kullandığı için Kılıçdaroğlu bu ezberi bozuyordu ve bu dille yüzde 45 oy aldı. Erzurum’da ne işi varmış denilen Ekrem İmamoğlu bu ezberi bozuyor, taş atılıyor ancak dimdik ayakta, yaptığı şeyin arkasında duruyor çünkü haklı. Her ne kadar Kürtler’in oylarına çöküldüğü ortaya çıksa da milliyetçilik olması gereken orandan fazla. Bu çağda bir insanın kendisinin seçme şansı olmayan milliyeti ile övünmesi benim anlayabileceğim bir tercih değil.
Seçim 2023 ilk tur
Öncelikle “Ben demiştim” ahalisinin dediği üzere Kemal Bey başarısız değildi. Tüm iç ve dış minnakların sataşma ve suçlamalarına, sokakta ve medyada haksız rekabet ortamına, teşkilatının tehditler altında yürüttüğü kampanya sürecine rağmen ilk turda yüzde 45 oy almak büyük başarıdır. Kemal Bey’in tek eksiği müttefiklerinin desteğiydi. İkinci turda tüm muhalefet partileri cumhurbaşkanlığı seçimine odaklanırsa bu turda rahatlıkla kazanılabileceğini düşünüyorum.
Yüzde 5 için sertleşen söylemi anlıyorum ama içeriğine itirazlarım var. Elinde olan yüzde 45’i’i kaybetmemek için o dil daha dengeli ayarlanabilir, bunun için titiz bir mühendisliğe ihtiyaç var. Örneğin ilk kampanyanın sempatisiyle insanlar kendi desteklerini gönül rahatlığıyla açıkladılar, sadece makyaj yaparken Erdoğan’ın sert dilindense Kemal dedemizin yumuşak diline vurgu yapan kadın birden bire militarist bordo bereli makyaj ve kombini videosu çeker mi, hiç emin değilim. Ben bile gönül rahatlığıyla “kalp dedemiz” , “bildiği tek hırsızlık kalp çalmak” derken şimdi bu sert söyleme arka durabilir miyim, duramam. Ancak sessizliğimi koruyabilirim, kaygıyla. Bizim halkımız bundan anlar yaklaşımını doğru bulmuyorum. Kemal Bey bu minik ama önemli sorunu destek alarak aşabilir. Bence eski söylemin üzerine daha önce de kullandığı “Mültecileri güven içinde evlerine göndereceğiz” söylemi daha sık tekrarlanabilir ve asıl hedef kitle gençlere “Erdoğan ile devam edilirse yıllardır kaybettikleri şeyler hatırlatılıp daha neleri kaybedebilecekleri anlatılırsa daha çok yol alınır.” Bu kayıpların yanında CHP ne tür kazanımlar vaat ediyor bunlar anlatılırsa kalan yüzde 5 rahatlıkla kaşlar çatılmadan kazanılır.
Kemal Bey’in cumhurbaşkanlığı seçim planında en büyük hatasının CHP’yi lokomotif parti olarak görüp diğer partilerle dirsek temasında bulunarak süreci yönetebileceği halde, Altılı Masa’yı kurmak olduğunu düşünüyorum. Bunun işine yaramayacağını 29 Ekim 2022 tarihli İttifak Bataklığı yazımda yazmıştım. İttifak partilerini kucaklamak için CHP’den taviz vermemesi gerektiğini “Herkes İçin CHP” ve aslında elindeki güçle neler yapabileceğini de “CHP PRO 2023” yazılarımda yazmıştım. Kemal Bey ittifak için harcadığı enerjisini partisiyle ve kampanyasıyla oyun kurmaya harcasa bambaşka bir manzara olurdu. Nihayetinde masa sürecinde Akşener’in kendisiyle girdiği mücadeleye harcadığı enerji Erdoğan’dan çok müttefiki tarafından yıpratılmasına sebep oldu. Müttefiklerine verdiği vekil tavizlerinin karşılığını sahada da başkanlık oylamasında da göremedik. Kampanyanın lokomotifi yine CHP teşkilatı ve kurmaylarıydı. Seçim sonrası herkes ümidini de isyanını da itirazını da CHP’ye yaptı. Demek ki umut orada örgütlenebilirdi.
Muhafazakâr seçmen çekilecek diye gereksiz bir efor ve söylem geliştirildi. Karşılığı alındı mı alınmadı, alınamaz. Çünkü özellikle Erdoğan seçmeninin derdi muhafazakârlık değil, Erdoğan düzeni, onlar bu düzenden razılar, bu düzende yaşamak istiyorlar. Bu yüzden de hiçbir sağ parti ondan oy kaydıramadı. Kemal Bey en başından ekonomi kurmayları, belediye başkanları ile süreci yönetse ve diğer partiler lokomotif parti olması sebebiyle onun yanında olabilmek adına doğal olarak efor sarf etselerdi çok daha kazançlı çıkardı. Bu ülkede herkes bilir, ustaya işi bitirmeden yevmiyesini vermemek lazım yoksa ustanın peşinden koşar durursunuz. Üstelik kimseyle ittifak kurmadığı için HDP ve İYİP arasında denge kurmak zorunda kalmayacaktı. Herkes kendi kalesinden düzen değişimine odaklanmış olacaktı ve katkısı oranında bir karşılık bekleyecekti ama geçti artık. Bu vesileyle bir teorimin ne kadar gerçek olduğunu bir kere daha görmüş oldum, muhafazakârlar sadece alırlar..
TİP ve YSP’nin müttefik hukukuna aykırı biçimde uluorta tutuştuğu sen-ben kavgasını kendileri tırmandırmasa bile taraftarları tırmandırdı ve ortaya nahoş bir görüntü çıktı. Stratejik oy mühendislerinin son dakika daktilolarından dökülen cümleleriyle ürküttükleri seçmenin dağılması ile ucu ucuna kazanılacak denilen CHP ve İYİP vekillikleri AKP vekilliği olarak dikildi karşımıza, eyvallah, sağ olsunlar. Neden işçilerin yerine CHP ve İYİP vekillerinin Meclis’te olması gerektiğini de açıklarlar bir gün umarım. YSP’nin “Anahtar partiyiz” özgüveni, artan milliyetçi söylemi tetikleyen unsurlar arasında olabilir.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde benim sandığımda olduğu gibi başta İYİP, MHP ve Zafer Partisi olmak üzere Sinan Oğan’a oy veren seçmen çoktu. İttifakının cumhurbaşkanı adayı açıklanırken mutsuzluğu yüzüne yansıyan Akşener’in, seçim gecesi ittifak adayı kaybederken neşeyle gülümsemesi ilginçti. Başından beri Kılıçdaroğlu ile adaylık konusunda mücadele eden Akşener’in seçmeninin Oğan’a oy vermesinde şaşırılacak bir şey yok şu durumda. Oğan’a verilen oylar ikinci turda Erdoğan’a gider mi, hiç sanmıyorum. Bu oylar milliyetçi oy olduğu kadar iki taraftan da rahatsız olan kişilerin oylarıydı aynı zamanda. Yeniden Refah Partisi de Cumhur İttifakı sayesinde alacağı vekilleri almış olduğu için ve aslen Erdoğan düzeninden rahatsız oldukları için ikinci turda sandığa gitmeyebilirler.
Seçim sonrası Erdoğan seçmenini son derece gergin ve mahcup gördüm. Bu mahcubiyet tüm suçlarına rağmen hala ona oy verdikleri için mi, yoksa suç ortakları sayesinde kendileri de aklanma fırsatını kaçırdıkları ve toplumda görecekleri tepkinin kaygısı mı bilemiyorum. Bildiğim bir şey var ki sabah 8’de sandığın başında olacaklar.
Milliyetçilik oylarının artması söylemi için kendi fikrimi söyleyip kapatayım. Egemen gücün baskısı altında bunca tank, tüfek, ırkçılık söylemine, militarist otoriterlik şovlarına, medya bombardımanına rağmen elde edilen bu oran, zorlansa zorlansa ancak bu kadar milliyetçilik elde edebileceğimizi gösteriyor. Üstelik Mafya Hareketi Partisi’nin gözüne kestirdiği insanların malı ve canından sonra Kürt oylarına da çöktüğünü ıslak imzalı tutanaklarla görmüşken yükselen değerin milliyetçilik olduğuna inanamam. Bu ülkede bütün baskı ve kutuplaştırma propagandasına rağmen yükselen değer vatanseverlik ve her şeye rağmen bir arada yaşama arzusu.
e-mail: elifgokcearas@gmail.com