“Kader” kelimesinden nefret ediyorum. Hiçbir zafer kolay değildir ve kazanmak da kaybetmek de kader değildir. Kazanmak sadece gayretle ve ısrarla mümkün. Yıllardır aynı şey için mücadele ediyoruz. Her kaybedişten bir şeyler öğrenerek, yeni şeyler denemeye başlayarak kazanmaya çalışıyoruz. Başından beri değişmeyen bir şey var. Hiç mertliğe sığmayan bir yönteme başvurulmadı. Kimsenin hakkına girmedik kendimizden başka. Ne yüce gönüllü minnoş insanlarız değil mi? Bu vesileyle ısrar etmeye başlamıştım “Aday Kemal Bey olmalı” diye. Tüm siyasi hayatını satın aldığı insanlara borçlu Erdoğan’ın ilkesizliğinin en ileri boyutlarıyla mücadele ettiğimiz bu seçimde satın alınamayacak birkaç kişiden biriydi ve yıllardır aynı hedef için her gün daha çok güçlenerek ısrarla mücadele etmişti, tıpkı bizim gibi. Yol boyunca çokça satış ilanı, çokça ihanet gördük, bir yerden sonra şerbetlendik. Satış hikâyeleri Sarı Sayfalar’da gördüğümüz “Yol+Yemek+SSK” gibi sıradanlaşmıştı.
Öyle meyus, öyle yorgun, öyle öfkeliyim ki. Ağırıma gidiyor düşük dalaklı insanların üç kuruşluk menfaatleri için ülkelerinin geleceğini satması. Böyle onurlu bir mücadele sonrası kazanmak daha büyük bir zafer, kaybedersek böyle mertçe kaybetmek tek tesellim olabilir.
Türkiye’de son 21 yılda gerçekleşen her seçim çok kritikti. Geri dönüşü olmayacak dediğimiz çok dönemeç geçtik. Gerçekten de o seçimler sonrası her seferinde bazen haklarımızı, bazen kazanımlarımızı, bazen geleceğimizi, yıllarımızı kaybettik.
Bazen sorarlar, “Acaba Erdoğan’ın planı başından beri bu muydu?” bunu bilmiyorum, asla bilemeyeceğiz. Kişisel olarak şöyle bir tahminim var. İlk başta bu ülkenin neye ihtiyacı olduğunu kavrayıp ona göre ekip kuran Erdoğan, iktidarını herkese istediğini verip desteğini alarak sağlamlaştırdı. Parayı verip düdüğü çaldı. Ancak Gezi direnişinden sonra ummadığı bir manzarayla karşılaştı. Karşısında kalabalık bir grup genç (yani bu ülkenin geleceği) ne para, ne de imtiyaz istiyordu, sadece özgür olmak istiyordu. Gittikçe güçlenen Erdoğan’ın parayı verip düdüğü çalmasından rahatsızlardı. Bugüne bugün para da onların parasıydı. Erdoğan düzenine tam uyum sağlama saikiyle birden muhafazakâr görünüme bürünen ve tüm hukuksuzlukları görmezden-duymazdan gelen faydacıların da konumlarını koruma sessizlikleri sayesinde “Bizim toplumumuz bunlardan hoşlanmaz” havası yaratabildi. Baskıcı muhafazakâr kodlarla büyütülen Erdoğan, elindeki imkânlarla daha fazla demokrat gibi davranmaya ihtiyacı olmadığını düşünerek en iyi bildiği yönteme döndü. Muhafazakâr bir baba isyan anında çoluk çocuğuna nasıl davranıyorsa öyle davrandı.
“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir”.
Cumhuriyet kurulduğundan beri Cumhuriyet’ten ve modern Türkiye’den rahatsız bir kesim nasıl vardıysa, AKP iktidara geldiğinden beri onu asla benimsemeyen bir kesim de vardı. Erdoğan’ın tüm özgürlük söylemini, geçmişle hesaplaşma ve açılım denemelerini ikiyüzlülükle itham ediyor, gün gelip aslına döneceğini düşünüyorlardı. Erdoğan muhtemelen hiç istemezdi aslında kim olduğunu ifşa etmeyi ama ona öyle inanılmadı ki kendini gerçekleştiren kehanet olup bu devrin Abdülhamit’ine dönüştü. Cumhuriyetin 100. yılında yapacağımız seçimde “Cumhuriyet mi? & Saltanat mı?” oylaması yapacağız. 100 yıl önceki Kurtuluş Savaşı’nın yanından geçmez bu mücadele, aklımızı başımıza alalım. Ağlamayı, mızmızlanmayı bırakalım. Kendimize gelelim. Velev ki kaybedersek, ecdadımız vazgeçmedi ki biz vazgeçelim?
Erdoğan, Osmanlı hanedanının 600 yılda yaşattığı süreci, hız çağında hızlandırılmış turla 20 yılda yaşattı. Bütün bilgi ve belgelere rağmen, son padişahın tutumuyla ilgili resmi tarihi değil, alternatif tarih anlatısını kabul eden tebaa, bugün de bütün belge ve resmi rakamlara rağmen büyük iflasta büyük başarı görüyor. Demek ki insan bilmek değil inanmak istediğinde bile isteye yanılıyor.
“AKP’li yıllara içeriden bakış” serimde görüyoruz ki muhalefet mücadeleyi hiç bırakmamış ama hiçbir zaman da tam olarak asılmamış. Örneğin muhaliflere yönelik sahte delilli davalarda bile büyük bir kamuoyu oluşturamamışlar. Yargılananlar statükonun uzantıları ve ses çıkaranlar da statükonun sürmesini isteyen kişiler gibi yaftalanmış iktidar tarafından, bunun böyle olmadığı halka iyi anlatılmamış. Zaten haklı oldukları için adaletin yerini bulacağına güvenmişler. İktidar ilkesizce oyun kurduğu halde muhalefet ilkelerden ödün vermemiş ve bu naiflik karşısında kurnazlık-zorbalık galebe çalmış. Gelinen noktada anlıyoruz ki ilk dönemlerinde ev ev dolaşarak kendi seçmenini domine eden iktidar, bir yerden sonra kendi medyası ve halen devam eden yakın markajla seçmenini hiç kendi haline bırakmamış. Asla başka bir tarafa bakmasına izin vermemiş.
Bütün bu haksız mücadeleye rağmen muhalefet her seçimde daha da, daha da büyüdü. Bugün geriye dönüp baktığımızda özellikle Kemal Bey utanılacak, izah edilemeyecek hiçbir hamle yapmadan mücadele ettiği için gelen tüm yumruklar sağından solundan boşa çıkıyor. Diğer muhalif liderler tarafından eksikleri tamamlansa, sesi yankılansa bugün yaşadığımız tedirginlik yerini “Kesin kazanacağız” rahatlığına bırakabilirdi ancak yakalarından tutup silkelediğimiz halde beklenen performansı gösteremediler.
Açıkçası bu seçimde bile sokaklarda hiç yüzü kızarmadan dolaşan AKP’liler hariç kimseyi görmedim. İktidar bu kadar hırsla istenmedikçe, dileyen gelsin kimseyi zorlayacak halimiz yok dendikçe insanlar kendiliğinden gelmeyebilir. Bu mücadelenin tek ayağı muhalif partiler değil neyse ki. Yıllardır vazgeçmeden bu düzenden razı değiliz diyen muhalif seçmen senelerce elinden ne geliyorsa yaptı. Sokağa çıkabildiği ilk yıllarda eylemler yaptı, sokakta büyük bedeller ödenince sosyal medyada, sosyal medyada bile bedel ödedikçe dilini kontrol etti ve sandıkta tarafını tutmaya devam etti. İlk yazılarımda çokça yazmıştım, muhalif seçmenin zaman içinde sadece sosyal medya ve sandıkta konuşur hale gelmesinin ana sebebi sokak mücadelesinde iktidar kadar muhalefetin de desteğini görememesi. Yapayalnız muhalif seçmen ve yapayalnız Kemal Bey direne direne bu güne kadar geldik. Bir yanda “Habababam Güm Güm Güm” naraları bir yanda temiz, dürüst Öğretmen Ahmet’in yanında duran, ilkelerinden taviz vermeyen Mahmut Hoca.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bütün çakallıkları bilen ve bunlardan gurur duyan Hababam’ın kendine gelmesi ve bu ülkenin kaderinin artık değişmesi için bir tek şeye güveniyorum: Doğruda sebat ettikçe, hiç susmadıkça, Hababam’ın kalbinde vicdan azabının bir lav gibi taşlaşmış kalbi çatlatması. Bu seçim şu ana kadarki mücadele sonucu ister kazanılsın, ister kaybedilsin. Son yirmi yılda çok değerli şeyler öğrendik. Birbirimize bilenmektense birlikte yaşamanın önemini farkettik. Bilerek, bilmeyerek alet olduğumuz suçlarımızı itiraf ettik, pişman olduk, özür diledik. Sabırla birike birike çoğaldı muhalif seçmen. Mutlu ve adil bir Türkiye’de yaşamak için gereken tek şey halkın çoğunluğunun feraseti. O günü ister bu seçimde görelim, ister daha sonra. Özellikle Kemal Kılıçdaroğlu, Temel Karamollaoğlu ve Selahattin Demirtaş sayesinde bu ülkede artık kaybedilemeyecek bir kazanım var. Bütün farklılıklarımızla bir arada yaşama arzusu.
İşte bu bizim yaşam üçgenimiz.
e-mail: elifgokcearas@gmail.com