Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Emre Erdoğan yazdı: Derin bir nefes alma zamanı…

Eğer beklenmedik bir gelişme olmazsa -burası Türkiye, her an her şey olabilir-  uzun soluklu seçim atmosferine şimdilik ara verdik. Tabii ki CHP’de, İYİ Parti’de ya da HDP’de yaşanacak “heyecan verici” gelişmeler dikkatimizi çekebilir ya da “kabine toto” oynayabiliriz ama önümüzdeki ilk programlı seçimler 2024 yılının Mart ayındaki yerel seçimler. Onun heyecan fırtınası da Ocak’tan önce başlamaz, demek ki akıl sağlığını korumak isteyenler için dört-beş aylık bir dinlenme süresi var, iyi kullanmak lazım.

Sadece ülkemizde değil, başka coğrafyalarda da siyasetle ilgilenmek sinir bozucu bir iş. Vatandaştan siyasetle ilgilenmesini ve hatta katılmasını istiyoruz; öte yandan da bu işlerin anksiyete, karamsarlık ve depresyon gibi psikolojik sonuçları bulunuyor. Sosyal medya da sağ olsun bu olumsuz duyguları daha da fazla hissetmemiz için elinden geleni yapıyor, yeni yapılan bir çalışma Twitter algoritmasını öfke ve korku gibi duyguları daha fazla yaşattığını gösterdi. Diğer mecraların da daha hallice olduğunu sanmıyorum, eninde sonunda insanların çiçek ve kedi resmi paylaştığı Instagram’da siyasi kamplaşma yapabilmiş bir milletiz.

Siyasetin bu kadar olumsuz sonuçları olmasının temel sebebi “-mış gibi” bir siyaset olması. Demokrasi dediğimiz, halkın ülkeyi yönettiği bir siyasal sistemde ana prensip, vatandaşların tekil tercihlerinin ülke yönetimine bir şekilde yansıması. Yani bir ülke vatandaşlarının çoğunluğu menemenin soğanlı olmasını tercih ediyorsa, yöneticiler de tam tersini yapmamalı. Demokrasiye güvenmemizin nedeni de bu prensip; seçimle gelen ve giden yöneticiler vatandaşlarıyla inatlaşmamalı, yoksa kapının önüne koyulurlar. Tabii ki prensipte, yoksa aksi durumu gösteren onlarca örnek var.

Ne kadar eski, kurumsallaşmış ya da kök salmış olursa olsun, hemen her demokraside vatandaşın iradesinin siyasetçilerce yok sayıldığını görüyoruz. İradenin ifadesi olarak sandıkta oy kullanmaktan bahsediyorsak, bu birkaç ülke haricinde her yerde var. Gidiyorsunuz, bir kâğıda damgayı basıyorsunuz, vekaleti birilerine veriyorsunuz ve hoppa, dört-beş yıl kadar temaşayı naklen yayında seyrediyorsunuz. Bir düşündüğünüzde ne kadar çok konuda vekalet verdiğinizi görürsünüz. O vekaletle siyasetçiler ülkeyi savaşa sokabilir, ekonomiyi batırabilir, eş-dost akrabaya rant aktarabilir, yeşil alanları konut, denizleri yol yapabilir. İtiraz eden herkese de “Bak benim elimde halkın iradesi var!” diye ayar verebilir. Vatandaşın verdiği iradeyi geri alma yolları var mı, var. Gelecek seçime kadar bekleyebilir ya da arada başka bir seçimde “sinyal” gösterebilir. Eskiden gensoru ve güvenoyu gibi mekanizmalar vardı, başkanlık sistemine geçişle bunları imha etmiş bulunduk. Bazı ülkelerde vatandaşlar referandumla başkan düşürebiliyorlar, Kaliforniya’da böyle bir şey gördük, bizim ülkemizde yok tabii. Bizim ülkemizde apartman yöneticisi bile görevden geri çağrılamıyor çoğunlukla.

Bu kadar geniş yetkilerin tek bir damgayla devredilmesine dayanan vekalet demokrasisi de insanı hasta ediyor haliyle. Siyasetçiler, herbiri bir iradenin tam bir temsilciymiş gibi gerilimi yüksek tutmayı seviyorlar, “reytingci” medya da ateşe odun atmayı seviyor. Sosyal medyanın tadı tuzu bu tür gerilimler, kavgalar zaten, hepimiz “Sevim koş, kavga var!” kıvamındayız. Her siyasetçinin etrafındaki “organikler” de varoluşlarını bu gerilime borçlular. Tıpkı lig biter bitmez transfer haberine koşturan televizyon yorumcuları gibi siyasette de gökten gerilim indiriyorlar. Bu arada ülkede de “Atı alan Üsküdar’ı geçiyor”, her gün daha yorgun ve daha yoksul oluyoruz, sorunlarımız çözülmüyor. İrademizle kaderimiz arasındaki illiyet bağının kopması bizi siyasete yabancılaştırıyor, umudumuzu kaybediyoruz. Siyaset, içi boş bir adrenalin salgılanması ve arkasından gelen yorgunluktan ibaret oluyor.

Yaptıkları işleri kapalı kapılar ardında yürütmeyi ve yaptıklarının hesabını vermemeyi seven siyasetçiler için bu adrenalin döngüsü çok işe yarayan bir şey. Her seçim döneminde veriyorlar gazı, kavga döğüş kıyamet derken, kendi makro/mikro iktidarlarını korudukları sürece onlar için her şey yolunda. Siz hiç seçim kaybettiği için fakirleşen siyasetçi gördünüz mü? Ülkede ne olursa olsun siyasi sınıfın ayrıcalıkları her daim koruma altında. Oysa biz her sabah daha da kırılgan olduğumuz bir güne uyanıyoruz.

Bazıları halk ile siyaset arasındaki ilişkiyi kurmanın yolunun kişilerden geçtiğini söylüyorlar. Yani ülkeyi o kişi değil de bu kişi yönetirse halk iradesi tezahür edermiş gibi bir iddiaları var. Özellikle de son dönemde çoğu ülkede yönetimi elinde tutan popülist liderler, kendilerinin bizzat halk iradesinin vücuda gelmiş hali olduğunu öne sürüyorlar. Siyasi sınıfı ve müesses nizamı şeytanlaştırdıklarından, vekalet demokrasisinin çalışmadığı her yerde de önleri açılıyor. Bilindik siyasete arkasını dönmeye hazır kitleler için, doğrudan gözlerinin içine bakan, sahici görünümlü lider adayları çok cazip. Hoş, bu liderlerin ne yapacaklarının belli olmadığını da defalarca gördük, tam vekalet verilecek kişiler değiller aslında.

Siyasetin bu kadar yorgunluk yaratmasının temel sebebi işte bu ikilem arasında sıkışmış olmamız. Geleceğimizi ya bizi zerre kadar umursamayan bir siyasi sınıfa ya da ne yapacağı belirsiz tek bir kişiye teslim etmek zorunda olmamız. Tam bu noktada bir durup düşünün, seçimden sadece bir hafta geçti, önümüzdeki beş yılda başınıza neler gelebileceği hakkında bir fikriniz var mı? Onu bırakın, bu hafta sonu açıklanacak, sizin sağlığınızdan, güvenliğinizden, çocuğunuzun eğitiminden, ekonominin gidişatından ve her türlü hayati konudan sorumlu olacak bakanların kimler olacağı ve ne tür politikalar izleyecekleri hakkında fikriniz var mı? Yoksa siz de medyadan öğrenenlerden mi olacaksınız? Sadece iktidarı suçlamamak gerek, muhalefetin ne tür bir “katkı sağlayacağını” biliyor musunuz? Ülkenin geleceğine bir biçim verebilecekler mi yoksa Salı konuşmalarıyla mı yetinecekler? Bunları düşünmek bile yordu değil mi?

Oysa bugünün derin bir soluk alma günü olması gerekiyordu. Baharı pas geçtik, yaz doğrudan geldi sanırım. Bugünleri meşrebinize göre iş çıkışı ya da hafta sonu piknikleriyle geçireceğiz, sonrasındaysa hepimizi bir rehavetin aldığı sıcak günler karşılayacak bizi. Gidebilen bir tatile çıkacak, bazıları memleketine gidecek, büyük kentlere mahkûm olanlar da boşalmış sokakların tadını çıkaracak. Sıcağın fenalık getirdiği anlarda gölgelere sığınacak, birkaç geceyi de sıcaktan uykusuz geçireceğiz. Kimse televizyonla ilgilenmeyecek -reytingler hep düşer yazları- ve Akdenizliyiz ya- şart; şu ya da bu şekilde insanlarla bir araya gelip gülmeye ve bütün yaşadıklarımızı unutmaya çalışacağız. Tabii ki ülkenin bazı yerlerinde hüzün kendini göstermeye devam edecek, yaz dediğimiz şey geçmişteki güzel ve eksiksiz günlerimizi hatırlatacak bize. Yine de yaşamaya ve umut etmeye devam edeceğiz ve belki de mutluluğumuzun anahtarının bir grup siyasinin elinde olmadığını fark edeceğiz.

Bu soluklanma anlarında bir tür siyasi hesaplaşmaya gireceksek, bunu kişiler üzerinden yapmamayı da düşünebiliriz. Ülkeyi ya da partiyi şu ya da bu kişinin yönetmesi kaderimizi çok da etkilemez, her ne kadar tam tersini iddia etseler de. Zamanın bir ruhu, bir toplumsal yapı, dar ya da bol gelse de davranışlarımıza biçim veren kurumlar ve içinde büyüdüğümüz bir kültür var. Biz, kendimizle bütün bu etkenlerin etkileşiminin bir sonucuyuz, kaderimizi de bu etkileşimler belirliyor. Dolayısıyla silsilenin en ucundakini değiştirmekle kaderimiz değişmez, sadece “değişirmiş” gibi olur. Oysa, olması gereken, bütün etkenleri göz önünde tutan ve insanlara kaderinin ipini ellerine almaları fırsatı veren bir değişimi hayal edebilmek. Gerisi beyhude bir çaba olur, sonbahar geldiğinde yine başa sarmış oluruz.

e-mail: emreerdo@gmail.com

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.