Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Cengiz Özdemir yazdı: Söz uçar, yazı kalır

Sesli kitaplar ilk çıktığı zaman yaygın bir kitap okuma sitesine abone olmuş ve bir hafta sonra kıraat edilen romandan hiçbir şey anlamadığımı farketmiştim. Bu şaşırtıcı bir durumdu. Sesli okunan hiçbir metni zihnimin almadığını anladım. Oysa çok uzun yüzyıllar boyunca insanoğlu yazılı metinleri yüksek sesle kıraat ederek anlatıyor ve anlıyorlardı. Bunun en güzel örneği Kuran’ın uzun yüzyıllar boyunca yüksek sesle kıraat edilmesiydi. Bu sadece bir ritüel değil, Doğu’da da Batı’da da bir usul idi. Yani kitap yüksek sesle okunan ve anlaşılan bir şeydi. Örneğin IV. yüzyılda Milano’da yaşayan Aziz Ambrosius, kitapları içinden okuduğu için çok yadırganmış. O dönemde yine Milano’da yaşayan Aziz Augustinus şunları yazmış: “Okudu mu gözleri sayfayı tarar, yüreği anlamı arar ama ses çıkarmazdı. Dili kıpırdamazdı. Herkes yanına çekinmeden yaklaşabilirdi. Konukların gelişini duymazdı”. (Aktaran Alberto Manguel – Okumanın Tarihi) 

Sesli kitaba konsantre olamamak modern insanın bir “deformasyonu” olabilir mi?  

Gerçi Manguel ilk gençliğinde Borges’in evine gidip yüksek sesle ona kitap okuduğunu ve Borges’in seslerle kurduğu ilişkinin başka bir boyutta yaşandığını aynı kitapta anlatıyor. Ama bu onun kör olması ve bir nevi modern Homeros olarak kelimelerdeki kurduğu ilişki ile açıklanabilir. 

Başa dönecek olursak anlaşıldığı kadarıyla Ambrosius kendini kitaba gömen birisiydi ve sessiz ya da içinden okumak o günlerde sıradışı bir durumdu. Makbul olan, metinleri yüksek sesle okumak ve etrafıyla paylaşmaktı. Örneğin M.Ö..8. yüzyılda Homeros’çu şairler şiirlerini ve destanları böyle okumuyorlar mıydı? İlyada Destanı’nda sık sık diyaloglarda sözlerin “kanatlı” olduğu vurgulanır. Kanatlı sözler söylemek sadece belagat gücünü göstermez, bizatihi sözün gücünün göstergesidir. Benzer bir durum bizim coğrafyamızda destancılar, dengbejler eliyle yüzyıllardır sürdürülür. Evlerde, kahvehanelerde yüksek sesle okunan cenknameler yüzyıllarca bu toplumun kültür kodlarına işledi. Yazı ise en nihayetinde içinde sözü gizleyen birtakım işaretlerdi. Elbette içinde o kutsal sesleri gizlediği için yazının da kutsiyeti vardı. İslam tarihinde Fazlallah ve taraftarlarının inşa ettiği Hurufilik akımı böyle bir şey değil midir?  

Neticede sözün yeniden açığa çıkarılması yani “kanatlanması” için yüksek sesle okunması gerekirdi. Bu açıdan bakıldığında Yunus Emre’nin sözün gücüne dair kaleme aldığı şu dizeler bize pek çok şeyi çağrıştırır: 

“Söz ola kese savaşı, söz ola bitire başı 

Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ile ede bir söz” 

Modern dünyanın kütüphaneleri bugün adeta bir mabet kadar sessizdir. En ufak bir gürültüye tahammül edilemez. Oysa antik dünyada kitap okumanın dışsal bir eylem olduğunu biliyoruz. Bu açıdan bakıldığında o dönem kütüphaneleri modern insanın hiç de alışık olmadığı bir kakofoni mekanlarıydı diyebiliriz. Zaten Batı’da “sessizlik” kuralları ile ilgili en erken metin IX. yüzyıla tarihleniyor. Tabii bu tarz kolektif okumanın okuyanı ve dinleyeni kontrol eden bir yanı vardı. En nihayetinde içinden ve sessizce okunan bir metin, başına buyruk okumanın da önünü açıyordu. Bazı dogmacılar bu durumun farkına varıp bu eğilimi yerdiler. Bazıları ise bu eğilimi hayranlıkla övdüler. Aziz Augustinus’un deyimiyle sessiz okuma okur ile metin arasında “aklı ferahlatan” bir sürecin önünü açıyordu. Zaman içinde endişeli dogmacılar haklı çıktı ve kutsal metinlerin yüzlerce farklı yorumu milyonlarca insanın ölümüne yol açan mezhep savaşlarına yol açtı. 

Tüm bunlardan sonra dönelim yazının başlığına: “Verba volant , scipta moment- Söz uçar, Yazı kalır” deyimi acaba sadece yazıya bir methiye midir, yoksa sözün gücüne yapılan bir atıf mıdır? Elbette burada kesin olarak yazıya bir methiye vardır. Ama söz olmadan yazı olabilir mi? Yazı, sözün gücünü içinde barındıran bir şeydir. Yazının gücü sözün gücünden neşet eder. Sözün uçuculuğu, Homeros’un tabiriyle kanatlı niteliği, sadece onun hareket ediş biçimini değil, onun içinde barındırdığı gücü de ifade eder. Kitap okumak zamanda geriye gitmektir. Kant’ın, Spinoza’nın, İbn Arabi’nin zihninde dolaşmaktır. Bu açıdan bakıldığında yazı bize bu imkanı verir. Ama öncelikle bu fikirlerin “uçabilen”, “kanatlı” fikirler olması gerekir. 

Bu açıdan “söz uçar, yazı kalır” deyiminde bir öncelik sonralıktan çok, birbirini tamamlama durumu vardır. 

Şimdilik bu kadar.

Herkese iyi hafta sonları 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.