Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Emre Erdoğan yazdı: Nahel M.’in Çiğnenen Onuru…

Fransa’da, 17 yaşındaki Nahel M.’in çalıntı bir araç kullanırken polis tarafından öldürülmesinin tetiklediği olaylar halen devam ediyor. Nahel M., Cezayir ve Fas kökenli bir Fransız vatandaşıydı, okuldaki “akademik” performansı “eh işte” idi, liseye sadece 6 ay devam etmişti. Zamanında “rugby” oynamışlığı vardı, pizza teslimatçısı olarak çalışıyordu. Annesi Nahel’i tek başına yetiştirmişti, “her şeyimi ona adadım” diyordu. Paris’in banliyösünde, bir zamanlar işçiler için inşa edilmiş apartman bloklarında yaşıyordu, “şehre tepeden bakan” şimdinin “çöküntü” mahallelerinden birinde.

Hükümet yetkililerine bakılırsa Nahel M.’in polis tarafından öldürülmesinde herhangi bir kusur yoktu, polis memuru kendisine verilen yetkiyi kullanmıştı. Öte yandan olay anında çekilen bir video ve şahitlerin ifadesi olayın resmi makamların ifade ettiğinden hayli farklı gerçekleştiğini gösteriyordu. Video kısa zamanda “viral” oldu ve protesto hareketlerini tetikledi. Önce Nahel’in yaşadığı mahallelerde başlayan protestolar ülkenin belli başlı şehirlerine yayılmakta gecikmedi. Binlerce kişinin katıldığı protestolarda yüzlerce kişinin yaralandığı, çok sayıda dükkânın yağmalandığı, binden fazla aracın yakıldığı söyleniyor. Şu ana kadar 1500’e yakın kişi tutuklanmış durumda, hükümet 40 bin polisi protestolarla mücadele için “alana” sevk etmeye hazır tutuyor.

Nahel M.’in öldürülmesi ve takip eden protesto hareketlerinin gelişmesi günümüzde defalarca gördüğümüz bir oyunun sergilenmesi gibi. Fransa’da polisin yeterince beyaz olmayanlara karşı aşırı şiddet uyguladığı zaten biliniyor, tıpkı ABD ve diğer “gelişmiş” ülkelerdeki gibi. Birçok ülkede farklı bir renk tonu taşımak kendiliğinden herhangi bir suçun zanlısı olması için yeterli, “kanun ve düzen” yanlısı sağcı politikacılar bu kadar bariz bir ayrımcılıktan gocunmuyorlar. Orta sınıfların ve müesses nizamın desteğini de alan politikacılar “yılanın başını küçükken ezme” stratejisi güdüyorlar, suç yuvasında yaşayan herkes doğuştan suçlu nasıl olsa. Ötekileştirme, kendisine hak gördüğüne diğerini layık görmeme meselesi, gelişmiş ülkelerin müreffeh orta sınıfları da Nahel M’in öldürülmesini vaka-i adiyeden görüyorlar, ne de olsa “yeterince vatandaş” değiller sonradan gelenler.

Bu ve benzeri protestolara katılanların profilleri ülkeden ülkeye pek değişmiyor: Fransa’da yürütülen bir kamuoyu araştırması protestocuların siyahi ya da Arap asıllı, 18-24 yaşlarında, toplumun düşük katmanlarından geliyorlar. Neden şikâyet ettikleri belli, Nahel M.’in öldürülmesinde somutlaşan polis şiddetine bir son verilmesini istiyorlar ve bir türlü ırkçı gözlüklerini bir kenara bırakamayan adalet sisteminin iyileştirilmesini. Kendilerini eğitimsizliğe ve işsizliğe mahkûm bırakan hükümet politikalarından da şikayetçiler, nihayetinde haysiyetli bir yaşamın peşindeler.

Bu talepleri karşılanacak mı? Zor. Macron ve hükümeti bu tür protesto eylemlerine pek hoşgörülü yaklaşmadığını daha önce de göstermişti. nedense içlerindeki De Gaulle ruhu diriliyor ve devlete sahip çıkma refleksleri devreye giriyor. Ocak 2023’te, emeklilik yaşının 64’e yükselmesiyle tetiklenen protestolarda da Fransız polisi aşırı güç kullanmakla suçlanmıştı, polis copları yaş, cinsiyet ya da ırk dinlemeden çalışmıştı. İlaveten, Macron kendisini oralara getiren Fransız orta sınıfı ve korkularına arkasını dönecek bir kişi değil, hele bu fırsatı kendine yontmaya hazır aşırı sağ Milliyetçi Cephe pusuya yatmış beklerken. Milliyetçi Cephe sözcüleri şimdiden Macron’u “aşırı yumuşak” olmakla suçluyorlar. Öte yandan Le Pen’in söylemleri destekçilerini bulmuş gibi gözüküyor, kendisini bu dönemde başarılı bulanların oranı %39, hem Macron’dan hem de İçişleri Bakanı Darmanin’den daha yüksek bir oran. Polisi “sistemik ırkçılıkla” suçlayan Mélenchon gibi liderlerse “ayın kaybedenleri”, popülariteleri daha da azalmışa benzer.

Eğer birinci öncelik protestoların bastırılmasıysa, polisiye tedbirlerin etkili olacağı kesin. Le Pen’in arzu ettiği gibi azınlık, mülteci ve İslam karşıtı gözetim toplumunun inşa edilmesi, bundan sonra bu tür cinayetler işlenmesini engellemez ancak ayaklanmaların çıkmasını imkânsız hale getirebilir. ABD’nin 11 Eylül sonrası uyguladığı “teröre karşı savaş” politikaları ne kadar başarılı olduysa, Fransa’da da uygulanacak bu politikalar o kadar başarılı olur. Zamanında Trump’ın göçü engellemek için Meksika sınırına duvar dikmek ve parasını Meksika hükümetinden istemek fikriyle bayağı dalga geçilmişti ancak şu anda önerilen politikalar da semptomu baskılamaya yönelik, sorunun kaynağı yerinde duracak.

Sorun, bir haysiyet sorunu… Zamanında gençlerin bu tür protesto eylemlerine neden katıldığını sorgulayanlar göreli yoksunluk kavramını ortaya atmışlar. Göreli yoksunluk, hak ettiğini düşündüğü maddi olanaklara erişememek olarak da tanımlanmış. Burada “düşündüğü” vurgusu önemli çünkü bireysel ve psikolojik bir baremin varlığına işaret ediyor. “Kim ne kadar hak ediyor” hayli öznel ve kişinin deneyimi ve beklentilerine bağlı. Zaman içerisinde göreli yoksunluğun sadece bireysel olmadığını da öğrendik, ben iyi durumda olabilirim ancak benim dahil olduğum grup diğer gruplara kıyasla daha kötü durumdaysa, o zaman da mağduriyet yaşayabilirim. En önemlisi, bahsettiğimiz mağduriyetin sadece maddi konularla sınırlı olmadığını da öğrenmiş durumdayız, söz konusu adaletse sadece maddi adaletten bahsetmiyoruz.

Gerçekten de adaleti sadece bir bölüşümsel adalet meselesi olarak gören yaklaşım geçerli olmadığını gösterdi. Konunun bir de süreç adaleti kısmı var, yani kaynakların dağıtılma ve kararların alınma süreçlerinin ne kadar adil çalıştığı da mühim. Herkesin sesi duyuluyor mu, karar vericiler tarafsız davranıyor mu, kişilerin haysiyetine saygı gösteriliyor mu ve herkes sürecin meşru olduğuna, sonucun adil olacağına inanıyor mu; sorulan sorular bunlar. Böyle sorduğunuzda da, “nerede görülmüş bu adalet?” diye sormak kaçınılmaz hale geliyor. Görülmese de, insanın haysiyeti söz konusuysa bu kriterlere erişim hedeflenmeli.

Adaletsizlik, öfkeyi uyandırıyor. Öfke, ahlaki bir duygu ve nasıl çalıştığını da çok iyi bilmekteyiz. Adaletsizliğe uğradığımızda öfkeleniyoruz, gözümüz kararıyor, riskleri görmez hale geliyoruz ve harekete geçiyoruz. Geçmişteki bütün protestolarda öfke sokağa çıkartan duygu olarak mimlenmiş, eve kapatan korkunun tam aksine. Öfkeyi yatıştırmak kolay değil, baskıcı rejimler bile ellerindeki her türlü alet edevatla işe giriştiklerinde bile hemen başarılı olamıyorlar. Öte yandan öfkeyi alevle temsil etmek doğru bir tercih, çünkü sönme gibi bir özelliği de var, odun atan olmazsa. Bu nedenle de öfkeyle kalkmanın bir başlangıç olduğunu, bir protesto eyleminin kurumlaşabilmesi ve başka değişimleri tetiklemesi için yetmeyeceğini biliyoruz, tabii alevlerin nasıl kolayca yatışabildiğini.

Yaz sıcaklarıyla beraber Fransa’nın ateşinin düşeceği kesin gibi, müesses nizamın ve küçük burjuvanın tutuculuğunun da etkisiyle “sessizlerin sesi” olan bu ayaklanmanın da ilgili Wikipedia maddesinin altında yerini alacağını şimdiden söyleyebiliriz. Macron’un tipik pansuman tedbirlerinin haysiyetlerini savunan bu gençlerin herhangi bir sorunun çözmeyeceğini hem aşırı sağın hem de aşırı solun başta Nahel M.’nin hatırası olmak üzere sıcak Haziran’ı araçsallaştıracağını da kolaylıkla öngörebiliriz, ne de olsa siyaset bu tür travmaları sever. Ama asla bir daha olmayacak diyemeyiz, daha önce trajedi olanın bir kez daha trajedi olarak gerçekleştiğini görmüş oluruz.

Pekiyi, başka bir tarih mümkün mü? Evet. Eğer kısayolculuğa ve orta sınıf popülizmine başvurulmazsa, en kırılgan olanın hayrını düşünerek bir dizi politika izlemek mümkün. İlk okula adım attığı gün anadili olmayan bir dilde okuması gerektiği, evde çalışacak bir ortamı olmadığı, kardeşlerine ya da yaşlılara bakması gerektiği, eve para getirmek zorunda kaldığı, okuldan sonra gideceği hiçbir yer olmadığı için okulda başarısız olan, iş bulamayan; sürekli renginden ve kökeninden dolayı aşağılanan “sefilleri” kollayan onların haysiyetlerini gözeten bir dizi politikadan bahsediyorum. Bu politikaların oy getirisi olmayacak, hatta oy kaybedilmesine yol açabilecek, siyasetçilere de cazip gelmeyecek haliyle. Düşmanlaştırma, insandışılaştırma ve günah keçisi aramak çok daha karlı ve kolay; bizim kibrimize çok daha uygun. Böyle anlatıldığında, öykü bizim öykümüz gibi gözüküyor öyle değil mi?

Emre Erdoğan

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.