Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Elif Gökçe Aras yazdı: Bir kova buzz

Şahsımın asker takıntısının kökeni 28 Şubat’a mı dayanır, 12 Eylül’e mi?

Çok daha travmatik bir olaya, halkın sırtından Osmanlı taht-ı revanını deviren muzaffer komutana dayanır: Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e.

Osmanlı hikâyesinin finalini hazmedemiyor hâlâ. Erkek egemenliklerini bahşeden tanrının nasip ettiğine inanıyorlardı o tahtı, o koruyordu o güne kadar ve bir insanoğlu, iradesiyle, halkın desteğiyle devirivermişti. O taht sadece padişahın mıydı? Taht sayesinde itibar gören şeyhülislamın,  tahtın koruduğu ağaların, sayelerinde kadınları diledikleri gibi süründürebilen erkeklerin tahtıydı o taht.

Nasıl yapar ya nasıl?

Tanrının bahşettiği gücü bir kul yıkabilirse, nasıl devam eder tanrıdan aldıkları imtiyazları! Kadılık gitti, şeyhülislamlık gitti, arpalıklar gitti. Hepsi halkın oldu hepsi, o paçoz halk adam mı oldu şimdi? Yetmezmiş gibi bir de yüzyıllarca dize getirmeye çalıştıkları ve tanrı sayesinde başını bağladıkları kadına haklarını teslim etti! Ahhh, hep onun yüzünden şımardı bu kadın milleti.

Şahsım ve Şahsımın şahsında klonlarının Atatürk kompleksi belirliyor gündemimizi 21 yıldır. İktidarı boyunca adını kirletmeye, mirasını deforme etmeye harcadı tüm enerjisini.  Son 80 yıl hiç yaşanmamış gibi olsun istiyordu. O üniforma giymeler, kitap yazmalar falan hep Atatürk kompleksinden. Kahve değil çay, rakı değil ayran falan. Alkolle mücadelesini geçtim, halkın cebinden paketleri toplayıp üzerine tarih attırdığı, sözler verdirdiği, yeminler ettirdiği, müzesini açtırdığı sigara düşmanlığı bile Atatürk kompleksinden ileri geliyor. Alkol ve sigara zammıyla halkı kırbaçlamak istiyor ama vatandaş tüm o zamlara rağmen söve söve kullanmaya devam ediyor, kırbacı eliyle yakalıyor canı yanması pahasına, bir nevi pasif direniş. Bunlar bizim kültürümüzde yok dedikleri hep Cumhuriyet sonrası gelen kazanımlar. “Gelmesi hataydı, hadi geri alsak ya” diyor yana yakıla.

“Yerli ve milli” sözcüğü bile Atatürk’ün söylem ve metinlerinde geçen, üzerine konmak istedikleri bir kalıp ancak bu kalıp Atatürk’ün eylemleriyle tutarlıyken, yerli malını işleyip satan devlet fabrikalarını, stratejik kurumlarını haraç mezat yabancılara satan, kozmik odasını hainlere eliyle açıp buyur eden Şahsım düzeninde sakil duruyor. Zaten bunu istiyor, sakil dursun ki ne kadar boş olduğunu anlayalım istiyor. Yapılan her şey sahtesiyle değiştirilsin, bir nahoş seda kalsın kubbede.

Yıllar önce hükümet eleştirilerimi dinleyen bir yakınım hükümetin “başarılarının” boşa çıkışını devletin kurulma sürecindeki “sakatlığa” bağlamış ve “Bu devlet üç ayyaşın rakı masasında kuruldu kızım” demişti, Necip Fazıl’ın son talebelerindendi. “Valla öyleyse bile onların sarhoş kafayla o devirde başardıklarını siz ayık kafayla bu devirde başaramıyorsunuz, helal olsun adamlara. Bir de ayık olsalar neler yapacaklarmış” diye yanıtlamıştım da keh keh gülmüştü.

Atatürk devrimlerinin izlerini deforme etmek –silmek değil çünkü eylemlerinin yanlışlığını ispatlamak, hiç yaşanmamış olmasından daha değerli- en büyük hevesiydi ama öyle çabuk kabul görmüştü ki yeni düzen, iktidarını iyice perçinlemesi gerekiyordu büyük geri dönüşümü başlatabilmek için. Ancak pragmatist biriydi ve iktidarının başlarında Avrupa yolculuğuna girdiğinde gördü ki, modern Müslüman Türk kimliği daha çok ilgi çekiyordu toplantı salonlarında. Osmanlı mirasıyla dayanmak isterdi Avrupa kapılarına ama Atatürk sayesinde Avrupa’da gördüğü teveccüh şaşırtmıştı onu. Sabırlı olmak zorundaydı. Kendini kabul ettirdikten sonra daha fazla dayanamayıp Osmanlı tarzını denemeye çalıştı.

Hött!!    Ihhım..      Hööyytt!!    Hmm..     IIIhhımm..

Eyy Avrupa, sen kimsin yaa?

Pamuk ipliğine bağlı iletişim hatları koptu. İç ve dış politikada art arda yaşanan iletişim faciaları, birbiriyle çelişen kararlar, ilişkiler, beyaz adamın yatırımını kaçırdı zamanla ve Arap sermayesine mecbur kaldı. Aman, canları cehenneme. Benim dedelerim size hükmediyordu bee!! Pişştt X.

İlkesiz sermaye sahipleri ve kendisinin klonu seçmeni paranın kaynağını sorgulamadığı için Şahsım ilk on yılında kurumlarla hesaplaşmasını bitirmesinin ardından devrimlerle hesaplaşmaya başladı. Son 10 yılda öyle hızlı bir dönüşüm geçirdik ki, Şahsım bir tek başına kavuk geçirip halifeliğini ilan etmedi. Gerçi seçmeninin nezdinde zaten halifedir ta ilk iktidar olduğu günden beri. Yalnız sorun şu ki; yeniden halifeleri olmak için yanıp tutuştukları Araplar artık ekonomik olarak da politik olarak da bizden daha fazla ciddiye alınıp muhatap bulabiliyorlardı uluslararası arenada. Avrupa’yı dize getirmiş bir Müslüman Türk olarak halifelik hayalleri kurarken, hoyratça pazarlıklar, kıvrak manevralar sonucu Araplarla da “yanlış anlamayın dilenci değilim” repliğini terennüm etme aşamasına gelmesi fazla uzun sürmedi.

Şu işe bakın ki vatandaşlığı bile satışa çıkaran Şahsımın Arap sermayesini çekme planlarıyla en büyük travmasını iyileştirme yöntemleri birbiriyle çok uyumluydu. Bir taşla iki kuş vuruyordu yine. Hem Atatürk’ün mirası ile hesaplaşacak hem ülkesini pazarlamak istediği Araplar için daha yaşanabilir bir ülke konsepti yaratacaktı. Adeta bir rezidans konsepti yaratır gibi. Hem AVM’si, hem doğayı talan etmemiş gibi yapan bodur ağaçları, hem sultan kayığı, iğrenç yemek şovlarıyla ünlü restoranların olduğu vıcık vıcık bir yaşam alanı. Kadının değerinin olmadığı, saray eşrafı ve onun izin verdiklerinin diledikleri gibi ülkeyi talan edebildiği bir sultanlık haline dönüştürecekti ülkeyi, tıpkı eski günlerdeki gibi. 

Osmanlı hikâyesinin korkunç finalini yeniden yazmak ve yeni sultan olabilmek için hikâyeyi Abdülhamit dönemine kadar geri sarmaya başladı. Başkanlık sistemiyle işi öyle kolaydı ki, sadece bir fermanla ülkeyi yönetmeye başlamıştı. Şeyhülislamı konuşturup matbaayı yasaklıyor,  Rasathaneyi kapatıyordu. İşin ilginç yanı Atatürk’ün mirasını üstlenen parti gıkını bile çıkarmıyordu bu gidişe ha ha ha ha işe bak ya.

Her olağanüstü adımda sadece şöyle diyordu: “Böyle bir şey olabilir mi ya?”

Olur, olur canım, bal gibi olur. Oldu bak, yaptım, oldu.

Koskoca Ankara’da başka yer kalmamış gibi Atatürk Orman Çiftliği’ne sarayını dikmek istememesi için hiçbir sebep yoktu. Doğayla inatlaşıp tanrıların öfkesini üzerine çekmek pahasına Atatürk Havalimanı’nı kendisine tahsis edip halkın alana giden pistini parçalamasının önünde de hiçbir engel yoktu. Gezi’de halkın ona, ba ba ba ba hükümdara karşı giriştiği isyan, son Osmanlı padişahına rağmen başlayan Kurtuluş Savaşını hatırlattı belki de ona. Ya yeni bir Mustafa Kemal çıkarsa karanlığın içinden ve “Geldikleri gibi gidecekler” derse?

Ohh, mon dieu!!  Je ne pas s’il vous plait!!

Derhal tüm manevi mirası ve devrimleri yok edilmeliydi son sürat. Başardı da. Bastonunun başını ura ura yere vurdu;

  • Meclis işlevini yitirdi, temsili hale geldi.
  • Kuvvetler ayrılığı gitti, hukuk bitti, buyruk geldi. Kanun yok, kadılık makamı geri geldi.
  • Kolluk kuvvetleri vatandaşı değil, saray ve eşrafını koruyor.
  • Her gün bir şeyhülislam çıkıp sosyal hayatla ilgili vatandaşa fetva, kurumlara direktifler veriyor. Milli voleybolcularımızı hedef gösteriyor mesela hiç utanmadan. Şeyhülislamlık kurumu yeniden canlandırıldı. Devlet başkanını her halükarda onaylayan şeyhülislamlık.
  • Milli Eğitim’in içi boşaltıldı ki, medrese eğitiminin geri gelmesinde hiçbir engel kalmasın.

Anadolu Liseleri, düz liseler yok denecek kadar az. Haliyle lisede İmam Hatip’e gitmek zorunlu oldu birçok genç için. Yani normalde düz lisede okumak isteyen, dinle diyanetle pek ilgisi olmayan gençler için Kur’an, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Siyer, Kelam, Akaid, Dinler Tarihi dersleri zorunlu oldu.

ÇEDES’le okullara imam atanarak devlet okulları medreseye eviriliyor. Hiç eğip bükmeye gerek yok, Samsun Atakum’daki Özel Külliyat Kız Lisesi MEB’e bağlı bir medresedir. Pilot proje resmen. Reklamını yapan, kadın düşmanı bağımsız şeyhülislam İhsan Şenocak. Nedense aynı zamanda şehirde ticaretle de uğraşan “hoca efendi” hayırsever iş adamı-din adamı olup Allah için kızları ücretsiz okutmaz, özel okul açar? Tanrıya değil, başındaki kavuk sayesinde sorgulanmadan efendi olabildikleri düzende kazandıkları güce ve paraya tapıyorlar çünkü. İhsan efendiden yolsuzluklarla ilgili tek bir cümle duymayız, uyuşturucuyla mücadelede yetersiz kalan devlet erkânını hiç uyarmamıştır parmak sallayarak. Hele bir sallasın, ne yaparlar Allah’ın emrini duyurmak zorunda olduğu için kaldırdığı o parmağı. Kadınları baskılamak için “Ben Allah’ın emrini söylemek zorundayım” der kafasını yana yatırıp, elini göğsüne bastırarak evhamlı surat ifadesiyle ama yolsuzluklarla ilgili kimseyi uyarmak zorunda hissetmez. Gerçeklikten kopuk, uçuk kaçık hikâyeler anlatır yalandan başka hiçbir şeye inanamayan kitleye ve fotoğraflar verir bol bol adı yolsuzlukla meşhur vekillerle, başkanlarla. Kameralar gidip de baş başa kalınca “Ya başkan biliyor musun, haram yemek günah” diyor mudur Allah için badem bıyıklı başkana?

Geçimini milliyetçilikle sağlayan MHP lideri Devlet Bahçeli de mütebessim ifadelerle izliyor bu istilayı. Eşi, dostu mafya babaları çıkmış mapushaneden, kim ne yapsın Milli Eğitim’i?

Bütün bu zorbalıklar gerçekleşirken “bir şey yapsanıza” diye saç baş yolduğumuz muhalefetin hali ortada zaten. Bize değil, kendilerine hayırları yok. Cumhuriyet sonrası kurulan tüm kurumlar çökertilmiş, sultanlık geri gelmiş, geriye sadece son bir kale kalmış, kadına verilen hakları geri almak.

Onun için de var güçleriyle savaşıyor sultanı, şeyhülislamı, kolluk kuvveti, zorbası, yobazı falan ama ı-ıhhh. Kadınları pes ettirebilir misiniz siz ya? Tanrıyı takmamış, peygamberi parmağında oynatmış, şeytana pabucunu ters giydirmiş, sizi mi takacak?

Kolay değil işimiz ama. Hiçbir zaman kolay olmadı. El ele baş başa kaldık mı yeniden Osmanlı’nın çöküş dönemiyle sevgili muhalif seçmen kardeşim? Ne yapacağız bu medeniyet, haliyle kadın düşmanlarıyla? Bir biz kaldık mücadeleden asla vazgeçmeyen sevgili muhalif seçmen kardeşim.

Yıllardır kısık ateşte ısıtılan su kaynama noktasına geldi. Su ısınırken sıçrayan kurbağalarız biz. Her sıçrayışta vücut ısımız değiştiği için suyun ısındığının farkındaydık, bu yüzden her dalışımızda yandım Allah deyip vırakladık gerdanı şişire şişire. Eee, suyu iyice ısınmış bezgin kurbağalarla ne yapacağız şimdi? Son beş yılda daha çok sıçradık ama bir imdat bulamadık. Suyun ısısıyla kendinden geçmiş kurbağaların üzerine de çıkıp sıçradık ama imdada gelen yok.

Bir kova buz lazım bize çok acil. Suyun ısısını birden bire değiştirecek bir kova buz. Son yirmi yıl yaşanmamış gibi olsun diye. Her birimiz buz kesilmeliyiz belki. İktidarına da muhalefetine de buzz. Onların dillerine ve gündemlerine meydan vermeden modern hayatı dilediğimiz gibi yaşamak en büyük direniştir iktidarın yobaz politikalarına belki? Koskoca spor salonunda bomboş CHP Ankara İl Kongresi çok daha çarpıcı değil miydi “Sağcıların saltanat kayığından inin artık!!” diye ettiğimiz tonlarca laftan? Buz gibi anlamak zorunda kalsınlar hakikati. Voleybol Milli Takımımızın oyuncularının karakterleri ve dik duruşları buz gibi titretmiyor mu yobazları? Akbelen’deki çevrecilerin mücadelesi ortaya çıkarmadı mı sermaye kolluk kuvvetlerinin bir ağaca muhtaç kaldığı buz gibi fotoğrafı? İşçilerin “kimsesiz işçiler” sloganı buz gibi düşmemiş midir düzen kölelerinin tişörtünden içeri? Silivri buz gibi Osman Kavala ve Gezi tutuklularının mücadelesi yüzünden soğuktur belki, hapsetse de mahkûm edemediği vicdanı temsil ediyorlardır dimdik durarak. Mahkûm eden tir tir titriyordur belki bir türlü yenememenin hırsıyla.

Görünen manzaradan korkma muhalif seçmen kardeşim. AKP tarlası, altı köstebek yuvalarıyla dolu bir tarladır. Görünürde bahçe yerinde sanırsın ama öbek öbek oyulmuştur altı. Bu dönem bittikten sonra şaşırıp kalacağız birdenbire ne ara dönüştü bu insanlar diye, göreceksiniz.

***

Gelelim kadın mücadelesine. 

Hükümet kadın cinayetlerini umursamıyor, önlemek için kılını kıpırdatmıyor. Katillere uygulanan ceza indirimleriyle azmettirdiğini bile söylesek abartmış olmayız. Kadını başka yöntemlerle yok edemeyenlerin ellerinde kalan tek yöntemin öldürerek yok etmek olduğu anlaşılıyor.

Cumhuriyetle girişilen hesaplaşmada elde kalan son kale Cumhuriyetle haklarına kavuşan kadınlar ve birey olarak saygı görmeye başlayan çocuklar. Kadınlar durumun öneminin farkında. Asla pes etmiyoruz ne kadar zor olsa da. 

Velhasıl kelam, manzara ürkünç ama bu bir tiyatro. Kostümler, ışık ve ses, oyunu daha inandırıcı kılıyor kubbenin akustiği altında. Oyuncular yüzyıllardır aynı oyunu oynadığı için replikleri hiç şaşmıyor bu yüzden, hiç bitmemiş, hiç bitmeyecek gibi geliyor ekoyla.

***

Geçenlerde benim gibi muhafazakâr ailede büyümüş ancak ailesinin yaşam tarzıyla hiçbir ilgisi kalmayan bir kadınla tanıştım. Konuşacak çok şey vardı. Deneyimler farklı gelişse ve sonuçlansa da aynı yönde ilerlemiştik, ışığa doğru. Bu köstebek yuvaları metaforumdan bahsettim. Her evde benden bir tane var, bu yüzden muhafazakârlardan eleştiri gelmiyor yazılarıma. Eleştiri şöyle dursun, muhafazakâr aileleriyle mücadele eden insanlardan en çok destek mesajı alıyorum dedim. Dönüşümü durdurmak için bir umutla mücadele ediyor aileler bildikleri en eski yöntemlerle ama nafile, önüne geçemiyorlar dedim. O da doğruladı bu savımı ve şu çarpıcı örneği verdi:

Bugün 40’larında olan bu kadın, henüz genç bir kızken ailesiyle şehir şehir dolaşmış babasının bir işi sebebiyle. Her şehirde kendileri gibi muhafazakâr ailelere misafir olmuşlar. Arkadaşımızın adı Fatma olsun.

“Her evde bir Fatma vardı, istisnasız her evde. Hikâyeler o kadar benzer, hayaller o kadar ortaktı ki hemen kaynaşıyorduk. Gördüğüm manzara karşısında hayret etmiştim” dedi. Ancak bu kapalı ailelerin duvarları arasında her Fatma kendi köstebek yuvasında yapayalnız, her Fatma mücadelesini bir başına yürütüyordu. Hikâyeyi başarıya ulaştırdığında da çoğunlukla bir daha dönüp bakmıyordu o duvarlara. Kurtulduğuna şükredip o günler hiç yaşanmamışçasına sarılıyordu yeni hayatına. Sadece Fatma’lar değil, Bilal’ler de var elbette. Sayıları hiç de az değil üstelik. Bilal’liklerinden eser kalmadığı için bilemiyoruz onları da.

Madem bir kova buz boşaltacak kimse yok kaynayan kazana, her birimiz buz olalım. Sanatın yedi dalıyla birden biz belirleyelim gündemi. Doğaçlama repliklerle her birimiz ne güzel yapıyoruz üzerimize düşen rolü hayat sahnesinde. Daha da pervasız olalım, daha da doğal, daha sakin.

Zamana ve kendimize güvenmeye devam edelim.

Şimdi bir kahve yapın kendinize lütfen ve içiyorsanız bir barış çubuğu tüttürün bizim için.

Şerefimize!!

Bu şarkı da hepimize gelsin

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.