Aydın Selcen yazdı: Biz kimiz, nerede duruyoruz, nereye gidiyoruz, ne olmak istiyoruz?

Kaygım, “kendi göbeğini kendi kesme (stratejik özerklik?)” takıntılı Ankara’nın, “gözlerini bir türlü kendi göbek deliğinden ufka doğru kaldıramadığı” cihetle, yepyeni bir çağın kapılarını açan küresel büyük dönüşümü, fırsatları ve sınamalarıyla birlikte, toptan ıskalamak üzere olduğu. İçişleri Bakanlığı’na terör saldırısı, MİT SİHA’sının Fırat’ın doğusunda ABD F-16’sı tarafından düşürülmesi, Suriye’ye yeni harekât, şimdi Gazze’den İsrail’e Hamas’ın eşi görülmedik saldırısı, üzerine Karabağ, Ukrayna’nın işgali, ABD’de demokrasi bunalımı ve daha neler neler…  

Üstelik bu tür olaylar, çoğalıp ivmelenerek üzerimize özellikle hemen yanıbaşımızdaki Ortadoğu’dan geldiğinde, nitelikli bölge uzmanlarının önemi ve onların katkılarının değeri ortaya çıkıyor. Görüşlerine katılmayabilirsiniz ama Erhan Keleşoğlu benim için bu insanların en başlıcalarından biri. Emek vermiş, dil öğrenmiş, alanda yaşamış, zihni açık, teorik altyapısı sağlam vb. Erhan Keleşoğlu hocayı görevine iade etmeyen mahkeme, anayasanın ters yönüne gitmenin ötesinde bu kararıyla ülkemizin altını oyduğunun bilincinde değil. Keleşoğlu örneği bu durumun kim bilir kaçıncı somut göstergesi.   

* * *

PKK’nın üstlendiği ve görece ucuz atlatılmasına sevindiğimiz İçişleri Bakanlığı’na yönelik terör eyleminin hazırlanma ve uygulanmasındaki tuhaflıklar açık. Dışişleri Bakanı Fidan da değinilen muammalara eylemi gerçekleştiren iki teröristin Suriye’de eğitim görerek, oradan yurda girdikleri iddiasını ekledi ve “Irak ve Suriye’de PKK/YPG’ye ait bütün altyapı, üstyapı tesisleri, enerji tesisleri bundan sonra güvenlik güçlerimizin, topyekûn meşru hedefidir” açıklamasını yaptı.

Hakan Fidan

Anımsanacağı üzere çeyrek yüzyıl önce, KKK Org Ateş, 16 Eylül 1998’de Reyhanlı’dan (Hatay) yaptığı “Suriye’ye karşı sabrımız kalmadı. Türkiye beklediği karşılığı alamazsa, her türlü tedbiri almaya hak kazanacaktır” demişti. Ardından dönemin Cumhurbaşkanı Demirel de aynı yıl 1 Ekim’deki TBMM açılış konuşmasında “Suriye’ye karşı mukabelede bulunma hakkımızı ve sabrımızın taşmak üzere olduğunu bir kere daha dünyaya ilan ediyorum” ifadesine yer vermişti.

Eğer duvarda tüfek asılıysa oyun bitmeden mutlaka patlar. Eğer el beldeki kılıca gidiyorsa, mutlaka kılıç kınından çıkar ve kan dökülmeden geri sokulmaz. Kulağa basmakalıp gelen bu sözlerin dış politika ve ulusal güvenlik stratejileri bağlamında da geçerli olduğu iddia edilebilir. Burada 25 yıl öncesinden farklı olan Suriye’deki dağılım ve arada El Kaide ile IŞİD heyulalarının görünüp, kaybolmuş olmaları.

24 yıl önce 1999’da ABD, Öcalan’ı Türkiye’ye teslim ettiğinde ikili ilişkiler çok iyi durumdaydı, oradan bugünlere mi geriledi? 1999’da zirvedeydi, altın dönemini yaşıyordu da hemen dört sene sonra 4 Temmuz 2003 Süleymaniye çuval vakasıyla birden dibe mi vurmuştu? Buna karşılık geçenlerde 6.filo sancak ve komuta gemisi USS Mount Whitney Sarayburnu’na yanaştı. Uçak gemisi USS Gerald Ford Antalya Körfezi’ne demirledi ve TCG Anadolu’yla ortak tatbikat yaptı. Kayseri’de de ABD’nin katılımıyla çok uluslu hava indirme tatbikatı yapıldı.    

Güncel olaydaysa, TSK ile ABD silâhlı kuvvetleri arasında bir kısıtlandırılmış harekât sahası ve buna uygun acil durum iletişim hatları üzerinde zamanında uzlaşıldığını biliyoruz. Ancak sözkonusu uzlaşının içeriği ve kapsamına ilişkin herhangi bir bilgimiz yok. MİT SİHA’sı ABD’li askerlerin bulunduğu yere 500 metre yaklaştığında, yerdeki ABD’li komutan tarafından F-16’nın Ürdün’ün kuzeyindeki Muvaffak Salti Üssü’nden çağrıldığını ve vurulduğunu öğrendik. İçinde veya yakınında ABD’li asker olmayan her yer “meşru hedef” mi kabul edilecek? “Deconfliction” yani sıcak çatışmadan kaçınma nasıl işleyecek?   

ABD Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı kendi mevkidaşlarıyla derhal temasa geçmiş. Düşürülen SİHA, Türk Hava Kuvvetleri’ne değil MİT’e ait. Neredeyse eş anlı olarak, bir başka SİHA saldırısı Humus’ta askeri okuldaki törende yüzü aşkın yeni mezun subayın ve orada bulunan generallerin ölümüyle sonuçlandı. Sözkonusu SİHA’nın İdlip tarafından geldiği anlaşıldı. Idlip’e egemen ve dolaylı Türkiye desteğini haiz HTŞ ile Şam arasında da bir tür saldırmazlık uzlaşısı vardı.

Fırat’ın doğusunda Arap aşiretlerin SDG’ye karşı ayaklanması veya ayaklandırılması Ankara açısından hayal kırıklığıyla sonuçlanmıştı. Suriye’nin Batı yakasındaysa Suriye ordusuna ve YPG varlığına karşı hareketlenme olduğunda Rusya havadan yanıt vermişti. Ayrıca 24 Şubat 2020 tarihinde yine Idlip’te Rusya’nın desteğiyle Suriye 36 erimizi şehit etmişti. Tüm bunlar, Suriye’nin gerek doğusunda gerek batısında hele karadan yapılacak harekâtlar açısından askeri seçeneklerin kısıtlı olduğunu yahut olmadığını gösteriyor. Türkiye ile ABD arasında en azından askerden askere ilişkilerin de belirli bir işlerlik düzeyine geri geldiği anlaşılıyor.     

* * *

Hamas’ın Gazze’den İsrail’e çok boyutu ve geniş kapsamlı terör saldırısı ise bölgemizde yepyeni ve kapkaranlık bir sayfa açıyor. İsrail’in 1973 Yom Kippur savaşının 50. yıldönümünde, bir dini bayramda ve Şabat (Cumartesi) günü gafil avlandığı belli. Gazze’den atılan 5.000’e yakın roketi etkisi hale getirmekte etkin olan Demir Kubbe hava savunma sistemi dışında, “sistem” çökmüş gözüküyor. İsrail Britanya yönetimini teröre de başvurarak 1948’de yıkabilmişti. Şimdi kendi devletinin egemenliği tarihinin herhalde en ciddi sınamasıyla karşı karşıya.        

ABD’nin ortadan kaldırdığı Kasım Süleymani’nin yerine DMO Kudüs Tugayı olan İsmail Kâni’nin Hizbulah ve Hamas liderlerini yakın geçmişte Beyrut’ta bir araya getirdiği biliniyor. Ardından Hamas ve İslâmi Cihat (Batı Şeria) liderlerinin bu defa Tahran’a davet edildikleri de. Suudi Arabistan’ın (SA) İsrail’i tanımaya yönelmesinin, Çin arabulucuğuyla SA-İran uzlaştırılmış görünse de, İran rejimi açısından varoluşsal tehdit görüldüğü anlaşılıyor. Gazze’de kamu çalışanların maaşlarını her ay 30 milyon ABD Doları göndererek karşılayan Katar ile Hamas’ın arasının son dönemde limonileştiği de anımsanmalı.    

Bu durumda Hizbullah’ın kuzeyden bir cephe açıp açmayacağını henüz bilmiyoruz. Aynı biçimde, İsrail’in Lübnan’ın tümünü veya güneyindeki Hizbullah varlığını hedef alıp almayacağını da. Hamas’ın tüm fiziksel, teknolojik, istihbari, siber vb. olağanüstü önlemlerine rağmen böylesine bir eşgüdümlü eylemi (kuvvetle muhtemelen İran desteğiyle) gerçekleştirebilmiş olmasının özellikle Sahra ve çeperlerinde yuvalanmış IŞİD türevi cihatçı gruplara, üflense yıkılacak bulundukları bölge devletlerine karşı ne tür hastalıklı esinler vereceğini de kestiremiyoruz. Batı Şeria’nın tepkisini de, İsrail’in Batı Şeria’yı da hedef alıp almayacağını da öngörmek şimdilik güç.

* * *

İkincil sorular da var. Hamas’ın eylemi Netanyahu’yu götürür mü, aksine taşır ve yükseltir mi? ABD’nin SİHA’mızı düşürmesi TBMM genel kurulunda 10 Ekim’de görüşülmesi beklenen Suriye tezkeresinin süresinin uzatılmasını nasıl etkiler? Ancak Karabağ gibi tüm bu tarihsel olayların da ötesinde asıl mesele 1998’den çeyrek yüzyıl yahut 1923’den yüz yıl sonra bile bizim, Türkiye’nin enerjisini neye tükettiği, derdinin ne olduğu, alanla masayı bağdaştırmayı becerip beceremediği, küresel gelişmeleri doğru okuyup okuyamadığı.

Kevin McCarthy

Diğer bazı gelişmelere bu çerçevede kuş uçuşu kısaca değinelim. ABD Temsilciler Meclisi başkanının ülke tarihinde ilk kez koltuğundan indirilmesinin, demokrasi bunalımı bakımından ne anlama geldiğini anladık mı? Ulus devletin ağababası ve cumhuriyetimizin de esin kaynağı Fransa Cumhurbaşkanı Macron neden “durduk yere” Korsika’ya özerklik vermeyi ve ademimerkeziyeti genel olarak daha geliştirmeyi gündeme taşıyor, düşündük mü? 5 Ekim’de İspanya’nın Granada şehrinde yapılan Avrupa Siyasi Topluluğu zirvesine katılmadık. Orada AB, Karabağ’ı ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini üye sayısını 27’den 35’e çıkarmak zemininde ele aldı. Balkanlar ve Ukrayna trene atlamak için perona koşuşurken, biz onyıllardır beklediğimiz peronda uyuduk kaldık mı? Güncel gelişmeler bize yeni bir diplomatik kaldıraç sağlayabilir mi?

Ve başlıktaki sorulara dönerek sözü bağlayalım: Tarih şuuru ve gelecek tasavvuru. Biz var mıyız, biz kimiz, nereden geldik, nereye gidiyoruz? Hangi ortak gelecek, hangi kalkınma, hangi savunma? 1912’den henüz 20 sene sonra 1922’yi ve onu var eden liderleri çıkarabilmişiz. Bugünkü durumumuz 1912 ile kıyas kabul etmez, ona şüphe yok. Ama 1912’ye 19.yy ilk yarısından itibaren uyuşuklukla sürüklenmiştik. 1922 silkinmesini olanaklı kılan etkenlerden biri belki başlıcası ise dış durumu doğru okuyabileyecek zihin açıklığına ve akılcılığa sahip liderlikti.

Bugün de toprak anlamında değil mecazen hangi çizgiye geri çekilmek gerektiğini başka deyişle nereden başlanacağını, başlanabileceğini açıkça konuşmamız gerek. Hukuk ve hürriyeti, rasyonaliteyi çekip getirip merkeze koymayı. Yapının temelini, statik hesabını konuşmadan, kaçıncı katta kim oturacakmış, peyzajmış, dairelerin iç dekorasyonuymuş, komşularla ilişkilermiş, bunlarla zaman yitirmeden. Unutmayalım, yüksek süratte seyir halinde yapılan kazaların zararı katlanarak artar. Uluslararası ilişkilerde bugünün yanlışlarını düzeltme fırsatı, yarın önümüze çıkmaz.       

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.