Gazze günlükleri: “Acaba şimdi Berlin’de hava nasıldır?”

Gazze’de yaşam mücadelesi devam ediyor. Bu mücadelenin bir parçası olan Ziad’ın yaşadıkları, Gazze’deki trajediyi ortaya koyuyor. İşte Ziad’ın 3 günü.

13 Ekim Cuma
Gözyaşı ve korku dolu, uykusuz bir gece. Gece yarısından sonra herkesin güneye gitmesinin istendiğini duyduk. Birlikte kaldığımız aileden ayrılarak yolumuza devam etmek zorunda kaldık. Barınacak yerimiz var ama elektrik ya da internet yok. Sanki 1948’deyiz. (1948’de Arapların yerleşimlerinden olmalarına ithafen)

Sabah 03.00’te birkaç saat uyumayı başardım. Dün gece internet bağlantısı yoktu. Mobil veri de zayıftı. Gözlerim yarı açık telefonumu kontrol ediyorum ve Gazze’nin kuzeyinde ve Gazze Şehri’nde yaşayanların güneye taşınması gerektiğini söyleyen birçok mesaj görüyorum. Adrenalin başlıyor, kalbim hızla atıyor. Kısa sürede gözlerim tamamen açılıyor ve yataktan kalkıyorum.

04.00 – Kız kardeşim ve ben, bizi misafir eden çiftle mutfak masasına oturuyoruz. Durumu tartışmamız gerekiyor: Gitmeli miyiz yoksa kalmalı mıyız? Karısı onlar için kahve, benim için de bir fincan “earl grey” hazırlıyor.

“Peki, seçeneklerimiz neler? Gidip okullardan birinde mi kalalım? Orada ne olacağını biliyor musun? Binlerce olmasa bile yüzlerce insan olacak.”

“Kalabiliriz. Bizler siviliz. Burası bizim evimiz. Kimseye zarar vermiyoruz.”

“Ne olacağını bilmiyoruz. Ayrılmak en güvenli seçim.”

“Ben evimi terk etmeyeceğim. Ait olmadığım bir yerde ölmektense burada ölmeyi tercih ederim.”

“Barınaklardaki su, elektrik ve temel ihtiyaçların eksikliğini hepimiz duyduk. İnsanlar kavga ediyor ve bu korkunç bir şey.”

Tartışma saatler sürüyor. Hepimiz bir karar veriyoruz: Gitmiyoruz.

08.00 – Gazze’de kimsenin uyuduğuna inanmıyorum. Şimdiye kadar yaklaşık 15 telefon görüşmesi yaptım ve arkadaşlarıma gidecekler mi yoksa kalacaklar mı diye sordum. Tek bir cevap yok.

Neyin önemli olduğunu ve fikrimizi değiştirirsek neleri bırakmam gerektiğini belirlemek için çantamı yeniden hazırlıyorum. Bir aynanın önünden geçerken yansımamı görüyorum: Gözlerim yorgun ve koyu halkalarla kaplı. Ayrıca kilo verdiğimi de fark ediyorum.

10.00 – Biz hariç herkes gidiyor. İnsanlar panik içinde ve neler olabileceğine dair teoriler dehşet verici. Tüm olası senaryoları tartışıyoruz.

“Birkaç günlüğüne ayrılabiliriz ve ne olacağını görürüz.”

“Gitmeyeceğini söyleyen arkadaşım aradı ve kocasıyla birlikte fikirlerini değiştirdiklerini söyledi.”

“Kalırsak korkunç şeyler olacağından korkuyorum.”

Kadın bir anda ayağa kalktı: “Bilmediğim bir yerde ölmemi mi istiyorsun? Hayatımın son günlerini aşağılanarak geçirmemi mi? Burada kalabiliriz ve kötü bir şey olmaz.” Sonra bir an durdu, gözyaşları döküldü ve şöyle dedi: “İçimde bir his var, eğer gidersem bir daha asla geri dönmeyeceğim.”

Oy çokluğuyla ayrılmaya karar verdik.

11.00 – Yedi kişiyiz, bir araba, dört bavul ve beş sırt çantası. Araba hepimize yetmiyor. Başka bir arabaya ihtiyacımız var ama hiç araba yok.

Nereye gitmeli? Bir okula, hastaneye ya da sığınma evine gitmek seçenekler arasında değil. Kocası, kiralayabileceğimiz ya da kalabileceğimiz bir daire olup olmadığını öğrenmek için arkadaşlarını aramaya başlıyor.

Sonunda kocası şöyle diyor: “Bizim araziye gidebiliriz. Boş ama ne yapacağımızı bulana kadar orada kalabiliriz.

Herkes bunun iyi bir seçenek olmadığını biliyor. Bu bizi aynı eski konuşmaya geri götürür: “Kalmalı mıyız yoksa gitmeli miyiz?

Kalmaya karar veriyoruz. Sonra ağlamaya başladım. Korkuyorum, dehşete düşüyorum, kafam karışıyor. Sonunda bir karar veriliyor: Kız kardeşim ve ben gitmeye, ailem de kalmaya karar veriyor.

Kız kardeşim bize kalacak bir yer buluyor ve arkadaşlarım iki aileyi Gazze Şehri’nden Refah’a götüren ve sonra bizim için geri gelen bir taksi şoförü bulmamıza yardım ediyor.

13.00 – Kız kardeşim ve ben aileleri tek tek kucaklıyoruz, hepimiz hıçkıra hıçkıra ağlıyoruz. Kimin doğru kararı verdiğini bilmiyoruz. Vedalaşıyoruz. Helalleşiyoruz.

Yiyecek ve su koyduğumuz bavulu almamızı istediler. Birlikte gideceğimizi düşündüğümüz için hepsini tek bir bavula koymuştuk. Valizi almayı reddediyoruz ve onlara bırakıyoruz.

13.30 – Arabaların boşaltılma sahnesi dehşet verici. Toplu bir göç. Araba bulamadıkları için çocuklarını ve çantalarını taşıyarak yürüyen çok sayıda insan var. Bazı insanlar otobüslerle, bazıları da kamyonların arkasında gidiyor. Yürüyen insanları gördüklerinde onları atlamaya davet ediyorlar. Ayrılırken içim parçalanıyor.

15.00‘te varıyoruz. Bu, gerilimin başından beri bizi ağırlayan üçüncü aile. On kişilik bir aile: karı-koca, üç çocuk, en büyük oğlun karısı ve üç çocuğu ve büyük büyükbaba. Bize kapılarını açan, yemek ikram eden çok iyi, sade insanlar.

16.00 – Önceki ailenin kocasının bir daire bulduğunu duyuyoruz. Ayrılmaya karar vermişler.

Gece yaklaşıyor ve ben korkuyorum. Geceleri bombalama olduğunda, meslektaşım Amani her zaman aklımı korkumdan uzaklaştırmaya çalışır. Bina sağa sola sallanıyor ve bana şöyle bir şey gönderiyor: “En sevdiğin kitap hangisi? En çok hangi kültürü seviyorsun?”

Bazen bunu neden yaptığını bilmiyormuş gibi davranıyorum ve sorularını yanıtlıyorum. Diğer zamanlarda ise sadece mesajlara bakıyorum ve cevap vermiyorum.

14 Ekim Cumartesi
03.00
– Üçüncü tahliyemizden sonraki ilk gün. Bulunduğumuz bölge geceleri sakin ama ben uyuyamıyorum. En küçük seste bile uyanıyorum. Sadece gözlerimi açmıyorum, her şeyin yolunda olup olmadığını görmek için vücudumun üst kısmını da kaldırıyorum. Cep telefonumu kontrol ediyorum ve hava durumu uygulamasının Berlin’deki hava durumunu paylaştığını görüyorum. Görünüşe göre yanlışlıkla bir şeye tıklamışım. Orada olsaydım ne kadar harika olurdu diye düşünüyorum ama Gazze’deyim.

06.00 – Bir süre uyuyup uyandıktan sonra çenemin ağrıdığını fark ediyorum. Dişlerimi sıktığımı fark ediyorum. Kapı kolunun hareket ettiğini duyuyorum ve küçük bir yüz beliriyor: Leyla, ailenin en küçüğü. Evinde uyuyan yeni insanları görmek istiyor.

Ona gülümsüyorum ve yanında iki kafa daha beliriyor, ağabeyi ve ablası, Hamit ve Radwa. Onları içeri davet ediyorum ve yerdeki şiltede, kız kardeşimin uyuduğu kanepenin yanında yanıma oturuyorlar. Onlara ileride ne olmak istediklerini soruyorum.

Dadı olmak istiyorum” diyor Leyla.

Polis memuru olmak istiyorum” diyor Hamit.

Doktor olmak istiyorum” diyor Radwa.

Cevaplara sevindim. Etraflarında olup biten tüm korkunç şeylere rağmen, hala gelecek için umutları ve hayalleri var. Böyle zamanlarda daha iyi bir gelecek umudu gerçekten çok değerli.

08.00 – Büyükanne merhaba demek için geliyor. Sadece 43 yaşında; bize ilk bebeğini 16 yaşında doğurduğunu söyledi. Bana şunları anlatıyor: “Bazı aile üyelerim Gazze’den güneye kaçıyordu. Şoförler onları götürmek için üç katından fazla fiyat istiyordu. Hayatlarını tehlikeye attıklarını ve bunu hak ettiklerini söylediler.”

Leyla tekrar ortaya çıkıyor ve büyükannesinin kucağına oturuyor. Her sabah anaokuluna gidip gitmeyeceğini soruyor. “Ona hayır dediğimde üzülüyor. Arkadaşlarını görmek ve onlarla oynamak istiyor.”

Çocuklar için bu durum rahatsız edici. Bir arkadaşım bana 12 yaşındaki kızının en iyi arkadaşının nasıl öldürüldüğünü anlattı. “Kızın annesinin neler hissettiğini hayal bile edemiyorum. Kızım onunla konuşmak istedi ama önce benim konuşmama izin vermesini istedim. Güçlü olacağımı düşünmüştüm ama ikimiz de ağlamaya başladık. Bir annenin yaşayabileceği en kötü şey çocuğunu kaybetmektir.”

09.00 – Bütün aile bizimle birlikte oturuyor. Çok iyi insanlar ama yorgun olduğumuz için pek konuşamıyoruz. Barınaklarda ve okullarda kalan arkadaşlarımın o kaotik, gürültülü ve mahremiyetin sıfır olduğu ortamlarda ne hissettiklerini merak ediyorum. Kendime şunu hatırlatıyorum: “Siz ayrıcalıklısınız.”

Çay ve kahve eşliğinde herkes hikayelerini paylaşmaya başlıyor. En büyük oğul ve üç çocuk babası Fadıl şöyle diyor: “2014’teki gerilimlerden sonra çaresizdim. Avrupa’ya ulaşmak için yasadışı teknelerden birine binmeye karar verdim. Ailem gitmemem için beni zorladı ama arkadaşım gitti. Tekne asla ulaşamadı ve şu ana kadar onun hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.”

Ortanca oğul Ahmet telefonlara cevap vermeyi bırakmıyor. Pek çok arkadaşının ve tanıdığının kendilerine kalacak ya da kiralayacak yer bulması için kendisine ulaştığını anlatıyor. “Hiç yer kalmadı” diyor: “Son 24 saat içinde bazı aileler kendilerini 50’den fazla kişiyi ağırlarken buldu. Ya bu olacak ya da okullara ve sığınma alanlarına gideceğiz.”

Büyükanne, 20 yıldan uzun bir süredir yabancı bir ülkede yaşayan ancak uzun bir tatil için Gazze’ye gelmeye karar veren Filistinli bir ailenin hikayesini paylaşıyor. Şimdi ise sıkışıp kalmışlar.

10.00 – Ahmet bana cep telefonumu şarj etmek isteyip istemediğimi sordu. Çok sevindim, çünkü suları, elektrikleri ve internetleri olmadığından emindim.

İnternet için bir komşudan şifresini paylaşmasını istediler. Ağı zar zor “yakalayabiliyoruz” ama biraz internet bağlantımız olması hiç olmamasından iyidir. Elektriğe gelince, sokağın sonundaki başka bir aile güneş panelleri kurdu ve sokaktaki tüm evler şarj için onlara gidiyor. Ona cep telefonlarımızı, powerbanklerimizi, dizüstü bilgisayarlarımızı ve bir tabletimizi veriyoruz. Tüm cihazları idare etmek uzun zaman alıyor, ancak elektronik cihazlar olmadan birkaç saat beklemek, tüm zaman boyunca onlarsız olmaktan daha iyi.

Suya gelince, bir kuyuları vardı ama suyu yukarı çıkarmak için bir jeneratöre ihtiyaçları vardı. Tüm mahalle eski, kırık bir tane bulana kadar aramaya başladı ve tamir etmesi için birine götürdüler. Şimdi suları var.

Kedilerimden biri yanımda. Başını okşuyorum ve bunu bizimle yaşamak zorunda kaldıkları için çok üzgün olduğumu söylüyorum

Kız kardeşim bana baktı ve şöyle dedi: “Ben de aynı konuyu düşünüyordum ama kediler hakkında değil, bizim hakkımızda. Babamız neden fırsatımız varken bizi yurtdışında yetiştirmeyi hiç düşünmedi. Bizim Gazze’de olmamızı istedi. Hayal! Şimdi o öldü ve biz acı çekiyoruz”

Evden plastik kap içinde getirdiğimiz balık öldü.

15.00 – Gidecek başka yeri olmayan binlerce insanın bulunduğu barınaklarda ve okul bölgelerinde neler olduğuna dair arkadaşlarımızdan korkunç hikayeler duyuyoruz. Kavgaları, yiyecek, su ve yatak eksikliğini, bazı insanların diğerlerinden nasıl çaldığını ve tacizi.

Dördüncü kez tahliye etmek zorunda kalırsak ne yapacağımızı düşünmeye başladık. Dün kaçan ama şimdi yeni bir yer arayan bir arkadaşımdan telefon alıyorum. “Teyzemin evinde 70’ten fazla kişiyiz ve yakında yenileri gelecek”

17.00 – Üç hafta önce ilk bebeğini doğuran sosyal hizmet uzmanı arkadaşım telefonda bana ağlıyor. “Bunu atlatabileceğimizi hiç sanmıyorum. Annem ve kardeşlerim başka bir yerdeyken eşim ve çocuğumla bir yere kaçtığıma inanamıyorum. Hikayemizi biz mi anlatacağız yoksa biz gittikten sonra başkaları mı paylaşacak?”

Ona kararlı bir şekilde şunu söylüyorum: “Beni dinle, bu işin içinden çıkacaksın. Senin yüzünden değil, çocuğun yüzünden. Hayatının her aşamasında annesinin yanında olmasına ihtiyacı var ve daha yaşanacak çok güzel anılar var.”

19.00 – Hava sabahları serinken gün içinde çok sıcak oluyor ve sonra akşamları çok serin oluyor. Kız kardeşim şöyle diyor: “Allah’a şükür bu gerilim yaz ortasında olmadı. Çok daha fazla acı çekebilirdik.”

Ona bakıyorum ve şöyle diyorum: Berlin’de hava şimdi nasıl acaba?”

15 Ekim Pazar
Saat 03.00’te düşünecek zamanım var. Nimetlerimi saymak için. İyi maaşlı bir işim olduğu için yeterince şanslıydım. Bu, bu zamanlarda hayatımı kolaylaştırdı ya da daha doğrusu daha az zorlaştırdı. İlk gün biraz nakit para çektim ve yanımda tuttum.

Başlangıçta fazladan para ödemek, dükkanlar çoğu üründen boşaldığında işe yaradı ve yiyecek getirmek için teslimatçılar bulabildik. Ayrıca su için de ödeme yapabiliyorduk. İkinci eve taşındığımızda, UPS bataryaları çalışmayı durdurdu, bu yüzden iki gün içinde yeni bir tane aldık.

Parası olmayanlar daha fazla acı çekti. Elektriğin kesilmesi buzdolaplarının çalışmaması ve depolanan yiyeceklerin zarar görmesi anlamına geliyordu. Bu, sıcakta klima ya da vantilatör olmaması anlamına geliyordu. Ve su için söylemeye gerek yok: Yıkanma, temizlik ve duş artık söz konusu değil.

Sebzelerin fiyatı iki katına çıktı. İnsanlar ne yapıyor? Powebanklerin fiyatı yüzde 70 arttı.

Tahliye ettiğimiz ikinci evin kapıcısı Hamdi’nin, dahili jeneratörü olan yan binanın kapıcısıyla iyi ilişkileri vardı, bu sayede UPS aküsünü şarj etmek için bir elektrik hattı alabildi. Bina sakinleri geceleri telefonlarını şarj etmek için onun odasına gidiyorlardı.

Tüm Gazzelilerin acı çektiği doğru, ancak bu zor zamanlarda sahip olduğumuz nimetlerin de farkına varmak önemli.

Birlikte kaldığımız ikinci ailenin bir üyesi olan Ruba’ya neden giyinik ve başörtülü uyuduğunu sorduğumda, “Sokakta yatan çıplak cesedimi asla hayal edemiyorum” diye cevap verdi.

Kardeşi bana, biz onlara katılmadan bir gece önce yakındaki bir binanın bombalanacağının söylendiğini, bu yüzden tüm sakinlerin koşarak evi terk etmeye başladığını anlattı. Ruba’nın giyinmesi fazladan beş dakika kadar sürmüş.

Böyle zamanlarda bir insanın ne giydiğini nasıl önemsediğini anlayamadım ve ona bir Arap atasözünün ardındaki hikayeyi anlattım: “Utangaç olanlar öldü.” Geçmişte bir hamamda büyük bir yangın çıkmış. Çıplak çıkmaktan çekinmeyenler hayatta kalırken, utangaç olanlar ölmüş.

Tüm Gazzeliler acı çekiyor ama kadınlar için durum daha da kötü. İnsanlar arkadaşlarının ya da akrabalarının yanına gitmek için evlerinden kaçarken, kadınlar kendilerini erkek ziyaretçilerin yanında sürekli eşarp takmak ve örtünmek zorunda buluyor, aynı zamanda yemek hazırlamak, iyi bir ev sahibi olmak ve korkudan ağlayan ya da dışarı çıkamadıklarında oynamak isteyen çocuklarla ilgilenmek zorunda kalıyorlar.

Kadınlar sadece bu korkunç durumla yüzleşmekle kalmıyor, aynı zamanda aileleri bir arada tutan tutkal görevini de üstleniyorlar.

19.00‘da yurtdışındaki iki arkadaşım Rola ve Ayham’dan gelen mesajları okuyorum. Bir mesajı kaçırırsam panik oluyorlar. Onlara her zaman internete erişimimiz olmadığını hatırlatıp duruyorum.

Bazen ağlayarak bana sesli mesajlar gönderiyorlar, beni bu durumdan kurtaramadıkları için kendilerini işe yaramaz hissettiklerini söylüyorlar; bazen de bana şakalar ve umut dolu notlar gönderiyorlar. Bir keresinde, tüm bunlar sona erdiğinde birlikte ne yapacağımıza dair arka arkaya mesajlar göndermeye başladılar.

Ayham: “Birlikte seyahat edeceğiz. Seni İtalya’ya götüreceğim.

Rola: “Annemin lezzetli yemeklerini yemen için seni evimize davet edeceğim.”

Ayham: “Bowlinge gideceğiz ve geçen seferki gibi ben kazanacağım.”

Rola: “Dünyadaki tüm kitapçıları birlikte gezeceğiz.

Gülümseyerek ve ağlayarak mesajlarını okudum. Başka bir karanlık geceye hazırlanıyorum.

Kaynak: Guardian

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.