Gözlerimizi kendi göbek deliklerimizden ufka doğru kaldırmamakta ısrarlı ve istikrarlıyız. Belki bozkırın sosyal medyadaki persona-tezenesi bu duruma veya semptoma daha veciz tanı koymuş; aynen alıntılayayım: “Benim hiç aklım hafsalam almıyor başka din ve milliyetlerden insanların da olmasını. Bana tüm dünya Türk ve Müslümandır gibi geliyor. Aksini görünce dehşete düşüyorum.”
O mahut “dehşeti” aşmayı deneyelim. Önce kabadayıdan, külhanbeyinden -ama çeteciden, komitacıdan, komplocudan da- devlet adamı, diplomat, asker hele kurmay olamayacağını belirtelim. Bir cerrahın ameliyat sırasında üzüntüden sinir krizi geçiremeyeceğini de, böyle yapsa bunun kendini inkâr olacağını da anımsayalım. Sonra dönüp, bir “vaka” olarak Gazze’nin 7 Ekim’den bu yana geldiği aşamaya ezberleri tekrardan kaçınarak birlikte bakalım.
Dünyayı II. Dünya Savaşı’nın galibi beş devlete sıkıştıran BMGK, 15 Kasım’da nihayet bir uzlaşıya varabildi. 2712 sayılı kararla “BM teşkilatları ve paydaşları için tam, hızlı, güvenli ve engelsiz erişim için yeterli sayıda günler boyunca, acil ve genişletilmiş/uzatılmış insani (amaçlı) aralar” çağrısında bulundu. Karara karşı oy veren devlet çıkmazken, Rusya, ABD ve Britanya çekimser kaldı. BMGK kararı, İsrail’in Şifa Hastanesi’ne girmesinin ardından yahut bununla eşzamanlı alındı.
Şifa operasyonu pek çok soru ve saptamaya kapı araladı: Önce hastanenin altındaki uçsuz bucaksız tüneller, devasa ana karargâh, silâh deposu nerede? Gazze limanını da ele geçiren İsrail, şeridin kuzey yarısının muhasarasını tamamladı. Kuzey yarının sivil nüfusunun “insani amaçlı koridor” adı altında namlu ucunda güneye göç ettirilmesi de (kısmi etnik arındırma) neredeyse tamamlandı. Aynı bağlamda İsrail altyapı, üstyapı demeden geniş çaplı yıkıma da yöneldi.
Cenevre Sözleşmeleri’ne göre askeri amaçla ikili kullanıldığında hastanelerin dokunulmazlığı kalkıyor. Bununla birlikte hastaneye (ve diğer hastanelere de, hatta son olarak Cenin’deki İbni Sina gibi Batı Şeria’dakilere de) girmek, Netanyahu’nun “kutsal savaş” ifadesiyle birleştirildiğinde, kısaca İsrail’in ne isterse onu yapacağını ve hiçbir gücün ona engel olamayacağı anlamına geliyor. Ayrıca, Netanyahu kendini siyaseten ne kadar hayatta tutmak isterse o kadar Gazzelinin öldürüleceği ve aynı bağlamda, savaşı da o denli uzatacağı anlamına da.
Tamamlayıcı ek sorular da var: Harekât tamamlandığında (şimdiye dek pek bir direniş gösterdiği söylenemeyecek hatta ortadan kaybolmayı yeğlediği anlaşılan) Hamas’ın yok olacağı veya kökünün kazınacağı nereden belli? Batı Şeria ve Doğu Kudüs giderek infilaka yaklaşmıyor mu? Kuzey yarı bitince güneyde ne olacak? Harekât bitince Gazze’nin veya (öyle sanmasam da) yalnızca kuzeyle sınırlı kalsa da oranın durumu, yönetimi ne olacak? Tüm bu yerle bir edilen altyapı ve üstyapıyı kim, ne zaman, hangi kaynakla, nasıl yeniden inşa edecek? Edebilecek mi?
Ortaya “Türkiye” diye atılacak sergerdelere anımsatmak gerekir ki, biz henüz deprem bölgesinin tamamını geçtim, tek başına Hatay’ın yeniden inşası sürecinin bile henüz çok başındayız. İnsanlık namına Gazze’den kanser hastası çocukları ülkemize alsak da, kendi aynı durumdaki çocuklarımıza layıkınca bakamıyoruz. Netanyahu’yu UCM’de mahkum ettirmekten söz ederken, ne UCM üyesiyiz, ne AİHM hatta artık AYM kararlarını uyguluyoruz. BM’yi adeta “gayrete getirmek” için de çok girişken davrandığımız herhalde belirtilemez.
BMGK 2712 dışında (onu tanımlamak ne denli zor olsa da) “uluslararası kamuoyunda” hava İsrail aleyhine dönüyor veya belki döndü bile. Hava dönerken, küresel Batı’yı (ve Arap âlemini) hem iç toplumsal dikiş yerlerinden zorluyor, hem başta Ukrayna’nın işgali, dış politikada çifte standart eleştirileri ve yalpalamalar, çelişkiler, tutarsızlıklar artıyor. Kısaca bazı örneklere değinelim.
Fransa Avrupa’daki en büyük Arap ve Yahudi nüfusların birlikte anavatanı. 7 Ekim’in hemen ardından İçişleri Bakanı Darmanin çıkıp, Hamas’ı destekleyen değil Filistin yanlısı tüm gösteri yürüyüşlerinin yasaklandığını duyurmuştu. Bu karar önce mahkemeden döndü. Ardından halk her Cumartesi Paris’te 20.000’i aşan kalabalıklarla yasağı fiilen geçersiz kıldı.
Macron İsrail’e gidip “destek” derken, döndü geldi insani amaçlı aralardan, doğrudan ateşkese evrilen bir söylem tutturdu. Ardından yine İsrail Devlet Başkanı Herzog’u arayıp desteğini yineledi. Gönderdiği hastaneleştirilmiş uçak gemisi sanki Doğu Akdeniz’de kayboldu. Yahudi düşmanlığı Fransa’dan “alia” taleplerini sıçrattı. Macron antisemitizmi kınayan yürüyüşe katılmaktan vazgeçerken, antisemitizmin tarihsel kaynağı aşırı sağın yürüyüşteki varlığı siyasal yelpazeyi de sarstı. Alman Şansölyesi Scholz’la ortak basın toplantısında ayrı düşerken, 13 Kasım’da İsviçre’deki basın toplantısında uzun uzun (12 dk.) kendini savunmak zorunda kaldı. Ortadoğu’daki Fransa büyükelçileri de merkezlerine, tutturulan dengesiz (İsrail yanlısı) söylemin ulusal çıkarları açısından sakıncalarına dikkat çeken ortak mektup yazdı.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Britanya’da seçilmeden başbakan olan Sunak belki esasen düzensiz göçe ilişkin nedenlerden İçişleri Bakanı Braverman’ı görevden alıp, yerine Dışişleri Bakanı Cleverly’yi kaydırdı. Ama eski başbakan Cameron’u dışişleri bakanı yapması da herhalde Gazze meselesinin o koltuk için çap ve sıklet takviyesi gerektiğine işaret. Nitekim Londra’nın göbeğinde her haftasonu milyonluk kitlesel Filistin yanlısı gösteri yürüyüşleri yapılıyor.
Şimdiden gelecek seçimlerin galibi görülen muhalefetteki İşçi Partisi lideri Starmer de parlamentoda ön sırayı işgal eden on üyeden ateşkesi destekleyen çıkarsa o üyeleri gölge kabineden atmakla tehdit etti. Üç üye Çarşamba günü İskoç SNP lideri Hamza Yusuf’un Kral’ın Nutku’na değişiklik önergesine destek vererek istifa etti. (Kanunen Sunak seçim tarihini 2024 yılı bitmeden açıklamak zorunda.)
AB içinde de dış politika kağıt üzerinde, komisyon (Van der Leyen), konsey (Michel) ve AB’nin dışişleri bakanı gibi bir konumda olan Borrell üzerinden yürüse de, başta İrlanda ve İspanya olmak üzere ateşkes yanlısı devletlerle, başta Almanya ve Çekya olmak üzere İsrail’e destek veren ülkeler ayrışıyor. Yukarıda değinildiği üzere Fransa gibi kimileri de iki arada, bir derede.
ABD’de de Fransa’daki gibi kıdemli Ortadoğu uzmanı diplomatlar resmi kanallardan yazılı olarak Dışişleri Bakanı Blinken’e ulusal politikalara yönelik kökten eleştirilerini içeren paylaşımlarda bulundular. Tam 7 Ekim arefesinde, muteber Foreign Affairs dergisinde mealen “Ortadoğu’da asayişin son yirmi yılda görülmedik denli berkemal olduğu” yollu değerlendirmelerini yazan ulusal güvenlik danışmanı Sullivan günah çıkarma çabalarına girdi. Ortadoğu Koordinatörü Brett McGurk bölgeye gönderildi. Demokrat Parti’den 24 Temsilciler Meclisi üyesinin Alexandra Ocasio-Cortez önderliğinde başkaldırması da Biden’i zor duruma düşürdü.
Riyad’da toplanan Araplardan ve İslâm âleminden anlamlı tümleşik bir tutum çıkmasını bekleyen herhalde yoktu. Bu ülkelerde kamuoyu baskısının giderek sertleştiğiyse açık. Komşulardan, kendi de Filistin asıl Ürdün kraliçesinin yine sert eleştirileri ses getiriyor. Ürdün dışişleri bakanı Safadi de, İsrail’le geçerli anlaşmaların askıya alınması olmasa da, enerjiye karşılık su anlaşmasının imzalanmasına olanak bulunmadığını açıklayarak, Arap devletler arasında ilk kez somut bir diplomatik yaptırım ortaya koymuş oldu.
Rusya’nın Dağıstan bölgesi başkenti Mahaçkale’de (selefi islâmcı) bir yerel linç güruhunun havaalanını basması Putin’i mahcup eden bir işaret oldu. Ardından bir başka vesileyle Putin, kendi döneminde Rusya’da 8.000 cami yapıldığını açıklamak zorunluluğu hissetti. Rusya’da 4 Kasım’da kutlanan Ulusal Birlik Günü’nde her federe bölgenin “kendi kültürel zenginliklerini” sergilemesine bu yıl özel önem verildi.
İran ise Irak, Suriye, Lübnan, Yemen üzerinden ABD’ye ve İsrail’e dolaylı eylemlerde bulunurken, Tahran’dan görece sağduyulu bir devlet politikası söylemi ortaya koyuyor. ABD’nin İran’ı ve uzantılarını üç uçak gemisi görev gücüyle çevrelemesi mesajı adresine ulaşmışa benzer. İsrail’in olası “kuzey cephesini” tutan Hizbullah ise liderleri Nasrallah aracılığıyla “duruşum düşmanlara korku salarken, dostlarıma güven veriyor, dolayısıyla burada böylece durup (yani harekete geçmeyip) sizi rahatsız etmeğe devam edeceğiz” havasında konuşuyor.
Esasen daha genel olarak Hindistan, Brezilya, Güney Afrika gibi ülkeleri de içerecek biçimde büyük “Küresel Güney” devletleriyse, tıpkı Ukrayna’nın işgalinde olduğu gibi, Gazze vakasında da “bize ne, biz dalgamıza bakarız” yahut “gemisini kurtaran kaptan” tutumunu benimser izlenimi veriyor.
İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan, Şansölye Scholz ile Berlin’de görüşmeye aşağı yukarı bu ortamda gidiyor. Ümmetin mi, küresel güneyin mi, ecdadın mı önderi, temsilcisi olarak yahut Filistin davasının vazgeçilmez sancaktarı mı olarak gittiğini varsayıyor bilinmez. Tüm bunlar gözlerimize üflenen tozdan ibaret de, asıl konu Alman-İngiliz-İspanyol-İtalyan ortak yapımı Eurofighter savaş uçağı alımı mıdır, onu da kestirmek mümkün değil. Berlin dönüşü uçakta seçmece zabıt kâtiplerine propaganda müdürünce önceden dağıtılmış sorulara vereceği yanıtları okuduğumuzda aydınlanırız.