DEM Parti Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkan adayı olarak Serra Bucak’ı gösterdi. Serra Bucak, siyasi sebeplerle uzun yıllardır Almanya’da yaşayan avukat Serhat Bucak’ın kızı.
Gültan Kışanak döneminde Diyarbakır’da meclis üyeliği ve danışmanlık da yapan 1976 doğumlu Serra Bucak, üniversite eğitimini babasının sürgün yaşadığı Almanya’da tamamladı. Bucak, Diyarbakır’a yerleşme kararı alarak, kendi aidiyetine ve diline yakınlaşma arzusunu, vaatlerini, kayyumla ilgili düşüncelerini Ruşen Çakır’a anlattı.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Merhaba, iyi günler. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı için DEM Parti’den Eş Başkan adayı olarak yarışan Serra Bucak ile konuşuyoruz. Kendisiyle, kampanyasını, seçilirse neler yapmayı vaat ettiğini konuşacağız. Serra Hanım, merhaba.
Serra Bucak: Merhabalar, iyi yayınlar.
Sağ olun. Siz siyâsî bir âileden geliyorsunuz. Babanız Serhat Bucak, zâten başlı başına bir isim. Daha önce siyâset sahnesinde, belediyede, sivil toplum kuruluşlarında birtakım faaliyetleriniz olduğunu biliyorum, ama sizi böyle bir siyâsî kimlikle ilk kez görüyorum açıkçası. Bu nasıl bir duygu? Sonuçta yerel bir seçim, ama siyâsî bir olay. Diyarbakır’da Büyükşehir Belediyesi Başkan adayı olmak, çok ciddi bir siyâsî hamle.
Bucak: Doğru. Ben 17-18 yıldır Diyarbakır’da yaşıyorum. Sizin de ifâde ettiğiniz gibi, aslında yerel yönetimlerden sivil topluma kadar ve en son Yeşil Sol Parti’nin Diyarbakır İl Yönetimi’nde yer aldım. Siyâsete her zaman yakın bir yerde durup, ama daha çok yerel yönetimler ve sivil toplum alanında çalışan biriydim. Doğrusu yerel yönetimleri de siyâsetten ayırmak mümkün değil. Hem seçim kampanyamızda hem de yerel yönetimler politikamızda ifâde ettiğimiz gibi, yerelden demokrasiyi inşâ etmek, yerelden özgür, katılımcı, çoğulcu kentler inşâ etmek istiyoruz. Aslında siyâsetten bağımsız bir yerde görmüyoruz. Benim için çok onur ve gurur verici bir şey Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkan adayı olmak. Diyarbakır Kürtler için önemli bir şehir. Diyarbakır siyâsetin, sanatın, kültürün bölge başkentidir. Bu açıdan çok büyük sorumluluğu var. Tabiî hem sorumluluğu ağır hem güzel, onur verici hem de sekiz yıllık bir kayyum tahrîbâtı var. Bununla ilgili de birtakım realitesi açığa çıkmış, büyük, metropol bir kent. İki milyona yakın nüfûsu var. Umutluyuz, motivasyonluyuz. Diyarbakır halkı bizi seviyor ve bağrına basıyor. Umuyoruz ki önümüzdeki beş yıl, bu katılımcı ve çoğulcu anlayışla, Diyarbakır’ın hak ettiği hizmeti ve demokratik anlayışı elbirliğiyle inşâ edebileceğiz.
Siz biraz bahsettiniz kampanyanızdan. Dün sizinle konuşmaya çalıştığımda, köylerde dolaşıyordunuz. Bayağı yoğun bir kampanya yürütüyorsunuz anladığım kadarıyla. İnsanın aklına şöyle bir şey geliyor: “DEM Parti zâten Diyarbakır’da kazanır. Bu kadar fazla kampanya yapmasa da olur” deniyor. Ne diyorsunuz?
Bucak: Hayır, biz öyle bir noktadan bakmıyoruz tabiî ki. Çünkü hedefimiz, hiç bitmeyen bir örgütlülük. Nihâyetinde bize şimdiye kadar oy vermemiş kişileri de kendi partimizin etrâfında görmek ve onların da oyunu kazanmak istiyoruz. Bir defa, gençler var. İlk defa oy kullanacak olan gençler var. Onlarla sâhada buluşmak, onların fikrini duymak, onların bize olan sempatisini ölçmek veya uzaklarsa, nedenini anlamaya çalışmak istiyoruz. Onlara dokunmak gerekiyor. Tabiî ki sâhada olmalıyız, daha çok çalışmalıyız. Hattâ kendimize dönük eleştirilerimiz de var: “Daha da fazla çalışmalıyız. Daha verimli çalışmalıyız” diye düşünüyoruz.
Dün siz aradığınızda Dicle’de, Dicle’nin köylerindeydik. Bizim ilçelerimizin her biri çok güzel. Bâzen hangisinin en güzel olduğuna karar veremiyor insan. Kulp mu güzel, Hani mi güzel, yoksa Dicle mi? İlçelerimiz hem büyük hem köy sayıları çok fazla. Meselâ Dicle’nin 100’e yakın köyü var. Köy köy dolaşmak, mümkünse kapıları çalmak, selâm vermek istiyoruz. Yani sâdece, “Bir konvoy geldi, şöyle bir tur attı. Seçim arabası dolaştı” gibi olmasını istemiyoruz, herkesle temas etmek istiyoruz. Bu bizim için çok anlamlı, çok kıymetli. Çünkü zaman zaman sâhadan, genel seçimlerde de denk geldiğimiz üzere, şöyle eleştiriler geliyor: “DEM Parti veya DEM Parti geleneğindeki partiler halktan uzak, kopuk ve az temas eden bir siyâset yürütüyor”. Tam da söz konusu yerel yönetimler iken, bu katılımcılığı, çoğulculuğu, temâsı, durup dinlemeyi, anlamayı çok önemsiyoruz. Güzel ve yoğun geçiyor seçim çalışmalarımız.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Şimdi tam da bu söylediğiniz husûsu sormayı düşünüyordum. Son genel seçimde yaşanan başarısızlıkla ilgili soracağım. Yeşil Sol Parti’nin desteklediği Kemal Kılıçdaroğlu kazanamadı. Yeşil Sol Parti, daha önce HDP’nin aldığı oydan daha az bir oy aldı seçimlerde. Parti tabanında bunun çok ciddî tartışmalar yarattığını, eleştiriler olduğunu da biliyoruz — ki zâten ilk günden îtibâren parti yetkilileri de bunu söyleyerek, parti içinde bu başarısızlığın nedenlerinin tartışıldığını açıkladılar. Bu son olaydan sonra ve daha önceki kayyum atamaları nedeniyle DEM Parti tabanında, bu seçime yönelik bir ilgisizlik ya da sandığa gitmeme gibi bir eğilim var mı? Başlarda var olduğunu sanki herkes kabul ediyor da, zamanla toparlayabildiniz mi sandık küskünlerini?
Bucak: HDP’den bu yana bir oy kaybı yaşandı. Biz 2015 seçimlerinde, Diyarbakır’da 11 milletvekili çıkarabilmişken, son genel seçimde, gelinen aşamada 8 milletvekili çıkarttık. Tabiî ki bütün bunlar seçimler sonrası toplantılarda, konferanslarda, halk buluşmalarında, çalıştaylarda dile getirildi. Yaz ayları boyunca ve DEM Parti olup yeni genel kurulumuzu yapana kadar önemli bir tartışma mekanizması yürüttük. Bunun çeşitli gerekçeleri var. Pek çok sistemsel sebepleri var. İktidârın, DEM Parti ve geleneği üzerinde, Kürt halkı üzerinde, Kürt halkının siyâset yapma gerçeği üzerinde kurmuş olduğu baskılar var. Bunlardan bağımsız görmemek lâzım 2015’ten sonraki süreci. 2015’te, barış, kısmen müzâkere, demokratikleşme, birtakım sorunların konuşuluyor oluşu, Kürt sorununun daha farklı boyutlarda tartışılıyor oluşu, Sayın Öcalan’ı İmralı’da ziyâret eden bir devlet heyetinin varlığı… bütün bunların olduğu bir atmosferde, 2015’te %13 oy almış, % 10 barajını artık mânâsız kılmış bir hareketken, bu gücümüzü gösterebilmişken, bu gücü gören, motivasyonu, morali, halktaki karşılığını gören iktidar, derhal 2015 sonrası yeniden güvenlikçi politikalara, çatışma siyâsetine, kutuplaştırıcı dile ve Türkiye’de ötekileştirme siyâsetine soyundu. Bunun yansımalarını en fazla Kürt siyâseti çekti. Tabiî ki bütün kesimler çekti bunun yansımalarını, zorluklarını; bu anti-demokratik atmosfere dönüşümün sancılarını. Ama en çok Kürt halkı çekti. En çok Kürt siyâseti bunun baskısı altında kaldı. Bu sebeple, bizde de oy oranlarında düşüş, Parlamento’ya istediğimiz kadar milletvekili gönderememe gibi yansımaları, somut sonuçları oluştu. Kolay bir süreç değildi. On yıl kadar süren ağır bir baskı rejiminden bahsediyoruz. Hem genel siyâsette hem yerel yönetimlerimizdeki yoğun bir baskı sürecinden bahsediyoruz. Kayyum politikasından tutun, partimize dönük “kapatıldı kapatılacak; kapatılmadı, beklenecek” şeklinde arafta kalma meselesine kadar, bütün bunların yarattığı olumsuz sonuçlar elbette olacak. Bütün siyâsetçilerimiz cezâevinde, parti yöneticilerimiz cezâevinde. Cezâevinde olmayan, sürgünlerde, göç yollarında. Bütün bunların, geride kalanlar açısından yarattığı bir olumsuz tablo var. Ama biz buna rağmen, “Hangi sistemle, hangi iktidarla karşı karşıya olduğumuzun farkındayız. Nasıl bir mücâdele geliştirmek zorunda olduğumuzun da farkındayız. Evet, handikapları var, ama buradayız. Siyâsetimizi güncelleyerek, yenileyerek, geliştirerek buradayız” diyoruz.
2023 Mayıs genel seçimlerinden sonra o kadar çok tartıştık ki. Güncelleme yapmak gerektiğini, halkla temâsın nerelerde kırıldığını, halkın bize karşı olan desteği ve sempatisinin kısmen nerelerde azaldığını görebilmek için çok yoğun çalıştık ve tartıştık. Bunun sonrasında, bildiğiniz üzere, yerel seçimlere önseçimle gitmek, yani Kürdistan’ın pek çok ilinde, Kürt illerinde yerel seçimlere önseçimlerle hazırlanmak, halkın irâdesini yansıtmak gibi pek çok demokratik katılımcı yol ve yöntemi uyguladık. Aslında hem biraz Türkiye siyâsetine de rol model olsun, buralara dönüp bakılsın, buralardan da birtakım ilhamlar alınsın diye hem de kendimizi de bu anlamda yenilemek, güncellemek ve bu çokça bahsettiğimiz demokratikleşmenin, aslında kendi içerimizde yer almasına da bir alan açmak için bu noktaya geldik. Yerel seçim adaylarını da önseçimlerle belirledik bildiğiniz gibi.
Sorunuza gelince: Bir boykot veya seçimlere katılmama, oy kullanmama yönünde bir yaklaşım yok. Belki önseçimlerin yarattığı kısmî tartışmalar vardı. Ya da genel seçimlerde, CHP ile olan –ona ittifak diyemeyeceğim. CHP alenî bir ittifak yapmadı çünkü– sâdece, partimizin Kemal Kılıçdaroğlu’nu cumhurbaşkanı adayı olarak desteklememize dâir, tabandan, sahadan gelen birtakım rahatsızlıklar vardı. Ama bunlar aşıldı. Bunlar şu an yerel seçimlere herhangi bir boykot veya başka bir olumsuz şekilde yansımayacak. Çünkü insanlar, yerel seçimin, kayyumları göndermek meselesinin çok önemli bir mesele olduğunu, irâdeyi açığa çıkartmanın, Kürtler’in seçme ve seçilme hakkını en güçlü dillendirmenin çok farkında. Biz sâhada böyle bir boykot veya başka bir şey görmüyoruz. Tam tersi, sâhada, bölüp parçalanan bir sağ muhâfazakâr siyâset görüyoruz.
HÜDA PAR’ı sormak istiyorum. Herhalde onu söyleyecektiniz. Ayrıca Yeniden Refah Partisi ve Saadet Partisi de seçim yarışında. HÜDA PAR ilk kez Meclis’e girdi. Bildiğim kadarıyla, yerel seçimde AK Parti ile ittifak yapmadı; anlaşamadıklarını duydum. Şu anda AK Parti dışında, HÜDA PAR da genel olarak bölgede. Ama özel olarak Diyarbakır’da sizin rakibiniz mi? Ciddîye aldığınız bir rakip mi?
Bucak: Biz her siyâseti, her siyâsî partiyi ve her siyâsî partinin bu şehirle ilgili projelerini, önerilerini, samîmiyetini, duruşunu ciddîye alırız. Rekabet olarak görmeyiz, ama ciddîye alırız. AK Parti ve HÜDA PAR adayını, onların yaklaşımlarını, proje önerilerini, biz de tabiî ki tâkip ediyoruz. Bu açıdan rekabet olarak görmüyoruz; bizim rakibimiz değiller. Biz 1999 yılından beri, Diyarbakır’da en yüksek oy oranıyla, yerel yönetimlerde halkın güvenini kazanmış ve yeniden seçilen bir partiyiz. Bu açıdan rekabet değil, ama bizim açımızdan şu önemli: Evet, HÜDA PAR genel seçimde yapmış olduğu ittifâkı yerellerde yapmadı. Burada kendi gücünü görmek istiyor. Bu demokratik siyâsette yer almak istiyor. Bu anlamıyla belli bir oranda kemik kitlesi var tabiî.
Yeniden Refah Partisi de sâhada. Onların durumu biraz daha farklı. Diyarbakır merkez değil belki ama, ilçelerde, âileler, aşîretler gibi bir boyutta bâzen güç kazandığını görüyoruz. Yer yer, ilçelerde AK Parti’ye oy kaybettireceğini düşünüyoruz. Bu bizim açımızdan olumlu bir şey. Oyların bölünebileceğini, oyların farklı âile yapılarıyla, özellikle ilçelerde kayabileceğini ve bizim bu bölünme hâlinden daha güçlü çıkabileceğimizi düşünüyoruz. Ama buna endeksli bir yerel yönetim çalışmamız, bir seçim kampanyamız yok. Bizim, kadın özgürlükçü, kente ekolojik bakan, demokratik bakan, çoğulcu ve katılımcı bakan ve yerinden demokrasiyi inşâ etmek isteyen bir yerel yönetimler politikamız, bir paradigmamız var. Çünkü Kürt halkı, demokrasinin, demokratikleşmenin ne kadar kıymetli bir şey olduğunu, belki 100 yıldır, bu Cumhuriyet kurulduğundan beri türlü biçimlerle ifâde etmiş bir halk. Dolayısıyla biz kendi paradigmasal yaklaşımımızla yerel yönetimlere bakıyoruz. Siyâsetimiz onlardan çok farklı. Onlarınki daha çok tekçi ve tekelci, hattâ cinsiyetçi bir anlayışa doğru evriliyor. Meselâ bizim bölgemizde neredeyse hiç kadın adayları yok. Belki bağımsız kadın adaylar vardır. Batman’da bir kadın bağımsız aday var. Ama o partilerin bir kadın bakış açısı ve kadın siyâseti, özellikle yerelde hiç yok. Dolayısıyla biz başka mecrâlardayız. Yerel yönetim anlayışına başka bir gözle bakıyoruz.
Sözünüzü keseceğim, ama kadın meselesini sormak istiyordum. Çalışmalarınıza baktığımda, özellikle çocuk ve kadın hakları konusunda, hayâtınızı büyük ölçüde bunun üzerine inşâ etmiş birisiniz. Yanılıyor muyum?
Bucak: Doğru. Tabiî ki öyle.
Peki kampanya süresince ve kazanırsanız, belediye başkanı olarak bu konuları nasıl gündeme getireceksiniz? Zâten partinizin, eş başkanlık uygulaması nedeniyle her yerde çok sayıda kadın adayları, kadın milletvekili, parti yöneticisi olduğunu biliyoruz. Siz özel olarak bu alanda kendini göstermiş birisi olarak, partinizin de ötesinde, kadın konusunda ve çocuk konusunda neler yapmayı vaat ediyorsunuz? Bu iki konunun da Diyarbakır için çok önemli konular olduğunu biliyorum.
Bucak: Ben uzun yıllar kadın hakları ve çocuk hakları alanında çalışmalar yürüttüm. Yine çocuk hakları, çocukların kültürel, sanatsal gelişimleri üzerinden birtakım çalışmalar, uygulamalar, proje fikirleri yürüttüm. Uzun yıllar Bağlar Belediyesi Eğitim Destek Evi koordinatörlüğü yaptım, etüt merkezlerinde çalıştım. Bu anlamıyla hem yerel yönetimler deneyimi hem de yerel yönetimlerin, daha çok çocuk ve kadın alanına da odaklı bir bakış açım var. Kuşkusuz yerel yönetimler çok kapsayıcı bir alan. Klasik belediyecilik diye tanımladığımız altyapı ve üstyapı çalışmalarından tutun, ulaşımdan, yoksullukla mücâdeleye, yerel ekonomik krizden istihdam alanlarına kadar, Diyarbakır’ın katmerlenmiş birçok sorunu var pek çok sorunumuz var, pek çok da proje önerilerimiz var. Ama kadın ve çocuk çalışmaları bizim siyâsetimiz açısından da, benim kendi özel çalışma alanı açımdan da önemli bir yer tutuyor.
Biz aslında bir kadın partisiyiz, bunu çok rahatlıkla ifade edebilirim. Uzun yıllardır kadın mücâdelesinin getirdiği bir mîras, bir gelenek ve bir bakış açısı var. Bu bakış açısını yerel yönetimlere de aktaran bir yerde duracağız. Dolayısıyla önseçimlerimizde de böyleydi, şimdi seçim çalışmalarımız da böyle. Biz alanlarda kadınlarla buluşuyoruz, karma buluşmalarımızda kadınlarla bir araya geliyoruz. Özgün kadın buluşmalarımızda, toplantılarımızda, kadın sorunlarını, kadın dayanışmasını, kadının yereldeki ihtiyaç ve taleplerini konuşuyoruz. Bu açıdan tabiî ki kadının görünür oluşunun, kadın perspektifinin, kadın politikalarının sâhaya da çokça yansıdığı bir seçim çalışması yürütüyoruz. Geçen hafta 8 Mart haftasıydı. Özellikle ilçelerde ve köylerde çok özgün kadın buluşmaları yaptık. Buralarda, seçildiğim takdirde kadınların ihtiyaçları ve neler yapılacağı üzerinden konuştuk.
Biz seçildiğimizde, 31 Mart’tan sonra, tabiî ki öncelikle kadın kazanımlarımızı yeniden inşâ edeceğiz. Kadın Politikaları Dâire Başkanlıkları ve ilgili kadın müdürlüklerini yeniden daha güçlü kuracağız. Kentimizde kadın istihdâmı, kadına yönelik şiddetle mücâdele ve kadının şehirde görünürlüğünün artması, toplumsal yaşamda, kamusal yaşamda ve belediye hizmetlerinin tamâmında kadının faydasını gözeten bir yerde duracağız. Bizler için çocuk çalışmaları da öyle. Diyarbakır, çocuk ve genç nüfûsunun çok yoğun olduğu bir kent. Kentimizde çocukların eğitim, etüt merkezleri, kütüphâne ihtiyaçları, barınma, gıdâ temini, yoksullukla mücâdele gibi alanlarına da eğileceğiz. Bir yandan da çocuklar için oyun alanları, parklar, çocukların sosyal donatı alanlarına, spor alanlarına erişimini geliştireceğiz. Bunlar şehrimizde çok eksik. Geçen hafta çocuklarla bir toplantı gerçekleştirdik. Yaklaşık bir hafta, 10 gündür devam eden çalıştaylar dizimiz var. Bir yandan da kentin farklı dinamikleri ve gönüllü ağımız, bir kent beyannâmesi hazırlıyor. Onlar kentin farklı alanlarıyla bir araya geliyor. Biz de fırsat bulursak katılıyoruz bu toplantılara. Çocuk toplantısına özellikle kendim de katıldım önemsediğim için. Çocukların çok güzel talepleri vardı. Oyun parklarından, ucuz oyuncak erişimine kadar, beslenme ve gıdâdan, kültür-sanat ve spor çalışmalarına ve anadilimizi kullanmaya kadar. Kürtçe anadilinin çocuklarımız için erişilebilir olduğu, kültür merkezlerimizde, çocuk merkezlerimizde dil kurslarımızın olduğu, Kürtçe’nin câzibeli bir dil olarak yaşatılması, geliştirilmesi ve bu alanda kültür-sanat etkinlikleri düzenlenmesine dâir, çocuklardan pek çok ihtiyaçlar, talepler ve öneriler aldık. Bunları değerlendireceğiz.
İsterseniz beklediğiniz soruyu, kayyum meselesini sorayım. Diyarbakır başta olmak üzere bölgede yerel seçimler kayyum gölgesinde yapılıyor. Zâten şu anda özellikle HDP’nin kazanmış olduğu belediyelerin büyük bir çoğunluğu kayyumlar tarafından yönetiliyor. Şöyle bir sorum var: Diyarbakır’a yeni gitmiş olan gazeteci Kemal Öztürk’le dün bir yayın yaptım. Kayyum olayının iki boyutunu söylüyor: biri, “Nasıl olsa kayyum atayacaklar” diye oy vermeyi çok önemli görmeyenler; ikincisi de, tam tersine, kayyum olayının daha da bilediği bir seçmen kitlesinden bahsetti. Sizin gözleminiz nedir? Kayyum meselesiyle ilgili birkaç soru daha soracağım; ama kampanyadaki etkisi, kamuoyunda, seçmende, kayyum deneyiminin sandığa gitmedeki rolü hakkında sizin gözlemleriniz nedir?
Bucak: Çok samîmî bir yerden ifâde edeyim bunu. Kendim de 2014 yılında belediyede encümen olarak, Büyükşehir’de Eş Başkan danışmanı olarak 2,5 görev alan birisi olarak konuşayım. 2016’da ilk kayyumları yaşadık. Herkes açısından, yoğun ve derin bir travmaydı. Şehir açısından, belediye çalışanları açısından, yarım kalmış projelerimiz açısından, çok tahrîbatları olan, çok boyutlu bir darbeydi bu. Gerçekten yerel siyâsete, yerel anlayışa bir darbeydi bu. Sonra 2019’da ikinci bir kayyum sürecini yaşadık. Belki bu ikinci kayyum sürecinin ayak sesleri, öncesinde, o zamanki seçim kampanyasında başlamıştı. Sayın Erdoğan, mitinglerde mikrofon kendisine uzatıldığında kayyum meselesini tematize ediyordu. Bugün 2024 yerel seçimleri için sâhadaki durum nedir derseniz, samîmiyetle söylüyorum, kampanya başlamadan önce, belki halkın “Nasıl olsa kayyum atanacak” diye bir yaklaşımı zaman zaman düşündürüyordu bizi. Ama şu anda asla öyle bir düşüncede değiliz. Çünkü biz nereye gidersek gidelim, kiminle temas edersek edelim, kayyumların yarattığı tahrîbâta öfkenin çok büyük olduğunu görüyoruz. Bu tahrîbâta ve bu anti-demokratik uygulamaya öfke çok büyük. Bu düzenin muhakkak değişmesi gerektiği, aksi takdirde, sâdece bölgenin, Kürt illerinin değil, Türkiye demokrasisinin ve hukuk sisteminin çok zarar göreceğini gören bir yerden bakıyor Diyarbakır halkı. Zâten o kadar yara almış bir hukuk sistemi ve yok olmayla karşı karşıya bir demokrasi var.
Diyarbakır halkı çok politik bir halk. Yani bütünün fotoğrafını görebiliyor. Mesele sâdece Kürt illerine atanan kayyumlar değil. Bu açıdan hem bir öfke var, hem bir sâhipleniş var, hem de bir inadına hal var. “Ne olursa olsun, kayyum atasa da biz kendi irâdemizi seçeceğiz” diyen bir halk irâdesi var. Hiçbir güç duramaz. Keşke iktidârın akıl verenleri, danışmanları ya da toplum mühendisleri bunu bir parça görmeye çalışabilse.
Öte yandan, “Nasıl olsa kayyum atanacak, bizim bu emeğimiz boşuna” diyenlerin varlığı kuşkusuz vardır, ama çok az. Emin olun, çok önemli bir şeye tekabül etmiyor. Ben son bir hafta, on gün içerisinde bu anlayışın da değişeceğini, o gün geldiğinde herkesin vicdânî ve aklî reflekslerinin, o kişileri sandığa muhakkak götüreceğini ve partimizin yönünde oy kullanacağına kesinlikle çok inanıyorum.
Geçenlerde stüdyomuzda Meral Danış Beştaş’la bir yayın yaptım, belki izleme imkânınız olmuştur. Kendisine kayyum meselesini sorduğumda, kayyum politikasının iflâs ettiğini, iktidârın bir daha kayyum atama gibi bir yola gireceğini düşünmediğini söyledi. Analitik olarak böyle bir perspektif sundu. Bu bir temennî mi? Herhalde siz de benzer düşünüyorsunuz diye varsayıyorum. Sizin ve diğer arkadaşlarınızın seçilmesi durumunda, “İktidar bu sefer kayyuma atama yoluna gitmeyecek. Çünkü…” diye bir cümle kuracak olursanız, ne dersiniz?
Bucak: Doğru, ben de benzer bir fikirdeyim. Pek çok aday arkadaşımız ya da şu an il ve ilçe yönetimlerimizdeki arkadaşlarımız seçim çalışmasında bunu düşünüyor. Biz de bu kayyum sisteminin çökmüş olduğunu, bu sistemin sürdürülebilir olmadığını düşünüyoruz. Kayyum sistemi halk nezdinde zâten ilk günden îtibâren mahkûm edilmiştir. Ama öyle sanıyoruz ki iktidar da artık bunun sürdürülebilir bir sistem olmadığının farkında. Çünkü gerçekten de iki dönemdir atadıkları kayyumlar, çok ciddî bir biçimde yolsuzluk, gasp, talan işlerine bulaştı. Belediyelerin içlerini boşalttılar. Oradaki çalışma barışının bozulmasından tutun, belediyenin, halkın olan taşınmazların satışına kadar, arâzilerin, tarım arâzilerinin haksız hukuksuz, halkın faydasını görmediği bir yerden peşkeş çekildiğini, îmâra açıldığını örneklerle söyleyebiliriz. Kayyumlar gerçekten kent suçu işlediler. Bunu söylediğimizde belki çok ağır geliyor kulaklara; ama bu işlenen kent suçlarının ve halkta yaratmış olduğu güvensizliğin, tahrîbâtın artık tâmir edilecek bir yönü yok.
Eğer iktidar önümüzdeki süreçte akılcı bir politikayla, Kürtler’i kapsayacak, Kürt sorununda geniş perspektifle, yeniden demokratik zemine, Kürt sorununu çözme zeminine dönecek bir siyâset güdecekse şâyet, yerellerdeki kayyum siyâsetinden vazgeçmek zorunda. Hayırlısı bu olur. Uygulanması en mantıklı, en doğru olan budur. Biz AKP’nin içerisinde birtakım aklıselim sâhibi çevrelerin bunu düşündüğünü, gördüğünü biliyoruz. Eski İçişleri Bakanı’nın yaratmış olduğu bu ötekileştirici, uçlaştırıcı politikanın bu dönem yer almayacağına kanaatimiz ve inancımız var. Halk da buna müsaade etmeyecektir, onu da söyleyelim. Gerçekten, oradaki sâhipleniş, halkın, özellikle önseçimlerle kendi irâdesini sandığa yansıtmış olması, böyle bir moral, motivasyon ve sâhiplenmeyi de açığa çıkartıyor. “Biz bu alanları terk etmeyeceğiz, buralar bizim. Oyumuza ve sonuçlarına sâhip çıkacağız” gibi bir yaklaşım da var.
İktidar hakîkaten ülkeyi daha fazla uçuruma sürüklemeyi düşünmüyorsa –ki düşünmemeli; kendilerine bunu telkin ediyoruz– özellikle bölgede bu kayyum siyâsetinden vazgeçmeli. Kayyumlara kayyumlar atandı bu bölgede Ruşen Bey. Gerçekten komik durumdalar. O kayyumlar niye atandı? Çünkü o biraz fazla yedi, öbürü gelip başka bir yerde dizayn etmek istedi. Gerçekten halka rağmen, topluma rağmen çok düşmanlaştırıcı, ötekileştirici bir yerel anlayış güttüler burada. Bunun adına ne diyeceğiz onu da bilmiyoruz.
Kayyum atanmasa bile iktidâra rağmen belediyeyi nasıl yürüteceksiniz? Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hatay’da başladığı söylemine devam ediyor ve her yerde, “Merkezî iktidardan başka belediyeler olursa, oraya hizmet gelmez” diye açık açık söylüyor. Bu tehdit bütün muhâlefet partileri için yapılmış olsa da, herhalde merkezî iktidârın partinize yönelik baskılarını şimdi daha fazla hissedeceksiniz tahmin ediyorum. Bunları herhalde görüyorsunuzdur. Diyarbakır gibi çok sorunu olan bir ilde, Ankara’ya rağmen neyi ne kadar yapabilirsiniz ve nasıl yapmayı düşünüyorsunuz?
Bucak: Evet, doğru söylüyorsunuz. Biz bunu gören bir yerdeyiz. Bununla ilgili deneyimlerimiz de çok fazla. Kayyum atamadan önce de Ankara siyâsetinin, merkeziyetçi sistemin, bizim türlü projelerimizi baskılama, imzâlar atmama, keyfiyetçi yaklaşma, yani yereli bir biçimiyle merkeze mahkûm etme gibi bir anlayışı hep vardı. Biz buna rağmen, aslında bir 20 yıllık yerel yönetim anlayışı ve deneyimi ortaya çıkarttık. Dolayısıyla söylediğiniz doğru. Şimdi işimiz her zamankinden daha zor. Her zaman vesâyetçi, tekçi olan bu anlayış, bir de özellikle bizim bölgemizde, Kürt illerinde bu tahrîbâtı yaratmışken, oturup izleyecek. Çünkü bütçe bırakmadılar, borç bıraktılar. Bütün bu borçlarla boğuşmamızı izleyecekler. Batıdan oraya atamış oldukları zoraki personelle çalışıp çalışmama meselemizi izleyecekler. Bütün gözler burada olacak. Projeleri ve çalışmaları yapmamızı istemeyecekler. Ama biz buna rağmen, bir kere katılımcı, çoğulcu, halkla her konuyu tartışan, Kent Konseyi ve Kent Konseyi altındaki tüm meclis bileşenleriyle, kadından ekolojiye, kent hizmetlerinden gençlik meclislerine, çocuk meclislerine, mahalle meclislerine kadar bu yapıyı en geniş, en yatay bir biçimde kurup, bu çoğulcu anlayışı önce kendi yanımıza alacağız. Çünkü gücümüzü buradan alıyoruz.
Tam da bu kadar tahrîbat varken, yanımızda meclislerimiz ve kent çoğulculuğuyla hareket edeceğiz. Bundan sonra somut projelerimize bakacağız. İki milyonluk Diyarbakır’da ulaşım çok ciddî bir sorun. Yeniden revize, etüt planları ve kent îmârı ile uyumlu ulaşım planları açığa çıkartacağız. Uzun yıllardır hafif raylı sistemden bahsediyoruz; artık bunu hayâta geçireceğiz. Bunu gerçekten hiçbir bahâne üretmeden, hiçbir projeye ve imzâya takılmadan, olabildiğince kendi kaynaklarımızı geliştirerek yapmaya çalışacağız. Bunun için meselâ Birleşmiş Milletler fonları, Avrupa Birliği fonları, ülke fonları var. Bizim uluslararası alandaki deneyimimize, diplomasi çalışmalarımıza ve 20 yıllık yerel yönetimler pratiğimize baktığımızda, “Kardeş Kent”, “Dost Kent”, “Dost Belediyecilik”, “Kardeş Belediyecilik” dediğimiz pek çok ilişki ağımız var. Bunları şimdiden harekete geçiriyoruz, şimdiden onlarla yeniden temâsımız kuruyoruz.
Bakın Diyarbakır’da bir deprem yaşadık ve deprem sonrası binlerce ev yıkıldı; hâlâ da yıkılmaya devam ediyor. Dolayısıyla bizim her zamankinden daha çok sosyal konutlar üretmeye, barınma hakkını savunmaya ihtiyâcımız var. Bunu bir yerel yönetimler politikası olarak muhakkak hayâta geçireceğiz. Yine, yoksullukla mücâdele, yerel ekonomiyi kalkındırma, yerelde kadınların, gençlerin istihdam edilmesi, burada bir yerel ekonomiyi, alternatif ekonomiyi üretmemiz lâzım. Kentin iş insanlarıyla, ekonomi dinamikleriyle, kooperatifçilik anlayışıyla, kır-kent dengesini gözeterek ilçe ve köylerimizin de bu üretim sürecine dâhil olabileceği bir üretim açığa çıkartmalıyız. Yani Diyarbakır’da yerel ekonomiyi, üretimler eliyle, istihdam eliyle büyütmek istiyoruz. Bütün bunlar büyük projeler, farkındayız; ama merkezî hükûmetin baskılarına takılmadan, kendi öz kaynaklarımızı yürüterek, kendi dayanışma ağlarımızı büyüterek ve olabildiğince uluslararası fon kuruluşları kullanarak, tabiî ki birtakım etik temellerde bir araya geldiğimiz ve çalışabildiğimiz fon arayışlarında olacağız. Gerçekten bu halkı, bu kocaman kenti, bu kadim kenti, bu bölgenin kültürel anlamda başkenti dediğimiz kenti merkezi hükûmetin vesâyetçi anlayışına bırakmayacağız.
Bizim kentimizde turizm gelişmiyor. Neden Antep’te, Urfa’da gelişiyor da Diyarbakır’da turizm gelişmiyor? Turizm için de yeni bir alan açacağız. Turizm bizim kentimizde kalkınacak. Bunun için merkezî hükûmetten başka bir desteğe ya da farklı bir şeye ihtiyâcımız yok. Bunu kendi öz kaynaklarımızla yapabiliriz. Bu kentte yaşayan, turizmle uğraşan, ekonomiyle uğraşan, “Kentin dokusuna uygun turizmi nasıl geliştiririz ve nasıl ekonomik kalkındırmayı buradan yürütebiliriz?” diye pek çok kesimle bir araya gelip, aslında bir kent aklıyla, kolektif akılla, dayanışmayla ve tabiî öz kaynaklarla ve hiç durmadan çalışmayı elden bırakmadan, halkımıza hesap vererek, şeffaf olarak bu denetim mekanizmasını onların da erişebileceği bir noktaya taşıyabiliriz. Halk bizden, “Görünür olun, şeffaf olun, içerimizde olun, halktan kopmayın” diyerek bunu istiyor zâten. Aslında bu moral motivasyonla, pek çok çalışmanın, pek çok altyapı, üstyapı derin ve büyük diye tanımladığımız sorunların da üstesinden gelebileceğimizi düşünüyoruz. Bu açıdan, umutluyuz ve umut vaat ediyoruz.
Çok teşekkürler Serra Bucak, sizlere kolay gelsin.
Bucak: Ben teşekkür ederim, sağ olun. Hoşça kalın.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi DEM Parti Eş Başkan adayı Serra Bucak’la konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.