Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın konuğu Yavuz Ağıralioğlu: İmamoğlu hakkında ne düşünüyor? & Yeni parti kuracak mı?

İYİ Parti’den ayrılan Yavuz Ağıralioğlu, Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı. İYİ Parti’den ayrılık sürecini, sonbaharda kuracağı yeni partiden bahseden Ağıralioğlu, Zafer Partisi ve Yeniden Refah Partisi hakkında neler düşündüğünü de anlattı.

Ağıralioğlu’nun Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş hakkında düşündükleri de bu röportajda.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba, iyi günler. Yavuz Ağıralioğlu stüdyo konuğumuz. Her ne kadar şimdi bir partisi yoksa da, siyâseti yakından tâkip eden ve kopmayan birisi olarak kendisiyle yerel seçimleri ve daha önemlisi, sonrasını konuşacağız. Hoş geldiniz.

Ağıralioğlu: Hoş bulduk, iyi yayınlar. 

Sizinle 20 Haziran 2023’te yine bu stüdyoda bir yayın yapmıştık. Seçim bitmişti. O yayında size, “İYİ Parti açısından sizin dedikleriniz oldu” demiştim. İnsanların size yönelik bir merâkı, ilgisi var; belki de sizinle berâber olma arayışında olan kişiler var. Meselâ bu yayını sosyal medyada duyurduğumuzda, açıkçası beklediğimin ötesinde bir ilgi gördük. Bakalım yayınlandıktan sonra nasıl olacak? Ben size daha önce de sordum, ama izleyicilerimiz de, “Yavuz Bey parti mi kuracak?” diye soruyorlar. 

Ağıralioğlu: Öyle bir mecbûriyet kulvarındayız gibi görünüyor. Türk siyâseti sanki jenerasyon değiştirecek. Türk siyâseti, problem çözme kapasitesini test ettiğimiz bir 22 yılı, yaşadığı bunca problemlerle şimdi kantara çıkaracak. Muhâlefet bunca problemi olan bir ülkede iktidar olamamanın vermiş olduğu sorumluluklarla tekrar kantara çıkacak. Dolayısıyla, ben 31 Mart’ın bir mîlât olacağını düşünüyorum. Her türlü kudreti varken problemleri çözemeyen iktidâra bir kızgınlık, bu kadar problemimiz varken umûdumuz olamayan muhâlefete de kızgınlık ve kırgınlık var. Bu, siyâsette yeni arayışları doğuracaktır. 31 Mart bir mîlât olacaktır. Önümüzdeki dönemi doğru muhâsebe eden, önümüzdeki dönemi yönetme iddiasını memleketin potansiyeliyle buluşturabilen bir siyâsal gayretin içinde olacağız. Ben önümüzdeki dönem, siyâsetin hem üslûp olarak hem dil olarak hem siyâsî kurgu olarak hem siyâsî mes’ûliyeti omuzlayacak olan siyâsî tasavvur olarak değişeceğini düşünüyorum. O değişikliğe memleket nöbeti gibi bakıyorum. Bizden önceki nesil yapabildiğini yaptı. Geçmiş muhâsebesini doğru yaptığımız, önümüzdeki dönem ne yapmayacağımızı bu yapılmışlardan çıkardığımız, yapmamız gerekenleri de dünya konjonktürüne göre doğru muhâsebe ederek planladığımız bir süreci yöneteceğiz ve memleket hizmetine tâlip olacağız.

“Biz” diyorsunuz ama, Mustafa Sarıgül gibi yapmıyorsunuz değil mi? “Biz” derken bir insanlar topluluğundan bahsediyorsunuz. 

Ağıralioğlu: Tabiî ki. “One man show” yok. 

Nasıl bir şeyden söz ediyorsunuz peki?

Ağıralioğlu: Bu,Türkiye’de ilk defa tecrübe ettiğimiz bir iktidar dönemi. İlk defa bu kadar uzun, aralıksız ve memleketin büyük potansiyelini yönetme imkânı olan bir iktidar tecrübe ettik. Bu tecrübe ettiğimiz iktidârın %50’lik bir potansiyeli elinde tutuyor olması, %80’nin mıknatıslamasını doğurdu. Yani %50’yi elinizde tutuyorsanız, %80’i, yönetme ve istihdam etme anlamında mıknatıslıyorsunuz. Uzun iktidar şöyle bir handikapı doğurdu: Memlekette AK Parti’nin siyâsî câzibesine kapılmayan çok fazla adam kalmadı. Bu doğru istihdam edilebilseydi, karne bundan çok daha iyi olabilirdi belki. Ama doğru yönetilemediği için, yükümüzü ağırlaştıran, bedelini milletin çok ağır ödediği birtakım sonuçları olan bir süreçtir bu. Dolayısıyla bu 20 yılı, bir partinin iktidârından çok, memleketin biriktirdiği potansiyelin doğru kullanılamamasının sonuçları olarak değerlendirip, bu sonuçlardan, önümüzdeki dönem ne yapacağımızı ne yapmayacağımızı çıkardığımız bir laboratuvar imkânı gibi değerlendirmemiz lâzım. 

Ben şöyle bakıyorum: Türkiye’ye çok pahalıya mal olan bu 22 yıl, yani 2002’de başlayan AK Parti iktidârı, 2028’de, yani normal zamanda seçim yapılırsa, 26 yıllık aralıksız bir iktidar. Türk siyâset târihinde, hattâ dünya siyâset târihinde bu kabil bir şey değildir. Tayyip Bey özelinde, bu kadar uzun ve aralıksız, üstelik iktidar olmanın çok mümkün olmadığı şartlarda iktidârı elinde tutabilmek siyâsî bir başarıdır. Ama biz bunun sonuçlarıyla, yani bu karnenin bize sunduklarıyla ilgilenmeliyiz. Bu karneden çıkardıklarımız var: Milletin, yapılmasını uygun buldukları var, yapılmasını beğenip pahalı buldukları var. Yapılmasının yanlışlığını bugün siyâsî, iktisâdî, içtimâî bedel olarak ödediklerimiz var. Bütün bunları doğru muhâsebe edeceğiz. Eğer başarabilirsem, bu siyâsetin bundan sonraki alanını şöyle inşâ etmeye çalışacağız: Bu, bizim bir partiye karşı îtirâzımız değil. Memleketin büyük potansiyelinin ortaya çıkmasına imkân verecek bir muhâsebe iddiamız. Doğru muhâsebe edeceğiz. Çünkü bu dönemde sâdece iktidar zayıf çıkmadı, muhâlefet de zayıf çıktı.

Yavuz Ağıralioğlu deyince akla kaçınılmaz olarak İYİ Parti geliyor.  Bu sefer İYİ Parti çok kritik bir seçime, üstelik “hür ve müstakil” olarak giriyor. Belli bir beklenti de var ortada. O beklentiyi karşılayamaması ihtimâli de var, karşılama ihtimâli de var. Siz, 1 Nisan sonrası tasavvurunuzda, İYİ Parti’nin yaşayacakları, elde edeceği sonuç, belediyelerde kazanıp kazanamama gibi olaylara özel bir önem atfedecek misiniz?

Ağıralioğlu: Hiçbir özel önem atfetmiyorum. Çünkü iktidâra şöyle kızgınlığımız var: İktidar, sandıktan çıkaracağına ihtiyaç duymayan sorumluluk merkezi benim için. Siz sandıkta ne arıyorsunuz? Programı, planı, iddiası, yapacak işleri ve hedefleri olanlar için sandık, güç merkezidir. Ama bunları yapmak için elinde gücü olanın, sandıkta ne aradığını bize îzah etmesi lâzım. Muhâlefetin, bu kadar problemi olan bir memlekette milletin umûduna çoktan yürüyüp iktidar olması lâzımdı. Ben geçen genel seçimlerde muhâlefetin selâsının okunduğunu, bu seçimlerde de cenâzesini kılacağımızı düşünüyorum. Şimdi bizi ne diye iknâ edecekler? Enflasyon bu kadar yükselmiş, satın alma gücü bu kadar azalmış, eğitimi bu kadar muhtevâsızlıkla imtihan olmuş, sanâyicileri zorda, çiftçileri dargın, çalışanları yorgun, memurları sıkışmış, hayalleri, iddiaları, yaşam standartları sıkışmış bir memlekette, siz iktidar olamadınız. Mahâretli bir muhâlefet bu şartlarda %70-80 oy alabilirdi. O şartlarda iktidar olamadılar, şimdi belediyeleri alarak bizi neye motive etmeye çalışacaklar? “Biz genel seçimde iktidar olamadık, ama bize belediyeleri verir misiniz?” Niçin vereceğiz size belediyeleri?

İktidârın da şöyle bir mes’ûliyeti var: Memleketi toparlamanız için yirmi iki yıldır arkanızda hamiyetle duruyoruz. Her istediğinizde, bizden istediğinizin daha fazlasını size veriyoruz destek olarak. Yetki ve salâhiyetin sınırsızını istediniz, onu da verdik size memleketi toparlamanız için. Bundan sonra size vereceğimiz bir şey kalmadı. Bizim size verdiklerimize rağmen, sizin bize söz olarak verdiklerinizden, bulduklarımızdan memnun değiliz. Dolayısıyla iktidar ve muhâlefete berâber kızgınlık eşiğine geldi. Böyle zamanlarda seçmen ya apolitik olur ya marjinal partilere meyilli olur.

Marjinal parti demişken; bugün izleyicilerle bir yayın https://medyascope.tv/2024/03/26/rusen-cakir-izleyicilerin-katilimiyla-yorumladi-31-mart-surprizleri-zafer-ve-yeniden-refah/ yaptım. Gözlemlerime göre, bu seçimde öne çıkan iki parti var. 

Ağıralioğlu: Yeniden Refah ve Zafer Partisi.

Evet, aynen öyle. 

Ağıralioğlu: O âsâbı bozuk seçmen, meselâ milliyetçilerden bu muhtevâsızlığa kızanlar, “Ya arkadaş, âsâbımız bozuldu, canımız sıkıldı. Yeter artık. Filancaya oy veriyoruz” diyebilirler. AK Parti’den, yapılanları AK Parti’ye ve AK Parti’nin iddialarına, kuruluş ilkelerine yakıştıramayan seçmenler de, “Fabrika ayarlarımıza dönüyoruz” diye başka bir partiye oy verebilir. Bu, canı sıkkın seçmen profilidir. Ya sandığa gitmez ya daha kristalize olur.

Siz 1 Nisan’dan îtibâren, muhâlefetteki boşluğu doldurmaya tâlip birisi olarak, yükselişte gibi gözüken bu iki partiyle rekabet içerisine mi gireceksiniz?

Ağıralioğlu: Hayır, ben geçici görüyorum bunu. Türkiye’de bizim şunu planlamamız lâzım: Dünya sıkıştı; dünyanın bu sıkışmışlığında, Türkiye’nin yönetimine nezâret edecek siyâsî programın, memleketin dünya ile rekabetine, dünya ile berâberlik zeminine, dünyada kırmızı çizgilerimizi koruma hassâsiyetlerimize, millet bütünlüğümüze, millet berâberliğimize, güvenlik endîşelerimize, kalkınma hamlelerimize, kendi kendimize yetebilme kapasitemize nezâret edecek bir program çıkarmalıyız. Mevzû, bir parti kurma hevesi, yâhut bir parti asabiyeti, yâhut bir parti münakaşası değil. Dünya gerçekten sıkışıyor ve biz bu sıkışmaya kötü yakalandık. 

Hulusi Akar, “Üçüncü Cihan Harbi başladı, sâdece îlân edilmiyor” demişti. Güzel bir değerlendirme, ben beğendim o lâfı. Gerçekten dünyadaki kuralsızlık hevesine bakın. Eskiden olsa, “Ne münâsebetsiz lâflar, ne münâsebetsiz açıklamalar” dediğimiz sözler, birer birer olmaya, akla hayâle gelmez işler gözümüzün önünde yaşanmaya başladı. İsrail durdurulamıyor, BM boşa düştü, insan hakları örgütleri boşa düştü. “Dünya beşten büyüktür” diye çok beğendiğim bir lâf vardı Tayyip Bey’in ağzında. Dünya İsrail’den büyük değilmiş. Beş’ten değil, İsrail’den büyük değilmiş; durdurulamıyor. Çin kendi potansiyelini nüfuz ihraç ederek dünyaya taşıyor. Ruslar beğendiği ve kendileri için önemli olan yerleri beğenip almaya cüret ediyor. Avrupa Birliği durduramıyor, ambargolar deliniyor. Yunanistan’da, sınırlarımızda Lozan Anlaşması’nın hilâfına mevzilenme yapılıyor. Suriye’de, güneyimizde bir PKK devleti kuruluyor, NATO hukuku çiğneniyor. Herkes birbirinin hukukunu çiğneye çiğneye ilerliyor. Eskiden biraz özen gösterirlerdi, şimdi paldır küldür, züccaciye dükkânına girmiş fil gibi davranıyorlar. Dünya kabalaştı. Bu kabalaşma fakirlikle birleşince, mutlaka çatışma ve savaş doğuruyor. 

Benim görebildiğim kadarıyla bizim şöyle bir pozisyonumuz var: Evet, Üçüncü Cihan Harbi’nin ön işâretlerinin başladığı görünüyor. Herkes birbirini itmeye başladı. Biz bu sürece Hazîne’miz boş yakalandık. Memleket çok dolarizasyon etkisi altındayken yakalandık. Paramız çok değersizken yakalandık. Çocuklarımız hayal kuramazken yakalandık. Üretim bandı bozulmuşken yakalandık. Fiyat istikrarsızlığı ile yakalandık. İş adamlarımız fâiz girdabındayken yakalandık. Çiftçilerimiz tarlalarına küsmüş yakalandık. Tarımla, hayvancılıkla uğraşanlarımız yaylalara darılmış yakalandık. Memurlarımız kapasitelerini kullanamaz halde yakalandık. Dindarlarımız Hazîne’ye el sürerken, mücâhitlerimiz Beytü’l-mal’a tamah ederken yakalandık. Milliyetçilerimiz vizyonsuz, çalışmaz, tembel haldeyken yakalandık. Solcularımız gevşek yakalandık. Memlekette din bürokrasisi mala mülke tamah ederken yakalandık. Tasavvuf ehli dünya malı yığarken yakalandık. Biz bu sürece zayıf yakalandık. Eğitimimiz çökmüş yakalandık, adâletimiz cübbelerine düğme iliklerken yakalandık. Siyâsetin gölgesinde yakalandık. Bu gördüğümüz manzara, bizim bu süreç içerisindeki zorluklarımızı daha zor hâle getiriyor. 

Dünya zaman zaman sıkışır, savaşır, çatışmalar olur. Ama buralarda sizin kuvvetiniz olan şey, dolu bir Hazîne, güçlü bir ekonomi, ayakta bir eğitim, herkesin îtimat edeceği bir adâlet. Böyle bir mekanizmanın çalışması lâzım. Kendi kendine yetebilen bir ülke, sanâyisi ayakta bir ülke, rekabet edebilen, tarımı nitelikli ürün üretebilen, insanlara nitelikli gıda yedirebilen bir ülke. Kabul etmeliyiz ki biz bu sıkışmaya çok kötü şartlarda yakalandık. İnsan potansiyelimiz anlamında da öyle. Bizim dindarlarımız yönetim anlamında çok dağınık bir şeye sebep oldular. Hisselerine kuralsızlık, keyfîlik, israf, şatafat, lüks düşkünlüğü, mala tamah düştü. Bunca iş olurken, milliyetçilerimizde bu işleri düzeltebilme vizyonu ve kapasitesi görülemedi; erketelik yaparken yakalandılar. Yani “Dindarlarımız biraz dağınık, gevşek çıktılar, mala mülke tamah ettiler, ama evelallah milliyetçilerimiz var” diyemedik. Milliyetçilerimiz de zayıf çıktı. Sol da zayıf çıktı. Şöyle bir lâfı değerlendirmenin konusu bile yok: “Bu Türklerin dindarları olağanüstüdür” dedirtemedik. Olmadı. Hadi onlar zayıf çıktı, ama “Türklerin milliyetçileri fevkalâde çıktı” da diyemedik. Solcular zayıf, sağcılar zayıf, dindarlar zayıf, bürokrat zayıf. Bu kapasitesizliğin sebep olduğu muhâsebe doğru yapılacak; ondan sonra da memleketi dünyada ayağa kaldırma iddiası olan bir siyâsî programın tatbik edileceği bir siyâsî süreç oluşturulacak. Bunu oluşturamazsak, öbürü siyâsî parti hevesi olarak kalır. Ben o hevesin çok uzağındayım.

Herhalde size “İyi güzel de, o kadar çok siyâsî parti var ki onlar bir şey yapamıyor” diyen çok kişi vardır. “Yeni bir parti” deyince insanlar biraz geri çekiliyor.

Ağıralioğlu: Doğru. Bu dediğinizin en fazla duyulduğu zamanlardayız. Hattâ yerel seçimlerden sonra da parti enflasyonu yaşanacaktır zannediyorum. Ama biz şunu denemek ve yapmak zorundayız. Bu bahsettiğim şey bir parti değil. Allah izin verirse, ben bir siyâsî parti kuracağım. Önümüzdeki dönem memleket yükü çekmek iddiasıyla milletin ümit ufkunda hizâlanacağım. Ama şöyle bir mes’ûliyet hattı oluşturmaya çalışıyorum: Ben “Bir partimiz var, 85 milyon üyesi var. Ben bir parti kuracağım. Bir parti asabiyesine değil, bir memleket iddiası ile hep berâber ayağa kalkmak zorundayız” demeye hazırlanıyorum. Memleketin başına gelenler, “Siyâset bilmiyorum” demeyi bilmeyenler yüzünden geldiği için, “Bilmiyorum” diyen siyâset “Bileni bulma sözü versin” demeye hazırlanıyorum. “Önümüzdeki dönem ben de bir parti kurayım” hevesinde değilim. Memleketin bu sıkıştığı alanda ayağa kalkmak için her türlü imkânı var. Bu imkânları yeni bir siyâsî paradigma ile buluşturmak zorundayız. Eğer bunu yapmazsak çocuklarımız çok daha kötüsü ile karşılaşacaklar. O yüzden bir hareket, o yüzden bir plan ve program, o yüzden bir parti kurmak istediğimi söylüyorum. 

Bunu niçin söylüyorum? On milyona yakın mülteci var. Göçmen yükü var. İklim krizine bağlı olarak, ülkemizi odak ülke olarak belirlemiş bir hareketlilik var. Kavimler göçü başladı. Nüfus artış hızlarına bakıyorum, bizim nüfus ve doğurganlık oranlarımıza bakıyorum; risk altındayız. Memlekette çocuklar hayal kuramaz oldu. Sınırları kaldırsanız, memlekette nitelikli insan gücü kalmayacak. Dünyanın moloz döküm sâhası gibi olduk. Niteliksiz insan unsurları Türkiye’yi hedef hâline getirdi. Nitelikli olanlarımız yurtdışına gitmek istiyorlar. Bu ülke bu şekilde ayakta kalamaz. 16 milyon emeklisi var. 26 milyon çalışanı var. Bu plansızlık bu ülkeyi yıkar. Tarım, hayvancılık diye bir şey kalmaz. Biz Türkmen’iz. Anadolu’ya koyunları güderek geldik. Şimdi bu Türkmen’in koyunu yok. Biz buğday ekiyoruz Anadolu’da. Buğdayın babasıyız biz. Ukrayna’da kriz oluyor. “Ukrayna yoksa Türkiye var. Türkiye dünyanın tahıl ambarıdır” denmesi gerekirken, ülkenin hâline bakın. Bu süreci doğru muhâsebe etmemiz lâzım. Bu muhâsebenin üzerine oturtacağımız şey, “Memleketi biz kurtarırız” değil, “Memleketi ayağa kaldıracak evlâtlar var” programıdır. Nice nitelikli evlâtlar var. 

Daha önceki programlarda mevzûsu oldu. Dedim ki: “Sayın Cumhurbaşkanı 25 yıllık iktidârı süresince, kaliteli insan ve yönetim kalitesi anlamında memleketin bütün potansiyelini tüketen ve ‘Elimizdekilerin en iyisini yaptık, bu oldu’ diyen taraf olsaydı o zaman korkabilirdik”.  Bugün bizim başımıza gelen şeyin, Tayyip Bey’in, bilenleri dinlememesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Memleketin bileni var. Bileni olmasa, “Yanlış yapıyorsun” diyeni olmasa korkalım. “Bunu yaparsanız başınıza şunlar şunlar gelir. Aman ha!” diyeni olmasa, o zaman endîşe edelim. Ama ben şöyle gördüm: Her denileni, her yapılmaya heves edileni dışarıda tenkit eden ilim adamlarımız var. “Bunu denemeyin!” diyorlar. Sâdece dışarıda değil, AK Parti’nin içinde de var. Bugün Mehmet Şimşek’in yapmasına müsaade ettiğiniz şeyi Lütfi Elvan zâten yapıyordu. Onun yapmasına râzı olmayıp, dört sene sonra bu mâliyetlerle bizi karşı karşıya bırakan yönetim mahâretsizliğine îtiraz ediyorum ben. Lütfi Elvan’ı dinleyin. Diyelim ki dışarıyı dinlemiyorsunuz, diyelim ki dışarıdan olanları kendinizden saymıyor ve dinlemiyorsunuz; içeriden olanları dinleyin. Mehmet Şimşek’te râzı olduklarınızla Lütfi Elvan’a râzı olsaydınız, bugün enflasyonun yarısı, mazotun yarısı, doların yarısı… ve Hazîne bu kadar fâiz yükü altında olmayacaktı. Şimdi bu mâliyeti muhâlefete ciro ederek kurtulamazsınız bundan. 

Program yazarken herkes çok iyi şeyler yazıyor Ruşen Bey. Program yazarken, Mesnevî gibi, bütün programlar harikulâde. Bütün partilere Ar-Ge gibi bakıyorum. Hele muhâlefet partileri olağanüstüdür hazırlık yaparken. Çünkü hiç kimse, “Ben gelince memleketin kaynaklarını israf edeceğim, gelince soyacağım, Hazîne’ye, Beytü’l-mal’a el süreceğim, ihâle kanununun canına okuyacağım, çoluğumu çocuğumu âbat edeceğim” demiyor. Herkes, “Hak, hukuk, adâlet” diye geliyor. Dolayısıyla yazarken değil, yaparken başımıza geliyor bizim, ne geliyorsa. Bu yapabilme kapasitemizi ortaya çıkarabilecek olan bir programa ihtiyâcımız var. Hangi konudan muzdaripseniz muzdarip olduğunuz konunun bilenleri var. Dindarlığımızın aşındığını düşünüyorsanız, Ali Bardakoğlu, Mehmet Görmez, İsa Fazlıoğlu, Dücâne Cündioğlu konuşuyor. Bir dünya insan, “Dikkat efendim, dikkat. Buna dikkat edeceksiniz” diyor. Ekonomide bir şey deniyorsunuz: “Fâiz sebep, enflasyon sonuç”. Lütfi Elvan konuşuyor, Naci Ağbal, Mahfi Eğilmez, Daron Acemoğlu, Ege Cansen konuşuyor. İnsanlar konuşuyorlar. “Bunu yapmayın. Bunu denemeyin. Başımıza bunlar gelir” diyorlar. Deprem oluyor, konuşanımız var. Ekonomide bir şey deniyorsunuz, bilenimiz var. Târihten bir şey konuşuyorsunuz, otoritelerimiz var. Tarım diyorsunuz, söyleyenimiz var. Bu memleketin yetişmiş evlâdı var, bileni var. Bilenlerin söylediklerinin yapılacağı bir siyâsal eşik ve program oluşturmak zorundayız. O yüzden, ben bu siyâsal eşikte, bir partililik duygusuyla koltuk arayan değil, memleketin yetiştirdiği nitelikli insan gücüne memleket sorunlarını çözebilme fırsatı sunacak bir parti hazırlığında olmaya gayret ediyorum. Süreç içerisinde bulabildiğimiz şey bu. 2002’de Tayyip Bey bir şey yakaladı. Yakaladığını doğru değerlendirmiş olsaydı, biz bugün başka bir şey konuşuyor olacaktık.

Peki şu anda size bir ilgi olduğu belli. Anladığım kadarıyla başka yerlerde yaşanmış hayal kırıklıkları var. Bir de sıfır kilometreler var.

Ağıralioğlu: Ben bu 22 yıllık iktidârı şöyle değerlendiriyorum: Çok büyük bir hazîne bu. Elimizde, dünyanın en pahalı laboratuvarlarından alınmış ve en sağlıklı teşhisleri yapabilme imkânı veren laboratuvar katiyetiyle sonuçlar var. Ne yapıp ne yapmayacağımızı görebildiğimiz, 25 yıllık bir tomografi var. Bütün hastalıklarımızı, bütün emâreleri, bütün semptomları görebileceğimiz bir sonuç. Bu sonuç bizim için olağanüstü bir sonuç. Çok pahalı. Çok ağır bedeller ödedik, çok büyük kayıplar verdik. Ama sonuçlar elimizde. Bu sonuçları kendisi ve milleti için rahmete dönüştürebilecek olan, müktesebâtı olan bir kadro var. Bu Türk yurdunun bilenleri var. Bildikleriyle memleketin bu sorunlarını çözebilecek kadrosu var. Bu reçeteyi bilenlerle buluşturmak zorundayız. Hepsi bundan ibâret. Daha önce de oldu. Türkler ilk defa fetret döneminde değiller, daha önce de düştük. Daha önce de devletlerimizi böyle hasarladık. Biz hiçbir devletimizi, “Ekonomiyi, mâlî disiplini sağlamıştık, eğitimi ıskalamamıştık, adâlette dört başı mâmurduk ama battık” diye kaybetmedik. Adâleti, eğitimi, tasarrufu, yönetimde liyâkati ıskalarsınız; bu ıskalamanın peş peşe getirdiği sonuçlar vardır. Devletleriniz ya yıkılır ya zevâle uğrar ya zayıflar. Ayağa kalkmak için de hiç başka bir formül yoktur. Yani “Eğitimi ıskaladılar da ayağa kalktılar” diye bir örnek yoktur. “Adâleti umursamadılar, ama çok güçlü bir ülke oldular” hiç yoktur. “Tasarruf etmediler, yatırım yapmadılar, ama çok zengin oldular” hiç yoktur. Türk milleti için meselâ petrolün ve doğalgazın olmaması, bir cihetten avantajdır. Bu kadar kolay kazanmanın, bu kadar harama, yalana heves etmenin, bu kadar köşe dönme hevesinin ayyûka çıktığı zamanlarda, siyâset bu kadar popülizmle buluşunca, bir de petrol ve doğalgazın imkânı olsa milletin mizâcı bozulur. Arap ligine düşürür sizi bu. “Yatın evinizde. Biz size bakacağız” demek olur bu. Allah’a hamdolsun ki Türk Milleti’nin bu cihetten bakınca petrolü ve doğalgazı yoktur. Çünkü Türk milletinin ayağa kalkmak için bir mecbûriyet koridoru vardır: Çalışmak, üretmek, bilmek, tasarruf etmek. Bundan başka yolu olmayan bir millet için kaynakların tükenmiş olması bir başlangıç fırsatıdır.

Yavuz Bey, ben gazeteci olarak, tabiî sizden daha somut şeyler, meselâ isim istiyorum.

Ağıralioğlu: İlerleyen günlerde isimleri söyleyeceğim ve paylaşacağım. Adını koyacağız. Bu istişâre süreçlerine kattıklarımızı göstereceğim millete. “Sizin evlâtlarınız var. Evlâtlarınız bunlar. Bunlar şu sorunlarınıza mihmandar olacaklar” diyeceğim. 

Yani birileri var.

Ağıralioğlu: Tabiî ki. Hepsini tek tek göstereceğiz. Bir programla çıkacağız. Bu çıktığımız programda şöyle bir asabiyeye düşmek istemiyorum. Memleketin yetişmiş evlâtları var. Bu yetişmiş evlâtlar için şöyle handikaplar oluştu. Daha önce defalarca hayal kırıklığına uğramış olmak, her hayal kırıklığından sonra “Bu iş herhalde toparlanmayacak” duygusuyla bir daha yıkılmış olmak, insanları çok ihtiyatlı hâe getirdi. Bu, çok anlaşılabilir bir endîşedir. Bizim milletimiz kanmaktan ve kandırılmaktan yoruldu. Ümit edip hayallerinin inkisâra uğramasından yoruldu. “Bir daha deneyelim” duygusunun, hissesine hep hüznün düştüğü taraf olmaktan yoruldu. Bunların hepsini anlayışla karşılıyorum, ama başka bir yolumuz yok. Türk Milleti’nin belki bir cihetten en kuvvetli tarafı aynı zamanda en zayıf tarafıdır: Devamlı denemek zorunda kalmak. Ama denemekten vazgeçmemek de bizim kılavuzumuzdur. 

Siyâset finansman işi. 

Ağıralioğlu: Hiç zorlanacağımızı düşünmüyorum. Finansmanda hiç zorlanmayacağız. Ben kalben, “Siyâî sorumluluklarımı memleketime borçluyum” duygusuyla hareket ettim. Siyâset benim mesleğim değil. Ben bunu vatanıma, milletime, dinime, bize bu ülkeyi bırakanlara olan mes’ûliyetime bağladım. Hep öyle konuştum. Bunu bir borç öder gibi heceledim. Kalbimde öyle taşıdım. Ben bir dam buldum üstümde. Yemek buldum. Aç kalmadım. Hasta oldum, doktor buldum. Doktor reçete yazdı, eczâne buldum. Eczâneden ilâçları alacak imkân buldum. Ama hep kendimi şöyle hizalâdım: Benim bulduklarımı bulamayanlara borcum var. Anası olmayana ana buldum. Baba buldum bulamayana. Yemek buldum bulamayana. Doktor buldum gidemeyene. Okul buldum, okula gidemeyene, öğretmen bulamayana. Çünkü onlar bizimle mukayese edildiğinde, bulabilseler, vatanlarına, milletlerine bizden daha çok hayırlı olabilecek insanlara karşı borcumuz var diye hizâlandım. 

Biz bir borçlular hareketiyiz. Biz memleketine, milletine borçlularız. Dolayısıyla borçlarımızı ödeyeceğiz. Para kazanmış ve kazandığı parada milletinin hakkı olduğunu düşünen nice zengin evlâdı var milletin. Ben rahmetli Muhsin Başkan zamânında siyâset yaptım onunla. Çok fakirlikle siyâset yaptık biz Muhsin Başkan’la. Yollarda duramazdık, yemek yemeye paramız olmazdı. Rahmetli Muhsin Başkan’ın vefâtının da seneyi devriyesi. Nur olsun. Onu da rahmetle hayırla yâd etmiş olayım. Yemek paramız olmayınca acelemiz varmış gibi yapardı rahmetli Muhsin Başkan. Ankara’da mühim bir işimiz varmış gibi yapardı ki durmayalım. Yemek paramız yoktu. Biz oralardan geliyoruz. Odasında çoğu zaman, “Üşüyorum” şiirine konu olan fizikî şartları yaşardık biz. Misâfirleri geleceği zaman ancak odasını ısıtabileceği zor şartlarda siyâset yaptık. O günlerden bugünlere, memlekette şimdi çok ciddî bir iktisâdî imkân oluştu görünüyor. Zenginler var. Zenginliğini devlete borçlu olmayan, ticâret yapan, milletine borçlu olduğunu düşünen insanlar var. Ben bir finansman zorluğu yaşayacağımızı düşünmüyorum. Bu memlekette milletine borçlu olduğunu düşünen zengin de var. Milletine borçlu olduğunu düşünen bürokrat da var. Milletine borcunu ödemek isteyen akademisyen de var. Milletine borçlu olduğunu düşünen gencecik pırıl pırıl çocuklar da var. Bir tarafta, Güneydoğu’da çarpışmaya giderken şehâdet hissiyâtı kalbine düşmüş evlâtlarımızın videoları düşüyor biliyorsunuz. “Biz öleceğiz. Bu videoyu paylaşın. Anama da söyleyin, ağlamasın” diyerek vedâ eden, ölüme karşı böyle pervâsız evlâtlarımız var. Bize bırakmış oldukları vatanda “Biz milletimize borçluyuz” diyen pırıl pırıl çocuklarımız var. Dolayısıyla bizim bir zorumuz yok. Memleketin kaynakları var, imkânları var, zengini var, bileni var, âlimi, ulemâsı var, bürokratı var. Maaşından bir kuruş fazlasına gözü gönlü düşmez bürokratları var. Allah’ın huzûruna, milletine hizmet etmiş olmakla, çıkabileceği en büyük hazînenin bu olduğuna inanan namuslu memurları, bir dünya insanı var bu memleketin. Onları memleket hizmetine kavuşturacağımız bir yeni eşik oluşturmaya çalışıyorum. Yoksa yüzlerce parti var. Ben öyle bir parti kurma hevesi taşımıyorum.

İstanbul bu seçimin en gözde şehri. Herkesin gözü İstanbul’da. 

Ağıralioğlu: Benim için öyle değil.

Ben gazeteci olarak öncelikle İstanbul’a bakıyorum. Ekrem İmamoğlu’nun tekrar kazanması durumunda, muhalefetin yeni bir ivme yakalayabileceği ve onun da 2028’in cumhurbaşkanı adayı olabileceği konuşuluyor. Anladığım kadarıyla, siz Ekrem İmamoğlu’nu önümüzdeki dönemde muhâlefeti toparlayabilecek bir isim olarak görmüyorsunuz. 

Ağıralioğlu: Estağfurullah. Herkes iddiası ile var olacak. Milletin teveccühüne mazhar olanlar yürüyecekler. Millet hizmeti göreceğiz. Bizim geçmişten çıkardığımız derslerle, ana arterlerde hassâsiyet gösterdiğimiz şeyler var. Âidiyeti, mezhebi, meşrebi ne olursa olsun, Türk milletine mensûbiyet duyuyorsa, “Ben Türk milletindenim” diyorsa, hangi dinden, hangi mezhepten, hangi meşrepten olursa olsun, bu bütünlük içerisinde memleket hizmetini görsün. Ekrem Bey de görsün, öbürü de görsün. Yani devlet millet düşmanlarına tebessüm yok. Vatan, millet hasımlarına müsâmaha yok. Onun hâricinde, hangi dinden, hangi mezhepten, hangi meşrepten, hangi ekolden olduğuna bakılmayacak. Hazîneye el süren adam evliyâ olsa yüzüne bakılmayacak. Beytü’l-mal’a el süren, kanunsuzluk yapan, devletin, milletin hakkını talan eden adam Bilge Kağan’ın torunu olsa umursanmayacak. Ama Beytü’l-mal’ı koruyorsa, vatan millet biliyorsa, devletine mutî, liyâkatli, Müslüman değilse de başımız üstüne. Sünnî değilse ne yapalım, Alevî başımız üstüne. Kürt, Türkmen, mezhep, meşrep, ekalliyet işlerine girmeden, liyâkatli olanların, hak edenlerin memleket hizmetiyle buluşabileceği bir eşikte, artık Tayyip Bey’in yıllarca bize kazandırdığı şeyler bunlar. İyi, pahalı ama iyi sonuçlar çıkardık. O yüzden Ekrem Bey de olabilir. Memleket hizmetini görebilir. Hassâsiyet merkezlerimiz belli. O merkezlerde milletin teveccühüne mazhar olanlar, milletin hizmetlerini görecekler. 

Dünya mühim bir siyâsî sıkışma içerisine giriyor. Biz sıkıştık, târih sıkıştı, coğrafya sıkıştı, imkânlar sıkıştı, kapasite sıkıştı. Dünyanın bu sıkışmışlığı içerisindeyken böyle çetin zamanlarda zorlu adamlar çıkarmamız lâzım. Türkler her sıkışmada, çok esaslı adamlar çıkartarak çetin zamanlarını atlattı. Şimdi bu zamanlarda, varsa kapasitemiz zorlu adamlar çıkaracağız. Belediye seçimlerini bu yüzden şöyle teğet geçiyorum. Belediye seçimleri, bunca derdi olan memlekette, iktidar olma imkânını ıskalamış muhâlefet için hiçbir şey ifâde etmez. Bir önceki seçimde hatırlarsınız, “Belediyeleri alırsak genel seçimlerde çok avantajlı olacağız. Belediyeleri alan iktidarı alır” diyorlardı. Bu kadar derdin üstüne, bir de tecrübe ettiğimiz Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin karnesinin zayıflığına rağmen belediyeler alındı ve iktidar alınamadı. Enflasyon bu kadar yüksekken ülke alınamadı, iktidar olunamadı. Satın alma gücümüz düştü, yaşam standartlarımız bozuldu, hukuk standartlarımız bozuldu, eğitim standartlarımız bozuldu. Bir memlekette iktidar olmak için her şey vardı, ama iktidar olunamadı. Genel seçimde iktidar olamamışlar, şimdi bize, “Yerel seçimde alırsak bizden bir şey olur mu?” diye soruyorlar. Sizden hiçbir şey olmaz.

Biraz gıybet yapalım. İYİ Parti’deki arkadaşlarınızdan size, “Sen haklı çıktın. Keşke gitmeseydin. Kalsaydın” diyenler var mı?

Ağıralioğlu: Çok var. Arkadaşlarımla görüşüyorum. Herkesle görüşüyorum. Bugün İYİ Parti’nin hassâsiyet olarak diline almaya çalıştığı şeylerin tamâmını ben daha önce söylemiştim. “Daha önce söylemiştim” demeyi hiç sevmiyorum. İYİ Parti bununla milletin teveccühüne tâlip olacak. Şimdi şöyle bir handikapla karşı karşıyalar: Dün memleketi vermek için canhıraş uğraştıkları isimlere bugün kötü sözler söyleyerek muhâlefet ediyorlar.

Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nu kastediyorsunuz.

Ağıralioğlu: Evet. Ona bakıyorum, millet de bakıyordur. Dün bu insanlara memleketi verecek kadar güveniyordunuz, bugün belediyeyi vermeyecek kadar güvenmiyorsunuz. Başka bir aday da çıkarabilir, yeni bir yol da bulabilirsiniz. Ama kem söz etmek, böyle kavga etmek siyâsetin hissesine îtibar düşürmez. İYİ Parti’de siyâsî olarak hepsi arkadaşım. Benim gibi düşündüklerini defalarca söyledim. Sâdece benim gibi davranamayacak şekilde sıkıştırıldılar. İYİ Parti’ye hiç kem söz etmedim ben. Çünkü berâber yedik, içtik, ekmeğin, tuzun hakkı var. O berâberlikte, taşımak zorunda olduğunuz hukuk var. Berâber olduklarınızın taşımak zorunda olduğunuz hukuku var. Ona özen göstereceksiniz. Büyükler, “İnsanın şahsiyeti kavgada belli olur” derler. İş bolluktayken, rahmetteyken, herkes iyidir. Dar zamanda, zor zamanda, kavgada kendinize neyi yakıştırdığınız sizin asâletinizdir. Ben bâzı açıklamaları siyâsî asâlete çok yakışır bulmuyorum. Ama deneyecekler. Kantara çıkacaklar. CHP için de aynı şeyi söylüyorum. CHP’nin de açıklamalarına bakıyorum bâzen. Bir berâberlik içerisinde bir hukuk var. Herkes herkese kefâlet etmek zorunda değil. Ama üslûbuyla kavga etmek, üslûbuyla îtiraz etmek lâzım. Dün söyledikleriniz ve kefâlet ettiklerinizi bugün töhmet altında bırakacak şeyler söylerseniz, seçmeniniz, “Dün bize emânet edecekleri adamlara bugün bühtan ettiklerine göre, bu siyâsî öngörüsüzlüğü niye ödüllendirelim?” diye düşünür. Bu sefer böyle bir yaklaşıma gideceğini tahmin ediyorum. 

Geçen seçimde muhâlefet siyâsî kadavra oldu. Yani selâsı okundu, şimdi cenâze namazını kılacağız. Tayyip Bey dönüp muhâlefete, “Benden memleketi almanız için size daha nasıl iyilik yapayım?” dese… Enflasyonu görüyorsunuz. Gıda enflasyonu Avrupa OECD ülkelerinde %11, bizde %78-80.  O da, müdâhale edilmiş enflasyon. Hemen hemen herkes her şeyin on kat bozulduğunu biliyor. Her şeyin on kat bozulduğu şartlarda, memleketin umûdu olamayan muhâlefete Tayyip Bey ne yapsın? Muhâlefetin adayı olsun seçimi alıp memleketi tekrar muhâlefete mi versin yani?

Peki Mansur Yavaş için ne diyorsunuz?

Ağıralioğlu:Bir şey demiyorum. Mansur Bey 5 yıl belediye başkanlığı yaptı, şimdi kantara çıkacak. Belediye başkanlıklarında bâzen şu avantaj oluyor: Siyâset her şeyi konuşunca, konuşmayan îtibarlı oluyor. Siyâset her şeye karışınca, karışmayan îtibarlı oluyor. Yani sizin bir şey yapmanıza gerek yok, rahatsızlık sebebi olan iktidar sizin avantajınız hâline geliyor. Ben Mansur Bey’in çok parlak, olağanüstü, yüksek standartlı bir belediyecilik yaptığını düşünmüyorum. Memleketin siyâsetten illallah dediği bir zamanda, Mansur Bey’in, “Ben işime odaklanırım, siyâsî polemik yapmam. Vazîfemiz, milletten gördüğümüz teveccühün gereğini yapmak, partili davranmamak, partili-partisiz ayırmamak” gibi bir tarzla kendisine tahkim ettiği bir alan var. Siyâset böyle zamanlarda bu sükûneti ödüllendiriyor. Geçen seçim bu yüzden ödüllendirildi. Müstakil düşünürseniz, AK Parti’nin belediyecilikte mahâreti vardır. Belediyecilik mahâreti olarak mukayese ederseniz, gelenek olarak Millî Görüş öndedir. Millî Görüşçüler iyi belediyecidirler aslında. 

Ama şu anda belediyecilik mecrâsından çıkmış bir siyâsal iklimle karşı karşıyayız. Belediyeyi konuşurken Gazze’yi konuşuyoruz. Belediyeyi konuşurken Sisi’yi konuşuyoruz, bekayı konuşuyoruz. Kazanmak için PKK’ya şirinlik yapıyor siyâset. Bu hercümerç arasında vatandaş “Belediye başkanı seçeceğiz. Harbe girer gibiyiz. Belediyeyi kazanmak için her yolu mubah gören bir siyâsal iklimdeyiz. Bu ne münâsebetsiz bir siyâsal iklim” duygusunu taşıyor. Bu, seçmeni çok aşındırdı. Kazanmak için her yolu mubah görenlere karşı, istediği her şeyi hak gören bir seçmen profili oluştu. Birisi “Et vereceğim” diyor, öbürü “But vereceğim” diyor. Birisi “Ben 500 vereyim” diyor, öbürü “Ben 5000 vereceğim” diyor. Bu iş, 90’lardaki “Herkese iki anahtar: Biri ev, biri araba” vaadine benzedi. Bu münâsebetsizliği millete yaşatmanın da bir bedeli olacak. Ben milletin bu şekilde promosyon seçmenine dönüştürülmesini doğru bulmuyorum. Belediyeyi kazanmak için, “5000 veriyorum, 10 bin veriyorum, otobüs bileti bedâva, yol bedâva, eve kese-masaj için ekip göndereceğim” yarışı artık yeter. Türk milletinin şahsiyetini böyle gölgelememek lâzım. Siyâset bu kadar ucuz, bu kadar popülizme dönük, bu kadar promosyon dağıtarak iktidar olma hevesi taşımamalıdır. Siyâsetçilerin, ulûfe dağıtır gibi, “Bana ne veriyorsun?” beklentisiyle seçmeni dizayn ettiği bir siyâsal alandan kalkınma çıkaramayız biz. Vermeyin millete bir şey. Millete, ihtiyaçlarını alabileceği imkânı verin. Adama kömür verme, kömürü alacak kadar kazanç ver. Adama makarna dağıtma. Adama doğalgaz kartı verme, doğalgaz parasını senden almayacak kadar imkân ver. Alıştırmışız milleti şimdi, “Ne veriyor Mansur Başkan? 5.000 TL” , “Ben 10 bin TL veriyorum”.  “O 5 kilo et veriyor, ben 10 kilo et vereceğim.” Bu münâsebetsiz siyâset Türk milletinin mizâcını bozar. Ayıptır. 

Belediye başkanlarının üçer beşer bin TL vaat ederek, ucuz bilet, bedâva bilet vaat ederek seçim kazanmaya heves ettiği 2024 yılı, Türk milletinin utancı olsun. 2024 yılında, bizim kalbimizi, oyumuzu kazanmak için bizden ucuz biletle ya da bedâva biletle, bedâva etle, bedâva doğalgazla, birtakım vaatlerle bizden oy almaya çalışılmasını, Türk milleti için utanç sayalım. Siyâset için utanç sayalım. 25 yıldır iktidarda olan kudret için utanç sayalım. Memleket bu kadar zordayken, iktidar olamayan muhâlefet için de utanç sayalım. O yüzden diyorum ki: Bu, memleketin mîlâdıdır. Geliyor. Bu mîlâttan sonra doğanı Allah kısmet ederse göstereceğim ben millete. Bu mîlât başlayacak. Bu mîlâttan sonra, milletin potansiyeli ne? Yetişmiş evlâtları kim? Bu sorunları çözebilir miyiz? Biz kendi kendimize yetebilir miyiz? Bundan çok daha iyisini bulabilir miyiz? Bu memleketi bu yaşadığı standartlardan 5-10 kat daha fazla güçlü yapabilir miyiz? İktidar ve muhâlefet bize “Bizim potansiyelimiz bu” diyorsa, ben potansiyelimizin ne olduğunu göstereceğim onlara. 

Peki târihi ne zaman görüyorsunuz?

Ağıralioğlu: Sonbahar gibi görüyorum. Siyâset böyle zamanlarda problem çözemeyince, kahrın sebebi olur. Millet siyâsete kızar, siyâsetçiye kızar. Yaz mevsiminin bu kızgınlıkla geçeceğini düşünüyorum. Seçim bitince, millet bir ay boyunca, sonuçlar üzerinden siyâset kurumunun üstünde epeyce tepinir. Bunun üstüne bir de imkânsızlıklarımızı daha fazla hissedeceğimizi düşündüğümüz ekonomik zorluklarla, sıkışık bir yaz geçiririz. Sonbaharda siyâset yeniden ısınır. 

Siz de orada çıkacaksınız. 

Ağıralioğlu: Sonbaharda siyâset ısınınca; milletin ufkunda, “Bizim tutunacağımız dal hangisidir? Biz hangi millet programının, ufukta hangi iddianın arkasına takılmalıyız?” diyen bir merâkın cevâbı olmak zorundayız biz. Ben, o merâka yetebilen, yönetebilen, millet için yarınları inşâ edebilen bir siyâsî program ve kadro çıkarmak için gece gündüz arkadaşlarımla çalışıyorum.

Size kolay gelsin. O zaman sonbaharda tekrar buluşacağız demektir. Çok sağ olun Yavuz Bey. 

Ağıralioğlu: Ben teşekkür ederim.

Evet, Yavuz Ağıralioğlu ile bayağı yoğun bir yayın yaptık. Anlaşılan ufukta yeni bir siyâsî parti görünüyor, bunun da sonbaharda olmasını bekliyoruz. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Size de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.