Spektrum #2 | Putin’in “delikanlılığı”, Macron’un pazuları: Ulusal siyasette egemen maskülenlik

Medyascope’un dünya gündemlerini konu alan podcast kanalı Spektrum’dan herkese merhaba! Bu haftaki Spektrum’da uluslararası ilişkilerde egemen maskülenlik ve maskülenliğin yeniden üretimi çerçevesinde feminist uluslararası ilişkiler yaklaşımını konuşuyoruz. Spektrum’un bu bölümünde Macron’dan Putin’e uzanan uluslararası siyasette egemen maskülenliği Medyascope Dış Haberler Editörü Burak Siperli değerlendiriyor.

Medyascope’un haftalık dünya podcasti Spektrum’dan herkese merhaba! Ben, Burak Siperli. Spektrum’dasınız.

Bu hafta Spektrum’da martın sonunda Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Putin’e yönelik attığı bir Instagram postunu ve bu postun bize uluslararası siyasette ne anlattığını konuşacağım.

Gündemi takip eden sevgili dinleyicilerimiz, martın ortalarından itibaren Macron’un Rusya’ya yönelik kara operasyonlarının gerekli olduğunu söylediğini hatırlar. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in karşı yanıtlarına rağmen Macron, söylediklerinden geri adım atmaz ve Putin’e karşı sert bir üslup takınmaya başlar.

İşte tam bu sırada, yani Macron’un Rusya’ya karşı çok daha şahin bir tavır takınmaya başlamasından günler sonra Macron’un fotoğrafçısı Soazing de la Moissonnière, Instagram’da iki fotoğraf paylaştı.

Çok geçmeden “Rocky” Macron, sosyal medyada trend oldu. Bazıları fotoğraflarda herhangi bir oynama yapılıp yapılmadığını sorguladı.

Bazı sosyal medya kullanıcıları Macron’un pazularının büyüklüğüne dikkat çekti ve daha önce Macron’un kollarının gözüktüğü başka fotoğraflar ile karşılaştırarak paylaştı. Bazıları ise Soazing de la Moissonnière tarafından çekilen fotoğraflarla dalga geçti. Hevesli bir boksör olan Macron’un Rusya ve 71 yaşındaki Devlet Başkanı Vladimir Putin ile karşılaşmaya hazırlandığını gösterdiğini söyledi.

Hepimizin bildiği Macron, işte bu fotoğraflarıyla Kremlin’deki rakibine bir gövde gösterisi yaptı. Kremlin’deki rakibi, yani Putin, bundan farklı mı peki?

Putin, fiziksel zindeliğini tüm dünyaya göstermek için sürekli üstsüz fotoğraflarıyla basına poz vermesiyle bilinen liderlerden biri. Basına verdiği demeçlerde kendi imajını da yenilmez, güçlü ve korkusuz bir lider olarak çizmek için büyük uğraşlar veren bir lider Putin.

Putin’in uluslararası basında nasıl bir imaj çizdiğini de kısaca hatırlayalım isterseniz. Putin, bir gazeteye verdiği demeçte 2015’te St. Petersburg sokaklarında yaşadığı bir anısını anlatırken şunları söylemişti:

“50 yıl önce Leningrad Caddesi bana bir kural öğretti: Eğer bir kavga kaçınılmazsa ilk yumruğu sen at.”

Rusya’da sosyal medyada yayınlanan bazı edit videolardan da belki haberdarsınızdır. Putin’in ayılarla güreşinden tutun yürürken bir sineğin bile kendisine selam durduğunu editleyen videolar, Putin’in imajını yaymakta büyük rol oynadı.

Peki sizce Putin ve Macron, dünya siyasetinde tek mi? İşte bu soru aslında podcastimizin bu haftaki bölümünün de başlangıç noktası oluyor. Uluslararası siyaset, maskülenlik ve feminenlik ikiliğine sıkışmış ve bu ikilikte erilliği tekrardan üreten bir alan olarak önümüze sunuluyor mu? Eğer böyle bir teşhisimiz varsa bu sorunun çözümü kadınların uluslararası siyasette daha fazla yer bulması mı? Uluslararası siyasetin feminist çözümlemesi nedir ve bu feminist eleştirilerin literatüre katkısı nedir?

İşte uluslararası siyasette ataerki ve ataerkilliğin yeniden üretimi hakkında konuşulması gerekenler bu podcast programında.

Günümüzde uluslararası ilişkiler eğitiminde feminist uluslararası ilişkileri konu alan programların ve bu alanlardaki araştırma projelerinin sayısı artıyor. Burada şunu not etmekte fayda var: Bu yaklaşımın tek amacı “kadınları önceden oluşturulmuş bu yapılara eklemek değil.” Bunun yerine bu yaklaşımın amacı önceden oluşturulmuş bu alanları eleştirmek; toplumsal yapıların, yapılar arası işbirliğinin dışlandığı, uluslararası yapıyı sadece devletlerden ibaret gören ve devletlerin insanlardan oluştuğunu unutan bakış açısını sorgulamak.

1980’lerin başından itibaren literatürde yer bulmaya başlayan feminist uluslararası ilişkiler literatürü, disiplinin temelinde gizli bir “erkek bakışının” yer aldığını söylüyor. Bu literatürde birbirinden farklı birçok yaklaşım olsa da tüm yaklaşımlar uluslararası siyasette kadınların düşüncelerinin, yaşadıkları değişimlerin ve srounlarının yadsındığı konusunda hemfikir.

Şimdi akıllarda şu sorular olabilir: Peki bu konunun Macron’un veya Putin’in imajları ile ne ilgisi var?

Bu konuda feminist uluslararası ilişkiler literatürünün özellikle kullandığı “egemen maskülenlik” kavramına dikkatlice bakmamız gerekiyor: Bu kavram, yapılandırılmış bir rol olarak agresif, dış politikada ulusalcı/ulusal çıkarlarına öncelik tanıyan, global toplumun ihtiyaçları ve ortak gereksinimlerinin üzerinde bir hakimiyet sergileme durumu olarak adlandırılabilir. Elbette isminden anlaşılabileceği gibi ayrıca “maskülen değerlere sahip olma” temeli de bu kavramın içerdiği bir başka boyut diyebiliriz.
İşte tam bu noktada agresif bir dış politika yürütmek ve hakimiyet alanını maskülen değerlerle genişletmek gibi tavırların uluslararası siyasetin temelini oluşturduğunu söylesek çok da yanlış olmaz. Belki de tekrar altını çizmekte fayda vardır: Egemen maskülenlik uluslararası siyasette sadece kadınların daha az yer almasını değil ayrıca yapısal olarak maskülenliğin bu siyasetin işleyişinin temelini oluşturmasını anlatıyor.

Bu yüzden birçok feminist uluslararası ilişkiler uzmanı da eski Birleşik Krallık Başbakanı Margareth Thatcher ve eski İsrail Başbakanı Golda Meir gibi liderlerin de sistemdeki “egemen maskülenliğin” ötesine geçemediğini söylüyor.

İşte Macron’un bir yandan agresif, kavga etmeye hazır bir imaj çizerek rakibine karşı hakimiyet alanını maskülen değerlerle sergilemesi bu nedenle tam da feminist uluslararası ilişkiler literatürünü ilgilendiriyor. Aynı şekilde Putin’in kavgaya hazır bir lider imajı, ulusal çıkarlarını savaşarak korumaya ve yaymaya çalışması, güçlü ve yenilmez bir maskülen imaj sergilemesi de tam olarak bu sistemde var olan egemen maskülenliğin örnekleri arasında.

Feminist uluslararası ilişkiler literatürü, özellikle güvenlik politikaları söz konusu olduğunda bu egemen maskülenliğin nasıl tekrardan üretildiği üzerine de düşünüyor elbette. Örneğin uzmanlar; savaş, eşitsizlik ve şiddet gibi olguların insanlar arasındaki doğal durumun bir uzantısı gibi görülmesinin erkek bakış açısının bir ürünü olduğunu söyler. Buna ek olarak savaşların erkeklerin kavgası şeklinde yaşanması, erkeklerce karar verilen ve zamanlamaları erkeklerce tayin edilen yapılar olarak belirlenmesi de eleştirilmektedir.

Bugün içinde yaşadığımız dünyada buna verebileceğimiz örnekler ne yazık ki çok fazla. Bir yandan Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, öbür yanda İsrail’in Gazze’deki ablukaları buna örnek olarak verilebilir. Savaşın planlamasından diplomatik kararlara kadar tüm sürecin erkeklerce yürütülmesi, erkeklerin kadın ve çocukları korumak için savaşa gittiği algısının ortaya çıkması egemen maskülenliğin de örnekleri bir yandan. Erkeklerin, kadın ve çocukları koruyan bir algıyla hareket ettirilmesi de bu egemen maskülenliğin tekrardan üretilmesinin bir kanıtı.

Bu uzun açıklamayı da özetlemek gerekirse feminist uluslararası ilişkiler literatürü tam da bu konularda iki konuya odaklanıyor: Bir yandan kadınların baştan itibaren erkekler tarafından oluşturulmuş siyaset alanında hâlâ azınlıkta kalması ve tüm siyasetin temelinde ataerkil bir felsefenin ve o ataerkinin tekrardan yaratılmasının varlığı.

İşte Macron’un bir anda kaslı pazularını gösteren fotoğraflar paylaşarak maskülen bir imaj çizmesi de Putin’in agresif politikaları ve kavgacı imajları da ve dünyadaki birçok liderin egemen ataerkiyle hareket etmesi de günümüz uluslararası ilişkilerin temelinde yatan ataerkil hegemonyadır.

Peki feminist uluslararası ilişkiler literatürü bir çözüm önerisi sunuyor mu? İlk başta dediğimiz gibi literatürde birçok yaklaşım bulunuyor. Her bir yaklaşım farklı temellerde sorunları ele aldığı gibi farklı çözüm önerilerinde bulunuyor. Örneğin liberal feministler uluslararası ilişkilerde kadın ve erkeklerin eşit hak talebini güçlendirecek öneriler sunarken öbür yandan radikal feministler ise asıl mücadelenin cinsiyet rollerinin değişimini sağlamak olduğunu düşünüyor.

Bunların yanı sıra Marksist feministler, postmodern feministler ve inşacı feministler gibi daha birçok yaklaşımın da kendilerine özgü tahlilleri ve çözüm önerileri bulunuyor.

Eğer ilginizi çekiyorsa bu konu, kim bilir, belki başka bir podcast programımızda daha alanında uzman isimlerle daha detaylı konuşabiliriz bu konuyu.

Son olarak belki günümüzde de bazı atılımların olduğunun altını çizmekte yarar var. Almanya, Fransa, İsviçre ve Danimarka, günümüzde feminist bir resmi dış politika benimseyen dört Avrupa ülkesi konumundadır.


Bir dış politika eylem planı olarak çeşitli Avrupa ülkeleri tarafından kabul edilmeye başlayan feminist dış politikanın kökeni, kadın hakları ve temsili üzerine 1970li yıllarda düzenlenen 3 uluslararası konferans ve 1981’de CEDAW’ın yürürlüğe girmesiyle başlayan köklü bir sürecin ürünüdür. Yalnızca kadının daha fazla fırsata ve imkana sahip olmasının ötesinde tüm dezavantajlı toplulukları kapsamayı öngören, günümüzde “kesişimsel” olarak nitelendirilen birden fazla ayrımcılık örüntüsüne maruz kalan, ırk, cinsiyet, inanç gibi toplulukları kapsama hedefi olan feminist dış politika, çok kültürlü bir sosyal yapının dinamiklerinde ayrımcılığa yanıt verebilecek niteliğe sahip olduğunu ortaya koymaktadır. 2000 yılında Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan 1325 sayılı Karar ve 2019’da Almanya tarafından önerilen, çatışma alanlarında cinsel şiddetle mücadeleyi konu alan 2467 sayılı karar ile belirli toplulukların risk altında olduğu örnekler belirginleştirilmiş ve feminist dış politikanın kökenleri bir anlamda insan hakları mücadelesiyle buluşmuştur.

Örneğin, Avrupa Birliğinin en “kalabalık” ülkesi olan Almanya’nın dış politika yaklaşımı olarak kabul edilen, Baerbock’un liderliğindeki Yeşiller Partisi ve Dışişleri Bakanlığı’nın yakın markajında yürürlükte olan feminist dış politika, “tüm kesimleriyle toplumun ihtiyaçlarını temsil eden bir dış politikanın” devlet güvenliğine eklemlendiği yeni bir bakış açısını yansıtmaktadır. Devletlerin güvenliğinin günümüzde önemini kaybetmeden, insan güvenliğinin önem kazanmaya başlaması esasen birbirine rakip görünen iki kavram arasında bağlantı sunmaktadır.

Şimdilik burada bitirelim bu konumuzu. Eğer bu konu ilginizi çektiyse Medyascope’u ve Spektrum’u takip etmeyi, beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

Siz dinleyicilerimize de ayrıca çok teşekkür ederiz. Haftaya Spektrum’da bir başka gündemde görüşmek dileğiyle. Hoşçakalın!

Yararlandığımız ve sizlerin de yararlanabileceği kaynak: Evren Balta editörlüğünde “Küresel Siyasete Giriş”

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.