Gece, tavana bakıyorum. Kalbim neden küt küt atıyor? Sanki yatakta hiçbir şey yapmadan durmuyorum da spor yapıyorum. Beşi aştı mı bugün Türk Kahvesi? Yoo, şekerim mi düştü? Elimi tavana uzatıp parmaklarımı açıyorum, titreme yok ama kalbim sanki iki kişilik atıyor. Her neyse, çok uykum var bu aralar, bahardan herhalde.
Başımdan geçirirken fark ediyorum tap taze tişörtün deterjan kokusunu ve henüz suratımdayken daha, derin bir nefes alıyorum. Salata için limon keserken bıçağın değdiği anda dış kabuğundan fırlayan yağdan, kabuğunun altındaki süngersi dokuya, liflerine ve damlalarına kadar duyumsuyorum katman katman limonun kokusunu.
En son çocukluğumda her şeyin kokusunu bu kadar iyi duyumsadığımı fark ediyorum. Bu hissi unutmuşum, burnum körelmiş.
Ha! Bir çocuk. Çok iyi koku alan bir çocuk alıyor olmalı bu kokuyu.
Bir hafta önce yaptığım gebelik testi negatifti ama biliyorum işte, her şeyin kokusunu en derin katlarına kadar alan bir çocuk olmalı burada. Onlar, dünyayı tanımak için tüm duyularını kullanır. Koklar, dokunur, avuçlar, tadar, yalar, emer, bakar, her şeyi uzun uzun incelerler.
Çok sakinim bu sefer çünkü sonuçtan eminim. Bu yüzden hiç acele etmiyorum. Hayal kırıklığımı dramatize etmek için eczaneden en pahalı testi almıyorum. Kendimden emin bir şekilde en ucuz testi alıyorum ve pozitif, ben demiştim.
İlk kontrole gittiğimde “Kalp atışını duymak ister misin?” dedi doktor. İçimde koşan atları dinletti bana. Biri bu dünyaya gelmek üzere yola çıkmıştı heyecanla. Neler alacaktı acaba yanına? Benden, babasından neler atacaktı bavula?
Hiç sakınmazdım kendimi o ana dek. Her şeye hazırdım. Birden kaza geçirebilir, çok büyük bir acıya yahut sevince boğulabilirdim. Çok hastalanıp birkaç gün içerisinde ölebilirdim. Ta ki o geleceğini haber verene kadar. Şimdi onu beklemeliydim ve hayatımla ilgili karar verirken onu da hesaba katmalıydım. Hayatım artık benim hayatım değildi.
Bir şeyler alındı benden ve yenileri verildi yerine. Hiçbir şeyden korkmazken, dünyanın en korkak insanına dönüştüm birden. Hayatım boyunca korkacak bir şeyim vardı artık. Hayır, binlerce şeyim. Elektrik kabloları, duvarların köşeleri, açık bir pencere yahut çamaşır suyu, yere dökülmüş bir su birikintisi, erik, arılar hepsi hayati tehlike arz ediyor artık. Sadece ona değil, kendime de dikkat etmek zorundaydım. Ölemezdim öyle kafama göre artık. Sakarlıklarımı bırakmak zorundaydım. Bıçağın keskin tarafına sürtemezdim bulaşık süngerini yahut cep telefonumu atamazdım öylece cebime. O vardı artık hayatımın, aklımın, kalbimin, bedenimin tam ortasında. Otobüste giderken hoplaya zıplaya seyahat edemezdim henüz belli olmayan karnımı tutup sabitlemeden çünkü o nohut tanesi kadar çocuk huzursuz olabilirdi.
Yokluktan gelen ruh, kendi ruhumdan mı böldüm seni? Doğru söyle ben mi çağırdım seni, yoksa sen mi doğacak bir ortam bulunca ikna ettin beni?
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Hem heyecanla bekliyor hem korkuyordum ondan. Nasıl biri acaba? Ya onu sevemezsem, içimden gelmezse? Ya o beni hiç sevmezse? Ya çok sever ve ölüp gidersem erkenden “Seni asla bırakmıycam” demiş olduğum halde kendimden çok emin bir şekilde? Aman tanrım, ağlamıycam, ağlamıycam, çünkü bir sürü çocuk var böyle değil mi, annesiz büyüyen, ahhh, aman tanrım, o çocuklar, annesiz büyüyen çocuklar, baba neyse ama annesiz büyüyen çocuklar. Ağlıyorum hüngür hüngür benim evladım öksüz büyüyecek. Olabilir, her şey bizim için. Meyve tabağımın üzerine gözyaşım gelmiş, tuzlu incir de güzelmiş, ağlıyorum inciri çiğnerken. Anasız büyüyen çocuklar. Keşke şu badem kavrulmuş olsaydı ama çiğ ye dedi doktor, ofh, nasıl dayanıcam ben bu acıya? Dünyanın bütün çocuklarını kurtarmalıyım ama nasıl? Fakirliği bitirebilir miyim? Artık bütün çocuklar benim, sokaktan alınmayı bekleyen kediler ve salyangozlar, sinekler, hepsine yetecek kadar sevgi, şefkat ve merhamet büyüyor içimde.
Sesi nasıl acaba? Ruhu eminim çok sevimli çünkü kıpır kıpır biri, muhtemelen neşeli bir ruh. Belki komik belki ketum biri ama ya sesi? Heyecanla Eren’in o gün yaptıklarını anlatırken, öğretmeninin aferiniyle övünürken, kitap okurken lafımı böleceği o ses. Öfkeyle kapıyı çarpmadan önce suratıma söyleyeceği son sözlerde yükselecek, kırıldığında burulacak,ağlarken boğazına kaçacak, fısıldarken, “beş dakika daha”derken nasıl bir ses duyacağım ömrüm boyunca en yakınımda? Sadece bıyık altından mı güler benim gibi yahut kıkırdar mı halası gibi? Gülmeyi bilmem ben o yaşımda hâlâ, öğrenmeye de var daha, gülümserim temkinli ama halası öyle mi, neşeyle kıkırdar. Belki gelince o öğretir bana da aheste gülmeyi.
Yüzünü gördüm bugün, tam olarak benim çocuğum, olması gerektiği gibi olmuş. Ben de yapsam böyle yapardım, teşekkürler tanrı papa. Gözlerin, gözlerin açıldığında nasıl bakacaksın kim bilir? Şapşal, daha gözlerini bile açamaz, elimi bile tutamaz o yumuk ellerini açabilip.
Her zaman beynimi kirli malzemelerden koruyan biriydim ama şimdi olması gerekenleri de gönderiyorum içeri çünkü şimdi bu bedende iki kişiyiz ve aklımdan geçenler, kalbimden geçenler, onun da ruhuna sızıyor olmalı. Bu yüzden onun ruhuna gidecek o ilk duyguları ve fikirleri seçip göndermeliyim, çiçeğin en tatlısını, eriğin en tazesini, yemeğin en lezzetli köşesini ayırır gibi seçmeliyim şarkıları, kitapları, filmleri.
Hiç kimse üzemiyor sayende beni çünkü hadi ben neyse de kimse senden önemli değil artık ve senden ötürü benden önemli değil, anladın mı? Nasıl da güç verdin bana en aciz anımda. Şu halime bak, eğilip doğrulamıyorum, ihtiyar oldum bu yaşımda. Seninle birlikte ben de büyüyorum biliyor musun, sığamıyorum bu bedene. Sanırım yaslarken başını batmasın diye kemiklerim, tombul oldu kollarım. Şaşkın gözlerle bakarken omuzumdan etrafa, tutunmak, koklamak istersin diye hızlıca uzadı saçlarım. Yanaklarım seninkiler kadar tombul, yanak yanağa uyuruz değil mi? Hep sen düşünüp planladın bu şeyleri, nasıl da doluyorsun hayatımın her yerine. Organlarımı itekliyor, uykumu kaçırıyor, sevdiğin ve sevmediğin şeyleri haber veriyorsun şimdiden. Senden mi ibaret olacak artık hayatım? Zaten bu yaşıma dek kendim olup yaşayamadım, bir de sen mi işgal edeceksin beni, edepsiz?
Ne vereceğim ben bu çocuğa? Onu nasıl yetiştireceğim? Neleri öğreteceğim? Dünyanın en çetrefil konularını nasıl izah edeceğim? Nasıl bir insan yetiştirirsem hayatı zorluklar içerisinde geçmez? Ya bildiğim doğru ve yanlışları ona anlatırsam da kabul etmezse? Bunlar ve bunlar gibi onlarca cevapsız soru. Zorlamanın anlamı yok, belki de cevap bende değil sendedir? Belki de bütün bunları hiç planlamamalıyım? Ben, biliyor musun ben sadece seveceğim seni, çok seveceğimhem de ve izleyeceğim. Senden öğreneceğim şimdi ne yapmam gerektiğini.
Engel olamayacağım bir uzay aracı yaklaştı, yaklaştı ve dünyaya inişine saniyeler kaldı. Senden ayrılacak ve sana kavuşacağım az sonra. Sen artık bizden ayrılıp, sen olacaksın. Canın yandığında sen söylemedikçe bilmeyeceğim ve seni çok iyi tanıdığımı düşündüğüm halde asla tam olarak ne düşündüğünü, ne hissettiğini anlayamayacağım. Her neyse, ben dalayım, sen çık.
Korkunç bir ağrıyla uyandım uykumdan. Bebek, bebek nerede? Panikle doğruluyorum acıyı umursamadan. Minik sepetin içerisinde uyuyor. Günlerce uyuyacak şimdi, yol yorgunu tabi, uyusun. Yüzüne bakıyorum dikkatlice.
Bu muymuş? Bundan sonra hayatımın merkezindeki insan, sen misin? Yumuk yumuk suratı, şiş gözleri, şımarık dudakları ve kesilecek kadar uzamış tırnaklarıyla hayatının ilk 9 ayında yaşına göre çokça iş başarmış, yorgun biri.
İçimdeki karanlıktan, kendi dünyasına doğdu artık. Yirmi dakika öncesine kadar ruh ruh üzerine, beden beden üzerine binmişti. Bir şeyi ben mi istiyordum yoksa sen mi ayıramıyordum, şimdi sen bambaşka bir dünya olarak karşımdasın.
Varlıktan önceki yokluğuyum ben onun, karanlığıyım, üzüldüğünde kıvrılıp sığacağı minik kuyusuyum. Sığdırabildiğim kadar sığdırırken karnıma seni, bir kendini bildiğinden sarıldıydın ya kendine. Bir gün kimseler anlamazsa seni, yine sarılacaksın bir tek kendine, o rahme dönmeyi ister gibi. Bir senin ve sıcaklığımın, bağlarımızın, kanımızın olduğu yere.
Sen, ikimizi de değiştirerek, beni kendine, kendini bana benzeterek doğdun işte hayatımıza. Yolculuğun boyunca beni hazırladın kendine. Uykularım, hormonlarım, duygularım, düşüncelerim, her şey senin ihtiyaçlarına göre şekillendi. Senin tarafından işgal edilmiş gibi hissediyorum kendimi bazen. Bir gün yeniden eski ben olabilecek miyim? Eline sağlığım artık ben, her ne pişirsem güzel olur zaten. Güzelim hep senin için, yaparım tabi ne istersen. Ben yokum artık, ben senin annenim. Bir gün uzaklaşırsan benden çok, o ilk tanışıklığımıza dönmek isterim. Uzaklardan geldiğinde, evimi,kendimi sana göre hazırlarım yine. Aç mısın diye sorarım hep, çünkü çok açtın ya ilk tanıştığımızda. Belki yine istersin diye o günlerdeki gibi olmayı.. Hiçbir şey yapamasam doyurmak isterim seni, hiçbir şey yapamasam doyurmak, birlikte yaptığımız ilk şeydi bu çünkü. Hem hep böyle mis kokulu ve minicik kal isterdim, hem bir an önce kendin ol ve tanıyayım seni.
İşte! Ağladı, ağladı, biraz daha ağla Arya. Ne güzelmiş sesin. Bir yerden tanır gibi bakıyorsun bana, koku, kokudan tanıdındeğil mi? Duyduğun o ilk koku, senin ve benim yarattığım, bizim kokumuz. Tüy gibi saçların ve teninle yaydığın o koku,dünyada hiç duymadım böyle güzel bir kokuyu. Seni koklamak, tanımak, sevmek için hazırım. Kızdın mı sen bana, neden öyle ters ters bakıyorsun? Neden yumrukların sıkılı? Beğenmedin mi? Bir şey mi istiyorsun, neyi arıyorsun? Gel, konsun avucun avucuma. Kıvrıl kucağımda, kozadan yeni çıkmış, buruşuk kanatlarını henüz açmamış bir kelebek gibi.
Tam hadi, gidiyoruz evimize derken, kapattılar bir kafese, aldılar benden seni. Çok mu korkmuştum bilmiyorum hayat yaşattı seni kaybetmeyi. Yumuşacık pamuklara sarmayahazırlanırken, merhametsiz kablolar, incecik uçlu iğnelerle deldiler ayaklarını, ellerini, bak elinin üstünde hala izi. O ilk yaran, ilk ayrılığımızdan kalan, daha tam kavuşmadan. Neyse, geçti bitti. Kaç aydı o on gün, kaç yıl ilk beyazlarım? Yaralarımı uyuşturmayı, ağrılarımı dindirmeyi, kendimi iyileştirmeyi unutacak kadar büyük acıları nasıl yarattık ama hemencecik.
Aynı bedende buluşan iki ruh ve beden, birbirini doğuran ve büyüten. O beni boyuyor, ben onu diye düşünürüm o kaplan ben kedi olurken. Bu hayata gelişine sebep olmak günahından pişman olmamak için çabalayacağım ömrüm boyunca. Sana iyi ki doğdum dedirtmek için elimden geleni yapacağım. Tecrübelerimle boğamam seni, kendi kalıplarımla biçemem auranı. Başka bir hikâye yazacaksın sen benden aldığın mürekkeple. Bilakis ben, her gün istediğin Pembe Kuş masalını uydurmaya hazırlanırken sana sarılıp, kirpiğinden uzanan okları takip edeceğim.
Uzaaak diyarlarda bir pembe kuş varmış..
Bu pembe kuş; çok iyilik sever, yardım sever ve neşeli bir kuşmuş..
Pembe kuş bir gün…