Gözaltında kaybedilen yakınlarını, başlarına ne geldiğini ve yakınlarının mezar yerlerini arayan Cumartesi Anneleri arayışlarının 1000. haftasını tamamladı. Peki 29 yıl boyunca her hafta aynı gün ve aynı saatte Galatasaray Meydanı’na çıkmak nasıl mümkün oldu, Cumartesi Anneleri’nin/İnsanları’nın eylemleri Türkiye tarihinin neresinde duruyor, kazanımları neler? Cumartesi Anneleri ne istiyor? Bütün bu soruların yanıtlarını babası gözaltında kaybedilen Besna Tosun, abisi gözaltında kaybedilen ve 110 gün sonra cansız bedenine ulaşılan Hasan Karakoç, İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon Üyesi Sebla Arcan, Akademisyen Dr. Hülya Dinçer ve Doç. Dr. Ayşem Sezer Şanlı ile konuştuk.
Kamera: Egehan Koska
Kurgu: Edanur Tanış – Egehan Koska
Cumartesi Anneleri/İnsanları tam 29 yıldır ısrarla eylemlerine devam ediyor. 1977 yılında gözaltında kaybedilen çocuklarını arayan Arjantinli annelerin (Plaza de Mayo Anneleri) eylemlerinden ilham alan Cumartesi Anneleri’nin eylemleri 1995’te zorla kaybedilen Hasan Ocak’ın cansız bedeninin kimsesizler mezarlığında bulunması başladı.
Eylemler geçtiğimiz günlerde 1000. haftasını tamamladı. Cumartesi Anneleri ve insan hakları savunucuları 1000 haftadır gözaltına alınan ve kendilerinden bir daha haber alınamayan kayıplarının akıbetini sormak için ellerinde karanfiller ve kayıplarının fotoğrafları ile Galatasaray Meydanı’nda her cumartesi saat 12:00’de sessiz oturma eylemi yapıyor. Bu eylemlerde slogan atılmıyor, partilerin, örgütlerin ve oluşumların bayrakları açılmıyor, sadece basın açıklaması okunuyor.
- Cumartesi Anneleri 1000 haftadır kayıplarını arıyor: “Sevdiklerimizi bulana kadar vazgeçmiyoruz”
- Cumartesi Anneleri’nin 1000. haftası | Galatasaray Meydanı’ndaki polis bariyerleri altı senenin ardından kaldırıldı
- Cumartesi Anneleri 1000 haftadır soruyor: “Adalet nerede? Vazgeçmeyeceğiz, katiller hesap versin”
Türkiye’de 1980 Askeri Darbesi sonrasında zorla kaybetmeler görünür oldu. Darbe sonrasında Hayrettin Eren ve Cemil Kırbayır dahil toplamda 13 kişinin kaybedildiği tespit edildi. Ancak zorla kaybetme aslında Türkiye tarihinin ilk dönemlerine kadar uzanıyor. 1996 yılında, Cumartesi Anneleri eylemlerinin birinci yılındayken Galatasaray Meydanı’na gelen Mehmet Bozışık, kardeşi Salih Bozışık’ın 1936’da gözaltına alındığını ve o tarihten beri kardeşinden bir daha haber alamadığını söyledi.
Tüm yönleriyle gözaltında kaybetme suçu
Zorla kaybetme, “Birleşmiş Milletler Zorla Kaybedilmeye Karşı Herkesin Korunmasına İlişkin Sözleşme”sinde şu şekilde tanımlanıyor: “Devlet görevlilerinin ya da devletin yetkilendirmesi, desteği veya göz yummasıyla hareket eden kişilerin ya da kişi gruplarının gözaltına alma, tutuklama, kaçırma ya da diğer herhangi bir biçimde özgürlükten yoksun bırakması ve bu durumdaki bir kimseyi, özgürlükten yoksun bıraktığını reddederek veya kaybedilen kişinin akıbetini ya da nerede olduğunu gizleyerek, hukukun koruması dışına çıkarmasıdır.”
Gözaltında kaybetme suçunu İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyanın farklı coğrafyalarında uygulanan, siyasi muhalifleri hedef alan bir baskı ve yok etme yöntemi olarak tanımlayan Dr. Hülya Dinçer, Türkiye’de zorla kaybetmelerin 1991 yılından itibaren ivme kazandığını ve 1993-1994 yıllarında da sistematik ve yaygın bir hal aldığını anlatıyor.
Zorla kaybetme suçunun birden fazla mağdur yarattığının altını çizen Dinçer, gözaltına alınan kişinin yaşama, vücut dokunulmazlığı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine dikkat çekiyor. Dinçer, bütün bunlarla birlikte yakınlarını kaybeden kişilerin de yıllar boyunca acılı bir bekleyişe maruz bırakıldıklarını, hissettikleri yoğun ıstırabın ve acının onları insanlık dışı muameleye uğramama hakkını ihlal ettiğini ekliyor.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
İnsan öldürme suçu ve zorla kaybetme suçu arasındaki farklar
Zorla kaybetme suçunun kişinin başına ne geldiği ve nerede olduğu açıklanana kadar devam ettiğini söyleyen Dinçer, “Türkiye’de yargı makamları 90’lı yıllarda yaşanan zorla kaybetme vakaları ile ilgili olarak ceza kanununda düzenlenen insan öldürme suçunu esas alıyor. Yargı makamları, olayların yaşandığı tarihte, yürürlükte olan 765 sayılı eski Türk Ceza Kanunu’nun insan öldürme suçunu ilişkin hükümlerini uyguluyor. Yargı, zorla kaybetme suçu ceza kanununda bağımsız bir suç olarak düzenlenmediği için bu suça ilişkin değerlendirme yaparken insan öldürme suçunu esas alıyor. 90’lı yıllarda yaşanan zorla kaybetme vakaları sırasında yürürlükte olan ceza kanunu hükümlerine göre zaman aşımı süresi 20 yıl. Yargı, Türkiye’de bu zaman aşımı süresini zorla kaybetme vakaları bakımından da mutlak bir şekilde uyguluyor” diye devam ediyor.
Zorla kaybetme suçunun insan öldürme suçundan farklı bir suç olduğunu ve zamanaşımı hükümlerinin bu suç bakımından uygulanmasının aslında mümkün olmadığını söyleyen Dinçer, bunun gerekçesini şu cümlelerle açıklıyor:
“Zamanaşımı süreleri kural olarak suçun işlendiği andan itibaren işlemeye başlar. Fakat zorla kaybetme suçu devam eden bir ihlal ve suç oluşturduğu için bu kişinin başına ne geldiğine ilişkin hakikat ortaya çıkarılana kadar kayıp vakası aydınlatılana ve kayıp kişinin naaşı bulunana dek suç da işlenmeye devam eder. Dolayısıyla zaman aşımı kayıp vakası aydınlatıldığı her gün kesilir.”
Zorla kaybetme 1995 yılına kadar aslında tam olarak insan hakları savunucularının bile her yönü ile bildiği bir yaşam hakkı ihlali değildi. Zorla kaybetmenin tam manasıyla ve her yönüyle ne olduğunu, ihlal ettiği hakları pek çok kişi ve hak savunucusu Cumartesi Anneleri’nin eylemlerinden sonra kavrayabildi.
Oturma eylemleri Ocak ailesi ve gözaltında kaybedilen Rıdvan Karakoç’un ailesinin de aralarında olduğu iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıda insanla başladı. Birçok aile, yakınlarının gözaltına alındıktan sonra bir daha dönmemesini ve kendilerinden haber alamamalarını gözaltında kaybetme/ zorla kaybetme olduğunu Cumartesi Anneleri’nin eylemleri ile fark etti. Ardından birçok kayıp yakını İstanbul – Beyoğlu’ndaki Galatasaray Meydanı’na gelerek Cumartesi Anneleri’nin eylemlerine katıldı.
İzmir’de gözaltında kaybedilen oğlu Murat Yıldız’ı arayan Hanife Yıldız, Galatasaray Meydanı’na her cumartesi gelebilmek için İzmir’den İstanbul’a taşındı.
Galatasaray Meydanı bir noktadan sonra kayıp yakınları için simgesel bir yer haline geldi, “kayıplarıyla buluşma mekanı” oldu. Bayramlarda, kayıplarının özel günlerinde, ziyaret edecekleri bir mezar yerleri olmadığından kayıp yakınları soluğu meydanda aldı.
Bir devlet politikası olarak gözaltında kaybetme
1990’lı yıllarda gözaltında kaybetme bir devlet politikası olarak uygulanıyordu. Devlet muhalif olarak belirlediği kişileri gözaltına alıyor ve o kişilerden bir daha haber alınamıyordu. Gözaltında kaybetme politikası özellikle Türkiye’nin güney doğusundaki Kürtlerin yaşadığı illerde görülüyordu ancak bu hak ihlali ne medyada ne de akademide kendine yer buldu.
Kürtlerin yaşadığı illerle birlikte İstanbul’da da gözaltında kaybedilen pek çok kişi oldu. Hasan Ocak’ın İstanbul’da kaybedilmesi adeta bir dönüm noktası olarak kabul edildi. Ocak’ın ailesi ve yakınları medyada da ses getiren bir kampanya yürüttüler ve 55 gün sonra Ocak’ın bedenini kimsesizler mezarlığında buldular. Ocak’ı arayan aile, tesadüf eseri Rıdvan Karakoç’un da bedenini buldu. Hem Cumartesi Anneleri’ne hem de insan hakları savunucularına bulunan kayıplar adeta umut ışığı oldu. Ancak durum öngördükleri gibi devam etmedi. Devlet, gözaltında kaybedilenleri inkar ediyor, aileler ise kayıplarının gözaltında kaybedildiğini kanıtlamaya çalışıyordu.
Cumartesi Anneleri’nin eylemlerinin ilk zamanlarında muhalifler kaybedilmeye devam edildi. Cumartesi Anneleri eylemleri devam ederken Fehmi Tosun gözaltında kaybedildi.
Ancak bu durum böyle devam etmedi. Cumartesi Anneleri’nin ısrarlı eylemlerinin ve kaybedilenlerin yaşadıklarının kamuoyuyla paylaşılması üzerine devlet, gözaltında kaybetme suçunu işleyemez hale geldi.
Cumartesi Anneleri ise gitgide büyüdü. Aileler bireysel yasları ve acılarıyla meydana çıktılar, kısa bir sürede bu acı ve yası kamusal hale getirdiler.
Bütün bu eylemler boyunca İnsan Hakları Derneği (İHD) kayıp yakınlarının yanında oldu. İHD’de “Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon” kuruldu. Ayrıca derneğin İstanbul şubesi, Galatasaray Meydanı’na yakın olduğu için de ailelere lojistik destek sağladı.
O dönemde gözaltında kaybedilen yakınını aramak isteyenler gözaltında zorla kaybediliyordu. Aileler İHD’ye kayıp başvurusu yapıyor ancak diğer aile üyelerinin zarar görmelerinden endişe ettikleri için devlet ve kolluk kuvvetleri baskıları nedeniyle başvurularını geri çekiyordu. Örneğin, Bulut ailesi gözaltında kaybedilen Mustafa Bulut’un akıbetini öğrenmeye çalışırken aileden dört kişi daha zorla kaybedildi. Bununla birlikte 90’lı yıllarda Kürt nüfusunun yaşadığı illerde köyler boşaltılıyor ve orada yaşayan kayıp yakınları Türkiye’nin dört bir yanına göç etmek zorunda bırakılıyordu. Göç eden kayıp yakınlarının da İHD ile iletişimleri kopuyordu.
Bin 300’den fazla zorla kaybetme vakası
İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon Üyesi Sebla Arcan, İHD’ye yapılan zorla kaybetme başvurusunun bin 300’den fazla olduğunu anlatıyor. Adalet Hakikat Hafıza Merkezi’nin hazırladığı “Zorla kaybetmeler ve yargının tutumu” raporunda yer alan verilere göre, dosyaların yüzde 69’u hâlâ bir karar verilmeksizin soruşturma savcılığında bekliyor.
Raporda sadece yüzde 17 oranında dava açıldığı toplam yüzde 13 oranında takipsizlik, zamanaşımı ve beraat kararı, yüzde 1 oranında da mahkumiyet kararı verildiği bilgisi var. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Türkiye’nin yüzde 87 oranında zorla kaybetme olayında sorumluluğu olduğunu saptadı. Zorla kaybedilenlerin yüzde 67’sinin akıbeti ise hâlâ belirlenemedi. Kayıpların sadece yüzde 27’sinin bedeni bulundu ve ailelerine teslim edilerek defnedildi. Yüzde altısının ise bedeni bulundu ancak ailelerine teslim edilmeksizin kimsesizler mezarlığına gömüldü.
44. haftada Kürtlerin yaşadığı illerde kayıp yakınları otobüslerle Galatasaray Meydanı’na geldiler ve kayıplarının akıbetini sordular.
Devlet baskısı nedeniyle 10 yıl ara
Cumartesi Anneleri, 170. buluşmalarında (1999) “bir yerlerden talimat aldıkları” gerekçesiyle kolluk kuvvetleri tarafından engellendiler. 30 hafta boyunca bu engellemelerle şiddetle ve gözaltına alınmalarla karşılaştılar. 200. buluşmalarında ise oturma eylemlerine belirsiz bir süre ara verdiklerini açıkladılar. 10 yıl ara verilen eylemler, Cumartesi Anneleri ve insanlar arasındaki bağı zayıflattı ancak kopartmadı. Hak savunucuları ve kayıp yakınları 10 yıl boyunca iletişimde kalmaya ve çeşitli kampanyalar yürütmeye devam ettiler.
10 yıl sonra, 2009 yılının ocak ayında, ikinci ve üçüncü kuşak kayıp yakınlarının girişimiyle oturma eylemleri yeniden başladı. Eylemleri başlatanlar aslında 90’larda Galatasaray Meydanı’nda büyüyen çocuklar ve gençlerdi.
Doç. Dr. Ayşem Sezer Şanlı, eylemlerin yeniden başladığı dönem için şu notları düşüyor:
“Ergenekon yargılamalarını çok iyi okumak lazım. Cumartesi Anneleri açısından önemi neydi? Ergenekon yargılamaları kapsamında suçlanan bazı rütbeli askerler kayıp yakınlarının kayıplarından sorumlu tuttukları insanlardı. Dolayısıyla onların yargılanacağı bir ortamda aileler arasında tekrar bir motivasyon oluştu.”
“Erdoğan bize verdiği sözü tutmadı”
4 Şubat 2011 tarihinde dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talebi üzerine Cumartesi Anneleri, Dolmabahçe Sarayı’nda başbakanla görüştü. Bu görüşmeden yaklaşık iki ay sonra TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nda, “gözaltında iken kayboldukları iddia edilen kişilerin akıbetinin araştırılması” amacıyla bir alt komisyon kuruldu.
O dönem Erdoğan ile görüşmeye katılanlar arasında olan İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon Üyesi Sebla Arcan, görüşme ve sonrasında yaşananlarla ilgili şunları söylüyor:
“Ben her zaman söylüyorum, o görüşmede Erdoğan insan olarak çok etkilendi. Hatta ertesi gün gözleri nemli bir şekilde Berfu Anne’den söz etti. Bu görüşme bizim açımızdan çok önemliydi. Biz artık şunu biliyoruz; devlet isterse 30 – 40 yıl önceki kaybedilmelerle ilgili bütün gerçekleri açığa çıkarabilir. Bütün failleri tespit edebilir. Çünkü o dönemki Meclis Araştırma Komisyonu 350 sayfa rapor yazdı ve Cemil Kırbayır’ı kimin işkencede kaybettiğini, kimin işkenceyle sorguladığını, bütün kamu görevlerini, 15-20 gün geçici görevle çalışan çaycıyı dahi tespit etti, ifadesini aldı.”
Görüşmeye katılan bir diğer isim de zorla kaybedilen Rıdvan Karakoç’un kardeşi Hasan Karakoç. Erdoğan’ın kendilerini sabırla dinlediğini, hatta görüşme uzayınca randevularını iptal ettiğini dile getiren Karakoç, “Erdoğan dedi ki, ‘Sizin sorununuz başta benim ve kabinemin sorunudur. Bugünden tezi yok arkadaşlarıma talimat vereceğim. Bunun için elimden ne gelirse yapacağım. Bundan sonra ben bu mücadelede kayıplarınızı bulmak için elimden ne gelirse yapacağım’. O sözü verdi. Biz de gönül rahatlığıyla oradan çıktık. Dedik ki, ‘koskoca başbakan herhalde sözünü yerine getirir’. Umutlandık bir nebze, sonra anladık ki bizim duygularımızla oynamış. Yani bize verdiği sözü tutmadı” diye anlatıyor.
Doç. Dr. Ayşem Sezer Şanlı, Erdoğan’ın Cumartesi Anneleri’nden bir heyetle görüştüğü dönemin siyasi atmosferini şu cümlelerle anlatıyor: “2010 referandumunu konuşmak lazım. O dönemlerde Adalet ve Kalkınma Partisi’ne sol, liberal kesimlerden yoğun bir destek vardı. Neyi destekledi bu insanlar? İktidar kanadı ‘12 Eylül ile hesaplaşacağız’ dedi. O dönem Ahmet Kaya şiirleri okundu Berfo Ana üzerinden duygusal birtakım konuşmalar gelişti, sözler verildi. 2011 seçimleri de yaklaşmıştı.”
Bu görüşme ve akabinde Meclis’te araştırma komisyonu kurulmasının çok büyük bir “tanıma” olduğunun altını çizen Şanlı, şu cümleleri ekliyor: “Bu çok büyük bir tanıma. Tanımanın önemi nedir? Senelerce devletin kayıp politikası neydi? İnkar etme. Kimse kaydedilmedi, gözaltına alınmadı, kayıt yok, hiçbir şey yok. Dolayısıyla bu tanıma inkar politikasının terk edilmesini göstermiş oldu.”
Ancak bu tanımanın ve kurulan komisyonunun yürüttüğü çalışmalar değişen siyasi konjonktür ile birlikte sonuçsuz kaldı.
700. hafta: 29 hafta devam eden polis şiddeti ve gözaltı
700. haftaya gelindiğinde 2018’de adeta 90’lar yeniden yaşanmaya başlandı. Cumartesi Anneleri’nin 699. haftaya kadar hiçbir müdahale ve şiddete maruz bırakılmadan yapılan eylemleri 700. haftada engellendi. Çok sayıda Cumartesi Annesi/ İnsanları ve hak savunucusu gözaltına alındı. Polis bibergazı ve plastik mermi kullandı. Alandan ayrılıp Taksim’deki Hazzopulo Pasajı’na giden eylemcilerin arkasından gelen polis, orada da şiddet içeren müdahalesine devam etti.
Gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun’un kızı Besna Tosun 700. haftada yaşananlarla ilgili, “90’larda annelerimizin yaşadığını biz 2023’te yaşadık. 699. haftaya kadar sorunsuz bir şekilde Galatasaray’da buluşmalarımızı gerçekleştirdik. 700. haftada yani 2018 yılında dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun talimatıyla eylemimiz yasaklandı ve kez o gün gözaltına alındım. Darp edilerek gözaltına alındık ve o tarihten beri de sadece bize değil bütün topluma Galatasaray meydanı kapatıldı” diyor.
Cumartesi Anneleri’nin 2000’ler Türkiye’sindeki birçok hak arama mücadelesine yol yordam gösterdiğini dile getiren Şanlı, Suruç ailelerini, Gezi ailelerini, Çorlu’daki tren kazasından sonra ailelerin verdiği mücadeleyi buna örnek olarak gösteriyor.
Cumartesi Anneleri’nin çok önemli bir muhalefet cephesi oluşturduğunu anlatan Şanlı, “Aslında bu cepheyi oluşturarak iktidarın dikkatini çektik ve yasaklama süreci başladı. Yani bu ön açıcı rol, Cumartesi Anneleri’nin toplumda büyük bir görünürlüğü olduğunu gösteriyor. 2016’dan beri ülke bir otoriterleşme sürecinin içerisinde savruluyordu. 2018’de bunun adı kondu: ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’. Bu sistem değişikliğiyle birlikte İçişleri Bakanlığı da çok doğrudan eylemlere ve eylemcilere hedef alan söylemleriyle bu süreci çok karakterize etti, bu otoriterleşme dalgasını, eylemlerin doğrudan bir yasağa uğramasına neden oldu” diye devam ediyor.
Cumartesi Anneleri 700. haftadan sonra 29 hafta boyunca darp edilerek gözaltına alındı. 29 haftanın birbirinden hiçbir farkı olmadığını anlatan kayıp yakınları hakkında 29 ayrı soruşturma açıldı. Soruşturmaların 28’inde kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi. Bir soruşturma ise davaya dönüştü. 46 kayıp yakını ve insan hakları savunucusunun yargılandığı davanın bir sonraki duruşması 13 Eylül 2024’te görülecek.
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 2023 yılında verdiği iki ayrı kararda Cumartesi Anneleri’nin engellenmesini, Anayasa’nın 34’üncü maddesinde güvenceye alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali olarak hükme bağladı.
AYM kararlarına rağmen gözaltı
AYM’ye yaptıkları başvurulardan birinin o dönem sonuçlandığını ve bunun üzerine 8 Nisan’da ellerinde AYM kararı ile birlikte yeniden meydana çıktıklarını anlatan Besna Tosun, “Tabii ki ülkeyi ve içinde bulunduğumuz iklimi biliyoruz. AYM, AİHM kararlarının yok sayıldığını biliyoruz. Yine de elimizde AYM kararıyla Galatasaray Meydanı’na gittik ve tabii ki de 2-3 dakika içinde polis ablukasının ardından gözaltına alındık. Bu 30 hafta boyunca devam etti. Biz darp edilirken Galatasaray’daki yasakla ilgili bir tane daha ihlal kararı çıktı. Yani elimizde iki tane AYM kararıyla 30 hafta boyunca işkenceye maruz kaldık ve gözaltına alındık. Otuz haftanın içinde ise 29 tane soruşturma açıldı. Bir tanesi davaya dönüştü” diye devam etti.
Haklarında çeşitli soruşturmalar açılan Cumartesi Anneleri, AYM kararına rağmen 950. hafta buluşmasında gözaltına alınan 20 kişi de “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası”nı ihlalden de yargılanıyor.
11 Kasım 2023’te, yaklaşık beş buçuk sene sonra Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi Anneleri 972. haftalarında ilk kez müdahale olmadan toplandı ve açıklama yapabildi.
Aynı hafta HEDEP Şanlıurfa Milletvekili Dilan Kunt Ayan, TBMM’de İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’ya Cumartesi Anneleri’nin ve kayıp yakınlarının gözaltına alınması ile ilgili fotoğrafları gösterdi. Yerlikaya, “Yaşadıkları mağduriyettir. En kısa zamanda çözüm üreteceğiz” dedi ve bu açıklama sonrası ilk cumartesi Galatasaray Meydanı’nda 10 kişinin toplanılmasına izin verildi.
Cumartesi Anneleri o günden beri her cumartesi açıklamalarını 10 kişi yapıyor.
AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin, yaptığı açıklamayla Cumartesi Anneleri’nin 1000. haftalarındaki eylemine izin verileceğini açıkladı ve “Bizim için Cumartesi Anneleri’nin hassasiyetleri, acıları önemli ama bu acılardan yola çıkarak bir farklı yöne yönelmesine de, bunun suistimal edilmesine de müsaade etmemek gerekiyor. Bize düşen hukuken de yapılması gerekenlerin takibidir” dedi.
Cumartesi Anneleri 1000. haftalarında, 25 Ağustos 2018’den sonra yani 300 haftanın ardından ilk kez Galatasaray Meydanı’nda polis ablukası olmadan bir araya gelebildi.
Ancak 1001’inci haftadan bu yana meydan polis barikatı ile çevrili ve Cumartesi Anneleri yine sadece 10 kişi açıklama yapabiliyor.