Ankara’da uğradığı silahlı saldırı sonucunda yaşamını yitiren eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş’in davası görülmeye devam ediyor. Davanın ilk duruşmasının 4. oturumunda . Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş müşteki sıfatıyla ifade verdi. Eşinin uzun süredir tehdit edildiğini söyleyen Ayşe Ateş eşinin tehditler başladığında kendisine “İzzet Ulvi Yönter ile Semih Yalçın benim öldürülmem için Ahmet Yiğit Yıldırım ile Olcay Kılavuz’a talimat vermiş, onlar da kapı kapı kiralık katil arıyorlarmış” dediğini söyledi.
Ruşen Çakır izleyicilerle değerlendirdi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Sizlerle birlikte bir yayın yapıyoruz. Sinan Ateş Dâvâsı’nı konuşalım. Pazartesi günü Sincan’da başladı biliyorsunuz. Çok önemli bir dâvâ ve 4 günündeyiz. Bu 4 gün içerisinde bayağı bir şey oldu. Bundan sonra ne olur, neler düşünüyorsunuz? Benim ve Medyascope’un YouTube sayfalarında chat bölümüne sorularınızı, yorumlarınızı, eleştirilerinizi, her şeyi oraya yazabilirsiniz. Arkadaşlar bana iletiyorlar ve ben de bunları aktararak sizlerle birlikte bir yayın yapıyoruz. Bayağı bir şey şimdiden geldi, arkadaşlardan, izleyicilerimizden.
Ali Delal, “Bu kurgu dâvâ sonunda, zâten can çekişen adâlet iyice bitmiş ülkemizde. Ülkemiz de tescilli muz cumhuriyeti olmuş olmaz mı?” demiş. Durun bakalım. Normal şartlarda bu olayın siyâsî yönüne gitmeyeceğe benziyor. Çünkü mâlûm, iddianâme bu konuları ele almıyor. Âile de bundan özellikle şikâyetçiydi. Ancak bugün âile fertleri, gerek Sinan Ateş’in eşi, kızkardeşi ve annesi, ayrı ayrı verdikleri ifâdelerde çok önemli şeyler söylediler. Bunların hepsi kayda geçti. Yani birçok kişi, “Ne olacak? Zâten biliniyordu” vs. diyebilir, hiç önemli değil. Âile ilk kez birtakım isimleri kamuoyunun önünde açıkça azmettirici olarak zikretti. Bunların iki tânesi MHP genel başkan yardımcıları. Birisi Sinan Ateş’ten önceki, diğeri Sinan Ateş’ten sonraki Ülkü Ocakları başkanları. Dolayısıyla üzeri kapatılabilecek bir olay gibi gözükmüyor bu. Ama tabiî ki mahkemeden âilenin beklediği gibi bir sonuç çıkacağı anlamına da gelmez. Fakat bu olaylarda artık, hani ne derler? Cin şişeden çıktı. Bir diğer boyutu da, ilk günden îtibâren siyâsî partiler, muhâlefetteki siyâsî partiler dâvâyı izliyorlar. Özgür Özel ilk gün gitmişti, bugün yine uğradı. Müsâvat Dervişoğlu yanında eski Ülkü Ocakları başkanlarıyla birlikte gitmişti. İYİ Parti sürekli olarak orada milletvekilleriyle temsil ediliyor. Cumhuriyet Halk Partisi zâten var. Eski genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu gitti. Bugün Ahmet Davutoğlu oradaydı. Dün Ali Babacan oradaydı ve onlar da bu olayı sürekli olarak gündeme getiriyorlar. Yani olayın kapanmaması için ellerinden geleni yapıyor insanlar.
Oya Hanım diyor ki: “Zannederim Sinan Ateş Dâvâsı’nı çok çok ileri bir târihe atıp millete unutturacaklar. Başka çâreleri kalmadı hukuksuzların” diyor. Bilemiyoruz. Bu 5 gün boyunca, yarın da dâvâ sürecek. Ondan sonra muhtemelen ileri bir târihe atılacak. Ama çok ileriye atılıp iyice zamâna mı yayacaklar; yoksa bir an önce dâvâyı bitirmek için mi çalışacaklar? Bunu kestirmek mümkün değil.
Atalay Mete demiş ki: “Âile ‘Kral Çıplak!’ diye bağırmış. Muhtemelen Reis’in geri dönmesini bekleyecek”. Yani Erdoğan’ın karârını… Gerçekten âile, eşi, annesi, kızkardeşi ve bir de yakın arkadaşı –olay sırasında yanında olan ve zanlıların “O öldürdü” dedikleri kişi de– Selman Bozkurt, hepsi çok açık bir şekilde isimler verdiler, azmettiricileri tanımladılar. Burada kesinlikle bir siyâsî irâde gerekiyor. Türkiye’de bağımsız ve tarafsız yargı diye bir şey yok. Hattâ geçen gün Bülent Arınç ne demiş? “Eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan yargıçlara ‘Bildiğiniz gibi yapın’ derse, Türkiye’de hukuk uygulanır” demiş. O da söylüyor. Burada siyâsî irâde önemli. Ayşe Ateş’in kızlarıyla birlikte Saray’da Erdoğan tarafından kabul edilmiş olması çok önemliydi, ama devâmı gelmedi — en azından şu âna kadar. Bundan sonrasına bakalım; çünkü işler artık daha açık bir şekilde konuşulur oldu. Yani Semih Yalçın’ın ve İzzet Ulvi Yönter’in adları açık açık verildi. Olcay Kılavuz’un adı verildi. Şimdiki Ülkü Ocakları Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım’ın da adı verildi.Bir de bugün meslektaşımız Alican Uludağ da önemli bir haber paylaştı, özel haber. Buradaki dâvâda en önemli isimlerden, katilleri kaçırdığı söylenen kişi, bir dakika isimlerine bakalım: Tolgahan Demirbaş, Ülkü Ocakları eski başkanı ve eski MHP Mersin milletvekili Olcay Kılavuz’un evinin önündeki sokaktan gözaltına alındı diye bir polis tutanağı var. Ama polis şefi mahkemeye başvurmuş, dün avukat aracılığıyla ve demiş ki: “O gözaltını biz yaptık, tutanak doğru değil. Gözaltını, yani Tolgahan Demirbaş’ı Olcay Kılavuz’un evinden aldık” demiş. Bu da aslında baştan beri söylenen, ama sonra örtbasın bir aşaması olarak görülen bu olaya bir polis şefi adıyla doğrudan dâhil oldu. Başka böyle birtakım çıkışlar da olabilir. Şu hâliyle biliyoruz ki Olcay Kılavuz ve Ülkü Ocakları ve MHP ile alâkalı diğer birçok isimler ayrıldılar, bu dâvâanın içerisinde yargılanmıyorlar. Hattâ ilk gün, biliyorsunuz, bu konuda sanıklara soru sorulmak istenmesini mahkeme başkanı, “Bu kişiler yargılanmıyor” diyerek reddetmişti, engellemişti. Ama artık bu saatten sonra, özellikle âilenin verdiği ifâdelerden sonra daha ne kadar engelleyebilir bilmiyorum.
Muharrem Palaz güzel bir soru sormuş: “Ayşe Ateş bugün yaptığı açıklamaları Erdoğan’a söylemiş olabilir mi? Söylediyse bir cevap almış mıdır?” Gerçekten önemli. Herhalde bunun cevabını alamayız, ama muhtemelen söylemiştir ya da en azından îmâ etmiştir. Erdoğan da herhalde dinlemiştir, “Yargı gereğini yapacak” demiştir. Başka bir şey söylemek çok mümkün değil.
Birol Geçkin: “Hâkim, Türk milleti adına mı karar veriyor yoksa MHP adına mı karar veriyor? İddia makamının iddialarını niye kaale almıyor?” diye sormuş. İddia makamının iddiaları değil; âilenin iddialarını. İddia makamı zâten âilenin istemediği bir şekilde birçok ismi dâvâdan ayırdı.
İskefiyeli demiş ki: “Bu dâvâdan bence en çok zarârı AKP görecek, MHP’ye kendisini teslim ettiği için”. Bu söylediğiniz önemli. Gerçekten son dönemde, hattâ geçen Hatem Ete ile yaptığımız yayında da söyledim: AKP içerisindeki isimlerin MHP ile olan ittifakları nedeniyle içine düştükleri durum çok şaşırtıcı. Meselâ en son Merih Demiral olayında, biliyorsunuz peş peşe açıklamalar yapıldı, sosyal medya paylaşımları yapıldı vs. ve burada da AKP’nin birçok önde gelen ismi de olaya dâhil oldu, Dışişleri Bakanlığı vs.. Ama bu kişilerin, İslâmî hareket içerisinden gelen bu kişilerin, bu harekete, ülkücü harekete, Bozkurt’a, Bozkurt işâretine nasıl baktıklarını ben şahsen çok iyi biliyorum. Şimdi burada da benzer bir durum var. MHP ile ittifak nedeniyle böyle bir olayda, olayın sonuna kadar gitmesine cesâret edemeyen bir AKP var. Ve izleyicimizin dediği gibi, burada adâletin yerine gelmemesi, beklentilerin karşılanmaması hâlinde, sâdece MHP değil, aynı zamanda, belki de daha çok AKP suçlanacak.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Görkem Öge demiş ki: “Milliyetçi değilim, hattâ karşıt görüşte sayılırım; ama dâvâyı tâkip ediyorum. Kim olursa olsun hukuksuzluğa uğrayan herkesi desteklerim. Her aydın insan bu yaklaşımda olmalı”. Evet, şimdi bu önemli bir husus. Geçen pazar günü ben Ayşe Ateş’le ilgili bir yazı yazdım, orada Ayşe Ateş’in sosyal medya hesâbından yaptığı paylaşımları bayağı bir tarayıp onları aktardım. Orada meselâ kendisine şey diyorlar, Yeni Akit yazarı meselâ diyor ki: “Cumhuriyet gazetesi, BirGün gazetesi, CHP seni destekliyor, neden destekliyor?” O da diyor ki: “Siz desteklemediğiniz için destekliyor”. Şimdi çok acâyip bir durumla karşı karşıyayız. Ülkü Ocakları’nın eski başkanı sokak ortasında öldürülüyor ve Ülkü Ocakları ve MHP onun hakkında tâziye bile yayınlamadı. Birtakım ülkücüler, evet, desteklediler, cenâzesine katıldılar. İYİ Partililer aynı şekilde ya da Zafer Partisi de aynı şekilde dâhil oldu, başka partiler de var. Ama büyük ölçüde burada görüyoruz ki CHP’nin aldığı bir inisiyatif var. Kimileri diyor ki: “CHP bunu yaparak AKP-MHP ittifâkını çatlatmak istiyor”. Olabilir, siyâsî birtakım hesapları da olabilir. Ama burada çok açık bir durum var: Bir âile, eşi, annesi ve kardeşleri bu olayların açığa çıkmasını, aydınlanmasını istiyor ve yalnız bırakılıyorlar. İlk günkü duruşmayı hatırlayın. İlk günkü duruşmada sanıklar büyük ölçüde küstah bir şekilde gazetecilere hakaret ederek, küfrederek, insanların gözlerinin içine bakıp bakıp bir tür tehditvâri yaklaşımlarla, kimi zaman da dalga geçerek;: “Ben yapmadım, bilmem ne, yok, para için yapıldı” filan gibi, hiç inandırıcı olmayan şeyler söylediler. Böyle bir şekilde başladı olay. Hattâ onların yaptığı açıklamalar bir taraftan, MHP ve Ülkü Ocakları kaynakları tarafından, “İşte gerçekler” diye söylendi. Yani ne dediler? “Biz ayağına ateş ettik, yanındaki vurdu” falan dediler.Halbuki her şey ortada: Olay inceleme raporu, otopsi raporu vs. her şey ortada. Yani göz göre göre olayı âdî bir olaya dönüştürmeye çalıştılar; ama âilenin ısrarlı tutumu ve özellikle muhâlefet partilerinin ve bâzı medya kuruluşlarının –ki bu medya kuruluşları tabiî ki iktidar yanlısı değil– çabaları sâyesinde iş açığa çıktı. Bu arada iktidar yanlısı medyanın bu olayda nasıl bir tutum takındığını, daha doğrusu herhangi bir tutum takınmadığını da özellikle görmek lâzım. Dolayısıyla bu noktada Sinan Ateş’in âilesi ve bu olayın aydınlanmasını isteyenler, farklı siyâsî görüşlerden de olan insanlar tarafından sâhipleniliyorlar.
Tuncay Söylemez: “Ruşen Bey, MHP’nin devlette bu kadar kadrolaşması çok tehlikeli değil mi? Siyâset mi yapıyorlar, mafyacılık mı yapıyorlar anlamıyorum” demiş. Şimdi burada ilginç bir olay var. Biliyorsunuz, olayın ilk başında, MHP’li olduğu bilinen bir savcıya veriliyor dosya, olayı örtbas eder diye. Tam tersine savcı üstüne gidiyor ve sonradan bir şekilde dosya kendisinden alınıyor, başkasına veriliyor filan. Ülkücü kadrolaşma dediğimiz zaman, evet, var, târih boyunca hep oldu, bu sefer de var; ama ilginç bir şekilde Sinan Ateş olayında ülkücü kadrolarının hepsinin olayı örtbas etmek istemediklerini görüyoruz. Bâzıları da olayın çözülmesini istiyor. Çünkü şunu da bilelim: Ülkücü hareket zâten öteden beri sürekli bölünür, kendi içerisinde sorunlar yaşar vs.; ama bu tür bir olayı görmemiştik, yani eski bir Ülkü Ocakları başkanının öldürülmesine kadar giden bir mücâdeleye tanık olmamıştık.
Onur Öztürk: “Ruşen Bey, bu mahkemeden gerçekçi bir sonucun çıkamayacağını, yıllar önce Mehmet Ağar’ın Güldal Mumcu’ya söylediği sözden çıkarabiliriz; ‘Bu duvardan kimse tuğla çekmeyecektir’ demiş”. Evet, yani çekmeyebilir; ama bir ara tuğlalar çekilir gibi oldu ve Mehmet Ağar’ın da bunun sonucunda başına bir şeyler gelecekti. Sonra direkten döndü. Belli olmuyor bu devlet işleri. Bugün olmaz, yarın olur. Bunların kayda geçmesi her şeyden önce çok önemli.
Cem Nacar: “Meral Akşener’in sessizliği konusunda ne düşünüyorsunuz?” Meral Akşener, başından îtibâren âilenin yanında yer almıştı. Hattâ Ayşe Ateş’e İYİ Parti Meclis Grubu’nda danışman olarak bir görev de verdiler. Şimdi Müsâvat Dervişoğlu bu işi sürdürüyor. Meral Akşener’in sessiz olduğuna gelince… Yani şu âna kadar bu konuda bir şey söylemedi, ama zamânında söylemişti. Yani yarın öbür gün mahkemeye gelse şaşırmazdım. Meselâ Kemal Kılıçdaroğlu geldi. Mahkemeye gelmemesi bence önemli. Normalde Meral Akşener’den mahkemeye gelmesini beklerdim. Evet, burada bir sorun var gibi sanki.
Sevgi Bekmezci: “Sinan Ateş neden öldürüldü? Ben hâlâ bilmiyorum” demiş. Bu konuda değişik teoriler var. Ama en azından şunu, âilesinin aktardığını biliyoruz: Sinan Ateş öldürüleceğini biliyordu ve kendisini öldürtecek olan kişileri de yakın çevresinden olarak târif ediyordu. Âilenin bugün verdiği isimlere baktığımız zaman öyle. Belli ki içeride olan birtakım çok ciddî sorunlar var, öyle söyleyelim. Detaylar konusunda, Mersin’de yaşanan bir olay var; orada yine ülkücüler arasında çıkan bir çatışma var, hayâtını kaybeden birisi var. Bunu Sinan Ateş’e bağlamak isteyenler var gibi birtakım olaylar da var. Ama Sinan Ateş’in belli bir anda, âilenin anlattığına göre, Devlet Bahçeli’nin talebi üzerine istifâ ettiğini biliyoruz. Genel başkanlıktan istifâ ettikten kısa bir süre sonra da âilesine, annesine, eşine kendisinin öldürüleceğini söylediğini biliyoruz.
Tarık Bey demiş ki: “Bu dâvâ tüm halka, bağımsız gazetecilerin varlığının ne kadar önemli olduğunu gösterdi”. Evet, gerçekten çok önemli. Zâten bu nedenle de gazeteciler ve bâzı kurumlar doğrudan tehdit edildi, hedef gösterildi. Yani bu anlamda, gerek Ankara’da gerek İstanbul’da çok sayıda meslektaşımız bu olayın bayağı bir üstüne gittiler. Tehdit edildiler, şu oldu, bu oldu. Buna rağmen yaptılar. Bu arada bir olay da var tabiî. Ruken Hanım hatırlatmış. Ayşe Ateş, eşiyle geçen bir konuşmayı anlatıyor. O da şu: Sinan Ateş, Ülkü Ocakları başkanıyken bâzı gazetecileri dövdürttüğünü söylüyor eşine. O da, “Sen bir akademisyensin. Nasıl adam dövdürürsün?” diye karşı çıkmış. Sinan Ateş de, “Ben bunu yapmazsam, tâlîmâtı verenler beni cezalandırırlar” demiş. Biliyoruz ki değişik dönemlerde gazetecilere sokak ortasında, sâdece gazeteciler değil siyâsetçilere de, ama çok sayıda gazeteciye sokak ortasında saldırılmıştı. Ve bu saldırı soruşturmalarının hemen hemen hiçbirisinden bir şey çıkmamıştı.
Faruk Avşar: “Olcay Kılavuz ile ilgili gelişme çok önemli. Kılavuz’u kurban verirlerse siyâsî ayak çözülür, arkası gelir, ama çok düşük bir ihtimal bu” diyor. Bakalım, bugün polis şefinin başvurusunun ardından ne tür bir gelişme olacak bilemiyoruz. Ama tabiî ki bu çok önemli bir gelişme. Zâten âile, onun bu dâvâya katılmasını istiyor; ama baştan iddianâme onu ve birçok kişiyi ayırdı. O dosyaların birleşmesi mi söz konusu olur, nasıl olur, bilemiyorum. Ama şu hâliyle giderse, bu süren duruşmalarda Olcay Kılavuz yargılanmıyor.
Murat Salık: “Erdoğan bu dâvâda ne yapmak istiyor, ne yapamıyor?” Şimdi, normal şartlarda bu dâvâ Erdoğan’ın elinde çok iyi bir koz. MHP’ye karşı kullanabileceği çok iyi bir koz. Şu aşamada, başvurusu olmasına rağmen uzun bir süre Ayşe Ateş’i kabul etmedi. Ama Özgür Özel’in de devreye girmesiyle, Özgür Özel ile görüştüğü gün Ayşe Ateş’i de kabul etti daha sonra. Ve orada işin rengi değişir gibi oldu. MHP’den birtakım sert açıklamalar geldi Cumhur İttifâkı’nın geleceği hakkında falan. Ondan sonra da Erdoğan frene bastı. Erdoğan’ın şu anda frene basmış olması, bir daha ayağının gaza gitmeyeceği anlamına gelmiyor. Ama an îtibâriyle Erdoğan frene basmış durumda. Bir şekilde MHP ile ittifâkını bitirmek isterse ya da bitirmeyi göze alırsa, ayağını tekrar gaza getirebilir.
“Ahmet Şık’la bir röportaj gelir mi, hem Sinan Ateş Dâvâsı hem 15 Temmuz konusunda?” Ramazan Tunç. Ahmet’le sürekli konuşup duruyoruz, ama bir türlü bir yayın yapamıyoruz. Bakalım, o çok meşgul. Bir şekilde yaparız herhalde diye düşünüyorum; ama ne zaman bilemiyorum.
Ruken Kaya: “Özgür Özel kısa bir süre önce Şenyaşar’ın yanına gidip acısını paylaştı ve destek sundu. Bugün de Ayşe Ateş’in yanında. Bu duruş önemli. Zîra sorun adâlet, hak arayışı ve bağımsız yargı sorunudur”.’ Bugün de ne yaptı meselâ? Ümit Özdağ bozkurt işâreti yapınca, daha önce, neydi o çocuğun adı Amedspor’daki, zafer işâreti yaptığı zaman başına gelenleri hatırlattı ve dedi ki: “O zaman ona saldıranlar şimdi bozkurt konusuna sâhip çıkıyorlar. İstikrarlı davransınlar” gibi bir şey söylemişti.
Mehmet Günay: “Sinan Ateş Dâvâsı ve Susurluk arasındaki benzerlikler ve farklar nelerdir?” Şöyle söyleyelim: Susurluk olayında, bir dönemdeki derin devlet üzerine çok geniş bir olay vardı ve çok sayıda kişi orada hayâtını kaybetti biliyorsunuz. Ve olayın üzerine gidilmesine çalışıldı bir yandan, ama sonra da örtbas edildi. Burada başka bir şey var. Burada doğrudan bir cinâyet var. Yani Susurluk’ta, değişik dönemlerde işlenmiş çok sayıda cinâyetler vs. var; ama burada doğrudan bir cinâyet var, cinâyetin tetikçisi var, azmettiricisi olduğu söylenen isimler var, kaçırdığı söylenen isimler var vs.. Somut tek bir olay var burada. Burada tek bir olaydan büyük bir şeye gidebilirsiniz. Susurluk, büyük bir olaydan tek tek olayların çözülmesine gidebilirdi, ama gitmedi.
Munise Hanım diyor ki: “Niçin Bahçeli’nin ifâdesini almıyorlar?” O olacak bir şey değil, yani onu hiç beklemeyelim.
Evet, Deniz Naki, Muharrem Bey hatırlatmış. Evet, Deniz Naki, çok önemliydi.
Tuncay Söylemez: “Siz ve sizin gibi ahlâklı gazeteci ve yayıncı kuruluşlar olmasa, inanın dünyadan haberimiz olmaz. Tehdit ediliyor musunuz? Hakkınız ödenmez”. Tehdit mehdit, bunlar olur olmaz, önemli değil. Önemli olan işinizi yapmaktır. Sağ olun, destekleriniz bizim için çok önemli. Tüm bağımsız gazetecilik yapmak isteyenler, böyle olaylarda iyice ortaya çıkıyor, çok önemli. Sizler sâhip çıkmadığınız müddetçe biz bu işi sürdüremeyiz.
Hatice Deniz: “Alaattin Çakıcı’yı serbest bırakan iktidar, Sinan Ateş’in katilini bulmak ister mi?” Yani bu, bugün hakîkaten benim de aklıma gelmedi değil. Ortada çok somut bir şey var — ki Alaattin Çakıcı doğrudan Erdoğan’a çok acâyip hakaretler filan da etmişti, çok küstahça şeyler de söylemişti ,ama çıktı yani. Tabiî dediğinizi ciddîye almak lâzım.
Evet, bir izleyicimiz diyor ki — ismi çok garip olduğu için okuyamıyorum, Targaryen falan, öyle bir şey: “Hükûmet yanlısı medyada dâvâyla ilgili hiçbir haber yer almıyor. Sizce MHP tabanı Ateş Dâvâsı’nı tâkip ediyor mu, ediyorsa da umursuyor mu? Bu dâvâ, gelecek seçimde tutumlarını etkiler mi?” Bir önceki seçimde çok etkilemedi; burada bu sefer etkiler mi bilemiyorum. Burada tabiî önemli olan, bir önceki seçimde, özellikle Mayıs seçiminde âile susmuştu, âile iddianâmeyi bekliyordu. Özellikle Ayşe Ateş konuşmuyordu, isimleri alenen dile getirmiyordu. Şimdi dile getirdi. MHP tabanı bir şekilde bundan haberdardır, istese de istemese de, söylenenlere inansa da inanmasa da haberdardır ve bir şekilde etkileyecektir.
Evet, Ruken Hanım 5 kişiye üyelik hediye etmiş. Çok teşekkürler. Hakan Bey Almanya’dan selâmlarını iletmiş. Aleykümselâm. Orada maçlar var, Cumhurbaşkanı da gidip maçı izleyecek. Bir iddiaya göre tribünden bozkurt işâreti yapacakmış diyorlar. Bilemiyoruz, göreceğiz.
“Erdoğan MHP ile daha devam edebilir mi bu halleriyle?” demiş bir izleyicimiz. Şu hâliyle devam ediyor, bunlar bilmediği şeyler değil.
Kemal İslim: “Türkiye’de çok büyük şeyler oldu, ama sonuca etki etmedi. Bu dâvâ benim için sâdece AKP-MHP koalisyonunun durumunu tâkip etmek için bir turnusol kâğıdı. Bir şeye etki edeceğini düşünmüyorum.’’ Evet, an îtibâriyle öyle gözüküyor, ama hiç de belli olmaz diyelim. Yani şimdi Erdoğan’ın Fethullahçılarla yaptığı ittifak dönemlerini düşünün. Çok şey oldu, kopmaz falan dendi. Sonra bambaşka şeylere doğru evrildik. Dolayısıyla tabiî ki şu hâliyle bakıldığında çok fazla bir şey olmayacak gibi gözüküyor; âilenin bütün çırpınmasına rağmen olmayacakmış gibi gözüküyor. Bütün muhâlefetin verdiği desteğe rağmen olmayacak gibi gözüküyor. Gerçekçi olmak lâzım. Evet, bu hâliyle öyle gözüküyor; ama hiç de belli olmaz. Bir opsiyonu bırakalım. Demin söylediğim gibi: Gaz-fren meselesi.
Meselâ bir izleyicimiz diyor ki: “Mevcut durumda Erdoğan kendisine mahkûm hâle getirmedi mi MHP’yi? Bir daha böyle bir partner bulabilir mi?” Faruk Bey, evet, kendine mahkûm hâle getirmiş olabilir, ama burada şöyle bir sorun var: MHP artık Erdoğan’a yetmiyor. Son yerel seçimlerdeki sonuçlara baktığımızda, MHP + AKP tek başına yetmiyor. Dolayısıyla ya yanına birilerini çekecek ya da daha kuvvetli ortaklar bulacak. Yani şu hâliyle tabiî ki MHP ile berâber hareket ediyor, ama bu o kadar birlikte yürüyebilecekleri bir durum gibi gözükmüyor.
Tarık Bey demiş ki: “Bir bilek güreşi var bu dâvâda. İttifak ortakları siyâsî ayağa ulaşmadan bu dâvâyı bağlamak isterken, âile ve bağımsız gazeteciler buna verilerle direniyor”. Evet, Tarık Bey güzel özetlemiş; böyle oluyor. Bakalım nereye doğru gidecek.
Muharrem Bey demiş ki: “Sinan Ateş âilesi cinâyetten önce bu tehditleri ve duyumları aldıkları halde neden yargıya gitmediler, suç duyurusunda bulunmadılar? Korku yüzünden mi veya câmia içinde hallederiz diye mi düşündüler?” Bunların hepsi vardır. Bir de tabiî ki, “Başvursak ne olacak?” diye düşünüyordur. Çünkü Sinan Ateş, Ülkü Ocakları başkanlığı yapmış birisi olarak devletin nasıl işlediğini ve orada ne tür kadrolaşmalar olduğunu herhalde hepimizden daha iyi bilen birisiydi.
Sinan Güler: “Herkes bu cinâyetin kim tarafından azmettirildiğini biliyor, ama kimse bunu dile getirmeye cesâret edemiyor. 2024 Türkiye’sinde yaşamak…” demiş. Evet, öyle, ne diyeyim?
‘”Bu açıklamayı âile başında yapmış olsaydı daha etkili olmaz mıydı?” Sonuçta şöyle bir realite var; Sinan Ateş, eşi ve âilesi, çekirdekten ülkücü ortamda doğmuş ve büyümüş, onun içerisinde olmuş kişiler. Çok büyük bir şok yaşamışlar; ama bu kopuşun böyle birdenbire olması kolay bir şey değil. Bir diğer husus olarak da, bu olayın çok fazla dillendirilmeden bir şekilde çözülebileceğini düşünmüş olabilirler. Böyle bir şeyi ummuşlar anladığım kadarıyla. Ve zâten Ayşe Ateş onu söylüyor: “İddianâmeyi gördükten sonra sessizliğimi bozmaya karar verdim” diyor. Orada çok fazla zarar vermeden, bir umutla beklemiş. Meselâ Sinan Ateş’in annesinin, kızkardeşinin açıklamalarını mahkemede bugün dinlediğinizde, MHP’ye sâhip çıkıyorlar. Yani kendileri MHP’li. MHP’yi zor durumda bırakmak istemediklerini söylüyorlar. Bu çok önemli bir husus.
Canan Silay: “Sinan Ateş cinâyetinin kimler tarafından nasıl işlendiğini hemen hemen tamâmen öğrendik sayılır. Benim asıl merak ettiğim, Sinan Ateş neden ortadan kaldırılmak istendi? Kimse bunu konuşmak istemiyor”. Demin buna biraz değindik, bu konuda değişik şeyler var; ama belli ki içeride birtakım sorunlar olmuş. Bunun detaylarını mahkeme eğer sağlıklı bir şekilde ilerlerse görebiliriz.
Mehmet Günay: “Ruşen Bey, bir genç olarak soruyorum; Türkiye’de hiç adâletin olduğu bir zaman gördünüz mü?” Ben 12 Eylül döneminde askerî mahkemede yargılanmış birisiyim, toplu dâvâda. İnanın oradaki sivil yargıçlar, askerler de vardı; ben sivil yargıca denk gelmiştim, sivil yargıcı meselâ hep saygıyla anarım. Şimdiki mahkemelere baktığım zaman, 12 Eylül’de bile yargıçlar, özellikle sivil olanlar, birtakım şeyleri kuralına göre yapmak isterlerdi.
“Bize ısrarla ‘Bozkurt Türklerin sembolü’ diyorlar birkaç gündür. Kökenim Türk; ne atamda ne dedemde görmedim. Acaba Türk değil miyim?” Buna şimdilik girmeyelim, bu bambaşka bir şey. Bozkurt’un bir sembol olduğu doğru; ancak bozkurt işâretinin, elle yapılan işâretin sembol olduğu, o kadar eski bir sembol olduğu doğru değil. Hattâ biliyorsunuz, Atatürk’e de bozkurt işâreti yaptırdılar; onun photoshop olduğu ortaya çıktı. Her ne kadar birileri bu oltaya gelmiş olsa da. Bir de tabiî şöyle bir şey var; Merih Demiral olayı tam da bu dâvânın üzerine denk geldi. Ben meselâ bu yayına girmeden önce adı geçen dört ismin sosyal medya hesaplarına baktım. Adları verildi bugün âile tarafından. Bir tânesinde hiçbir şey yok. Uzun zamandır Olcay Kılavuz bir tweet atmamış. Ama diğer üçünün en son tweet’leri Merih Demiral. Yani kimlerin? Semih Yalçın’ın, İzzet Ulvi Yönter’in ve diğer Ülkü Ocakları Başkanı’nın. Şu anda bu olay, Bozkurt tartışması bir anlamda ilâç gibi gelmiş. Bozkurt tartışması, tabiî orada doğru dürüst bir tartışma olamıyor. “Ya, niye böyle oluyor?” diyenlere yönelik, “Vay! Sen Türk değil misin?” gibi çıkışlar yapılıyor.
“Yarın ‘Haftaya Bakış’ta bu dâvâ gündemde olacak mı?” Tabiî ki olacak.
“Bu sûikast dosyasının detaylarının bir şekilde ortaya çıkmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Yargıda birileri bu bilgileri çıkartmak istiyor mudur?” Bunu demin verdiğim bir cevapta da söyledim Onur Bey. Yani ülkücü kadrolaşma var, ama bu ülkücü kadrolaşmanın hepsi bu olay örtülsün istemiyor anladığım kadarıyla, bâzıları da sızdırıyor. Ülkücü olmayanlar da vardır muhakkak; ama sızdıranların içerisinde çok ciddî sayıda ülkücüler olduğunu da anlıyoruz. Zâten Sinan Ateş’in cenâzesine de çok ciddî bir katılım olmuştu. Mahkemeye gelen Ülkü Ocakları’nın eski başkanları var vs.. Yani bu, ülkücü câmianın tamâmı tarafından kapatılmak istenen bir şey gibi görülmüyor. Birileri kapatmak isterken, birileri de üstüne gidilmesini istiyor.
Ruken Hanım diyor ki: “Erdoğan erken seçim konusunda ‘Erken seçim yok’ dedi. Bu da Cumhur İttifâkı’nı dağıtmak niyetinde olmadığını göstermiyor mu? Bu dâvâ konusunda sanki tavrı belli gibi”. Evet, “Erken seçim yok” dedi. Hattâ Abdülkadir Selvi’nin dediğine göre, 3. Dünya Savaşı çıkacakmış, onun için erken seçim istemiyormuş. Diyelim ki öyle. Yok, dedi. Yok denmesi tabiî ki önemli; ama yok denen her şey öyle olmuyor. Hele Erdoğan gibi birisinin sürekli 180 derece değiştiğini biliyoruz.
Cem Nacar: “Solcu öğrencilere tâlîmatla dayak atan ve attıran bir kişiye CHP’nin sâhip çıkması yaman bir çelişki değil mi?” Evet, yaman bir çelişki; ama burada CHP’yi suçlayacak bir şey yok; tam tersine CHP’yi ve diğer kişileri takdir etmek lâzım. Her şeye rağmen bunu yaptılar, sâhip çıkıyorlar.
“Bugünkü açıklamadan sonra güçlü bir kamuoyu oluşur mu? Oluşursa bu muhâlefetin artık özgül ağırlığının oluşmaya başladığını gösterir mi? Sun’î gündemle iktidar bunu bastırabilir mi?” Cihan Orhan sormuş. Evet, önemli sorular. Tabiî şunu tekrar söyleyelim: Ana akım medya, devlet yönetimindeki medya bu olayı gizlemeye çalışıyor. Onun dışındaki kesimler göstermeye çalışıyor ve bir şekilde kamuoyu oluştuğu muhakkak. Ama bunun sürdürülebilir olması önemli. Âilenin bunu tek başına yapabilmesi çok zor. Zâten biliyoruz ki onlar da tehdit altındalar. Mahkemeye çelik yelekle geliyorlar, korumalarla geliyorlar vs.. Yani bu çok zor bir süreç.
Cem Nacar: “Çocukları ülkücü hareketin içerisinde olan âilelerin bu olaydan sonra tavırları ne olur veya ne düşünmüşlerdir?” Evet, bu ülkücü hareket için bir tür kırılma ânı gibi bir şey. Daha cinâyet ilk işlendiği andan îtibâren böyle bir durum var. Ama bu hareketin çok güçlü bir târihsel kökü var. Dolayısıyla onun üzerinden yürüyor. Ama bunun çok ciddî bir kırılma yaşattığını biliyorum. Çok sayıda örnek biliyorum bu konuda. Türkiye’nin değişik yerlerindeki ülkücü kökenli insanlarla konuştuğumda, çok yaralılar. Belki çok üstüne gitmiyorlar, ama kabullenemeyen çok kişi gördüm şahsen.
“Ayşe Ateş belli ki eşinden ötürü çok şey biliyor. Eğer eşi yerine başka bir ülküdaşı öldürülmüş olsaydı, yine de kalkıp, ‘Ortada bir suç örgütü var’ diyerek ortaya çıkacak mıydı? Hiç sanmıyorum.” Ben de sanmıyorum; ama bu, onun şu anda yaptığını önemsiz kılmaz. Çok zor bir şey yapıyor, hakkını vermek lâzım gerçekten. Sosyal medyada da gördüm, birbirinden farklı kişiler Ayşe Ateş’e olan takdirlerini alenen dile getirdiler. Sizler de görmüşsünüzdür. Gerçekten çok çarpıcı bir şey yapıyor. Örnek bir şey yapıyor. Yani bütün geçmişi, şusu busu, şöyle olsaydı ne yapardı falan; bunların hiçbir anlamı yok. Şu andaki duruşu, yapılabilecek en son noktaya kadar gelmiş, iki kız çocuğu olan bir kadından bahsediyoruz ve tamâmen içinde doğup büyüdüğü bir câmianın önemli bir kesimini karşısına alıyor. Bunun ne kadar zor bir şey olduğunu tasavvur etmek hakîkaten çok zor.
Tuncay Söylemez: “Bu dâvânın vicdânî karârı halk tarafından verildi. Adâlet resmî olarak uygulanmasa da bu yayınlar halkın unutma hastalığına çâre oluyor. Nice dâvâlar öylece örtüldü, unutuldu” demiş Tuncay Bey. Evet, ama sonuçta adâlet de tecellî etse iyi olur.
Noktayı burada koyalım. “Sinan Ateş Dâvâsı’nı izliyor musunuz?” diye sorduk. Sizlerden gelen sorularla, yorumlarla her zaman olduğu gibi bayağı iyi bir yayın yaptık. Hepinize çok teşekkürler. Söyleyeceklerimiz bu kadar, iyi günler.