Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Suriye Devlet Başkanı Esad arasında karşılıklı başlayan eski günlere dönüş sinyali sonrası Türkiye’nin Suriye’de kontrol ettiği bölgede gerilim tırmandı. Türk plakalı araçlara yönelik saldırı, askeri araçlara ateş açılması ve bölgedeki Türk bayraklarının indirilmesi görüntülerinin sosyal medyada yayılması ve Kayseri’deki cinsel istismar iddiaları üzerine tepkiler bazı illerde sokağa taştı. Hatay’ın Reyhanlı ve Kırıkhan ilçeleri, Adana, Kayseri, Bursa, Gaziantep ve Şanlıurfa’da göstericiler ırkçı sloganlar eşliğinde Suriyelilere yönelik işyerlerini hedef aldı.
Türkiye’deki sığınmacılar hakkında doğru bilinen yanlışlar neler?
Ruşen Çakır’ın konuğu Enes Ataç.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Araştırmacı Enes Ataç siyâset sosyolojisi üzerine çalışıyor; Amerika Birleşik Devletleri Penn State Üniversitesi’nde, yani Pensilvanya Devlet Üniversitesi’nde doktorasını yapıyor ve özellikle göçmenler, sığınmacılar üzerinde çalışıyor. Enes, hoş geldin.
Enes Ataç: Hoş bulduk Ruşen Bey. Merhabalar.
Merhaba. Sen geçen X hesâbında bir dizi makale paylaştın, Türkiye’deki sığınmacılarla ilgili. Bu makalelerin her biri ayrı bir öneme sâhip, değişik târihlerde yazılmış. Şunu gördüm: Bu paylaşımların altına gelen yorumların ezici bir çoğunluğu öfkeliydi.
Enes Ataç: Evet.
Çünkü insanların duymak istemediklerini söyledin ya da o makaleler insanların duymak istemediklerini söylüyor. Öncelikle şunun bir üzerinden geçer misin? Ne yaptın, başına ne geldi? Öyle başlayalım.
Enes Ataç: Tabiî. Şu mâlûm tweet’in öncesini anlatayım. Hepimiz gibi beni de Kayseri’de yaşanan son olaylar fazlasıyla üzdü ve sosyal medyada insanların yorumlarını okurken, insanlar olayın kendisinden ya da durumun vehâmetinden ziyâde, Suriye’ye olan nefretlerinden, Suriyelilerin ekonomiyi nasıl batırdığından ya da suç oranının nasıl ayyûka çıktığından şikâyet edip duruyorlardı. Ve bütün bunların yanı sıra, göçmenliğe yönelik nefret literatüründe genel olarak göçmenlerin düşündüğümüz gibi ekonomi ya da ülkenin kriminal yapısına o kadar da zarar vermediği bilinen bir gerçek. Hani bu konsensüs olmayabilir, ama bu farklı ülke bağlamlarında sıklıkla görülen bir bulgu. Ama ister istemez bunun halka yeterince aktarılamadığını özellikle gördüğüm birkaç yorumdan sonra fark ettim. Ve çok anlık bir şekilde X‘te o bilgiselini kısaca bir ifâde etmek istedim. Yani hiç böyle bir tepki almasını beklemiyordum açıkçası.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Peki, sonuçta ne oldu?
Enes Ataç: Umarım insanların algısının biraz değişmesine vesîle olmuşumdur; ama daha çok insanların öfkesini kustuğu bir platforma döndü benim o bilgiselim.
Şimdi orada birçok makale paylaştın. Bu makalelerin büyük bir çoğunluğu Türkiye’den akademisyenler, kimisi yurt dışında, kimisi yurt içinde, ama bâzıları da, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan başka ülkelerden yazarlar da var. Ortak yazılmış çok sayıda makale var. Bunların her biri ayrı ayrı göçmenler konusundaki birtakım önkabulleri ve önyargıları bozan makaleler. İlk başta tabiî ki en çarpıcısı, suç oranı meselesi. Çünkü mâlûm, Türkiye’de özellikle Suriyeliler, ama sâdece Suriyeliler değil, bu yabancılarla birlikte suç oranlarının yükseldiği yolunda bir algı, bir kabul var. Ve bunun üzerinden yapılan bir göçmen karşıtlığı var. Senin paylaştığın makalelerde bu konudaki bulgular neydi?
Enes Ataç: Bu konudaki bulgular aslında sizin târif ettiğinizin tam tersi şeklinde. Özellikle iki tâne makale paylaştım, ikisi de ekonomi alanında çok bilinen prestijli dergilerde basılmış olup, ikisi de aslında mültecilerin ülkeye gelmesiyle berâber mültecilerin suça eğiliminin yerli nüfûsa göre daha az olduğunu gösteriyor. Diğer makale ise, kişi başına düşen suç oranının gittikçe daha azaldığını ifâde ediyor, mülteciler geldikten sonra.
Burada kastedilen nedir? Yani “Mülteciler sanıldığı kadar suç işlemiyor”u mu vurguluyor öncelikle?
Enes Ataç: Evet, öncelikle bu. İkincisi, her iki makalenin de bağladığı açıklama şu: Mülteciler, özellikle bizim ülkemize şu an sığınmacı olarak alınan topluluk, legal statü anlamında çok arada sıkışmış, çok kırılgan bir durumdalar ve bu insanların en ufak bir kriminal aktiviteye bile dâhil olmaları, direkt olarak sınırdışı ya da deport edilmelerine vesîle olabilecek bir durum. Bundan dolayı, yani yerli nüfusa göre bu insanların kriminal aktivitelerde bulunmaları çok daha mâliyetli, hem fiziksel hem de psikolojik anlamda. Bundan dolayı bizim sandığımızın aksine, bu insanlar çok daha az eğilimliler suç işlemeye.
Yani, başlarına bir şey gelme ve statülerini kaybetme endîşesinin belirleyici olduğunu söylüyorsun.
Enes Ataç: Evet. Ve bizim algımızda böyle olmasının en temel sebeplerinden bir tânesi de, herhangi bir Suriyeli suç işlediğinde her platformun manşetlerini süslerken… yani Suriyelilerin suça daha eğilimli olmalarıyla alâkalı herhangi bir bilgiye sâhip değiliz. Burada biraz temsil meselesi işin içine giriyor. Herhangi bir Suriyeli suç işlediğinde ânında haberdar olabiliyorken, aynısı meselâ yerli halkımızdan birisi için geçerli değil.
Peki, bu araştırma nasıl bir yöntemle yapılmış? Nelere bakmışlar? Yani bu bulguları neye dayandırıyorlar?
Enes Ataç: Şöyle, bu araştırmalar genel olarak, özellikle ekonomide daha neden-sonuç ilişkisi kurabilecek ileri düzeyde ekonomik teknikler kullanıyorlar. Veriler genellikle ya Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin ya da Türksat’ın kendi verdiği veriler. Özellikle makalelerden bir tânesi, sâdece genel suç oranlarına değil; aynı zamanda farklı tür suç kategorilerine de bakıp, sâdece kaçakçılık dışında bütün suç türlerinde mültecilerin çok daha az suça eğilimli olduğunu gösteriyor. Kaçakçılıkta ise, zâten göçmen dalgalarıyla çok alâkalı bir mevzû olduğu için, göçmen grupları arasında bunu çok daha fazla görmemiz gayet normal.
Peki, bir diğer konu: Ekonomiye etkileri konusu. O da tabiî ki çok önemli bir tartışma konusu. Benim şöyle bir gözlemim var başından îtibâren: İnsanlar genellikle özellikle Suriye’den gelenlerin hepsinin alt sınıflardan olduklarını sanıyorlar. Ama her sınıftan insan geldi diye biliyorum. Yani eğitimli insanlar, iş insanları vs. de var. Hattâ benim ilk zamanlarda gördüğüm, Hatay’da filan gördüğüm; bir yanda ücretlerin düşmesine neden olurken, bir diğer yandan da ev fiyatları, araba fiyatları ve kirâların artmasına neden oluyorlardı. Yani o da var, bu da vardı. Şimdi, senin paylaştığın makaleler Türkiye’deki bu yüz binlerce, milyonlarca insanın –çok çelişkili rakamlar var; ama milyonlarla târif edildiği ortada– Türkiye’deki ekonomik hayâta etkileri hakkında ne tür bulgular var?
Enes Ataç: Genel olarak şöyle bir yorum söz konusu: Evet, dediğiniz gibi mülteciler düşündüğümüzden daha yüksek düzeyli eğitim statüsüne sâhipler; ama maalesef bizim ülkemizdeki entegrasyon yeterince sağlanamadığı için, o yüksek eğitimli insanlar da daha az nitelik gerektiren işleri talep edebiliyorlar. Bundan dolayı bu işlerde rekabet artabiliyor. Ama bir diğer yandan, şu an özellikle Türkiye’de üniversitelerin çoğalmasıyla berâber herkes üniversite mezunu olmaya çalışıyor. Asla meslek okulları ve yüksek okullardan bahsedemiyoruz. Ve özellikle yerli nüfusumuz artık bu tarz bir birincil sektör, daha risk gerektiren, daha fiziksel işlerde çalışmak istemiyor. Aslında farkında olmadan, bu yeni aldığımız Suriyeli sığınmacılar ve Afgan mülteciler, bunlar bizim belki de beğenmediğimiz iş kollarını doldurup, o alanda çeşitlilik getirmeye vesîle oluyorlar.
Evet. Meselâ bugün bir şey gördüm. Bir yetkilinin söylediğine göre, “Eğer Afganlar olmasa Türkiye’de hayvancılık biter” diyor meselâ. Bunlar abartılı mı şeyler mi?
Enes Ataç: Şu an bu tartışmanın üzerine ufak bir çalışma içine girdim. Bu zamâna kadar Suriyelilerle alâkalı yapılmış bütün suç ve ekonomi ağırlıklı makaleleri toplayıp bir meta-analiz yapmaya çalışıyorum. Şu âna kadar 17 makale buldum ve maalesef şu an bunların hiçbirisi bu kadar spesifik bir veri üzerinden bu dediğin soruyu daha incelemiyor.Daha yeni yeni çalışmalar ortaya atılıyor. Ama bulduğum 17 makalenin 15’i, Suriyelilerin aslında bizim düşündüğümüz gibi suç ve kriminal yapıya veya ekonomik yapıya negatif bir etkisi olduğunu göstermiyor. Bunu iki tâne makale gösteriyor. Bir tânesi genel olarak suçun arttığını iddia ediyor; ama bunun Suriyelilerden mi yoksa yerli halktan mı kaynaklı olduğunu tespit edemiyor.
Peki, şimdi baktığımız zaman, yapılan bu kadar araştırmalar çok fazla negatiflik içermezken; tabiî ki demografik yapıyı çok değiştirdi, sosyolojiyi değiştirdi, kültürel ortamı değiştirdi ama o târif edilen şekilde toplumda çok büyük gedikler açmış gibi gözükmüyor. Yanılıyor muyum?
Enes Ataç: Yok, kesinlikle haklısınız. Bence bu tepkinin en büyük sebeplerinden bir tânesi şu an ülkenin gitgide daha kaotik bir ortama gitmesi ve ülkede kutuplaşmanın çok artması. Müsaade ederseniz kısa bir araştırmamdan bahsetmek istiyorum. Şu aralar bir iki arkadaşımla berâber, Suriyelilere yönelik, 2010-2022 yılları arasında Türkçe olarak atılmış tweet’lere bakıyoruz. Şu an hâlâ analiz ve yazım sürecindeyiz; ama bulduğumuz çok temel iki bulgu var.İnsanlar Suriyelilere yönelik nefret içeren tweet’leri en çok, 1) enflasyon arttığı zaman, 2) seçim dönemlerinde atıyorlar. Ama bu dönemlere baktığımızda, bu dönemlerde ne Suriyeliler daha fazla suç işlemişler ne de ekonomiye daha fazla zarar vermişler. Ve buradan şuna bağlıyoruz: İnsanlar günlük hayattaki devlete dâir memnûniyetsizliklerini, ekonomiye dâir memnûniyetsizliklerini başka bir hedef gruba aktarmaya çalışıyor. Çünkü devlete bu isteklerini yeterince dile getiremiyor. Hattâ bu da “Günah keçisi kuramı’ diye geçiyor literatürde. Eğer siz günlük hayâtınızda bir hayal kırıklığı veya hüsran yaşadığınızda bunu asıl mes’ul olanlara değil; sizden daha güçsüz azınlık gruplara yöneltme eğiliminde oluyorsunuz.
Yani bir tür günah keçisi olarak kullanılıyor.
Enes Ataç: Evet, bir tık öyle. Zâten İngilizce’den Türkçe’ye çevirmesi tam olarak “günah keçisi kuramı” diye geçiyor.
Şimdi, geçen Kayseri’de bir olay yaşandı, biliyorsun. Bir çocuğa cinsel tâciz meselesi yaşandı ve büyük olaylar oldu. Devlet de çok sert tepki gösterdi. Bu ilk olay değildi, son olacağa da benzemiyor. Bu tür olayların hareketlenmesinde ve tetiklenmesinde, değişik iddialar var; ama sosyal medyanın çok etkili olduğu söyleniyor. Senin araştırmalarında da bunlar çıkıyor mu karşına?
Enes Ataç: Kesinlikle. İnsanların zâten Suriyelilere yönelik nefret içeren tweet’leri attıkları ya da herhangi başka bir platformda düşüncelerini belli ettikleri zaman dilimi genel olarak hemen bu olaylardan sonraya denk geliyor. Yani şu an çalışmamı tamamlamadığım için kesinlikle buldum diyemem; ama bu tarz olaylar genel olarak dönemsel bir etki yaratıp halkı daha galeyâna getirmeye, daha provoke etmeye vesîle olabiliyor. Dediğiniz gibi, şu an bir tâciz olayı yaşandı. Bunun vehâmeti veya durumun kötülüğünden ziyâde; insanlar Suriyelilerin neden ülkeden gitmesi gerektiğine, neden buraya âit olmadığına dâir tweet atmaya başladılar. Yani aslında olayın içeriğiyle insanların yorumları arasında çok da bir bağlantı yok. Sâdece insanlar bu zamâna kadar olan öfkelerini, bu zamâna kadar olan memnûniyetsizliklerini başka kanallar veya kurumları şikâyet etmektense, onları eleştirmektense, Suriyeliler üzerinden aslında bunu ifâde ediyorlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan dün bir açıklama yaptı. Dedi ki: “Esad’ı her an çağırabiliriz”. Ve muhtemelen Türkiye’ye geleceğini söyledi. Türkiye’de buluşacaklarını söyledi ve bir yakınlaşmadan bahsediliyor. Tabiî, sığınmacı derken sâdece Suriyelileri kastetmiyoruz; ama esas olarak en büyük olay Suriyeliler. Böyle bir süreç, yani Türkiye’nin Esad’la bir şekilde anlaşması, bu yüz binlerce, milyonlarca Suriyelinin geriye döneceği anlamına geliyor mu? Bu konuda ne tür bulgular var? İnsanlar dönmek istiyorlar mı, kendilerini geçici olarak mı görüyorlar, yoksa Türkiye’yi benimsemiş durumdalar mı?
Enes Ataç: Maalesef bir kısmı, yeterince ekonomik ya da sosyal sermâyesi olanlar şu an daha Batı Avrupa, Amerika gibi ülkelere göç etmeye çalışıyorlar. Türkiye’de kalanlar ise nispeten daha mutsuz bir konumdalar; hem kendi ülkelerinin yaşadığı sorunlar hem Türkiye’nin sorunlarından dolayı. Ama şu an hükûmetin söylemini üzerine kurduğu gönüllü geri gönderme ilkesinin çok realist bir senaryo olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bunun için sâdece Esad’la Erdoğan arasındaki ilişkinin düzelmesi yeterli değil. Bu aynı zamanda Suriye’nin de eski günlerine geri dönebilmesi ve bizim de onları teşvik edebilmemiz için gerekli. Ve bu çok yakın bir senaryo değil. Aynı zamanda yaklaşık ilk göç akınları 2012 yılında başladı. Bu insanlar 12 senedir Türkiye’deler ve ona göre hayatlarına yatırım yapıp ona göre hayatlarını düzene koymaya çalışıyorlar. Bunu yine sil baştan bırakıp sıfırdan Suriye’ye dönmeyi insanlar gayet istemeyebilirler.
Peki o zaman ne olacak, nasıl bir şey olacak? Özellikle mülteci karşıtlarının hiç sevmediği bir kavram var: Entegrasyon. Bu hem kendisi çok kolay bir şey değil, hem de aynı zamanda çok da fazla sempati toplayan bir kavram değil. O zaman Türkiye bu nüfusla yaşamayı, bu nüfusun büyük bir kısmıyla yaşamayı bir şekilde becermek zorunda mı olacak?
Enes Ataç: Biraz öyle. Şöyle farklı bir örnek vermek istiyorum: Şu an Türkiye ile Avrupa devletlerinin ortak noktası demografik olarak yeterince üreyememe. Biz yaklaşık 2009 yılından beri ülke olarak kendi nüfûsumuzu yeniden üretemiyoruz. Çünkü doğum oranlarımız, bir nüfûsun kendini üretebileceği seviyenin çok altında. Bu yaklaşık 10-15 senedir böyle ve biz bir yerden sonra, şu an Almanya’da duyduğumuz gibi –belki bu kısa vâdede olmayabilir– bir istihdam açığı yaşayacağız. Ve bundan dolayı aslında biz bu fırsatı maalesef biraz kaçırdık; ama hâlâ o insanları entegre edip bizim yarın öbür gün muhtaç olacağımız iş kollarında çalıştırmaya sevk edebiliriz aynı şekilde. Zâten bir kısım Suriyeli sığınmacı da isteyerek ülkesine geri dönecek. Çünkü nispeten şu an Suriye’nin durumu biraz daha iç açıcı diyemeyeceğim; ama bir 5-10 sene öncesine göre biraz daha belki umut vaat edebiliyor. Bir kısmı geri dönmek isteyecek. Ama özellikle Türkiye’nin, belki de Avrupa’nın burada yapması gereken, bu mültecileri nasıl entegre edeceğimizdir. Çünkü bir yerden sonra bu insanlara ihtiyaç duyacaklar.
Peki, bir de şunu sorarak bitirmek istiyorum. Çok tartışmalı bir diğer konu da Türkiye’nin Avrupa Birliği ile yapmış olduğu anlaşma meselesi. Bu anlaşmayı biz genellikle, 1) sığınmacıları Türkiye’den bırakmama, 2) karşılığında yüklü bir miktar para almak olarak biliyoruz. Olay bundan ibâret.
Enes Ataç: Maalesef, bu sürece dâir yaşanan gelişmeler, veriler çok şeffaf bir şekilde ilerlemediği için biz hâlâ Avrupa Birliği’nden ne kadar para aldığımızı, bunu ne kadarını Suriyeliler için kullandığımızı tam olarak bilemiyoruz. Avrupa Birliği’nin açıklamasına göre 10 milyar dolar ya da euro’dan bahsediyorlar; ama hükûmetimiz ise 3 ya da 4 milyon dolar aldığından bahsediyor. Arada böyle bir açıklık var. Bundan dolayı bu süreç hiç şeffaf bir şekilde ilerlemediği için, Avrupa Birliği sözünü gerçekten tuttu mu ya da biz onlardan aldığımız bu parayı Suriyeliler için tamâmen harcadık mı bilemiyoruz. Bundan dolayı bu konu hakkında çok kesin bir şey söylemek zor. Yani nispeten çoğu ülkeye nazaran bu tarz konularda verilere ulaşım çok kısıtlı ülkemizde ya da çok yabancı kaynaklara dayanmak zorunda kalıyoruz araştırma yapabilmek için. Ondan dolayı maalesef bu konuda tam kesin bir sonuca varmak ya da kesin bir öngörüde bulunmak çok zor, o sürecin şeffaflığını öğrenmeden.
Ama şurası muhakkak ki Türkiye, Avrupa Birliği’ni bir anlamda bir mülteci akınından koruyan bir ülke. Avrupa’nın yükünü bayağı bir üstlendi; bir de oralarda yükselen yabancı düşmanlığını da düşünürsek, böyle bir olay var. Yani Türkiye bu kadar işi ciddîye almasa, herhalde Avrupa çok ciddî bir şekilde sorun yaşayacak. Bu kesin değil mi?
Enes Ataç: Bu kesin. Hattâ biz bunu nispeten, tâbiri câizse bir koz olarak kullanmaya çalıştık, Avrupa’da ayrıcalık edinebilmek için. Bunu ne kadar aldık çok tartışılır. Dediğiniz gibi, aynı zamanda sâha hareketleri çok arttı. Ama Almanya, Belçika gibi ülkeler aynı zamanda kalifiye göçmenlere muhtaçlar. Çünkü onların doğum oranları, bizde 15 senedir olması gereken seviyenin altındayken, bu ülkelerde 30-40 senelerden bahsediyoruz. Bir yandan böyle bir durum da söz konusu. Ama dediğiniz gibi, özellikle şu an sağ hareketlerin ve popülist hareketlerin çok yoğun olmasından dolayı insanlar bunu açıkça söyleyemiyor.
Evet Enes, o zaman belli ki önümüzdeki günlerde çok sık konuşacağımız bir konu olacak bu; özellikle Ankara-Şam yakınlaşmasıyla birlikte. Ama hâlâ genellikle şehir efsâneleriyle yürüyen, olayın gerçeklerini görmekten ziyâde birtakım önyargılar ve önkabullerle giden bir süreç olacak herhalde. Öyle gözüküyor değil mi?
Enes Ataç: Maalesef öyle gözüküyor ve dediğiniz gibi, her yerde sağ hareketlerin artmasından dolayı herhangi bir devletin anlaşması veya göçmenleri oraya yönlendirme gibi bir şansımız da yok. Dediğiniz gibi, Avrupa bizi kapı bekçisi misâli kullanmak istedi ve biz de buna râzı olduk, belki belli ayrıcalıklar ve belli taahhütler karşılığında. Ama bunun ne kadar gerçekleştiği ayrı bir muamma. Şu an ülke olarak zâten bir sürü olaydan, vukuattan geçiyoruz. Bunlardan dolayı onlara yeterince altyapı sağlayamıyorken, bu sorun kümülatif bir şekilde artarak hayâtımızın dört bir yanını etkiliyor ister istemez.
Çok teşekkürler Enes. Evet, Türkiye’deki sığınmacılar olayıyla ilgili birtakım önyargıları, önkabulleri ve asıl realiteleri araştırmalara dayanarak Enes Ataç’la konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.