Son on yıldır bu günü bekliyordum, 40 yaşımı..
Doğum günümü söylemekten utanırım aslında, niye bilmiyorum.. Eskiden Facebook’a yaş girmek zorundaydınız ve doğum gününüz gelmeden Facebook insanlara bildirim gönderirdi “filancanın doğum günü şu tarih, ona mesaj yaz” vs.. Tarihi yanlış girsem, insanlar başka bir günde doğum günümü kutlayacaktı, ben de doğum ayım gelince bir ay Facebook’u kapatmakta bulmuştum çareyi.. Şimdi de utanıyorum ama madem yazı günüm 40. yaş doğum günüme denk geldi, öyleyse bunun hakkında yazmalıyım diye düşündüm.. Yani hayatta kaç defa böyle bir şeye tesadüf eder ki insan? Bu yüzden o çok beklediğim yaşta neler öğrendim hayattan, bir muhasebe yazısı yazacağım..
30 olduğumda büyük bir heyecan duymuştum.. Nihayet gereksiz yaşlar bitmişti, işte şimdi macera başlıyordu, başladı da.. Kendini buluncaya dek kendi hayatı olmaz bazılarımızın, benimki de onlardandı.. Bizi kontrol etmeye çalışan insanlara aykırı yürüdüğümüz yollar bile bizim yollarımız değildir çünkü, başkalarının aksidir onlar, onların büyüyen gölgesidir.. Kendi güneşimiz en tepeye çıkmadıkça uzamaya başlamaz kendi gölgemiz.. İşte bu da genellikle 30’lu yaşlara denk gelir.. 30’lu yaşlarda kendi güneşimiz en tepeye yükselir, sonra uzamaya başlar gölgemiz..
30 olur olmaz 40’ın heyecanı sarmıştı beni.. Sanki bir pazarlık yapmıştım evrenle, önce bütün çileyi bitiriyoruz, sonra hayatın tadını çıkarmaya başlıyoruz, gibi.. Tatlıyı sona bırakırsın öyle değil mi? Ve daha 30’uma girdiğim gün saymaya başladım gerisingeri.. 40’ıma 10 kala, 9 kala, 8 kala, 7 kala.. O ana kadar dinlediğim kasetin diğer yüzünü çevirdim 30’umda ve çalıp söylemeye başladım.. O zamana kadar öğrendiklerimin bir başka yüzünü, bencesini.. Eh, nasihat verecek yaşa geldim, ne de olsa peygamberlik çağımdayım artık.. Bakalım neler öğrenmişim hayattan?
Öncelikle bir hiç olduğumu öğrendim.. Korkusuz biri yaptı beni hiç olmak.. Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu çünkü, neden daha iyi bir dünya için mücadele etmeyeyim öyleyse? Hayat karşısında hep sıfırdım ve yanıma gelenleri büyütebilir, küçültebilir yahut benimle çatışmaya kalkarsa çarpan etkisiyle onu kendimde yok edebilirdim..
Sevginin karşılıksız olduğunu öğrendim.. Bizim sevdiğimiz sevgilimiz, sevgilimiz olan sevgilimiz değildi çoğu zaman, düşümüzdeki ideali seviyorduk.. Biz, bizdeki bir aksi yahut eksikliği bulup seviyorduk.. Alacak da yoktu sevgide, verecek de.. Bu, ondan çok kendimizle ilgili bir şeydi.. İnsan kendinden geçer mi? Bu yüzden geçemiyorduk öylece sevgililerden, evlatlardan, analardan, babalardan, öylece çekip gidemiyorduk.. Sevmeyi bilmeyenler öylece çekip giderler değil mi, yahut hiç sevmeyenler..
Dokunulmaması gereken çok şeye dokundum, hiçbir şeyin dokunulmaz olmadığını öğrendim dokundukça.. Bazen yanar eliniz, bazen kanar ama dokunmasını bildikten sonra her şeye dokunabilirsiniz, dokunmalısınız da.. Belki sizin dokunmanızla değişecektir bazı şeyler..
Beklemeyi öğrendim, sabretmeyi.. Benim kadar hızla dönmüyordu dünya.. Beklemeyi öğretti, zamanla.. Saatleri, mevsimleri, insanları bekledim.. Emelleri, methiyeleri, belaları.. Aradığımı buldum hep tam ihtiyacım olan zamanda.. Zamansız gibi gelen şeylerin hikmeti görününceye kadar beklediğimde anladım neden beklediğimi.. Geç kaldım bazen de ama kaybedebileceğim şeylere geç kaldım, en başından içerilerde bir yerlerde hüküm verilmişti demek ki..
Kendimi fazla ciddiye almamayı öğrendim, komik duruma düşmek istemiyorsam..
Fazla da mütevazi olmamayı öğrendim, aşağılanmak istemiyorsam..
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Dik durmayı öğrendim herkesin ve her şeyin karşısında, bir omurgam vardı ve onu doğru kullanmalıydım..
Kibirli olmamayı öğrendim.. Kibir, yok edici dozu en yüksek zehirdir.. Evrenin tümünün bir cüzüyüz yalnızca ve diğerlerinden üstün olduğunuzu iddia ettiğiniz anda tüm bakışlar üzerinize döner, evrenin geri kalanı bu iddiadan pek hoşlanmaz, ağzınızın payını verir.. Nazar da buradan gelir mesela, sonra iki damla nazarınızı akıtırsınız ve geçer gider, ödeşmiş olursunuz..
Kararı öğrendim, kararında yaşamayı, kararında uyumayı, kararında yemeyi, kararında yaklaşmayı, kararında susmayı, kararında konuşmayı, kararında sevmeyi, mesafeyi korumayı öğrendim..
Evreni yaşamayı öğrendim, imgeleri izlemeyi, gözleri gülmeyi, seslere kulak vermeyi, ben bilirim demeden sormayı, dinlemeyi, anlamayı, sezmeyi ve keşfetmeyi.. Bende olmayan diğerindeydi her zaman, diğerini saymayı öğrendim..
İstemeyi öğrendim, istemeyi ve almayı.. İstemediğin müddetçe asla bilemezdin senin olup olmayacağını, bu yüzden çekingenliği attım üzerimden, gittim ve istedim.. Bazen aldım, bazen alamadım, bazen alıp bıraktım, bazen alıp fırlattım, bazen alıp mahvettim.. Sadece kendimden bilmedim ama evrenle birlikteydim bu işte.. Zira o ol demedikçe olmuyordu en olabilecek olan ve birden bire olabiliyordu asla olmayacak olan.. Bu, evrenle aranızdaki ilişkiye, onun sizin hakkınızdaki fikrine ve eşref saatinde mi yoksa eşşek saatinde mi olduğuna göre değişiyor sanırım.. Bir de hırsınıza, tamahınıza, neleri göze aldığınıza, neleri gözden çıkardığınıza, neleri feda edebileceğinize, kendinize sakladıklarınıza bakıyor her halde.. Örneğin, bir şeyi arzuluyorsunuz ancak onun değeri benliğiniz, içten içe pazarlık ediyor ve vazgeçiyorsunuz ondan..
Dürüst olmayı öğrendim ve bunun ne kadar büyük bir güç olduğunu.. Yalanlardan, riyalardan, dedikodulardan, iftiralardan, algılardan daha büyük bir güçtü gerçekler çünkü gerçektirler.. Gerçeklerim olmasını istedim bu yüzden.. Gerçek ilişkiler, gerçek bir iş, gerçek sebepler, gerçek başarı, gerekirse gerçek acı.. Gerçek olsun da..
Olanı olduğu gibi kabul etmeyi öğrendim.. İster dağ olsundu, ister fare, neyle uğraştığımı bilmek benim için zamandan tasarruf etmek demek ve bir şekilde onun hakkından gelebileceğimi yahut gelemeyeceğimi bilmek.. Hayal kurmayı bırakıp işe koyulabilirim böylece yahut vakitlice vazgeçebilirim..
Zaaflarımı kabul etmeyi öğrendim, ne de olsa altı üstü bir insandım işte.. Her an her şey olabilir, her an yücelebilir her an mahvolabilirdim.. En kötüsü olduğunda sakin kalmayı öğrendim böylece, en kötüsü çoktan olmuştu ve bana bir şey olmamıştı, hâlâ hayattaydım ve devam ediyordum işte..
Mumu usul söndürmeyi öğrendim, demiri incinmeden bükmeyi.. Yalanı yüzüne vurmayı öğrendim bazen bıyık altı gülmeyi.. İddia sahibi olmayı öğrendim, bazen dalgalara bırakmayı kendimi..
37 yaşımda ölmeyi dilerdim eskiden, 32 yaşımda ana olmayaydım.. Yine de devam etmeyi öğrendim, tok olsam da her şeye..
Kadınlığımı öğrendim.. Kadın olarak gelmiştim dünyaya ama bana hep kadınlığımı gizlemem gerektiği öğretilmişti, kadın olmaktan utanmam gerekiyormuş gibi.. Kadınlığımı keşfettim ve göğsümü gere gere yürümeyi..
Kendi soyadımı almam gerektiğini öğrendim.. Soyun sopun bir öneminin kalmadığı bir çağda, erkeğin yerini bilmesi gereken bir çağdayız artık.. Devletin yasaları ve tanrının ayetleriyle kendini korumaya alan erkeklerin soyadını almayı, onların adlarıyla damgalanmayı reddettim.. Kendi soyadımı seçtim ve kendine güveni tam olmayan bir erkek istiyor diye bir daha asla onu değiştirmeyeceğim.. İnsanlar adlarını da kendileri seçmeli ve bu soy-sop işi bitmeli artık..
Evrenin yalnızca bir parçası olduğumu öğrendim.. Kendi hayatım haricinde hiçbir hayatın merkezinde olmamayı..
Yaşamayı öğrendim, ölümle yüzleştikten sonra.. Ölümü, neyse ki bu hayatın bir gün biteceğini kabullendikten sonra onu doyasıya yaşamam gerektiğini öğrendim.. Belki, yalnızca bir defa deneyimleyeceğim yaşamak macerasında nelerin yahut kimlerin vakit ayırmaya değdiğini, nelerin ve kimlerin değmediğini anladım..
Kusurlarım vardı benim de.. Fala meraklıyım mesela, benim gibi gerçekçi bir insan için inanılmaz bir tezat.. Ama neden olmasın, sıcak kızıştığında denize atlayıverirsin değil mi? Aman, erkekler orospuya gider, kadınlar falcıya.. Ne olmuş yani, bir şekilde stres atmamız lazım..
Kendimi kandırmalardan arındırdığım süreçte elimde Mesnevî vardı, rüyalarımı terk ederken.. Ben Mesnevî’yi hatmettim ve o da beni fethetti.. Kendime bir Mesnevî falı çekerim arada, la havle kaldığımda, bana akıl, sabır, nasihat versin diye.. Kendime bir Mesnevî falı çekeyim 40 yaşım için, bakayım ne öğüt verecek?
Gözümü yumdum, kitabı açtım ve parmağımı kaydırarak seçtim..
“Suya susamış, su ise önünde.. Bilmez ki o akarsuyun içinde..” Mesnevî-i Şerif / 5.Cilt – 1084. Beyit
Hay Allah, 84 doğumluyum diye dedemin yaptığı işe bakın.. Tamam, mesaj alınmıştır.. 50’ye 10 kala akarsuyu keşfedeceğiz.. Ne de olsa bir yengecim, biraz su, biraz kumda oynayacağım ve doyasıya yaşayacağım bu hayatı..