Türkiye’de Hemşinliler nerede yaşıyor? Türkiye’de kaç Hemşinli var? Hemşinliler neden bir göç halkı? Hemşince nasıl bir dil, kaç kişi konuşuyor? Hemşinlilerin kültürü, tarihi ve dilleri günümüze nasıl geldi?
Bir mozaik olarak Türkiye serisi devam ediyor. Ruşen Çakır konuğu Neşenur Altunkaya ile Türkiye’de Hemşinlileri konuşuyor.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Evet, “Bir mozaik olarak Türkiye” yayınlarımızın dokuzuncusunu gerçekleştiriyoruz. Laz diye başladık; tabiî ben Laz olduğum için ilk sıraya Lazlar’ı koydum. Çerkesler, Zazalar, Ermeniler, Rumlar, Gürcüler, Yahudiler, Ezidiler dedik. Şimdi Hemşinliler’e geldi sıra. Ama bunun bayağı bir devâmı olacak. Herhalde en aşağı otuzu falan buluruz. Evet, Hemşinliler’i Neşenur Altunkaya ile konuşacağız. Hoş geldin.
Neşenur Altunkaya: Hoş bulduk, merhabalar.
Ruşen Çakır: Şimdi ben Lazlar’ı Mehmedali ile konuştum, ama Mehmedali ile biz hemşeri değiliz, o Ardeşenli. Ama şimdi Hemşinliler’i bir hemşeriyle konuşuyoruz. Kemalpaşalı’sın; aslında Kemalpaşa eskiden Hopa’ya bağlıydı.
Neşenur Altunkaya: Evet, yeni ilçe oldu. Kararnâme ile birlikte yeni ilçe oldu.
Ruşen Çakır: Siz de Makriyali mi diyorsunuz?
Neşenur Altunkaya: Makriyali diyoruz, evet.
Ruşen Çakır: Biz de öyle diyoruz. Lazlar da öyle diyor. Hemşinli çok bilinen bir grup değil. Karadeniz’de benim bildiğim… ki benim daha fazla biliyor olmam lâzımken, meselâ şunu bilmiyorum: Sâdece Doğu Karadeniz’de, hattâ Batı Karadeniz’de de Hemşinliler olduğunu biliyorum; yani Lazlar’ın olduğu yerlerde hep olduklarını biliyorum; ama meselâ Gürcistan’da var mı ya da başka yerlerde var mı?
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Neşenur Altunkaya: Aslında birçok yerde var. Ben öncelikle size teşekkür ederek başlamak istiyorum. Bu yayın serisi gerçekten çok kıymetli. Özellikle Türkiye’de yok olmak üzere olan diller ve azınlıklarla alâkalı çok az program var. O yüzden burada bir şeyleri dile getirebiliyor olmak çok kıymetli. O yüzden özellikle teşekkür etmek istiyorum. Hemşinliler tabiî ki sâdece Karadeniz coğrafyasında yok. Biz aslında bir göç halkıyız. Yani hem doğal yaşamımızda bir göç halkıyız; çünkü hayvancılıkla uğraşıyoruz, yaylalara çıkıyoruz, geliyoruz ve konar-göçer yaşamışız uzun yüzyıllar ve aynı zamanda târihî olaylardan da sıklıkla etkilenmiş ve ondan kaynaklı da göçlere mâruz kalmış bir halkız. Şu an Türkiye’de yaklaşık 150-200 bine yakın Hemşinli olduğu tahmin ediliyor; ama bununla alâkalı resmî kayıtlar yok. Doğal olarak biz aslında kendimizce yaptığımız bâzı rakamlardan çıkartıyoruz bunu. Hopa, Borçka, Kemalpaşa bölgelerinde Hemşince konuşuluyor. Hemşince bir dil ve Ermenice’nin bir arkaik dili olarak, yani lehçesi olarak kabul ediliyor. En eski, yeryüzünde konuşulan en eski Ermenice Hemşince’dir diye bir söylem var ve bu, dilbilimsel açıdan da ispatlanmış bir noktada. Bununla berâber, zâten merkez Rize’nin Hemşin bölgesi; işte bu Zilkale, kaleyi görmüşsünüzdür o bölgede olduğunuz için, orası aslında bir Hemşin Kalesi ve bir Hemşin prensi tarafından yapılan bir kale. Akabinde yine sürgünler, göçlerle birlikte, Abhazya, Soçi bölgesinde ve daha çok bizim aslında dil benzerliğine sâhip olduğumuz Hemşinliler var. Doğal olarak aslında böyle yayılmış bir Hemşin kültüründen bahsetmek mümkün. Ama dil konuşulan bölge dediğimiz zaman, Türkiye’de sâdece Hopa, Kemalpaşa ve Borçka Hemşinlileri — Kuzey Hemşinlileri saymazsak, yurtdışındakileri saymazsak.
Ruşen Çakır: Peki, Çamlıhemşin’deki Hemşinliler de dili konuşuyor mu?
Neşenur Altunkaya: Hayır, şöyle: Aslında en fazla konuşulması gereken bölge orası. Aslında biraz târihinden bahsetmekte fayda var sanırım. Şimdi Amatuni Prensliği diye bir prenslik var. Hemşin kimliğinden bahsederken kimlik konusu bizde çok sıkıntılı bir konu. Çünkü Ermeni oluş ve Türk oluş arasında bir ayrım altındayız, ciddî bir tartışma konusu. Bu tartışmada ortaklaşılan bir târih var. Yani Türk olduğunu söyleyen ve Ermeni olduğunu söyleyen ekipler, bilim adamları şunu söylüyorlar: Amatuni Prensliği aslında Hemşinliler’in kökenidir. Yani Amatuni Prensliği, Hemşinliler’dir ve Hamamşen adında bir prens tarafından Hemşin bölgesine gelip yerleşmişler. Fakat öncesi bir sorun; Ermenistan’ın Sevan bölgesinden biz göçmüşüz; Arap baskıları nedeniyle Hemşin topraklarına gelmişiz. Fakat Sevan bölgesinde, “Amatuni Prensliği nereden gelmiş?” sorusunda, Türklük ve Ermenilik konusu gündeme geliyor. Bâzıları diyorlar ki, işte, İran’dan gelme bir Türk boyu, bâzıları da diyorlar ki Ermeni boyu.
Ruşen Çakır: Zâten şu âna kadar yaptığım yayınlarda hep, “Aslında öyle değil, böyle” diyenlerden çok şeye uğradım. İstersen belli bir yerde orayı bir tartışmaya… Ama şu ilgimi çekti: Yani Hemşin’deki ve Çamlıhemşin’dekilerin dili konuşmuyor olmaları. Yani unutmuşlar anlamına mı geliyor?
Neşenur Altunkaya: Unutmuşlar. Aslında Hasan Uzunhasanoğlu o bölgede konuşulan kelimeleri toparlamış ve o kelimeler aslında Hemşince kelimeler. “Titer” adında bir sözlük yapmış. Bu bilimsel bir sözlük değil, tamâmen duyumlarla berâber oluşturulmuş bir sözlük. Oradan zâten bir Hemşince’nin varlığı, kalıntısı belli oluyor. Bir de Raşot bölgesinde 20-30 sene öncesine kadar bayağı Hemşince konuşulan bir dil var. “Armence” diyorlar dillerine. Doğal olarak aslında o bölgede bir Hemşince durumu var. Fakat Hemşin’den Hopa ve Borçka bölgesine göç eden Hemşinliler biraz daha dağlık kesimlerde yaşamışlar ve bu dağlık kesimlerde biraz daha kapalı kalmışlar. Orada da dil hâkimiyeti devam etmiş. Maalesef şu an Hemşin bölgesinde Hemşince konuşulmuyor, %99 oranında konuşulmuyor diyebiliriz.
Ruşen Çakır: Tabiî ilk aklıma Murat Karayalçın geliyor, değil mi? En meşhuru…
Neşenur Altunkaya: Evet.
Ruşen Çakır: Ama meselâ ben onun kalkıp kendisinin Hemşinli olduğunu söylediğine hiç tanık olmadım. Aslında kamusal alanda baktığımda, Hemşin kimliğini… Aslında bu birçok kişi için de geçerli. Gürcüler’le ilgili yaptığımız yayında da böyle oldu. Gürcü olduğunu bildiğimiz, meselâ Kadir Topbaş hiçbir zaman kalkıp da bir yerde, “Ben Gürcü’yüm, Gürcü asıllıyım” demedi; ama sorulduğu zaman da söylüyordu. Sizde de aynı durum mu söz konusu?
Neşenur Altunkaya: Bizde aslında kimlik meselesi çok karmaşık bir konu; yani kimin ne hissettiğiyle alâkalı. Biz genellikle doğrudan “Hemşinli’yiz” diyoruz. Yani kamusal görünürlük anlamında da aslında birkaç isimden bahsetmek lâzım. Özcan Alper’in kısa filmi Momi’yi izlediniz mi bilmiyorum, ama kesinlikle tavsiye ederim. O, Hemşince çekilmiş ilk kısa film. Aslında onunla berâber de biraz farkındalık söz konusu oldu ve kendimizi biraz daha “Hemşinli’yiz” şeklinde ifade etmeye başladık.
Ruşen Çakır: Evet, Özcan gerçekten… söyleyince hatırladım.
Neşenur Altunkaya: Çok katkısı var.
Ruşen Çakır: Evet ve Hemşin kimliğine sâhip çıkan önemli bir isim. Müzik de var herhalde.
Neşenur Altunkaya: Ondan da bahsetmeden geçmek olmaz. “Vova” grubun adı, dünyadaki ilk Hemşin albümünü yapan grup. Hikmet Akçiçek ve Ersin Çelik liderliğinde oluşan bir grup. Şâhâne şarkıları var. Bizim türkülerimizi, mânilerimizi de derlediler. İki albüm çıkardılar; bir tânesinde Ersin Çelik dâhil oldu, bir tânesinde olmadı. Ama Hikmet Akçiçek müzikal anlamda ciddî bir katkı sağladı. Hemşin enstrümanı olarak da özellikle Hopa Hemşin bölgesinde kaval çok önemli bir enstrüman. “Hemşin kavalı” deriz. Hemşin kavalını da müziğin içine dâhil ederek…
Ruşen Çakır: Hiç duymamıştım.
Neşenur Altunkaya: Evet, Hemşin kavalı kıymetlidir bizde. Doğal olarak kamusal görünürlük anlamında aslında dil yok olmaya başladıktan sonra ifâde biçimleri biraz kendini değiştirmeye başladı ve bu ifâde biçimi biraz daha kültür-sanat alanına yöneldi. Çevirilerimiz var, Mahir Özkan’dan ve Huriye Şahin’den de bahsetmek lâzım. Bazı mânilerin çevirileri yapıldı, Küçük Prens’in Hemşince’ye çevirisi yapıldı. Şimdi birkaç tâne daha kitabın çevirisi yapılmak isteniyor.
Ruşen Çakır: Alfabe?
Neşenur Altunkaya: Biz Latin alfabesini kullanıyoruz mecburen; zâten Hemşince asla yazılı bir dil hâline gelmemiş. Düşünsenize, 700 yıllık bir târihten bahsediyorsunuz. Amatuniler’in Hemşin bölgesine gelişi 760-780 olarak kabul ediliyor ve yıkılışı da 1500-1600’lü yıllara kadar devam ediyor, işte o Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyetiyle birlikte. Ve o esnâda yazılı hiçbir şey bırakılmamış. Yani bu çok ilginç geliyor bana açıkçası. Hâlâ da yazılı devam eden bir durum yok.
Ruşen Çakır: Geçenlerde, geç bir şekilde Nikolay Marr’ın Lazistan’a Yolculuk (Aras Yayıncılık, 2016) kitabını okudum, çok iyi bir kitap. Ve o, 1900’lerin başlarında dolaşmış ve orada esas Lazlar’a bakıyor; ama Hemşinliler’le de karşılaşıyor o târihten îtibâren. O târihte de, yanlış hatırlamıyorsam, kitapta da Hemşinliler daha böyle yoksul, gariban. Yani Lazlar daha bir orta… O târihte orta sınıf demek pek şey değil; ama ticâretle uğraşan Lazlar varken, Hemşinliler daha… Ben de hep öyle hatırlıyorum çocukluğumdan beri. Yani bizim yaşadığımız Hopa’da, Kemalpaşa’da, Hemşinliler Lazlar’dan daha yoksul olarak görülürdü. Ama şimdi iş değişti sanki. Daha bir Hemşinli orta sınıfı ortaya çıktı herhalde.
Neşenur Altunkaya: Hemşinli burjuvazisinden bile bahsetmek mümkün artık. Yani şöyle: Evet, çünkü biz dağ halkıyız. Biz koyunculukla hayâtımızı devam ettirmişiz uzun yüzyıllar ve tamâmen kapalı bir dünyadayız. Yani Hemşin köylerine ve yaylalarına geldiğinizde, oralara şu an bile arabalarla giderken, şehirden gelen, kentten gelen insanlar, “Nasıl yani? Buralarda nasıl yaşam sürülebilir?” diyorlar. Çünkü yaylalarımız 2700 rakımda, köylerimiz nispeten denize daha yakın fakat tamâmen kapalı. Hele geçmişi düşünürseniz, bundan 100 yıl öncesini, ciddî bir mesâfe katetmek zorundasınız. Lazlar daha çok sâhil kesimine yerleşmiş, balıkçılık yapmış, balıkçılıktan ticârete dönüşmüş bir şekilde; yol geçen yerlerde hayatlarını idâme ettirmişler. Fakat Hemşinliler… Abartmış olmam sanırım, ama ben küçüklüğümde köye gittiğim zaman, meselâ çarşıya gitmek bir lüks olarak görülürdü, yani o sâhile inmek, o denize inmek farklı bir durumdu. Fakat tabiî ki özellikle çay tarımının bizim topraklarımıza gelmesiyle birlikte ciddî bir atılım gerçekleşti bizde. Birincisi, eğitim konusu gündeme geldi; ikincisi, çay tarımıyla berâber artık, üzücü bir şekilde, aslında kültürel mîrâsı da kaybettik. Bizim imecelerimiz yok oldu. Hep berâber mısır ekimlerine giderlermiş, şarkılar türküler söylerlermiş, bir ev mutlaka köyün sâkinleri tarafından yapılırmış. Bunlar da yok olmuş. Doğal olarak çay tarımıyla birlikte Hemşin kültürü de yavaş yavaş farklı bir noktaya doğru kaymaya başlamış ve aslında Lazlar’la bir denkleşmeye doğru ilerlemiş. Daha yoksul demek ne kadar doğru olur ondan emin değilim; çünkü aslında hayvancılıktan kaynaklı ciddî bir ekonomi söz konusu. Yani peynirini, sütünü kendi içinde yapıyor; eti zâten kendi elinde vs., ama daha kapalı olduğu ve daha dağlı yaşadığımız doğru.
Ruşen Çakır: Bu kapalılık meselesini tam sormayı düşünüyordum. Meselâ evlilikler Hemşinliler arasında hep kendi içlerinde mi oluyor? Karma evliliklere nasıl bakılıyor? Tabiî son dönemde herhalde kontrol etmek mümkün değildir ama. Bir de tabiî çocuklar… Çocuklar dili hemen öğreniyorlar mı? Meselâ İstanbul’a yerleşmiş bir Hemşin âilesinin çocuğu Hemşince konuşabiliyor mu?
Neşenur Altunkaya: O konuda ben çok güzel bir örneğim. Ben kentte büyümüş bir Hemşinli’yim, yani köy hayâtı yaşamadım. Doğal olarak kentte büyümüş bir Hemşinli olarak dili öğrenemedim. Çünkü bizim için öncelik her zaman anadilden ziyâde kentin dili; işte, İngilizce konuşmak, farklı dilleri konuşmak ve aslında bu dünyaya ayak uydurmaktı. Az önce dediniz ya? O yoksul dünyadan gelip tekrar bir yoksulluğun içerisine girmektense, farklı bir dünyaya eğilmek bizim için daha kıymetliydi. Ben aslında üniversiteyle birlikte ve Hemşin Kültürünü Araştırma Yaşatma Derneği ile birlikte, Hemşinli kimliğini fark edip bu dili öğrenmeye başladım. Şu an 30 yaş altı Hemşince konuşabilen kaç kişi var deseniz, rakamı çıkartamam ama inanın çok az. Çocuklarımız öğreniyor mu diye sorsanız, meselâ şu an Makriyali’ye gittiğinizde, Kemalpaşa’ya gittiğinizde, Hemşin köylerinde çocuklar, evet, Hemşince bir şeyler biliyorlar; ama anadil midir Hemşince? Hayır, değil. Doğal olarak aslında çok üzücü bir noktadayız.
Ruşen Çakır: Şu anda öğrendiniz mi, konuşabiliyor musunuz?
Neşenur Altunkaya: Güçlü oranda evet. 30 yaşından sonra Hemşince öğrendim ve bununla alâkalı da çalışmalar yapmak istiyorum.
Ruşen Çakır: Benim de benzer bir öyküm var. Lazca öğrenmeye yıllar sonra İstanbul’da çalıştım, ama yapamadım ve kaldı. Hâlâ tabiî çocukluğumdan bildiğim birtakım şeyler var, ama çok sınırlı. Fakat orada şöyle bir şey oluyor: İnsanlar genellikle anadil dediği zaman “Biliyor musun?” diye soruyorlar. “Bilmiyorum” dediğimde, “O zaman anadilin değil” diyorlar. Halbuki anadilim, yani annemin de babamın da dilidir. Peki şu anda ne bekliyorsunuz, ne istiyorsunuz?
Neşenur Altunkaya: Ben HADİG’den bahsetmeden geçmeyeyim. Aslında burada HADİG’in belki beklentilerinden bahsetmek gerekir. Hemşin Kültürünü Araştırma ve Yaşatma Derneği, 2011 yılında kurulmuş, İstanbul merkezli bir Hemşin derneği. Kültür sanat faaliyetleri yürütüyor. İçerisinde aslında çok katmanlı işler yapan bir dernek. Ben de şu an o derneğin yönetim kurulundayım, yönetim kurulu başkanlığını yapıyorum. Beklenti olarak aslında Hemşinliler özelinde etnik kimlik talebi olacağını düşünmüyorum Hemşinliler’in; çünkü çok kısıtlı bir yerdeyiz, artık dil yok olmak üzere. Bu, resmî olarak dil atlaslarında, UNESCO’nun dil atlasında belli. Fakat Hemşin Kültürünü Araştırma ve Yaşatma Derneği (HADİG) olarak ne istiyoruz diye sorarsak, birincisi Hemşinliler’in bir kurumsal kimlik altında kültürlerinin yok olmamasına karşı bir direniş içerisine geçmesi çok kıymetli. Öncelikle talebimiz dernek olarak bu olacaktır. İkincisi, aslında biz Türkiye halkları özelinde daha demokratik ve özgür bir Türkiye Cumhuriyeti içerisinde kültürel mîrâsımızı koruyabilmek ve ortak mîraslarımıza sâhip çıkabilmeyi talep edebiliriz ancak. Onun dışında özel bir talepte bulunmamız şu aşamada çok mümkün değil.
Ruşen Çakır: Üniversitelerde mesela Gürcüce var, Lazca var, Kürtçe, Zazaca var. Hemşince’nin üniversitelerde bölümü var mı?
Neşenur Altunkaya: Hayır, yok. Bunun talebinde de bulunamadık; çünkü bunu öğretebilecek bir kadromuz yok. Yani şimdi Mahir Özkan çok iyi bir eğitimci bu anlamda, hem öğretmen hem de Hemşince çeviriler yapıyor. Hikmet Akçiçek kezâ yine iyi bir noktada. Huriye Şahin arkadaşımız aynı şekilde. Fakat bunun başvurusunu yapabilmek dahi bizim için mümkün değil. Çünkü bir talep yok. Yani Hemşince ile alâkalı bir talep yok. Özde bir kayboluş var aslında. O özü yerine getirmeden de bu talebi karşılayabilecek bir akademik kadro oluşturmak mümkün değil.
Ruşen Çakır: Ben üniversite diye sordum, ama sizin söylediğiniz, aynı zamanda ilkokullardaki seçmeli dersler için de geçerli.
Neşenur Altunkaya: Evet, hepsi için geçerli.
Ruşen Çakır: Peki o zaman nasıl olacak? Meselâ siz şimdi bir vakıf, dernek içerisinde çalışıyorsunuz ve kültürü yaşatmaya çalışıyorsunuz. Hemşinliler meselâ bu tür girişimlere sâhip çıkıyor mu, yoksa “Ne gerek var? Ne olur ne olmaz…” falan gibi duygular mı hâkim?
Neşenur Altunkaya: Çok teşekkür ederim bu soruyu sorduğunuz için; kanayan yaramız bu aslında. Biz ilk etapta 2011 yılında bu dernekle yola çıktığımızda gerçekten çok güzel karşılandık. Çünkü içerisinde Sakarya Hemşinlileri de vardı, Hopa Hemşinlileri de vardı. Yani Türkiye’deki bütün Hemşinlileri kapsıyordu ve Abhazya’daki Hemşinliler’le, Soçi’de akrabalarımız olan kişilerle bağlantı kurduk. Meselâ benim sülâlem Gabremoğlu sülâlesi olarak belirtilir. Soçi’de benim Gabremoğlu akrabalarım olduğunu dernek sâyesinde keşfettik. Fakat zaman içerisinde Türkiye öyle bir noktaya geldi ki, artık kimse dil ve kimlik konusunu gündeme getirmek istemiyor. Çünkü herkes bir geçim derdinde. “Hadi şu etkinliği yapalım” dediğimizde, o etkinlikle alâkalı öncelik veremiyorlar. Doğal olarak aslında biz şu an dernek olarak çok kısıtlı bir çerçevede, çok kısıtlı etkinlikler yapabiliyoruz ve insanları da bu noktada anlayabiliyorum aslında. Çünkü bambaşka bir dünyada yaşıyoruz. Her gün farklı farklı haberler geliyor ve herkesin geçim sıkıntısı var. Doğal olarak kimlik meselesini aslında biraz da bütün halkların birbirini desteklemesi ve birbirini savunmasıyla yeniden inşâ etmek mümkün olabilecek gibi geliyor bana.
Ruşen Çakır: Şimdi, diğer yerlerdekileri bilmiyorum, ama Hopa, Kemalpaşa vs.’de benim bildiğim Hemşinliler siyâsî olarak daha sol bir pozisyona sâhipler.
Neşenur Altunkaya: Evet.
Ruşen Çakır: Hepsi değil tabiî ki, ama daha sol bir pozisyona sâhipler, daha bir muhâlif kimlikleri de var. Sanki şöyle bir şey var: Yani daha böyle etnik kimlik gibi şeylerle uğraşmak biraz onlara ters mi geliyor?
Neşenur Altunkaya: Yüzde yüz öyle. Yani özellikle sol sosyalist gelenekten gelen Hemşinliler için –ki benim için de öyle–, etnik kimliğin, yani “Ben Türk’üm, Ermeni’yim, Arap’ım, Çerkez’im” demek, aslında kültürel mîrâsa sâhip çıkmak için söylenen şeyler. Yoksa insanlık bâkîdir ya; insan olmaktır dert ve mesele. O yüzden sol sosyalist gelenekte, doğru, haklısınız, böyle bir söylemin olması çok normal. Sol sosyalist geleneğin dışında da aslında dediğim gibi, meselâ Sakarya Hemşinlileri’ne gittiğiniz zaman, bambaşka bir yapı var. Bahsettiğiniz gibi, Hopa ve Kemalpaşa özelinde sizin söylediğinizi söylemek daha mümkün.
Ruşen Çakır: Peki nasıl toparlayalım? Ne demek istersiniz Hemşinliler için?
Neşenur Altunkaya: Kendi adıma öncelikle şunu söyleyeyim: Ben Hemşinli’yim ve diğer kimliklerin, yani Hemşinli Ermeni, Hemşinli Müslüman, Hemşince vs., bunların hiçbiri benim için önemli değil. Hemşinli olmak ve Hemşin kültürünü yaşatmak çok kıymetli. Bu anlamda da HADİG çevresinde biz Hemşin’e dâir, Hemşin kültürüne dâir etkinlikler yapmaya devam edeceğiz. Bu etkinliklere sâhip çıkılırsa ve özellikle Hemşinliler’in Hemşin geleneklerine sâhip çıkması sağlanabilirse, çok güzel bir kültürel mîrâsa sâhip çıkmış olacağız.
Ruşen Çakır: Peki burada meselâ şöyle şeyler var, az önce son dedim ama, Hemşinliler’in yaşadığı yerlerde belediyeler var.
Neşenur Altunkaya: Evet.
Ruşen Çakır: Meselâ Hopa, Kemalpaşa belediyeleri var, Borçka belediyeleri var ya da Pazar, Ardeşen falan. Oralarda da herhalde vardır Hemşinliler.
Neşenur Altunkaya: Evet, evet var.
Ruşen Çakır: Belediyelerin bu konuda yaptığı bir şey ya da yapabileceği şeyler var mı?
Neşenur Altunkaya: Şöyle: Aslında Karadeniz coğrafyasındaki belediyelerde, özellikle Hemşinliler’in yaşadığı belediyelerde ciddî bir değişim var ve bu değişim çok sevindirici bir noktaya doğru ilerliyor. Şu an Kemalpaşa Belediye Başkanı Laz, Hopa Belediye Başkanı Hemşinli, Borçka Belediye Başkanı bambaşka bir noktada. Diğer tarafta Ardeşen yine bir Hemşinli tarafından idâre ediliyor şu anda. Böyle bir mozaik var ve çok güzel bir mozaik. Ve bu belediye başkanları sürekli birbirleriyle iletişim hâlindeler. Bu sene yapılan festivaller meselâ köylere taşındı. Köylere taşınan noktada da ister istemez bir dil, türküler, mâniler derleniyor ve o yüzden yeni gelen belediye başkanlarının bu anlamda çok ciddî çalışmalar yapacağını gördük. Devâmını da getireceklerine inanıyoruz.
Ruşen Çakır: Evet, en azından belediye başkanlarının o yöredeki kültürlere sâhip çıkmalarını ve teşvik etmelerini dileyelim ya da onlara böyle bir çağrı yapalım.
Neşenur Altunkaya: Umarız.
Ruşen Çakır: Bâzılarını şahsen de tanıyorum, bizzat da söyleyebilirim. Ama meselâ Fındıklı bayağı bir konuda çok iyi. Takdir etmek lâzım.
Neşenur Altunkaya: Evet, çok iyi.
Ruşen Çakır: Evet, Neşenur Altunkaya ile Hemşinliler’i konuştuk. Bakıyorum: Her sefer rakamları karıştırıyorum; evet, “Bir mozaik olarak Türkiye”nin 9. bölümü. Evet, benim bildiğim, ama Türkiye’deki birçok insanın çok fazla bilmediği bir topluluktan, Hemşinliler’den bahsettik. Neşenur Altunkaya’ya çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.