Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail’e yönelik gerçekleştirdiği saldırılar, İsrail-Filistin çatışmasında yeni bir dönüm noktası oldu. Bu olay, sadece bölgesel ve küresel dinamikleri değil, aynı zamanda İsrail’in iç siyasetini de derinden etkiledi. Bu süreci daha iyi anlamak için, Hamas ile İsrail arasındaki ilişkinin karmaşık doğasına ve Binyamin Netanyahu’nun başbakanlığı dönemine odaklanmak gerekiyor. Bu bağlamda, savaşın İsrail iç siyasetini nasıl etkilediği ve İsrail toplumunu nasıl dönüştürdüğü dikkatle incelenmesi gereken birer husus olarak öne çıkıyor.
7 Ekim 2023 sabahı, İsrail tarihinin en kanlı saldırılarından birine sahne oldu. Hamas militanları sınırı geçerek İsrail topraklarına girdi ve sivil yerleşim yerlerine saldırdı. Resmi sayılara göre bin 200’den fazla İsrailli hayatını kaybetti, 240 kişi de rehin alındı. Bu olay, İsrail’in güvenlik algısını ve siyasi dengeleri derinden sarstı.
Saldırılar öncesinde İsrail siyaseti başka gündemlerle meşguldü. Başbakan Binyamin Netanyahu’nun yargı reformu girişimi ülkeyi ikiye bölmüştü. Yüz binlerce İsrailli aylardır sokaklarda protesto gösterileri düzenliyordu. Netanyahu’nun popülaritesi düşüşteydi. Kamuoyu yoklamaları, erken seçim olması halinde iktidarı kaybedeceğini gösteriyordu.
Hamas’ın kuruluşu ve İsrail ile ilişkisi
Hamas’ın kökleri 1987’deki Birinci İntifada’ya dayanıyor. Örgüt, Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu olarak ortaya çıktı. Başlangıçta daha çok sosyal hizmetler ve dini faaliyetlerle ilgileniyordu. Ancak zamanla silahlı mücadeleyi benimseyen radikal bir örgüte dönüştü.
1990’ların başında, Oslo Barış Süreci devam ederken, İsrail Hamas’ı Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) karşı bir denge unsuru olarak gördü. Bazı İsrailli yetkililer, Hamas’ın güçlenmesine göz yumdular. Amaç FKÖ’yü zayıflatmak ve Filistinlileri bölmekti.
2006’da Hamas Gazze’de seçimleri kazandı ve yönetimi ele geçirdi. İsrail ve uluslararası toplum Hamas’ı tanımadı. Gazze abluka altına alındı. Ancak Netanyahu hükümetleri döneminde Hamas’a karşı ilginç bir politika izlendi.
Netanyahu’nun Hamas stratejisi
Netanyahu 2009’da başbakan olduktan sonra, Hamas’a karşı “çim biçme” olarak adlandırılan bir strateji benimsedi. Bu stratejiye göre Hamas tamamen yok edilmeyecek, belli aralıklarla zayıflatılacaktı. Böylece örgüt kontrol altında tutulacak ama tamamen ortadan kaldırılmayacaktı.
Bu politikanın birkaç amacı vardı:
- Hamas’ı tamamen yok etmek çok maliyetli ve riskliydi.
- Hamas’ın varlığı, Filistin Yönetimi’ni zayıflatıyordu.
- Hamas tehdidi, İsrail’in güvenlik odaklı politikalarını meşrulaştırıyordu.
- Gazze’deki Filistin’in merkez siyasetinden ayrıksı yapı, iki devletli çözümü imkansız hale getiriyordu.
Netanyahu hükümetleri döneminde Hamas’a bazı tavizler söz konusu idi. Katar’ın Gazze’ye para transferlerine ve yardımlarına izin verildi. Gazzelilere İsrail’de çalışma izinleri verildi. Hatta bazı İsrailli yetkililer, Hamas’ın Gazze’deki varlığının İsrail’in çıkarına olduğunu açıkça ifade ettiler.
Örneğin, 2019’da Netanyahu’nun basın danışmanı Jonatan Urich şöyle demişti: “Netanyahu’nun başarılarından biri Gazze’yi Batı Şeria’dan siyasi ve kavramsal olarak ayırmasıdır. Filistin devleti vizyonunu bu iki yerde parçaladı.”
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
7 Ekim öncesi İsrail’in durumu
7 Ekim saldırıları öncesinde İsrail siyaseti çalkantılı bir dönemden geçiyordu. Netanyahu’nun yargı reformu girişimi ülkeyi ikiye bölmüştü. Yüz binlerce İsrailli aylardır sokaklarda protesto gösterileri düzenliyordu.
Kamuoyu yoklamaları Netanyahu’nun popülaritesinin düştüğünü gösteriyordu. Temmuz 2023’te yapılan bir ankete göre, İsraillilerin sadece yüzde 25’i Netanyahu’yu başbakan olarak görmek istiyordu. Erken seçim olması halinde iktidarı kaybedeceği tahmin ediliyordu.
Ekonomide de sorunlar vardı. Enflasyon yükselmiş, konut fiyatları artmıştı. Özellikle genç İsrailliler arasında ekonomik sıkıntılar rahatsızlık sebebiydi. Netanyahu’nun koalisyon ortakları aşırı sağcı ve ultra-Ortodoks partilerdi. Bu durum seküler cephenin tepkisini çekiyordu.
Dış politikada ise İran’ın nükleer programı en büyük tehditti. ABD ile ilişkiler gergin bir dönemden geçiyordu. ABD Başkanı Biden, Netanyahu’nun politikalarını eleştiriyordu.
7 Ekim saldırıları ve sonrası
7 Ekim sabahı, Hamas militanları İsrail sınırını geçerek sivil yerleşim yerlerine saldırdı. Bin 200’den fazla İsrailli hayatını kaybetti, 240 kişi rehin alındı. Bu, İsrail tarihinin en kanlı saldırılarından biriydi.
Saldırılar İsrail toplumunda derin bir travma yarattı. Ülkenin güvenlik algısı değişti. İstihbarat ve güvenlik kurumlarının büyük bir başarısızlığı söz konusuydu. Netanyahu hükümeti ağır eleştirilere maruz kaldı.
İsrail hemen Gazze’ye karşı büyük bir askeri operasyon başlattı. Hava saldırıları ve kara harekatıyla Gazze’nin büyük bölümü işgal edildi. Filistin Sağlık Bakanlığı’na göre çoğunluğu çocuk ve kadın, 41 binden fazla Filistinli İsrail tarafından öldürüldü.
Savaş uzadıkça uluslararası tepkiler arttı. İsrail’in sivillere yönelik saldırıları eleştirildi. ABD dahil müttefikler İsrail’e baskı yapmaya başladı. Ancak Netanyahu hükümeti askeri operasyonları sürdürme kararı aldı.
Netanyahu krizi nasıl fırsata çevirdi?
7 Ekim saldırıları Netanyahu için hem büyük bir kriz hem de fırsat oldu. Bir yandan “İsrail’in koruyucusu” olduğu iddiası büyük darbe aldı. Diğer yandan savaş ortamı iç siyasetteki dengeleri değiştirdi.
Netanyahu krizi birkaç şekilde fırsata çevirdi:
- Ulusal birlik hükümeti kurdu: Merkezde siyaset yapan muhalefet lideri Benny Gantz‘ı hükümete dahil etti. Böylece muhalefetin eleştirilerini azalttı.
- İç siyasi gündem değişti: Yargı reformu ve ekonomik sorunlar gündemden düştü. Tüm dikkatler güvenlik konusuna yöneldi.
- Erken seçim riski ortadan kalktı: Savaş ortamında seçim yapılamayacağı için, Netanyahu’nun görevde kalması garanti oldu.
- Aşırı sağcı koalisyon ortaklarının elini güçlendirdi: Savaş ortamı, aşırı milliyetçi söylemleri normalleştirdi.
- Uluslararası desteği artırdı: Başta ABD olmak üzere birçok Batılı ülke İsrail’e sınırsız bir destek verdi.
- Muhalefeti etkisizleştirdi: Savaş ortamında hükümeti eleştirmek zorlaştı. Muhalefet liderleri de savaşı desteklemek zorunda kaldı.
Kamuoyu yoklamaları da Netanyahu’nun krizden güçlenerek çıktığını gösterdi. Ağustos 2024’te yapılan bir ankete göre, Netanyahu’nun partisi Likud yeniden birinci parti konumuna yükseldi. Netanyahu başbakanlık için en uygun aday olarak görülmeye başlandı.
Savaşın uzaması ve Netanyahu’nun stratejisi
Netanyahu “Biden Planı” olarak da bilinen ve mayıs ayından beri Hamas ile müzakere ettiği ateşkes planına yeni maddeler eklemek istiyor. Ateşkes planının en yoğun konuşulduğu günlerde Hamas’ın siyasi büro lideri İsmail Haniye’nin öldürülmesi İsrail’in savaşı uzatmak istediğinin en net göstergesi oldu. Netanyahu’nun müzakerelerdeki aşırı talepkar tutumu da her cepheden eleştiri aldı.
Gazze’deki savaş uzadıkça, Netanyahu’nun stratejisi de netleşmeye başladı. Başbakan, “Hamas’ın tamamen yok edilmesi” hedefini ortaya koydu. Ancak bu hedefin gerçekçi olmadığı ve savaşı uzatmaya ve genişletmeye yönelik bir taktik olduğu eleştirileri de yapıldı.
Netanyahu’nun savaşı uzatma stratejisinin bir kaç nedeni var:
- Görevde kalmak: Savaş devam ettiği sürece seçim yapılamayacağı için, görevde kalması garanti oluyor.
- Yolsuzluk davalarını ertelemek: Netanyahu’nun devam eden yolsuzluk davaları savaş nedeniyle erteleniyor.
- İki devletli çözümü engellemek: Savaş, Filistin devleti kurulması ihtimalini daha da uzaklaştırıyor.
- Aşırı sağcı koalisyon ortaklarını memnun etmek: Savaşın uzaması, aşırı sağcı bakanların Gazze’yi yeniden işgal etme planlarına hizmet ediyor.
- İran’a karşı cepheyi genişletmek: Savaş, İran destekli gruplara karşı daha geniş bir operasyona dönüştürmek ve İran karşıtı küresel bloğu harekete zorlamak.
Ancak savaşın uzaması, İsrail’e de ciddi zararlar da verdi. Ekonomi olumsuz etkileniyor, uluslararası imaj zedeleniyor ve toplumsal gerilimler artıyor. Özellikle rehinelerin aileleri, Netanyahu’yu savaşı bitirmemekle suçluyor.
Uluslararası tepkiler ve İsrail’in yalnızlaşması
Savaş uzadıkça, İsrail’e yönelik uluslararası tepkiler de arttı. Özellikle sivillere yönelik saldırılar ve insani kriz eleştirilerin odağı oldu. BM Güvenlik Konseyi’nde İsrail’i kınayan kararlar alındı. ABD bile İsrail’e baskı yapmaya başladı.
Nisan 2024’te ABD Başkanı Biden, İsrail’e silah sevkiyatını durdurabileceğini söyledi. Bu, ABD-İsrail ilişkilerinde nadir görülen bir kriz anıydı. Biden, Netanyahu’yu “pislik” olarak nitelendirdi.
İsrail’in uluslararası imajı ciddi zarar gördü. Dünyanın birçok ülkesinde İsrail karşıtı gösteriler hız kazandı. Bazı ülkeler İsrail’le diplomatik ilişkilerini kesti. Uluslararası Ceza Mahkemesi, Netanyahu ve bazı İsrailli yetkililer hakkında soruşturma başlattı. Hatta UCM’nin Netanyahu hakkında tutuklama kararı çıkarma ihtimali var.
Ancak Netanyahu hükümeti, uluslararası baskılara direnmeye devam etti. Başbakan, “Yalnız kalsak bile mücadeleye devam edeceğiz” açıklaması yaptı. Bu tutum, içeride milliyetçi cephenin desteğini artırdı.
(Fotoğraf: Amir Cohen)
İsrail toplumundaki değişimler
Savaş, İsrail toplumunda da önemli değişimlere yol açtı. 7 Ekim travması, güvenlik algısını derinden sarstı. Toplumda militarist eğilimler güç kazandı. Aşırı sağ grupların söylemleri daha fazla kabul görmeye başladı.
Öte yandan, savaşın uzaması toplumsal gerilimi de artırdı. Özellikle rehinelerin aileleri, hükümeti eleştirmeye başladı. Tel Aviv’de düzenlenen gösterilerde, protestocular Netanyahu’nun istifasını ve savaşın sona ermesini talep ediyor.
Ekonomik sorunlar da derinleşti. Enflasyon yükseldi, turizm gelirleri düştü. Özellikle Gazze ve Lübnan sınırındaki bölgelerde ekonomik kayıplar büyük oldu. Yaklaşık 200 bin İsrailli, evlerini terk etmek zorunda kaldı.
Savaş, İsrail’deki Arap azınlığın durumunu da etkiledi. Toplumsal gerilim arttı, Yahudi-Arap ilişkileri gerginleşti. Bazı Arap kökenli İsrailliler, ayrımcılığa uğradıklarını ve güvende hissetmediklerini söyledi.
İsrail nereye gidiyor?
7 Ekim saldırıları ve sonrasındaki savaş, İsrail’i derinden etkiledi. Ülkenin güvenlik algısı, siyasi dengeleri ve toplumsal yapısı önemli değişimler geçirdi. Netanyahu, kısa vadede krizi fırsata çevirmeyi başardı. Ancak uzun vadede İsrail’in karşı karşıya olduğu sorunlar derinleşti.
İsrail’in önünde çetin bir süreç var. Gazze’deki savaşın nasıl sonuçlanacağı, rehinelerin akıbeti, İran’la gerginlik, uluslararası yalnızlaşma gibi birçok sorun çözüm bekliyor. İçeride ise toplumsal bölünmeler, ekonomik sorunlar ve siyasi belirsizlik hakim.
Netanyahu’nun siyasi geleceği de belirsiz. Savaş bittiğinde, 7 Ekim’deki başarısızlığın hesabı sorulabilir. Yolsuzluk davaları yeniden gündeme gelebilir. Netanyahu erken seçim çağrıları ile karşı karşıya kalabilir.
İsrail’in Filistinlilerle ilişkisi de kritik bir dönemeçte. Gazze’nin geleceği, Batı Şeria’daki durum, olası bir Filistin devleti gibi konular çözüm bekliyor. İki devletli çözüm fikri zayıflamış durumda. Ancak mevcut durum da sürdürülebilir görünmüyor.
Bölgesel dinamikler de değişiyor. İran’la gerilim hiç olmadığı kadar yüksek. Hizbullah tehdidi artıyor. Öte yandan bazı Arap ülkeleriyle normalleşme süreci sekteye uğradı. İsrail’in bölgedeki konumu yeniden şekilleniyor.
Savaşın İsrail ekonomisine etkileri
Gazze’deki savaş, İsrail ekonomisini de derinden etkiledi. Savaşın maliyeti milyarlarca doları buldu. İsrail Merkez Bankası’na göre, savaşın ilk 6 ayında ekonomiye maliyeti 58 milyar dolar oldu. Bu, ülkenin yıllık GSYH’sinin yaklaşık yüzde 10’una denk geliyor.
Cephenin Lübnan’a genişlemesiyle savaş harcamaları en az iki katına çıktı.
Savunma harcamaları rekor düzeyde arttı. Yüz binlerce yedek askerin silah altına alınması, üretim ve hizmet sektörlerini olumsuz etkiledi. Turizm gelirleri neredeyse sıfıra indi. Yabancı yatırımlar azaldı.
Enflasyon yükseldi, İsrail para birimi Şekel değer kaybetti. İşsizlik oranı arttı. Özellikle Gazze ve Lübnan sınırındaki bölgelerde ekonomik kayıplar büyük oldu. Yaklaşık 200 bin İsrailli, evlerini terk etmek zorunda kaldı.
Hükümet, savaş ekonomisini finanse etmek için vergileri artırdı ve bütçe kesintilerine gitti. Ancak artan savunma harcamaları ve azalan vergi gelirleri nedeniyle bütçe açığı büyüdü. Kredi derecelendirme kuruluşları, İsrail’in notunu düşürdü.
Savaşın uzun vadeli ekonomik etkileri de endişe yaratıyor. Özellikle İsrail’in “start-up ülkesi” imajı zarar gördü. Teknoloji sektöründe beyin göçü yaşanması riski var.
İsrail toplumunda artan kutuplaşma
Savaş, İsrail toplumundaki var olan bölünmeleri derinleştirdi. Yahudi-Arap ilişkileri gerginleşti. Aşırı sağ grupların söylemleri daha fazla kabul görmeye başladı. Barış yanlısı gruplar ise marjinalleşti.
Dindar-seküler ayrımı da derinleşti. Ultra-Ortodoks Yahudilerin askere gitmemesi tartışma konusu oldu. Seküler cephe, savaşın yükünü daha fazla üstlendiklerini düşünüyor.
Siyasi kutuplaşma arttı. Netanyahu destekçileri ve karşıtları arasındaki uçurum büyüdü. Savaş öncesi yargı reformu protestolarında görülen toplumsal mobilizasyon, farklı bir formda devam ediyor.
Rehinelerin aileleri önemli bir baskı grubu haline geldi. Tel Aviv’de düzenlenen gösterilerde, hükümetin rehine politikası eleştiriliyor. Bu gruplar, savaşın bir an önce bitirilmesini ve rehinelerin kurtarılmasını talep ediyor.
İsrail’deki Arap azınlığın durumu da kritik. Bazı Arap kökenli İsrailliler, ayrımcılığa uğradıklarını ve güvende hissetmediklerini söylüyor. Arap siyasetçiler üzerindeki baskı arttı.
Değişen güvenlik algısı ve ordu-toplum ilişkileri
7 Ekim saldırıları, İsrail’in güvenlik algısını derinden sarstı. “Yenilmez ordu” miti çöktü. İstihbarat ve güvenlik kurumlarına güven azaldı. Toplumda travma ve güvensizlik duygusu hakim.
Ordu-toplum ilişkileri de değişiyor. Bir yandan ordunun prestiji sarsıldı, diğer yandan militarist eğilimler güçlendi. Askerlik hizmeti ve yedek askerlik görevi tartışma konusu oldu.
Güvenlik politikalarında da değişim yaşanıyor. “Demir Kubbe” gibi savunma sistemlerinin yanı sıra, saldırı kapasitesinin artırılması gündemde. Siber güvenlik ve istihbarat alanlarında yeni yatırımlar yapılıyor.
İsrail’in nükleer politikası da tartışılıyor. Bazı çevreler, İran tehdidine karşı nükleer kapasitenin artması gerektiğini savunuyor. Bu konu, uluslararası toplumda endişe yaratıyor.
Değişen bölgesel dinamikler
Gazze savaşı, Ortadoğu’daki güç dengelerini de etkiliyor. İsrail-İran gerilimi son derece hassas halde. İran’ın nükleer programı ve vekil güçleri, İsrail için en büyük tehdit olarak görülüyor.
Hizbullah ile yaşanan çatışmalar, İsrail’in kuzey sınırında yeni bir cephe açmasıyla sonuçlandı. Lübnan’daki istikrarsızlık, durumu daha da karmaşık hale getiriyor.
Suriye’deki durum da İsrail için endişe kaynağı. İran destekli grupların Suriye’de güçlenmesi, İsrail’in güvenlik çıkarlarını tehdit ediyor.
Öte yandan, bazı Arap ülkeleriyle yaşanan normalleşme süreci sekteye uğradı. Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn gibi ülkelerle imzalanan Abraham Anlaşmaları’nın geleceği belirsiz.
Suudi Arabistan ile olası bir normalleşme anlaşması da şimdilik rafa kalktı. Riyad yönetimi, Gazze’deki durum nedeniyle İsrail’le ilişkileri geliştirme konusunda temkinli davranıyor.
Uluslararası arenadaki yeni dengeler
İsrail’in uluslararası arenadaki konumu da değişiyor. Batılı müttefiklerle ilişkiler gergin. ABD ile yaşanan kriz, özellikle dikkat çekici. Biden yönetimi, İsrail’e yönelik eleştirilerini artırdı.
Avrupa Birliği ülkeleri de İsrail’e karşı daha eleştirel bir tutum içine girdi. Bazı Avrupa ülkeleri, İsrail’e silah satışını durdurdu. AB, Gazze’deki insani kriz konusunda İsrail’e baskı yapıyor.
Gelişmekte olan ülkeler ve Küresel Güney ülkeleri arasında İsrail karşıtlığı güçleniyor. Bu ülkeler, BM’de İsrail aleyhine oy kullanıyor. Bazı Latin Amerika ülkeleri, İsrail’le diplomatik ilişkilerini kesti.
Rusya ve Çin ise durumdan faydalanmaya çalışıyor. Bu ülkeler, Ortadoğu’daki nüfuzlarını artırmak için çaba gösteriyor. İsrail, bu ülkelerle ilişkilerini dengelemeye çalışıyor.
BM ve uluslararası kuruluşlarda İsrail’e yönelik eleştiriler artıyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin soruşturması, İsrail için ciddi bir risk oluşturuyor.
İsrail’in geleceğine dair senaryolar
İsrail’in önünde belirsiz bir gelecek var. Olası senaryolar şöyle sıralanabilir:
- Uzun süreli çatışma: Gazze’de düşük yoğunluklu çatışmanın sürmesi, Hizbullah ile gerginliğin devam etmesi.
- Bölgesel savaş: İran’la gerilimin tırmanması, çatışmanın Lübnan ve Suriye’ye yayılması.
- İç siyasi kriz: Netanyahu’nun düşmesi, erken seçim, koalisyon hükümetinin çökmesi.
- Uluslararası müdahale: BM veya ABD öncülüğünde bir barış planı, İsrail’e yaptırımlar.
- İki devletli çözüme dönüş: Uluslararası baskıyla Filistin devletinin kurulması için adımlar atılması.
- Statükonun devamı: Mevcut durumun küçük değişikliklerle sürmesi, sorunların ertelenmesi.
Sonuç: Kritik bir kavşakta İsrail
7 Ekim saldırıları ve sonrasındaki Gazze ve Hizbullah savaşları, İsrail’i kritik bir kavşağa getirdi. Ülke, tarihinin en zorlu dönemlerinden birini yaşıyor. Güvenlik, ekonomi, toplumsal uyum ve uluslararası ilişkiler alanlarında ciddi sorunlarla karşı karşıya.
Netanyahu’nun krizi fırsata çevirme çabası, kısa vadede başarılı olmuş görünüyor. Ancak uzun vadede İsrail’in karşı karşıya olduğu yapısal sorunlar derinleşiyor. Filistinlilerle ilişkiler, bölgesel güvenlik, ekonomik istikrar ve toplumsal bütünlük gibi konularda kalıcı çözümler üretilmesi gerekiyor.
İsrail’in geleceği, bu sorunlarla nasıl başa çıkacağına bağlı. Ülkenin “demokratik karakterini” koruyarak güvenliğini sağlaması, ekonomisini düzeltmesi ve uluslararası imajını onarması gerekiyor. Bu süreçte alınacak kararlar, sadece İsrail’i değil, tüm Ortadoğu’yu etkileyecek.
7 Ekim saldırıları, İsrail için bir dönüm noktası oldu. Kriz, “fırsata” mı dönüşecek yoksa daha büyük sorunlara mı yol açacak? Bu sorunun cevabı, önümüzdeki yıllarda iyice netleşecek. Ancak şu an için kesin olan bir şey var: İsrail, tarihinin en kritik dönemlerinden birini yaşıyor ve alacağı kararlar sadece kendi geleceğini değil, tüm bölgenin kaderini etkileyecek.