Bir mozaik olarak Türkiye (14) – Türkiye’de Azerbaycan kökenli Türkler

Bir mozaik olarak Türkiye serisi on dördüncü bölümüyle devam ediyor. Bu bölümde Ruşen Çakır  konuğu Cevat Gök ile Türkiye’de Azerbaycan kökenli Türkleri konuştu.

Azeri ve Azerbaycan kökenli Türkler arasında fark nedir? Türkiye’de nerelerde çoğunluktalar? Günümüzden bugüne kültürleri nasıl geldi? Türkiye’de nüfusları ne kadar? Azerbeycan Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasında nasıl bir fark var?

Türkiye'de Azerbaycan kökenli Türkler | Cevat Gök ve Ruşen Çakır
Türkiye’de Azerbaycan kökenli Türkler | Cevat Gök ve Ruşen Çakır

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Bir mozaik olarak Türkiye” dizisinde 14. bölüme geldik. Nasıl oldu ben de şaşırıyorum; ama daha da gidecek, bir bu kadar daha en azından olacak. Bu bölümde ise Cevat Gök ile Türkiye’deki Azerbaycan Türkleri’ni konuşacağız. Cevat Bey, hoş geldiniz.

Cevat Gök: Hoş bulduk, teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Şimdi açık söyleyelim, “Azerî” diyorduk biz; ama sonra baktık ki Azerî denmesinden kendileri hoşlanmıyorlar. “Azerbaycanlı” denmesini tercih ediyorlar, değil mi genel olarak?

Cevat Gök: Doğru, bunu genelde Azerbaycan’da olan kardeşlerimiz söylüyorlar. Çünkü Azerî’yi onlar, Rusların ve İranlıların îcat ettiğini, daha önceden böyle bir tâbirin kullanılmadığını söylüyorlar. Fakat Türk kelimesi, Türk’üz yani biz sonuç itibariyle, Türkler’in bir koluyuz; yani Oğuz Bey’in küçük oğlu Deniz’in en büyük oğlu Iğdır Bey’in soyundan gelenleriz biz. Ama sonuç îtibâriyle Türk boyu.

Ruşen Çakır: Peki, şimdi benim bildiğim, Azerbaycan’da varlar, İran’da varlar, bir de Türkiye’de varlar.

Cevat Gök: Ve Gürcistan’da da var.

Ruşen Çakır: Var mı?

Cevat Gök: Gürcistan’da da var. Şöyle; yani anavatan tabiî Azerbaycan olmak üzere, fakat büyük bir kısmı İran tarafında. Yani toprak büyüklüğü açısından da en geniş nüfus İran’da ve onun dışında Azerbaycan’ın hemen hemen %95’i diyebiliriz. Türkiye’de de zâten Kars, Iğdır, Ağrı’nın Taşlıçay ilçesi ve Van’da bâzı köylerde var. Gürcistan’da ise Tiflis’te, özellikle Marneuli kentinde Azerbaycanlılar ağırlıklı. Onun dışında, daha önceden bâzı bölgelerde vardık. Meselâ Ermenistan yoktu önceden. Yani Erivan, Batı Azerbaycan’ın âdeta başkentiydi ve Revan Hanlığı vardı yine Osmanlı toprakları içinde. Meselâ benim âilemin aslı, Batum’un Azerbaycanlılar’ındanız biz. Yani Gürcistan’ın en uç kısmı orada Türk’tü. Daha sonra Osmanlılar’ın son döneminde göçüp geldiler Türkiye’ye. Fakat genel îtibâriyle bu dört ülkede. Tabiî şimdi göçler oldu; meselâ Moskova’da çok çok fazla Azerbaycanlılar var, epey ekonomiyi ellerinde tutan.

Ruşen Çakır: Türkiye’de ve İstanbul’da da var.

Cevat Gök: İstanbul’da tabiî yani; o İstanbul’da olanların çoğunluğu yine Kars ve Iğdır ağırlıklı. Ukrayna’da da çok var. Yani Orta Asya cumhuriyetlerinde de çok yayıldı. Ama nüfus yoğunluğu olarak meselâ Ukrayna’da, Kiev’de de var, Odessa’da da var, Harkov’da da var. Böyle nüfus yoğunlukları var.

Ruşen Çakır: Ben herkese bunu soruyorum ve herkesin elinde tam bir rakam yok; ama tahminler var. Türkiye’de Azerbaycan Türkü olarak tanımlayabileceğimiz ne kadar bir nüfus var?

Cevat Gök: Eski kültür bakanı Namık Kemal Zeybek Beyefendi görevdeyken, bakanken açıkladığı, 3 milyon civârındaydı. Var yani; çünkü nüfus bayağı göç etti ve çoğaldı. Fakat dediğim gibi, yani Türkiye’de hani bu etnik azınlık vs. üzerine çok resmî rakamlar olmadığı için… ama 2 ile 3 milyon arasında vardır diye düşünüyorum ben de.

Ruşen Çakır: Ama esas olarak Iğdır, Kars… oralarda yaşıyorlar. Hâlâ orada köyler, kasabalar, ilçeler var.

Cevat Gök: Tabiî şöyle; eskiden Iğdır’ın büyük çoğunluğu Azerbaycan kökenlilerin elindeydi. Fakat 1960’ların sonları ve 70’lerde büyük bir göç dalgası oldu batıya: İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa gibi büyük şehirlere. Nüfus göçünce bizim oran düştü. Daha çok Kürt kardeşlerimizin Iğdır’da biraz daha nüfûsunun fazla olduğunu düşünüyorum. Bir de onlar ekonomik sebeplerden dolayı diğer Güneydoğu ve Doğu şehirlerinden göçüp geldiler Iğdır’a. Kars’ta yine ağırlık var. Dediğim gibi, yani o iki şehirde Azerbaycan asıllı Türkler’in nüfûsunun bayağı ağırlıklı olduğunu görebiliyorsunuz zâten.

Ruşen Çakır: Peki Cevat Bey, şimdi arada sırada Azerbaycan’ı sosyal medyada görüyoruz. Bâzen gazeteci meslektaşlar beni arıyor falan. Dil çok benziyor, ama birebir aynı değil. Ama herhalde Türkiye’dekilerin böyle bir sorunu yok. Yani Azerbaycan Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasında bir fark var mı?

Cevat Gök: Şöyle söyleyeyim: Türkiye’de konuşulan bugünkü İstanbul Türkçesi’ni bütün Azerbaycanlılar anlıyorlar. O kitapları da rahatlıkla okuyabiliyorlar. Haberleri, filmleri vs. rahat anlıyorlar. Bizimkiler de, yani Türkler de Azerbaycan’ın dilini ağırlıklı olarak anlayabiliyorlar. Esas büyük sorunu İran’dakilerle yaşıyor Türkler. Yani orada Farsça’ya bayağı bir yoğunlaşılmış; biraz da anadili Türkçe olmadığı için, İran’da ister istemez asimilasyon da oluyor. Bu gerçeği kabul etmek lâzım. Yani, nasıl ki Türkiye’de örnek verelim: Kürt kardeşlerimizin evlâtları büyük şehirlerde bâzen artık Kürtçe konuşamıyorlarsa, aynı şekilde İran’daki Türkler’in de epey bir kısmı, gördüğüm kadarıyla, meselâ özellikle Tahran’a vs.’ye yerleşenler, çok Türkçe konuşamayabiliyorlar. Yani anlıyorlar ama konuşamıyorlar. Ama dil olarak Azerbaycan Türkçesi ile Türkiye’nin Türkçesi %98 oranında örtüşüyor. Çok az bir şîve farkı var. Fakat bu son dönemde özellikle Rusya’dan kopuşla birlikte Türkiye’ye yönelme çok oldu. Tabiî bunda sosyal medyanın ve medyanın da etkisi çok oldu. Şu an Azerbaycan’da konuşulan Türkçeyle Türkiye’de konuşulan arasında hemen hemen hiçbir fark yok diyebiliriz.

Ruşen Çakır: Peki, meselâ şimdi Kars, Iğdır gibi yerlerde yerleşik olduklarını biliyoruz; ama bunlar meselâ Azerbaycan’dan mı gelmişler?

Cevat Gök: Târihî açıdan şöyle: Bizim anayurdumuz Iğdır ve Kars’tı, önceden beri de öyleydi. Şimdi, Azerbaycan’dan göçüp gelmedi insanlar. Fakat orada Osmanlılar’ın son döneminde bir karmaşa oldu. Rusların müdâhalesiyle Ermeniler’e, tâbir yerindeyse o Türk yurduna zorla giriş yaptırıldı. Ve Erivan başta olmak üzere o araya Ermeni nüfus dolunca, ister istemez o bölgedeki Azerbaycanlılar göç ettiler.Bir kısmı Azerbaycan’a göç etti, bir kısmı Türkiye’ye göç etti, yani Iğdır ve Kars’a. Meselâ bir kısmı Türkiye’ye Gürcistan’dan geldiler; fakat Türkiye Cumhuriyeti topraklarına kendi topraklarıyla ilhak etti bizimkiler, yani dışarıdan göçüp gelmediler.

Ruşen Çakır: Toprağını Türkiye’ye kattı.

Cevat Gök: Türkiye’ye kattılar; târihi de vardır onun. Tabiî Kazım Karabekir Paşa’nın, açık söyleyelim, önderliğinde Iğdır ve Kars kurtarıldı; ama yani 1920’de Meclis kurulduktan sonra, yani Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifleriyle –Kars ve Iğdır’da çok acı olaylar yaşanmıştı önceden– kurtuldu. Yani Ermeniler’le çok ciddî çatışmalar oldu. Ermeniler bizim topraklarımızda çok büyük soykırım yaptılar. Yani bunlar belgeli. Meselâ bizim bâzı köylerimizde, Iğdır’da insanları samanlıklara doldurup yaktılar. Ve Iğdır ve Kars’taki nüfûsun büyük kısmı İran’a göçmek zorunda kaldı. İran’ın özellikle Hoy şehrine. Sonra askerlerimiz gelip de orada sükûneti sağladıktan sonra döndüler tekrar geriye. Fakat nüfus olarak bir yerden göçmüş değil Iğdır ve Kars’ın Azerîleri. Yani yerli halk, topraklarıyla birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi hükûmetine ilhak etmiş oldu.

Ruşen Çakır: Bildiğim kadarıyla Türkiye’deki Azerbaycan Türkleri Şiî ve Câferî.

Cevat Gök: Büyük çoğunluğu Câferîler. Onun da târihi şöyle: Yani Azerbaycan, umûmiyetle Azerbaycan Türkleri 12 imama bağlılar. Yani tıpkı Alevîler gibi; aynı inançtayız zâten onlarla. Ehlibeyt sevgisini esas alarak Şiîliği benimsemiş durumda. Usûlen Türkiye’de şöyle bir yanlış algılama, anlaşılma var: Sanki bu, meselâ İran’ın etkisiymiş gibi gösterilmeye çalışılıyor; ama İran önceden Sünnî’ydi ve Azerbaycanlılar İran’ı Şiî yaptılar. Şah İsmail –Azerbaycan’ın merkezi zâten Erdebil, Tebriz– tahta geçtikten sonra İran’ı Şiîleştirdi… Türkiye’deki Azerbaycanlılar’ın çoğu ve Azerbaycan’ın kendisi de, meselâ Gürcistan’daki Azerbaycanlılar’ın da çoğu yine Şiî’dir. Meselâ Irak’taki Türkmenler, onların da çoğu Azerbaycan kökenli, onların da çoğunluğu Şiî’dir; yani orada Şiîliğin etkisini görebiliyorsunuz hem Iğdır’da hem Kars’ta.

Ruşen Çakır: Peki, şunu merak ediyorum: Şimdi Türkiye’de bir Alevîlik olgusu var; onların birtakım sıkıntıları var; sizlerse Şiî’siniz, Alevîlik’le yakın ama ayrı bir şeysiniz. Bir ayrımcılığa vs.’ye mâruz kaldı mı Türkiye’dekiler?

Cevat Gök: Yok, biz hiç ayrımcılığa şöyle mâruz kalmadık; yani devlet tarafından bizzat hiçbir zaman ayrımcılığa tâbi tutulmadık. Yani Atatürk’’ün zamânından bugüne kadar ibâdetlerimizi de çok özgürce yapabiliyoruz. İşte, câmilerimiz, mescitlerimiz, hiçbir sıkıntı yok. Aşûra merâsimlerinde bizzat İçişleri Bakanlığı, Emniyet kendisi tedbir alıyor. Hiçbir sıkıntı yok. Belki de şunu söyleyebilirim: Dünya genelinde Şiîliği en özgürce yaşayanlar Türkiye’dekiler. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat genel mânâda bir sıkıntı var mı? Türkiye’nin genel sıkıntılarından biz de mustarip oluyoruz. Meselâ Diyânet bizi hiçbir şekilde tanımıyor. Şöyle tanımıyor: Şimdi Ruşen Bey, siz bir vatandaş olarak vergi verdiğinizde, meselâ 100 lira vergi veriyorsunuz devlete; devlet size diyor ki: Hepsi hizmet olarak geri dönecek. İşte, yol hizmeti, emniyet hizmeti, sağlık hizmeti vs.. Örnek veriyorum: 2 lirası da din hizmeti olarak size geri dönecek diyor, ama bizim o 2 liramız dönmüyor geriye.

Ruşen Çakır: Yani, siz câmilerinizi kendiniz yapıyorsunuz.

Cevat Gök: Kendimiz yapıyoruz; maaşlarımızı, yani imamların maaşlarını halk veriyor. Hattâ şöyle bir şey: Yani câmilerin altına bir dükkân yapalım da kirâya verelim, hiç halka da yük olmasın. Ama meselâ Câferîliğin tanıtılması noktasında bir şey yok, yani Diyânet’in katkısı. Bir somut örnek verelim: Diyânet TV var, yılda 10 dakika dahi konuşma hakkı hiç olmamış. Daha şimdiye kadar kimse çıkmamış bizim dinî önderlerden diyelim, Câferîliği tanıtma noktasında. Bu bir eksiklik. Yani, laikliğe de uymuyor aslında. Laikliğin kavramı; devlet bütün inanç kesimlerine eşit davranır; ama Diyânet noktasında problemler var. Ama ben onun da çözüleceğine inanıyorum. Yani nasıl Alevîlik’te bir Alevî Din Hizmetleri Başkanlığı vs. kurulu var.

Ruşen Çakır: Alevîler ondan çok memnun değiller.

Cevat Gök: Değiller, doğrudur. Câferîlik’te de böyle bir görüşmelerin yapıldığını duyuyorum, dinî kanaat önderlerimiz tarafından. Fakat onun dışında meselâ eğitimde olsun, emniyette olsun, biz hiçbir ayrımcılık görmedik açıkçası.

Ruşen Çakır: Yani, devlette memur olmada vs..

Cevat Gök: Asla, hiç görmedik. Bilâkis, bizim insanlarımız Türkiye’nin aslî unsurlarından biri olarak görüyor kendisini ve halk da tamâmen böyle vatanına, bayrağına, ordusuna, devletine bağlı bir halk yani. Hiçbir ayrımcılık yüzünden… hani meselâ devletle çatışan hiç olmamıştır bizim toplumda; ne göçten önce, yani 70’li yıllardan önce ne de sonra. Milliyetçi bir halk olarak tanınıyor.

Ruşen Çakır: Onu biliyorum. Meselâ seçim sonuçlarına baktığımız zaman da onu görüyoruz. Ama meselâ bir de şöyle bir şey var: Mâlûm, İran Devrimi’nin etkisi var. İran’ın devrim ihrâcı var vs.. Ve ilk akla gelen de tabiî Türkiye’de Câferîler’dir diye herhalde… İlk yıllarda, 12 Eylül döneminde falan, hiç böyle bir şüpheyle yaklaşma olmamış mı?

Cevat Gök: Tabiî, şöyle: Yani devlet her açıdan bütün etnik ve inanç gruplarını kontrol eder; bu, devletin görevi zâten. İran’da devrim olduğunda bütün Müslümanlar etkilendi; yani sâdece Câferîler değil herkes etkilendi. Ama bu etkilenme öncelikle mâneviyatta yaşandı Ruşen Bey. Yani Şiîliğin yayılması vs.’den ziyâde… Çünkü Türkiye’deki Câferîler’in böyle bir çalışması yok, ben net konuşayım yani. Böyle, “Şiîliği yayalım, efendim böyle…” demek yok. Herkes inancını kendisi yaşar. Evet, araştırıp da Şiîliğe gelenler oluyor, bu inancı benimseyenler oluyor. Fakat tersi de olabiliyor bâzen; yani büyük şehirlere göçtükten sonra inanç noktasında bâzı asimilasyonlar da olabiliyor. Fakat bu siyâsî anlamda çok şey olmadı; yani İran Devrimi’nin böyle Câferîler üzerinde çok etkisi olmadı. Mânevî olarak etkisi oldu, evet. Yani atıyorum: Sizin inancınızda bir devlet kurulduğında, bunun ister istemez etkileri oluyor tabiî. Meselâ şöyle etkisi olmuştur, örnek verelim: Devrimden önce insanlar, bizde dinî öğretiler için Irak’a giderlerdi. Necef’te Hz. Ali Türbesi’nde ders okurlardı. Tabiî Saddam’ın baskısı, Baas rejimi vs. derken, İran’da devrim de olunca bu sefer insanlar İran’a ders okumaya gittiler. Fakat bu, siyâsî olarak oraya bağlandılar anlamında değil, bunu net söyleyelim. Burada olan herkes Türkiye Cumhuriyeti’ni millî devlet olarak görür. Ha, bir inanç devleti vardır İran’da veya –atıyorum– kendi ırkını temsil eden bir Azerbaycan devleti vardır. Ama bu siyâsetin etkisi şöyle olabiliyor, meselâ tersi de olabiliyor: Iğdır’dayken, –atıyorum– ülkücü, daha çok sağcı olanlar, İstanbul’da Cumhuriyet Halk Partisi’ne veya sola gençler bayağı yöneldiler. Böyle bir şey de var; yani bizden milletvekilleri bile çıktı Cumhuriyet Halk Partisi’nden. Yani o etkileşimler oluyor, bu doğaldır da zâten. Fakat bu kesinlikle böyle, devletinin karşısında veya işte ülkesinin millî bütünlüğüne zarar verme anlamında değil. Asla öyle bir şey yok. Zâten halk, dediğim gibi gayet memnun ülkesinden.

Ruşen Çakır: Peki, Câferîlik olayı dışında, Azerbaycan Türkleri deyince meselâ kültürel olarak ne tür özellikleri var? Neyi korumaya çalışıyorsunuz? Dil, üç aşağı beş yukarı aynı. Birçok konuda, biliyorsunuz, dil sorunu var; meselâ Gürcüler’in, Lazlar’ın dili var, dili koruma kaygıları var. Sizin böyle bir sorununuz yok.

Cevat Gök: Yok, evet.

Ruşen Çakır: Peki, nedir Azerbaycan Türkleri’nin hani böyle bir geleneği sürdürmek anlamındaki çabası?

Cevat Gök: Bizim en büyük, meselâ halk nezdinde en büyük geleneklerimizden birisi Nevruz kutlamaları. Nevruz, şimdi açık söyleyelim bunu: Biz 1950, 60, 70’li yıllarda Nevruz Bayramı’nı kutlarken, Doğu’da, Güneydoğu’daki diğerleri bizimle alay ederlerdi: “Bu nereden çıktı?” diye. Gün geldi, onlar sâhiplendiler. Bizde çok güzel kutlanır Nevruz. Örneğin meselâ İstanbul’da Halkalı’da her köy kendi standını açar; işte, kendi yemeklerini tanıtır, ikramlarda bulunur vs. ve çok böyle bir barış havasında geçer bizde Nevruz. Yeni elbiseler giyilir. Bir bayramdır sonuçta. Bu, Azerbaycan’ın millî bayramıdır; İran’da da çok geniş kutlanıyor, Azerbaycan’da da kutlanıyor, bizde de son 30 yılda bayağı bir kutlandı. Fakat Türkiye’de medya nedense hep olaylı Nevruzları ekrana taşıyor; yani işte, terör örgütlerine meyilli kutlamaları veriyor. Halbuki bu tarafta çok güzel, barış içinde bir kutlama var. Onu özellikle gündeme getirmelerini çok beklerdik. İkincisi, işte tabiî Azerbaycan Türkleri’nin en çok önem verdiği konulardan birisi de Muharrem ayı merâsimleri, bu mâtem törenleri. Bunu ellerinden geldiğince yaşamaya, yaşatmaya ve tanıtmaya çalışıyorlar — ki çok güzel yerlere geldik. Meselâ o mâtem törenleri çok kısıtlı köylerde yapılırken, bakın şimdi Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda her Muharrem ayında bir mâtem meclisi yapılıyor. İşte, Kur’an okutuluyor veya Muharrem ayında bütün câmilerde Diyânet, İmam Hüseyin ve Kerbelâ olayından bahsediyor. İyi bir yere geldik. Bir de biz Türkiye’dekiler doğru tanıtım, hani böyle kan, şiddet vs.’den ziyâde, işte, Kızılay’a kan bağışlama üzerinden birlik mesajları veriyoruz. Meselâ merâsimlerimizde –örnek veriyorum– Kur’an okunur, arkasından bir Şiî, bir Alevî, bir Sünnî, önde gelen şahsiyetleri konuşur, birlik mesajları verilir. Zâten o, Hz. Hüseyin bütün Müslümanlar’ın sevgilisidir, bunda şüphe yok. Böyle birlik mesajları verilir. O merâsimlere çok önem veriliyor. Onun mutlaka korunması ve devam etmesi lâzım.Onun dışında da şehirlerimizde her türlü kutlamalar oluyor. Yani millî bayramlarımız kutlanıyor, halk çok coşkuyla kutluyor. Ben özellikle bu noktayı söyleyeyim, bizim Iğdır ve Kars’ın, yani bayrağına, askerine, vatanına ekstra bir bağlılığı vardır. Çünkü çektiği zulmün kurtarıcısı olmuştur Ankara.

Ruşen Çakır: Peki, örgütlenme anlamında, sivil toplum anlamında bir dernekleşme, federasyonlaşma var mı? Meselâ câmiler üzerinden bir örgütlenme olduğunu biliyorum. İstanbul’da Halkalı’da falan… onları biliyoruz. Onun dışında böyle dayanışmacı bir topluluk mu, yoksa modernleşmeyle berâber her koyun kendi bacağından mı asılıyor?

Cevat Gök: Dayanışma için tabiî büyük federasyonlar da var. Meselâ Kars Ardahan Iğdır Federasyonu var, çok meşhurdur. Onlar etkinlikler de yapar; işte, bizim ürünlerin, yemeklerin tanıtılması vs. tarzında. Siyâsî olarak dayanışma var mı? Belli bâzı bölgelerde var. Yani büyük şehirlerde bizden aday var mı? Şimdi halkın şöyle bir beklentisi var: “Bize kim ne kadar değer verirse, biz de o kadar değer verelim” tarzı. Ama belli bir parti var mı? Yok. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik beraberliğine sâdık olan bütün yasal partiler bize göre eşittir.

Ruşen Çakır: Sinan Oğan en son seçimde… O Azerbaycan Türkü değil mi?

Cevat Gök: O tabiî Iğdır’ın Melekli köyünden. Yani o aday oldu; fakat tâbir yerindeyse, Türkiye’nin diğer şehirlerinde ne kadar oy aldıysa Iğdır’da da o kadar aldı, fazla değil. Yani Iğdır’da Kemal Kılıçdaroğlu %70 civârında bir oy aldı meselâ; Sinan Bey’e teveccüh çok olmadı, açık söyleyelim. Hani tamam, bir hemşerimizdir; işte, iyi bir yere gelirse bizim için de onur ve gurur vesîlesi olur diye bakanlar da vardı; ama daha önceden Iğdır’da milletvekilliği yapmış ama hiç Iğdır’da bir şeyi olmamıştı, yani halkın orada söylediği bu. Çok bir katkısı olmadığı için ilgi de olmadı.

Ruşen Çakır: Şimdi, İran’ın Cumhurbaşkanı…

Cevat Gök: Türk.

Ruşen Çakır: Azerbaycanlı o da değil mi?

Cevat Gök: Evet, Tebrizli.

Ruşen Çakır: Ama şunu da biliyorum ki İran’da devrimden sonra da Azerbaycanlılar’ın bayağı önemli yerlerde, ayetullahların içerisinde vs. hep bir gücü oldu. Şimdi Türkiye’de de çok şey oldu, biliyorsunuz. Seçildikten sonra cumhurbaşkanı Türk diye bayağı bir heyecan yarattı. Bunlar gerçekten çok önemli şeyler mi? Meselâ şimdi İran’ın cumhurbaşkanının bir Azerbaycan Türkü olması nedeniyle, gerçekten bir şeyleri değiştirir diye bekliyor mu Türkiye’deki Azerbaycanlılar?

Cevat Gök: Şöyle: Öncelikle İran tarafında Türk olmasının çok bir karşılığı yok, İran’ın içinde. İran’da insanların düşüncesi, hani bir şeyleri düzeltebilir mi, bir şeyleri değiştirebilir mi? Meselâ ekonomiyi düzeltebilir mi acaba? O açıdan değerlendiriyorlar onu. Ama bir gerçek, yani İran’da dinî lider Ayetullah Hamaney’in çizdiği bir çizgi var, onun dışına çıkma şansları pek yok. Türk olmasıyla ilgili şöyle söyleyeyim: Bu Mesud Pezeşkiyan bir kere Türkiye’yi çok övdü, önceden çok övüyordu. Cumhurbaşkanı olmadan önce de övüyordu. Yani “Gidin bir bakın, insanlar ülkelerini ne kadar modern yapmış” vs. tarzı. İkincisi, “Türkiye’ye komşu gözüyle değil, böyle akraba gözüyle bakıyoruz” dedi. Bu çok önemliydi bence. Bir de son bir açıklaması oldu: “Bu Batı Asya’daki sınırlarda gelin insanlar rahat rahat geçiş yapsın”. Bu Batı Asya birliğine sanki Türkiye üzerinden büyük önem verecekmiş gibi geliyor bana. Türkiye’de de çok konuşuluyor ya? Bu Zengezur Koridoru vs… Bu işleri çok rahat çözecekler. Onun bilinmesinde fayda var. Tek sıkıntı şu anda, Ermenistan’ın içinde büyük bir travma yaşanıyor yenilgiden sonra. Onu atlatabilirlerse, Ermenistan’ın da katılacağı altılı bir şey düşünülüyor: Rusya, Türkiye, İran, Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan; daha sonrasında Irak, Suriye, Lübnan ve Ürdün. Böyle bir şey oralarda çok gündeme geliyor. Bir de bu Irak’la Türkiye arasında bir kalkınma yolu var. O çok çok önemli. Ona Türkiye, “Ben her şeyimle hazırım. Limanlarımız, otoyollarımız hazır” diyor. Amerika izin vermiyor, açık söyleyelim; oralarda biraz sıkıntı var. Ama Mesud Pezeşkiyan’la ilgili ilk izlenimlerimiz, özellikle Türkiye ile ilgili çok çok olumlu gördük. Muazzam bir işbirliği bekliyoruz. Bakalım…

Ruşen Çakır: Peki, son olarak şunu sormak istiyorum: Genç kuşaklar kimliklerine bağlılar mı? Yoksa bu modernleşme, yeni teknoloji vs. ile birlikte, daha böyle, hani sizin Z kuşağınız kendilerini Azerbaycanlı olarak görüyor mu, yoksa çok da fazla umûrunda değil mi?

Cevat Gök: Tabiî görüyorlar; yani genç kuşakları da biz bütün millî ve dinî merâsimlerimizde görüyoruz. Çünkü Azerbaycan kökenli olmak bir onur ve gurur vesîlesidir, onu söyleyelim. Yani Türkiye’de, dediğim gibi bir ezilme, ayrımcılığa tâbi tutulma olmadığı için, rahatlıkla o kimliklerini gururla gündeme getirebiliyorlar. Arkada da Azerbaycan gibi bir ülke olunca, özellikle ilişkiler, işte Karabağ zaferi… Karabağ ile birlikte büyük bir onur ve gurur geldi halkımıza. İşte, Türkiye’nin arkasında tam durması… Fakat kültürel erozyon diğerlerini nasıl etkiliyorsa tabiî bizim nesli de etkiliyor. Yani eski âile bağları bütün toplumlarda nasıl gevşediyse bizde de gevşedi, açık söyleyeyim, özellikle büyük şehirlerde.

Ruşen Çakır: Karma evlilikler falan…

Cevat Gök: Tabiî o oluyor, daha çok oluyor. Meselâ eskiden hep aynı şehirden evlenilirken, şimdi son dönemde bakıyoruz, diğer şehirlerden de oluyor. Bu normal zâten, diğer bütün toplumlar böyle oluyor. İnsanlar artık daha çok, daha rahat birbirine ulaşabiliyor, tanışıyor; işte okul ortamı vs.. Fakat biz bunları çok olumsuz görmüyoruz açıkçası. Yani âile bağlarını ve millî duygularını, dinî duygularını koruyabiliyorsa çok da önemli değil; yani illâ kendi şehrinden biriyle, hemşerisiyle evlenmesi, âile kurması. Artık toplum gelişiyor. Fakat biz ülkemizin bir an önce, işte bu ekonomik sorunların, siyâsî sorunların bir an önce çözülmesi, hukukun tam işlemesi, özellikle demokrasinin ileri seviyeye gelmesi hepimizi sevindirecektir. Yani bizim de her Türk vatandaşı gibi beklentilerimiz var.Ama en büyük sorunumuz yine cehâlet. Bakıyoruz, yani böyle insanların bilgi seviyesinin artması lâzım. Kitap okuma oranları niye az? Bunlar hepimizin sorunları. Bunlar çözüldükçe, inşallah ülkemiz ilerledikçe biz de ilerleyeceğiz tabiî ki.

Ruşen Çakır: Evet, ben de tam nasıl kapatırız diye soracaktım. Aslında bunu yaptınız; ama yine de sorayım. Ne diyeceksiniz? Türkiye’de yaşayan Azerbaycan Türkleri olarak geleceğe baktığınız zaman ne görüyorsunuz?

Cevat Gök: Yani geleceğimiz, biz hani Avrupa Birliği’nden ziyâde, keşke o hukuk standartlarını yakalayabilsek. Önceden Avrupa Birliği ile görüşmeler olduğunda diyordum ki: “O birliğe girmekten çok ümitli değiliz; ama onun vesîlesiyle bâzı şeyler düzeltilebiliyor”. Özellikle adâlet ve hukuk noktasında, eğitim noktasında, fırsat eşitliği noktasında, liyâkat esâsı noktasında; bunların titiz uygulanmasını istiyoruz ülkede, daha titiz olsun. Yani bunu herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak söylüyoruz. Ama şunu söyleyeyim: Toprak bütünlüğümüze, millî birliğimize, bayrağımıza, bu kutsal değerlerimize saygı korunduğu sürece ülkemizin geleceğinden çok endîşeli değiliz, daha da iyi olacak. Çünkü hep iyiye doğru gittik; fakat dünya çok hızlı ilerliyor. Keşke meselâ, hani biz de istiyoruz, betona yatırım yapılacağına, keşke yapay zekâya yatırım yapılsa. Yani ülkemiz teknolojide keşke İHA, SİHA’larda olduğu gibi diğer branşlarda da çok ileri gitse. İşte bakın, gördünüz, daha dün İsrail’in Lübnan’da yaptığını. Yani nereden nereye geldiler, biz neredeyiz? Keşke biz kendi millî ve yerli ürünlerimizi, teknoloji ürünlerimizi üretebilsek; keşke devletimiz fırsat eşitliği vererek bütün vatandaşlarını kucaklayabilse; belli bir partiden, belli bir ideolojiden ziyâde millî çıkarımız neyse onu ön plana çıkarabilirsek, ülkemizin geleceğiyle ilgili daha da ümitli oluruz. Yoksa görüyoruz; yıllarca çocuğunu okutuyor, devlet okutuyor, doktor yapıyor. Hazır doktor gidiyor Avrupa’ya ve ülkenin enerjisi gidiyor.

Ruşen Çakır: Sizden de giden çok var mı?

Cevat Gök: Oluyor, mutlaka ki oluyor. Üzücü bir durum yani. Kendi enerjimize, kendi insanımıza değer vermediğimizde başkaları değer veriyor.

Ruşen Çakır: Çok sağ olun Cevat Bey. Evet, “Bir mozaik olarak Türkiye” dizisinin 14. bölümünde Türkiye’deki Azerbaycan Türkleri’ni Cevat Gök’le konuştuk. Daha devam edeceğiz. Herhalde 30’u da bulacağız, bakalım. Bizi izlemeye devam edin diyelim. Hepinize çok teşekkürler. Cevat Bey’e de ayrıca teşekkürler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.