İdris Baluken çözüm süreci tartışmalarını Ruşen Çakır’a anlattı: “Tarafların inatlaştığı yerde Öcalan’ın ön açan bir yaklaşımı vardı”

Türkiye siyasetinde çözüm süreci tartışmaları yeniden gündeme geldi. Devlet Bahçeli’nin Meclis açılışında DEM Partili vekillerle el sıkışması ve ardından Abdullah Öcalan’a yönelik yaptığı çağrı, sürecin yeniden başlayıp başlamadığına dair tartışmaları tetikledi.

Bahçeli’nin bu çağrılarına Meclis’teki partilerden yanıtlar gecikmedi. DEM Parti bu süreci olumlu karşıladı. Bu arada Sırrı Süreyya Önder, Bahçeli ve Erdoğan’a teşekkür etti. Öte yandan Cengiz Çandar ise “Bir şeyler pişiyor” dedi.

Çözüm süreci tartışmaları | Bahçeli'nin Öcalan'a silah bırakma çağrısı gündem oldu
Çözüm süreci tartışmaları | Bahçeli’nin Öcalan’a silah bırakma çağrısı gündem oldu

Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Tokalaşmak önemli bir adım” diyerek sürece olumlu sinyal verdi. Ancak Efkan Ala masalarında çözüm süreci dosyası bulunmadığını söyledi.

Özgür Özel, iki tarafın da yanında olmadıklarını söyleyerek konuya mesafeli yaklaştı.

DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan,
DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan,

DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, devlet yetkilileriyle herhangi bir gizli görüşme yapmadıklarını belirtti. Hatimoğulları, çözüm süreci için Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasının öncelikli bir adım olduğunu vurguladı. Ayrıca Tuncer Bakırhan, olası süreçteki en önemli rolün, Türkiye’nin birinci partisi durumundaki CHP’ye düştüğünü belirtti.

Eski HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken Ruşen Çakır’a yeni çözüm süreci tartışmalarını, geçmişte neler olduğunu, Türkiye siyasetini neleri beklediğini ve CHP’nin oynayacağı rolü anlattı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Uzun süre hapis yattıktan sonra yaklaşık bir buçuk yıl önce tahliye olan İdris Baluken konuğumuz. HDP milletvekiliydi biliyorsunuz. Kendisiyle tabiî ki ağırlıklı olarak son günlerin tartışmasını ele alacağız. İdris Bey, merhaba.

İdris Baluken: Merhabalar Ruşen Bey, kolay gelsin. Kolaylıklar diliyorum.

Ruşen Çakır: Yıllarca diyorum, çünkü siz iki parça yattınız, bir yattınız, çıktınız, sonra bir daha yattınız. Toplam kaç yılınız hapiste geçti?

İdris Baluken: 6,5 yıl hapiste geçmiş oldu.

Ruşen Çakır: Geçmiş olsun. Çıktıktan sonra romanınız çıktı. Ben de okudum. Tebrik ederim tekrar.

İdris Baluken: Evet. Beğendiniz umarım.

Ruşen Çakır: Evet. Siyâsete girmediniz, edebiyat konuşmayı tercih ettiniz. Ama yanılmıyorsam çıktıktan sonra ilk siyâsî konuşmanızı şimdi Medyascope’ta benimle yapıyorsunuz, öyle mi?

İdris Baluken: Evet, doğru, doğru. Ben şu anda fiilî olarak aslında siyâsî olarak bir nevi yasaklı durumdayım. Yani görünür siyâsette yer alma pozisyonum yok. Bizim siyâsetimizin de yetkili kurumları, o kurumların yetkili parti organları var ve belli düzeydeki tartışmalarla kamuoyuna görüşlerimizi aktarıyorlar. O nedenle görünür olma kaygısı taşımayan bir arkadaş olarak daha çok görüşlerimizi arkadaşlarımızla paylaşıp parti organları üzerinden ifâde etmekte fayda gördük. Bugünkü programda da ben şahsî düşüncelerimi aktarmış olacağım, aktif bir siyâsî pozisyonda olmadığım için.

Ruşen Çakır: Çünkü siz HDP, önceki BDP’ydi yanılmıyorsam, isimleri hep karıştırıyoruz ama, iki partide de milletvekilliği yaptınız ve Çözüm Süreci denen o süreçte çok kritik bir yerdeydiniz. Yanılmıyorsam bu temaslarda da aktif rol oynamıştınız. Yani Kandil ya da İmralı ziyâretlerinde yer almış mıydınız?

İdris Baluken: Evet, İmralı heyetinin üyelerinden biriydim ben. Son dönemde Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan’la birlikte Kandil, Ankara, İmralı hattındaki bütün o barış çalışmalarının merkezinde yer almıştım.

Ruşen Çakır: Peki, şimdi bugüne gelmeden önce, birçok spekülasyon var, farklı görüşler var. Siz, o gün onun içerisinde yer alanlar olarak gerçekten o süreçten bir şey çıkacağını –ummak demiyorum da– düşünüyor muydunuz?

İdris Baluken: Şüphesiz. Beklenti içerisinde olmadan bir çalışmaya katkı sunmak kanımca pek mümkün değil. Umûdu büyüten gelişmeler vardı o dönemde. Tabiî güçlükler de vardı. Bütün çabamız, o güçlüklerin aşılarak nihâî bir barışın sağlanmasına dönüktü. Ancak Ortadoğu’da çok dinamik bir süreç gelişti. Bölgesel denklem, hiç ummadığımız birtakım zorlukları önümüze getirdi. Biz, onların aşılması noktasında yeterince toplumsal desteği sağlayıp bunu siyâsal alana taşıma konusunda biraz eksiklikler yaşamıştık. Aslında onu başarmış olsak, belki de o güçlüklere rağmen veya içerideki dirence rağmen nihâî barış konusunda da sonuç alabilirdik. O konudaki yetersizliğimizi ifâde edeyim. Ama bütün çalışmaları yürütürken her zaman umutlu bir şekilde nihâî sonuca inanarak hareket ettik.

Ruşen Çakır: Üç tâne merkez vardı o târihte; Ankara’da siz vardınız, İmralı vardı ve Kandil vardı. Siz bütün bu temasları yaparken aynı zamanda ülkeyi yönetenlerle de sürekli görüşme hâlindeydiniz. Böyle bir trafik vardı. Bir de kamuoyuna yönelik “Âkil İnsanlar” vs. vardı. Orada, bu trafikte mi bir sorun vardı? Ya da şöyle söyleyeyim: İmralı’nın, Kandil’in olması bir sorun mu çıkarttı?

İdris Baluken: Çözüm Süreci’ndeki handikapları şöyle üç başlık altında özetleyebiliriz Ruşen Bey: Birinci sorun sanırım şeffaflık alanında yaşandı. Biz her ne kadar bu konuda kamuoyuna mümkün olduğunca en doğru bilgilendirmeleri yapma gayretinde olsak da, kamuoyunu veya geniş toplumsal kesimleri bu konuda yeterince iknâ edemedik. İkincisi, yasallık boyutu eksikti. Yani aslında sürecin başından sonuna kadar yapılması gereken yasal düzenlemeler veya sürecin tümünü güvence altına alacak yasal birtakım uygulamalar konusunda eksiklikler yaşandı. Onlar en başından daha sağlam örülmüş olsaydı, belki sürecin akamete uğrama şansı daha az olurdu. Üçüncü bir handikapı da bir üçüncü göz eksikliği olarak görüyorum ben. Netîcede taraflar bir süreci yürütüyorsa, ortada bir süreç varsa, bir üçüncü gözün hakemliğinde, gerektiği zaman denetim veya müdâhilliğinde götürmek her zaman daha sağlıklı sonuç verebilir. Nitekim dünyada benzer çatışmalı örneklerin çözüme gittiği süreçlerde de bu üçüncü göz meselesi hep önemsenmiştir. Ama bu konuda hem şeffaflık hem yasallık hem de üçüncü göz konusunda bizim aslında başından beri talepkâr olan tutumumuzu da ifâde etmem gerekiyor. O konudaki handikaplar bizden değil, muhâtaplarımızdan kaynaklandı diyebilirim.

Ruşen Çakır: 28 Şubat’ta siz de Dolmabahçe’de miydiniz?

İdris Baluken: Evet, evet, o resim içerisinde vardım.

Ruşen Çakır: Orada her şey sanki… Neydi? “Müzâkere aşamasına geçiliyor.” Neydi kavram? Diyalogdan müzâkereye mi geçiliyordu?

İdris Baluken: Diyalogdan müzâkereye geçiliyordu. Bir izleme heyetinin…

Ruşen Çakır: Hemen sonrasında Cumhurbaşkanı, bir yurtdışı gezisinden dönüşünde uçakta dağıttı masayı. Olay bu kadar basit.

İdris Baluken: Şüphesiz, birtakım iç dinamikler, dış gelişmeler belli ki uzun süredir değerlendiriliyordu iktidar cenâhında veya devlet cephesinde. Onların kamuoyuna ifâde edilmesi belki o sürece denk gelmiş oldu. Aslında Dolmabahçe Mutâbakatı’ndan sonra bir izleme heyetinin kurulması ve o heyetin İmralı’ya gitmesi durumunda, PKK’ya yönelik, Türkiye’ye karşı silâhlı mücâdelenin tümden devreden çıkarılması ve demokratik siyâsî mücâdeleye katılma çağrısı yapılacaktı Sayın Öcalan tarafından. Ancak sizin bahsetmiş olduğunuz Cumhurbaşkanlığı açıklaması ve onun üzerine oluşan yeni gelişmelerle berâber, maalesef o süreç akamete uğramış oldu.

Ruşen Çakır: Şimdi bakalım, bugüne gelecek olursak, bir ara o dönem Cumhuriyet Halk Partisi’nin temel eleştirisi, sanki… “sanki” diyorum, çünkü sürece çok sıcak bakmıyorlardı zâten.

İdris Baluken: Evet.

Ruşen Çakır: Meclis temelli bir müzâkere olmasını söylüyorlardı. Sanki şimdi böyle bir yere doğru evriliyor ve o târihte sürece en sert muhâlif olan Devlet Bahçeli’nin attığı bir adım, uzattığı bir elle bir şeyler başladı ya da başlamış gibi gözüküyor. En son, grup toplantısında Öcalan’a çağrı yaptı. Çağrısı her ne kadar PKK’nın kayıtsız şartsız silâh bırakmasını talep etse de, doğrudan Öcalan’ı muhâtap aldı. Benzerliklerden ziyâde farklılıklar üzerinden, bugün ne dersiniz? Umutvar bir şey mi?

İdris Baluken: Şimdi, kıyaslama açısından değindiğiniz noktayı önemsiyorum. Bugün aslında Türkiye’de muhâfazakâr, milliyetçi ve ulusalcı bileşenlerden oluşan bir iktidar var. Ve özellikle milliyetçi ve ulusalcı cenâhın Çözüm Süreci’ndeki direncini göz önüne getirdiğimizde, bu kesimlerin şu anda iktidârın bir yerinde konumlanıyor olması bir avantajdır. Bu tarz süreçlerde, sürece ket vuran veya süreci engellemeye çalışan toplumsal yapıların veya siyâsî kurumların süreç içerisinde iktidâra gelerek bu sürece dâhil olmaları her zaman çözüme katkı sunmuştur. Güney Afrika örneğinde, örneğin De Klerk, Apartheid ile ANC arasındaki süreçte, İsrail-Filistin meselesinde, FARC-Kolombiya meselesinde bir zamanlar müzâkere süreçlerine cepheden karşı olanların, sonrasında iktidârın bir komponenti/bileşeni durumuna geldiklerinde çözümü öncelediğini gördük. Okumalarımız o yönde oldu. O nedenle bugün Devlet Bahçeli’nin böyle bir mesaj vermiş olması, CHP’nin o dönemdeki yaklaşımdan uzak bir şekilde katkı sunmaya hazır bir pozisyon belirlemesi bence son derece önemlidir ve önemsenmelidir. Sanırım süreci biraz yeniden koşulların oluşması üzerinden değerlendirmekte fayda var. Yani bu tarz süreçlerde usûl ve esas ayrımı yapmak, hangi aşamayı nerede konumlandıracağını bilmek doğru bir sonuca götürür değerlendiren kişileri. Eğer biz henüz usûlle ilgili birtakım tespitleri yerli yerine oturtmazsak, doğrudan esas üzerinden tartışmaya başlarsak, bu bizi sonuçsuz bir yere götürür kanaatindeyim.

Ruşen Çakır: Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi’nden siz de bahsettiniz: Tutum değişikliği var. Meselâ pazartesi günü Özgür Özel, Edirne’de Selahattin Demirtaş’ı ziyâret edecek. Salı akşamı da Diyarbakır’dan başlayarak geniş kapsamlı bir Güneydoğu gezisi yapacak. Bütün gittiği yerlerde DEM Partili belediye eş başkanlarıyla buluşması söz konusu. Şimdi genellikle yapılan şöyle bir şey var biliyorsunuz: Erdoğan’ın bu hamlesini, Bahçeli’nin bu hamlelerini DEM Parti’yi muhâlefet cephesinden çıkarma hedefli olarak yorumluyorlar. Ama burada DEM Partili eş başkanlar –benim hastalığım nedeniyle gidemediğim– İstanbul’daki bir yemekli toplantıda gazeteci arkadaşlarımıza, CHP’nin olmazsa olmaz olduğunu söylemişler. Siz ne dersiniz? CHP burada nasıl bir rol oynayabilir, oynamalı?

İdris Baluken: Şimdi ben şu açıdan bakıyorum: Yani iktidârın hesâbı ne olursa olsun, bu konuda farklı yorumlar var. İşte… siyâsî sıkışmışlıktan çıkma arayışı, yeni anayasayla ilgili DEM Parti’yi dâhil etme çabası, ekonomik sorunları ve ekonomik gündemi örtme anlayışı… Yani bütün bunların reddedilecek bir yönü yok, yani hepsinde bir miktar haklılık payı bulabiliriz. Ama amacı ne olursa olsun, böyle bir niyet beyânının şekillenmiş olmasını önemsemek gerekiyor. CHP’nin mevcut pozisyonunun da bu açıdan, hükûmetin amaçladığı birtakım siyâsî hedefleri boşa çıkaran bir yerden, katkı sunmaya hazır bir noktadan tanımlanmış olması bence doğru bir siyâsî pozisyondur. Ben demin de usûlün esastan daha önemsenmesi gereken bir aşamada olduğumuzu söylemiştim. Yani burada usûl açısından baktığımızda şöyle bir durum var: Daha düne kadar cüzzamlı muamelesi gösterilen, kriminalize edilmeye çalışılan bir siyâsî yapı, bir siyâsî aktör olarak, bir özne olarak kabul ediliyor ve onun üzerinden de iç barışı sağlamaya dönük bir fikir beyan ediliyor. Bu, eğer yeterince doğru değerlendirilip usûldeki eksiklikler giderilecek şekilde ilerletilirse, ondan sonraki dönemde esasla ilgili mevzûlar konuşulmaya başlanır. Burada henüz birtakım eksiklikler var tabiî. Yani usûl açısından ben prosedürlerin henüz tamamlanmadığı kanaatindeyim. DEM Parti’nin muhatap olarak, siyâsal özne, siyâsal aktör olarak tanımlanmış olması son derece olumludur. Cumhuriyet Halk Partisi’nin mevcut durumda usûlle ilgili ortaya konan bu niyet beyânına katkı sunan bir yerden yaklaşması son derece olumludur. Demin dediğim gibi, milliyetçi ve ulusalcı bileşenlerin de olduğu iktidarın, sebebi ne olursa olsun, amacı ne olursa olsun, en azından yıllar sonra güvenlikçi politikalar yerine demokratik bir yöntemle çözümü esas alabileceğine dâir bir fikir ortaya atması ve ülke gündemini bunun üzerinden tartıştırıyor olması olumludur. Burada işte usûlle ilgili belki geçmiş deneyimleri ve reel politiği göz önüne getirdiğimizde, sorunun doğrudan çözümüne katkı sunacak olan İmralı kapısının açılması, tecrîdin kaldırılması ve Sayın Öcalan’ın da bu konudaki görüşlerinin kamuoyuna yansıtılması faslı eksik kalmıştır. Eğer o yönlü bir gelişme olur ise, o durumda daha umutvâri bir çerçevede konuşabiliriz.

Ruşen Çakır: Burada şimdi “usûl” dediniz. Son günlerde peş peşe iktidâra yakın çevreler ya da iktidârın içerisinden bâzı kişiler, “Yok, böyle bir şey olmayacak” dediler. Meselâ Mehmet Uçum, en son, –başdanışman biliyorsunuz–, son dönemde bütün önemli konularda çıkışları o yapıyor vesâyetçi bir pozisyonda. Ama öte yandan Kandil’den de, önce Murat Karayılan’dan sonra Mustafa Karasu’dan da, “Yok böyle bir şey. Bu, kirli savaş politikalarının devâmı” gibi şeyler geldi. Bunlar, bu tür çıkışlar etkili olmaz mı?

İdris Baluken: Şimdi, tam da dediğim noktaya geliyoruz. Yani henüz usûlle ilgili eksiklikleri tamamlama veya onları tartışma aşamasındayken, biz doğrudan içeriye dönük veya sonuç odaklı bir tartışma yürüttüğümüz zaman, arabayı atın önüne koşmuş oluyoruz. Şu anda uzun süredir tartışılmayan, akamete uğrayan ve tartışılması bir nevi yargısal süreçlere muhâtap olan bir barış sorunsalı var önümüzde. Burada arabayı yeniden onarıp atı arabanın önüne koşmayla ilgili bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Bu tarz süreçlerde, Çözüm Süreci yürürken de, hem devlet içerisinde hem de Kandil’de sürecin içeriğine dâir farklı düşünceler, kamuoyuna farklı birtakım irâde beyanları, ifâdeler oluyordu. Zâten tümüyle herkesin aynı fikirde olduğunu kabul ederek süreçlerin yürüyeceğini varsaymak bence gerçekçi bir yaklaşım değil. Yani ben sâdece Mehmet Uçum için söylemiyorum, genel olarak şu anda devlet içerisinde eminim ki bir taraftan bu güvenlikçi politikalarla sonuç alınacağına inanan ciddî bir kesim var. Ama aynı zamanda da 9 yıldır uygulanan güvenlikçi politikaların içeride ve dışarıda ciddî bir sıkışmışlık durumu yarattığını ve bundan vazgeçilerek bölgesel gelişmelerdeki sert süreçleri de göz önünde bulundurarak demokratik yöntemlere ağırlık verilmesi gerektiğini söyleyenler de var. Burada belki şunu beklemek doğru olur: Yani 9 yıldır zâten Mehmet Uçum’un veya benzer düşüncelere sâhip olanların söylemiş olduğu politikalar yürütüldü; sonuç alınmış olsaydı zâten bugün bu tartışmaya herhalde ihtiyaç olmazdı. 9 yılın sonunda eğer hâlâ böyle bir meselenin varlığı konuşuluyor ve bölgesel gelişmeler içerisinde bir pozisyon alma zorunluluğundan bahsediyorsak, demek ki bir makas değişikliğine ihtiyaç var ve burada da güvenlikçi eksen yerine demokratik ekseni önceleyen bir hatta ilerlemeye ihtiyaç var sonucu çıkar. Bu yönüyle ben, hani bu tarz açıklamalardan çok, dediğim gibi, yani usûlle eksikliklerin tamamlanması ve usûlle ilgili sürecin tümüyle devreye konup konmamasını önemsiyorum. Orada da işte o eksiklerin giderilmesiyle ilgili yapılması gerekenler üç aşağı beş yukarı bellidir diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir şey var, siz de çok duymuşsunuzdur: Kürtleri oyuna getiriyorlar, yine oyuna getiriyorlar; Erdoğan Kürtleri yeniden seçilmel için kullanacak, atacak — ya da işte, ekonomiyi unutturmak için vs.. Şimdi bu şeylerin, ben bir yerde, “Hani böyle kolay oyuna gelecek bir hareket değil bu” dediğimde de, meselâ geçen süreçte de oyuna getirildiğinizi söylüyorlar. Bu daha çok muhâlefetin içerisindeki Kürt olmayan kesimlerden gelen bir şey. Dün bunu yine gazeteci arkadaşlarımız eş başkanlara, genel başkanlara sormuş; onlar da her şeyin kontrol altında olduğunu ya da böyle bir şeyin ihtimâlinin olmadığını söylemiş. Ama bir de sizden teyit etmel yapmak isterim. Geçen dönemde de herhalde benzer bir paradoks vardı, değil mi? Yani siz o İmralı-Kandil arasında gidip gelirken de birileri sizin oyuna geldiğinizi, sizin kullanıldığınızı söylüyordu. Ona rağmen bir süreci işlettiniz. Bu sefer böyle söyleyenlere ne demek istersiniz?

İdris Baluken: Ben o konuda, DEM Parti’nin veya Kürt siyâsî hareketinin örgütlü gücünün yeterince tanınmadığı kanaatindeyim. Yani tabiî ki muhâtaplardan bir taraf karşı tarafı oyalamak isteyebilir, kandırmak isteyebilir, kendisi için nefes alacağı bir zemin yaratmak isteyebilir. Bunlar siyâsetin doğası gereği olabilecek ihtimallerdir. Ancak ne Çözüm Süreci’nde ne de bugünkü mevcut durum içinde DEM Parti’nin veya Kürt siyâsî hareketinin varmış olduğu örgütlü politik düzey, bu bahsetmiş olduğunuz oyalanma, kandırılma veya araçsallaştırmaya müsâit bir noktada değildir. Bu konuda DEM Parti’nin, Kürt siyâsî hareketinin alabildiğine özgüvenle hareket ettiğini görüyoruz. Oyalanma veya kandırılma eleştirisini yöneltenler aslında bu tarz süreçlerde biraz gerekçe yaratmak isteyenlerdir. Bu tarz süreçlere katkı sunmak yerine gerekçe üreterek ön almaya çalışan ve siyâseti çözümden uzak, kısır, dar bir alanda tutmaya çalışan kişi, yapı veya kurumlar olarak görüyorum. Bunun doğru bir yaklaşım olmadığı kanaatindeyim. Geçmiş Çözüm Süreci döneminde eğer “Kürtler kandırıldı, oyuna getirildi” gibi düşüncelerde bir sâbitlik ve ısrar var ise, şunu tavsiye edebilirim: Ülkenin içerisinde bulunduğu duruma baksınlar. Ülke şu anda nefes alamaz duruma geldi. Demokratik alan tümüyle ortadan kalktı, özgürlükler askıya alındı, hukuk adâlet neredeyse yerle yeksan edildi, ekonomi tümüyle bir kriz girdabı içerisine girdi. Yani bütün bunlar olurken Kürt siyâsî hareketi veya DEM Parti kendi gücünü veya Türkiye siyâsetindeki kilit pozisyonunu da koruyor. Dolayısıyla bir kandırılma veya oyalanma durumu varsa, bu aslında 85 milyonun tamâmını kandırma veya 85 milyonun tamâmını oyalama üzerinden değerlendirilmeli. Yani 9 yıllık yaşadığımız dönemde Türkiye’nin hiçbir sorunu çözülmediği gibi Kürt siyâsî hareketi de siyâsî öneminden hiçbir şey kaybetmeyecek düzeyde varlığını sürdürüyor ise, burada bütün bir ülkenin kandırıldığı veya bütün bir ülkenin oyalandığı sonucunu çıkarmak gerekir. Benim bakış açım budur. Onun ötesindeki değerlendirmeleri, ben dediğim gibi, biraz gerekçe üretme sığlığı olarak değerlendiriyorum.

Ruşen Çakır: İdris Bey, siz bu geçen süreçte Öcalan’la defalarca bir araya geldiniz, görüştünüz. Onun görüşlerini Ankara’ya ve Kandil’e ilettiniz, onların görüşlerini Öcalan’a ilettiniz ve tartıştınız da, sâdece dinlemediniz anladığım kadarıyla.

İdris Baluken: Evet.

Ruşen Çakır: Şunu sormak istiyorum: Şimdi, DEM Parti ve siz de başkaları da, bir şeyler yapılacaksa öncelikle Öcalan’ın devreye girmesi gerektiğini, tecrîdin kalkması gerektiğini söylüyorsunuz. Geçen dönemde bizzat o sürecin içerisinde kritik bir yerde yer alan birisi olarak, Öcalan o süreçte çözüm üretmeye yönelik olarak gerçekten çok verimli bir performans mı gösterdi, yoksa birazcık sanki böyle… sembolik bir şeyden mi bahsediyoruz, yoksa efektif bir şeyden mi? Ne demek istediğimi anladınız.

İdris Baluken: Evet, evet. Ruşen Bey, ben önce şu durumu da netleştirerek sorunuza cevap vermek istiyorum. HDP’nin pozisyonunu zaman zaman son derece yanlış değerlendiren anlayışlara rastlıyorum. Hattâ HDP içerisinde siyâset yapmış ve şu anda bir şekilde partiden uzaklaşmış olan arkadaşlarda da bâzen o değerlendirme sığlığını görüyorum. HDP, sanki o dönemde sâdece postacı rolüyle görev yapmış gibi tanımlamalar oluyor. Bunlar hem dünyadaki çatışmalı süreçleri yeterince tanıyamamaktan veya çatışmalı süreçlerin çözüm yöntemlerini yeterince tanıyamamaktan hem de içerideki süreci doğru okuyamamaktan kaynaklanıyor. HDP’nin çözüm sürecindeki rolü şuydu, üç önemli görevi vardı. Birincisi, silâhı elinde tutan taraflar arasında bir arabulucuya ihtiyaç vardı. Çünkü böyle bir çözümün gelişmesi veya çözüm zemini oluşması için silâhların susması gerekiyordu. HDP burada tabiî ki elinde silâh olan taraflar arasında bir arabuluculuk misyonunu, arabuluculuk işlevini yerine getirdi. Ama HDP’nin bütün misyonu bu muydu derseniz, bu değildi tabiî ki. HDP, bir taraftan bu arabulucu görevini yerine getirirken, öte taraftan da çok kritik iki farklı işlevi de yine o süreçte yürüttü. Bunlardan birincisi: Resmî kanallar dışında kamuoyunu bilgilendirmek ve sürece toplumsal alandan veya sivil toplum alanından destek sağlamak. HDP bu işlevini Çözüm Süreci’nde yerine getirmeye çalıştı. HDP’nin üçüncü rolü, Meclis boyutuyla eğer bir çözüm zemini oluşursa, onun yasal ve anayasal hazırlıklarını yapmaktı. Dolayısıyla HDP Çözüm Süreci’nde bir yönüyle evet, bir arabuluculuk misyonu üstlendi; ama öte yandan da toplumu bilgilendirme ve sivil destek sağlama ve Meclis’te işin yasal ve anayasal boyutunu hazırlama veya Meclis’te o muhâtaplığı kurma konusunda da doğrudan muhâtap pozisyonundaydı. Dolayısıyla şu anda yeni yeni tartışılmaya başlanan ve bizim de usûl üzerinden tanımladığımız bu noktada DEM Parti’nin mevcut durumu hem Meclis’teki muhâtaplık pozisyonudur hem de bir taraftan toplumu aydınlatırken, toplumda olası yeni bir süreçle ilgili destek arayışlarını yoğunlaştırırken öte taraftan da silâhların nasıl susturulacağına dâir bir çaba içerisine girmektir. Ne HDP’nin ne DEM Parti’nin silâh meselesinde tümüyle inisiyatif alacak, tümüyle bir yerleri tâlîmatlandıracak bir pozisyonu yoktur. Reel politik gerçeklik budur. O nedenle burada eksik kalan yön, eksik kalan husus, bu silâhlar meselesiyle ilgili usûl eksikliğini gidermektir. Bunun için de işte, İmralı’daki tecrîdin kaldırılması, Sayın Öcalan’ın bu süreçle ilgili veya genel olarak bu niyet beyanlarıyla ilgili görüşlerinin kamuoyuna veya kendi hareketine aktarılması meselesi önemli bir yerde duruyor. Tabiî, Çözüm Süreci içerisinde de biz onlarca toplantı gerçekleştirdik İmralı Adası’nda. Yani bunu son derece objektif bir yerden söyleyebilirim. Tarafların zaman zaman inatlaştığı ve çözümü zorladıkları yerlerde, Sayın Öcalan’ın ön açan, ortamı rahatlatan, nihâî barış için gerçekten sorumluluk alan bir yaklaşımı vardı. Hem buna uygun düzeyde bir teorik çözümleme hem de işte o teorik çözümlemeye denk düşen pratik adımlar noktasında istek ve çabasına doğrudan tanıklık ettik. Yani bunu çok rahatlıkla ifâde edebilirim ben.

Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir tespit var, ki ben de bayağı katılıyorum, bilmiyorum siz ne dersiniz: Çözüm Süreci’nin dağılmasından sonra, artık bölgede Kürt sorunu bölgesel olmanın ötesinde uluslararasılaştı. Özellikle Suriye’de IŞİD’in devreye girmesi, YPG’nin ona karşı ABD ile birlikte hareket etmesi, vs.. Son dönemde İsrail’le İran arasında yaşanan çatışma, şu bu… Şöyle bir tespit yapanlar var: “Türkiye bu sefer, geçen sefer olduğu gibi PKK ile, İmralı’yla, Kandil’le ve partiyle anlaşmaya çalışsa bile, bu sefer birileri buna izin vermeyebilir, engelleyebilir, provoke edebilir” deniyor. Eskiden de herhalde bu vardı; ama eskiden zemin bu kadar karışık, bölge bu kadar karışık, bu kadar altüst oluyor vaziyette değildi sanki. Ne dersiniz? Türkiye kendi içinde bu meseleyi hâlâ çözebilir mi? Başka kimseleri doğrudan iknâ etmesi ya da işin içerisine katması gerekmez mi?

İdris Baluken: Şüphesiz biz yeniden bir sürecin başlaması gerektiğini söylerken sâdece içerideki Kürt meselesine odaklanılması gerektiğini ifâde etmiyoruz. Sizin de değindiğiniz gibi, Kürt meselesi şu anda bölgesel boyuttan da çıkıp küresel bir mesele hâline geldi ve Türkiye’nin sâdece kendi içindeki Kürt meselesini değil, dört parçada yaşayan Kürtlerle ilgili yeni bir politika geliştirmesi gerektiğini düşünüyoruz. Kürt’ün olduğu her yerde Kürt’ün sâdece kendi kimliğiyle yaşama isteğini, o hakkını alma talebini kendi bekasına bir tehdit olarak algılayan anlayışın değişmesi gerektiğini düşünüyoruz. Eğer bu yönde köklü bir değişiklik olursa, Kürt meselesi sâdece içerideki çatışmalı süreci bitirmeye dönük bir mesele olmaktan çıkarılıp Ortadoğu’nun genelinde halkların kardeşliği bağlamında Türklerin, Kürtlerin, Arapların ortak yaşayacağı barışçıl bir model ekseninde değerlendirilirse, ben bu durumda sizin bahsetmiş olduğunuz o küresel olası sekter yaklaşımların sonuç alamayacağı kanaatindeyim. Bunun için devlet rasyonalitesinin bölgesel gelişmeleri de dikkate alarak birtakım tartışmalar yürütmesi ve oradan birtakım sonuçlar çıkarması kanımca zayıf olmayan bir ihtimal gibi görünüyor.

Ruşen Çakır: Peki toparlayalım yavaş yavaş. Anladığım kadarıyla siz temkinli bir şekilde ümitvarsınız. Yanılıyor muyum?

İdris Baluken: Yani temkinli iyimserlik diyebiliriz. Bu tarz meselelerde de umutsuz olmamak gerekir. Bir yerden umuda dâir küçük bir ışığı gördüğümüz zaman da o umûdu büyütmenin çabası içerisinde olmak gerekir diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Tabiî bitirmeden bir de Selahattin Demirtaş’ı sormadan edemeyeceğim. Yine dün akşamki toplantıda eş başkanlar gazeteci arkadaşlara şunu demişler — ki şaşırmadık: “Öcalan’la Demirtaş arasında bir rekabet var gibi göstermeye çalışıyor kimileri” demiş. Bu “kimileri” kim olabilir?

İdris Baluken: Yani bunlar uzun süredir böyle tedâavüle sokulmak istenen şeyler; ama öyle bir şeyin gerçek hayatta bir karşılığı yok. Zâten dün Selahattin Başkan’ın göndermiş olduğu mesajda da bu açık bir şekilde ifâde edilmiş. Selahattin Demirtaş bu halkın önemli bir değeridir ve Türkiye’deki siyâsî atmosferin önemli bir öznesidir. Gelecekte de Türkiye’de barışçıl bir ortam olduğunda Türkiye’nin geleceğine katkı sunacak önemli bir siyâsî kişiliktir. Selahattin Demirtaş’ın sürece yaklaşımı da, “Nasıl daha fazla katkı sunabilirim?” üzerinde şekillenir. Yani bunda en küçük bir tereddüdümüz yoktur. Ben Sincan’da hapis yatarken kendisi Ankara’ya mahkemeye getirildiğinde üçer günlük periyot şeklinde iki defa aynı hücreyi paylaştık biz ve bize göre ömrümüzün en kısa, ama içeriği îtibâriyle ömrümüzün en uzun 3 gecesini birlikte geçirdik ve o dönemde de Selahattin Demirtaş’ın bu konuda ifâde ettiği şeylere birebir tanık olan bir arkadaşı olarak söylüyorum: Selahattin Başkan her zaman halkların kolektif kazanımlarıyla ilgilidir. Kendi kişisel pozisyonu veyâhut da yansıtılmaya çalışıldığı şekliyle kendini bir siyâsî aktör olarak dayatma sığlığı içerisinde hiçbir zaman olmamıştır. Dünkü mesajı da zâten bu bahsettiğim husûsu doğruluyor. 

Ruşen Çakır: Evet, İdris Bey, çok teşekkürler, çok verimli bir söyleşi oldu, çok teşekkür ediyoruz. Umarım iyimser temkinliliğinizin iyimser kısmı baskın çıkar, öyle söyleyelim. Çok teşekkürler, iyi günler.

İdris Baluken: Evet, ben çok teşekkür ederim. Klasik bir retorik olarak hep tekrarlanır, ama ben çok önemserim: Savaşın iyisi, barışın kötüsü yoktur. O nedenle barışla ilgili bütün çabalara katkı sunmak önemlidir. Bu anlamda işi salt siyâset kurumunun insâfına da bırakmamak gerektiği kanaatindeyim. Türkiye’deki demokratlar, aydınlar, yazarlar, sivil toplum örgütleri, sendikalar, meslek örgütleri, geçmişte görev almış olan âkil insanlar, heyetler düzeyinde bu meseleyi kendine dert edinen her çevrenin yapacağı önemli katkılar olduğu kanaatindeyim. Bu yönüyle siyâset kurumuna da önemli bir görev düşüyor. Belki DEM Parti önümüzdeki dönemde bütün siyâsî aktörlere, bütün sivil toplum örgütlerine, bütün toplumsal kesimlere ziyâretler gerçekleştirerek niyet beyânının ötesine taşacak bir toplumsal ve siyâsal desteği barışın arkasına veya barış irâdesinin arkasına yığabilir. Her ne kadar şu anda somutlaşmış bir mekanizmadan bahsedemesek de, böylesi bir toplumsal ve siyâsal güç biriktiği zaman bunu farklı amaçlarla ortaya koyan siyâsî aktörler de bir zorunluluk içerisinde barış gündemiyle ilgili bir şeyler yapmak zorunda kalırlar diye düşünüyorum. Bu fırsatı verdiğiniz için de ben teşekkür ediyorum, kolaylıklar diliyorum. 

Ruşen Çakır: Evet, çok sağ olun. İdris Baluken, kendisi  HDP eski milletvekili, 6,5 yıl hapis yattı, yaklaşık 1,5 yıl önce tahliye oldu. Kendisiyle son dönemde neler olduğunu, geçmişte neler yaşandığını ve önümüzdeki günlerde neler olabileceğini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.